İtiraf etmeliyim ki yaşadığım bu deneyim çok kafa karıştırıcı hatta korkutucuydu. Özellikle o zamanlar başına ne geldiğini ve ne gördüğünü bilmeyen, benim gibi küçük bir çocuk için…
Ailesinin, arkadaşlarının ve etrafındaki insanların iç bahsetmediği, görmediği ve duymadığı yabancı bir ortama girmiş, kaybolmuştum. O anki hislerim adeta bir çorba gibiyken, duyularım da karmakarışıktı. Tam anlaşılmayan boğuk sesler, capcanlı ışıl ışıl renkler ve yarı saydam, şeffaf bir beden. Tıpkı prize parmağımı soktuğum zamanki gibi korkutan (küçükken çok yaramazmışım bu arada), heyecanlandıran ama aynı zamanda da uyuşturan bir karıncalanma hissi.
Daha sonra öğrendim ki, bu bir astral deneyimdi. Astral Projeksiyon da denilen, ruhun, beden dışına yansıtılması durumu. Bu rüyalarda hep olurmuş, lakin bilinç hazır olmadığı için kişi hatırlamazmış. Yaşadığım şok sonucu ani bir bilinç sıçraması yapmış ve yeni bir gerçekliğin kilidini açmıştım…
Fakat bu ilk deneyimim olsa da son olmayacaktı. Hatta öyle ki, gerçeklik algım bundan sonra sonsuza kadar değişecekti…
Artık çoğunluk gibi tek bir gerçeklikte sıkışmak yerine sonsuz gerçekliklerde kaybolacak ve daha sonraları ‘Hiper Gerçeklik’ olarak ta adını koyduğum bu yeni varoluş şeklini, hayatım boyunca açıklamaya çalışacaktım…
…
Korkularım tarafından boğulmuş ve kendi düşüncelerinde kaybolmuş bir şekilde orada dururken, boğuk bir iç çekiş fark ettim. Hemen ardından Akaşık dedenin, insanı kendine getiren berrak su gibi sesi duyuldu. “Demek sonunda geldin…”
Suyun altında duyacağınız türden boğuk sesler etrafımı sarmışken, bu ani net ses tarafından şaşırmadan edemedim. Sadece etrafıma göz attığımda, biraz uzakta ak sakalları ve beyaz kıyafetleriyle duran yaşlı bir adamı fark edebildim. Gülümseyen ifadesiyle bana bakıyordu.
“Akaşık dede!” hemen çocuksu bir heyecanla seslenmiştim.
İçinde bulunduğum bu son derece tuhaf duruma uyum sağlamaya çalışırken, tanıdık bir figür görmek beni rahatlatmış olsa gerek. Çünkü o zamanlar Akaşık dede ile sadece rüyamda bir kere tanışmış olmama rağmen sanki yıllardır tanıdığım birisi gibi olan samimiyetime, bugün bile bir anlam veremiyorum.
Ayrıca gözüm ona iliştiği anda içimi sonsuz bir huzur kapladığını hatırlıyorum. Gümbür gümbür atan kalbim bir anda sakinleşmiş, dalgalanan düşüncelerim bir anda durulmuştu.
Sanki hiçbir şeyin karıştıramayacağı eski çağlardan kalma dipsiz bir kuyuya bakıyor gibiydim. Ruh halim de o kuyunun dibinde asırlardır sakin kalan dingin su gibi sakinleşmişti.
Bu tuhaf ortama rağmen görünüşü hala aynı, güler yüzlü ve ak sakallı dede olsa da varoluşu açıklanamaz şekilde farklı hissettiriyordu. Sanki ulaşılmaz, uhrevi bir havayla kaplı gibiydi. Buradaki renklerin tuhaf davranışları yüzünden gözlerime olan güvenim sarsılmamış olsa, kesinlikle hafifçe parladığını bile iddia edebilirdim.
Hep orada mıydı, yoksa yeni mi ortaya çıkmıştı hiçbir fikrim yoktu ama içgüdüsel olarak ona yaklaşmak istedim.
Hmm? Ne oluyor?
Ona yaklaşmayı düşünmemle birlikte kendimi bir anda onun yanında buluverdiğimde, şaşkınlığıma kelimeler kifayetsiz kalırdı.
“İyi iyi…” Akaşık dede yüzündeki tebessümle önce beni övdü, sonra ne için övdüğünü açıkladı: “Rüyanda olacakları görmene rağmen, gelmeye karar vermiş olman iyi. Merakın, korkuna galip gelmiş olmalı. Sadece korkusuna üstün gelebilenler, öğretilmeye layıktır. Sonuçta bir şeyler öğrenmeye isteklisin evlat…”
Tabii Akaşık dede beni avutmak için mi böyle söyledi, yoksa uyanır uyanmaz rüyamı unuttuğumu bilmiyor muydu hala bir gizem. Yoksa başıma gelecekleri bilsem, hayatta gelmezdim…
Sonra başını sallayarak derin manaları içeren gizemli gözleriyle bana baktı ve ekledi. “Seçimini yaptın ve geri dönüşü olmayan bir yola girdin. Artık burada olduğuna göre düşüncelerine sahip olmayı öğrenmekle başlamalısın.”
Haklı olarak kafam karışmıştı. “O ne demek Akaşık dede?” Sonuçta henüz eylemlerinden bile sorumlu olmayan küçük bir çocuktum. O yaşta aklı her yerde olan birine zihnini sakinleştir demek kolaydı.
Akaşık dede basitçe şöyle açıklamıştı. “Normalde insanlar sadece eylemlerinden sorumludur ama buraya gelebilenler, düşüncelerinin sorumluluğunu da almak zorundadır. Çünkü burada (geldiğin yerin aksine) düşündüklerin hemen gerçekleşebilir.”
Düşündüğüm gerçekleşebilir mi? Az önce bir anda buraya ışınlamış gibi gelebilmeme şaşmamalı. Burası da neresiydi böyle? Hemen sordum…
“Akaşık dede burası neresi? Sen gerçek misin? Rüyama nasıl girmiştin?” Sıradan bir çocuk olarak, o zamanlar derin konular yerine daha basit ve yüzeysel şeylerle ilgilendiğim için beni affedin.
Akaşık dedenin yüzündeki tebessüm kaybolmasa da hemen elinin bir şeylere uzandığını gördüm. Değnek mi o?
“Hemen çok fazla soru sormak iyi değil. Duymaya hazır olmadığın cevaplar, aklını gereksiz yere karıştırır.” Sonunda gezinen eli, nihayet değnekle buluşunca hemen tehditkâr şekilde kaldırdı ve “Az önce düşüncelerine hâkim ol dediğimi unuttun mu hemen! Yoksa beni hiç dinlemiyor musun?”
Bu dedenin hiç şakası yok! Yüzünde her zaman zararsız, cana yakın bir gülümseme olsa da elinden bastonu hiç düşmüyor. Ne düşündüğünü anlamak çok zor.
Neyse ki o zaman şiddete başvurmadı. Sadece beni uyardığını düşünüyorum.
“Ama sorduğun sorulara cevap verebilirim…” diyerek değneğini usulca yere bıraktı ve bana bazı temel şeylerden bahsetmeye başladı…
Kısacası burası Astral Boyut idi. Onun tabirine göre, mana alemi ile madde alemini birbirine bağlayan bir yer, bir köprü. Misal Alemi de denilen; düşüncelerin dolaştığı sınırsız diyarlar, sonsuz zihin dünyaları ve bilincin ebedi alemleriyle dolu, benzersiz ve tanımsız bir yer. Tüm zamanları ve mekanları kapsayan, yine de zamansız ve mekânsız bir yer. Bedenle var olunan fani diyarların aksine; düşünceler, rüyalar ve bilinçle farkına varılabilen ebedi diyar.
Madde aleminin sayısız gerçekliğine karşın, mana aleminde sonsuz olasılık uyurmuş. Maddi gerçeklikteki eylemlerimiz, manevi gerçeklikteki olasılıkları harekete geçirirken, uyanan olasılıklar da gerçekliğimizi şekillendirirmiş. İki yönlü çalışarak birbirini etkileyen bu eşsiz mekanizmanın çarklarını ise düşüncelerimiz harekete geçirirmiş. İşte düşüncelerin, bedenlerden bağımsız olarak kol gezdiği, zaman ve mekân fark etmeksizin gerçekliğimizi etkileyecek olasılıklara tökezleyebildiği inanılmaz bir yeri ifade eder, astral boyut. O kadar ki, burada sınır kişinin hayal gücüdür.
“İşte bu yüzden sözlerine dikkat etmelisin. Özellikle burada…” demişti Akaşık dede bir keresinde. ” Çünkü ağzından çıkan her kelime, düşüncelerinin dışarıya tezahürüdür. Böylece düşüncelerin somutlaşır ve kâinatta sonsuza kadar var olacak şekilde gerçeklik kazanırlar.”
O zamanlar bu kelimeleri hiç anlamamıştım. Hemen, “Nasıl yani? Gerçeklik kaz…” daha sözümü bitiremeden Akaşık dede tekrar sözümü kesti ve elindeki kitaptan bir sayfa açtı.
“Bak burada ne yazıyor?” diye bana gösterirken sordu. Önceden bakmıştım. Sayfalardaki hiçbir şeyi okuyamıyordum. Fakat bir an için, bir cümle ilişti gözüme ve ne dediğini hemen hafızamda bilir oldum. Sanki eskilerden beri, bu cümleyi hep biliyor gibiydim. Anılarıma işlenmiş gibiydi ve ne zaman öğrendiğimi hiç bilemiyordum. Kesinlikte normal okumaktan farklıydı.
Şöyle yazıyordu: “Nasıl yani? Gerçeklik kazanırlar da ne demek, dede? Düşüncelerimiz gerçek mi oluyor?”
İnanılmaz bir şekilde tam da aklımdan geçenler, harfi harfine oradaydı. Sözüm kesilmeden önce cümlemi tam da böyle bitirmek üzereydim. Açıklaması için şaşkın bir şekilde Akaşık dedeye bakmıştım.
“Gördüğün gibi, “dedi Akaşık dede. “Ağzından çıkan her söz kayıt edilir. Bir kere konuştuktan sonra geri alamazsın. O yüzden ‘iki düşün, bir konuş’ demiş atalar. Çünkü sözler, düşüncelerin kâinata doğrulanmış bir şekilde iletilmesidir. Bunu yaptığında ise mana alemindeki ihtimalleri uyandıracak, misal alemindeki çarkları harekete geçiren bir süreci başlatmış olursun.”
Hemen ağzımı iki elimle kapatıp, bir daha gereksiz konuşmamaya yemin etmiştim, çocuk aklımla. Akaşık dede ise bu halime gülümseyip şöyle demişti, “Susmana gerek yok. Güzel sözler söyle ki, güzel ihtimaller uyansın. İnsanın da kaderine müdahalesi zaten buradadır. Kötü veya yanlış bir şey konuşsan bile hemen güzel sözler et ki başlamış olan süreçler iptal olsun.”
Kelamın önemine yönelik yaptığımız bu küçük sohbetten sonra astral boyut hakkında konuşmaya devam ettik. Tüm insanların, hatta tüm canlıların bilinçlerinin, derinlerde bir yerde buraya aktığından bahsetti, Akaşık dede. Bu sayede astral boyutta seyahat ederek istediğimiz her yere gidebilir ve görmek istediğimiz her şeyi görebilirmişiz. Öğrenmek isteyenler için burası kainattaki tüm okulların arasında dolanan koridorlar gibiymiş. Sadece bu koridorlarda gezebilir, dışarıdan da olsa dersleri görebilir ve dinleyebilirmişiz.
Burası tüm okulların ortak kullandığı sonsuz bir kütüphane gibiymiş. Sonsuz bir kütüphaneden beklendiği gibi öğrenilmesi gereken faydalı bilgilerin yanı sıra uzak durulması gereken zararlı şeyler de varmış. O zamanlar Akaşık dedenin kullandığı bu benzetmelere pek bir anlam verememiştim. Lakin astral boyutta geçirdiğim onca zamandan sonra şimdi ne demek istediğini daha iyi anlıyorum…
Fakat tüm bunlara rağmen, öyle ayrı, uzakta bir yer olarak düşünmeyin. Bizimkisi ile iç içe geçmiş, bildiğimiz gerçeklik dahil tüm gerçeklikleri kapsayan bir ortam burası. Sınırlı algımız sebebiyle sadece üç boyutunu görebildiğimiz evrenimizin, göremediğimiz kısımlarını içine alacak şekilde sonsuza uzanan bir alem…
Astral boyut evrenimiz kadar geniş olsa bile, aslında onun da ötesine uzanırmış. Katman katman genişler, farklı katlardan oluşur ve sayısız alemlere bölünürmüş. Öyle ki, gördüğümüz rüyalar bile bir şekilde buraya bağlıymış. Akaşık dede de bu şekilde yolunu bulmuş ve rüyama girebilmiş. Bunun dışında şu anda bulunduğumuz gibi gerçekliğimize oldukça yakın, yansıma boyutlar olduğu gibi evrenimizin bile ötelerine uzanan çok farklı boyutlar varmış.
Akaşık dedeye göre Dünya insanlarının deneyimleyebildiği astral boyut, sadece zihnimizi dolduran düşüncelerin boyutuymuş. Açıkçası burası fiziksel olarak değil, bilincimizle geldiğimiz bir yer. Dolayısıyla sadece bilincimizin elverdiği kadar gezmek mümkün oluyormuş. Yani öyle hemen dünyadan çıkıp gezegenler ve galaksiler arası gezebilen bir uzaylı olmayı düşünmeyin.
Çünkü sadece bilincimizle var olduğumuz ve fiziki bedenimiz yerine, astral bedenimizi kullanıyor olsak bile, tehlikeler de hiç yok değil. Korkmak gibi bazı olumsuz durumlarda bilincimiz, hemen yansıtmayı durdurup bedene geri çekilebilecek olsa bile; yaşayabileceği ani şoklar ve karşılaşabileceği travmalar, bilinç üzerinde ciddi etkileri olabilecek gölgeler bırakabilir. Ayrıca bazı kötü niyetli negatif varlıkların dikkatini çekebilir ve bizi takip etmelerine neden olabilirmişiz. Bu varlıklar bize doğrudan zarar veremese de negatif doğaları nedeniyle sadece yanımızda dursalar bile ruh halimizi etkileyebilirlermiş.
Aslında Akaşık dedeye göre tüm bu sayılanlar hala sıradan şeylermiş. Asıl tehlike, yine kişinin kendisinde yatıyormuş. Çünkü tüm bu durumların tedavisi hala mümkünken, kişi eğer kandırılırsa işler sıkıntıya girermiş. Gördüklerinden ve duyduklarından etkilenerek bir şeylere inanan birisini kurtarmak en zoruymuş. Dışarıdan verilecek telkinler bir dereceye kadar etkili olsa da kişi inanmaya devam etmek istiyorsa yapılabilecek hiçbir şey yokmuş.
Bir an için Akaşık dedeye daha yakından baktım. Duyduklarımdan sonra şüphelenmeden edemedim tabi. Ya o da beni kandırmak isteyen kötü biriyse?
Akaşık dede şüphe dolu bakışlarımı hissetmiş gibi, “Velet bana mı bakıyorsun? Merak etme, burada arkasına saklanılacak bedenlerimiz yok! Düşüncelerimiz herkese aşikâr. İyi veya kötü olsun, gördüğün anda hissedebilirsin.” demişti.
Gerçekten de onun yanındayken hissettiğim tarifi mümkün olmayan huzur, kesinlikle kötü bir varlık olmadığını gösteriyordu. Ayrıca aldığı formun bile uhrevi bir yönü vardı. Ondan hiçbir tehlike sezemezdiniz. O baston dışında…
Astral bedenlerimiz, fiziki bedenimiz gibi katı bir formda değildi. Daha çok bilincimizi tutan bir enerji topu gibidir. Bilincimiz alışık olduğumuz şekli alması için onu manipüle eder ve insan şeklini alır. Lakin insan gibi görünmek şart değil, istenirse herhangi bir form alınmayabileceği gibi kuş veya hayan şekilleri de seçilebilir. Limit hayal gücünüzdü.
Lakin önemli olan bu değildi. Buradaki beden düşüncelere göre hemen şekilleniyordu. Beden, düşünceler ile şekillendiği için kötü düşünceleri olan varlıklar rahatsız edici görünürken; iyi düşünceleri olan varlıklar ise cana yakın ve huzur verici görünümler alırlardı. Aslında dikkatli düşündüğünüzde gerçekte de işler böyleydi ama orada her şey zamanı geldiğinde ortaya çıkardı. Burada hemen olurken, gerçekte zamanını beklerdi. Sürekli kötü işlerle uğraşan insanların zamanla çirkinleşmesi ya da hep iyilik düşünen insanların nur yüzlü olması gibi.
İyi ve kötü gibi şeyler kişisel görüşlere göre değişebilse de burada bahsedilen hissiyattı. Örneğim pozitif bir varlığın yanında iyi hisseder ve huzur bulurdunuz. Negatif bir varlık ise size korku ve endişe gibi duygularla baş başa bırakırdı.
Tabii ki yine en büyük tehlike kendimizden geliyordu. Beden aradan çekildiğinde, kişi düşünceleriyle baş başa kalırmış. Eğer zihnini temizlemiş, kötü düşüncelerden ve korkulardan arınmışsa, ancak astral boyutta istediği gibi gezebilirmiş.
Yoksa çıktığı anda kendi kötü düşünceleri tarafından sarılır ve işkence görürmüş.
Boşu boşuna astral projeksiyon denmiyor sonuçta. Astral bedenimiz de fiziki bedenimiz gibi ruhumuza bağlı kalsa da ancak yeterli farkındalığa ulaşmış bir bilinç, astral bedenini daha yüksek boyutlara yansıtabilirdi. Seyahatler ilk etapta daha çok farkında olduğumuz rüyalar gibi daha hayali, kişisel deneyimlerimize göre olurmuş. Daha sonra bilinçaltı yavaş yavaş temizlendikçe, kişi kendi kuyusundan çıkabilir ve gökyüzünün ne kadar geniş olduğunu görebilirmiş…