novel oku, bölüm oku, roman oku, hikaye oku, kitap oku, sosyal, akış

Hiper Mitoloji 3

  • HiperTale
  • 28 Ocak 2024 16:22:15
  • 0 yorum
  • 1

Hocanın çırağı olduktan sonra günlerim hızlı geçmişti. Ailemi nasıl ikna ettiği ise hep bir gizem olarak kalacaktı…

Muhtemelen uzun süreli ve devamlı bir tedaviye ihtiyacım olduğunu veya çok yetenekli olduğumu söylemiş olabilir. Ya da sadece haftalığımı vereceğini söylemiştir ve babam da beni sanayiye çırak verir gibi, ‘eti senin kemiği benim’ diyerek ikna olmuştur hemencecik, hiç bilmiyorum…

Çırak dediğime de aldırmayın bu arada. Aslında sokakta sanatını icra eden sanatçının yanında, bağış kutusu tutan çocuktan bir farkım yoktu.

Genelde etrafı süpürür, getir götür işlerini yapardım. Misafirleri içeri buyur eder ve giderlerken uğurlardım. Su, çay ve oralet gibi şeyler de ikram ederdim tabii. Şimdi bakıyorum da ben çıraktan çok, baya baya garson gibi bir şeymişim. Peki niye kimse bana bahşiş vermiyordu?

Şimdi düşününce, Süllü Hoca’nın niye ısrarla bağış kutusunu bana tutturduğunu anladım galiba…

Yaptığım sıradan işleri bir kenara bırakırsak, eğitimime de ufak ufak başlamıştık. Tabi ki bu tarz ilimlerin aktarılması küçük bir mesele değildi. Öncelikle kişi hak etmeliydi. Hak etmek için, talep etmesi gerekiyordu. Ve ilim talep edildiğinde, kişi öncelikle kapıda beklemeyi öğrenmeliydi. Yerleri süpürmeli, servis yapmalı ve bunun gibi önemsiz görünen her türlü işle uğraşmalıydı. Kısacası, sabrı, sabretmeyi öğrenmeliydi. Verilecek ilme layık olduğunu, öncelikle sabrı ile mürşidine göstermeliydi. Böylece açılacak sırlara dayanabileceğini de kanıtlamış olurdu.

Tabi o zamanlar ki çocuk aklımla bunları bilebilmemin bir yolu yoktu. O yüzden her işe “Öf! Puf! Of!” gibi uzun ünlemlerle giderdim. Yapmak istemediğim ayak işleri ile günlerim geçerken, farkında bile olmadan eğitimim başlamıştı aslında. Misafirlerin gelip gittiği aralardaki küçük sohbetlerde veya tedavi esnasında gördüklerim, duyduklarım ve cümle aralarında aktarılanlarla, ruh halim de yavaş yavaş gelişiyordu.

Tabii öyle hemen büyük beklentileriniz olmasın. Mürşit ne anlatırsa anlatsın ne gösterirse göstersin, neticede sadece anahtarı verir. Kapılar, öğrencinin kendisindedir. Sadece kendisi açabilir ve ardındaki yolu yürüyebilir. Kimse bir başkasının yerine bu yolları yürüyemez. Bu bilgiler ışığında, o sıralar sadece beş yaşlarında olduğumu düşünürseniz, alabileceğim bilgilerin de bir sınırı vardı. Bir ya da iki sene sonra da ilkokula başlamış, çıraklık günlerim seyrelmişti. Lakin büyüdükçe birlikte geçen günlerimiz seyrelse de aldığımız mesafe artmaya devam ediyordu…

Küçüklük yıllarımda yaptığım en ilginç şey suya bakmaktı. Cin toplama seanslarının vazgeçilmez parçasıydım. İlk başlarda çok ilginç bir şey yaptığımı düşünsem de sonraları televizyon izlemekten farklı değildi benim için. İşin kendisi artık o kadar inanılmaz olmasa da bazen gördüklerim son derece ilginçleşiyordu. Genellikle kayıp eşyaları ve insanları arıyordum. Bazen gelen defineciler için hazinenin yerini görmeye çalışıyordum. Hatta bazı kanlı cinayet sahnelerini bile gördüğüm oluyordu. Bazen katil, gelenler arasından çıkıyor ortalık karışıyordu. Özellikle de büyü bozmak için suya bakıyordum. Benim görevim büyüyü kimin, kime, ne zaman yaptırdığını ve tılsımların nereye saklandığını falan bulmaktı.

O zamanlar televizyon izler gibi seyrettiğim su, aslında gizli alemlere açılan bir kapıydı. Suya her baktığımda beyin antenimi, cinler gibi doğaüstü varlıkların yaşadığı alana çeviriyor ve zihnimle bir yayın yakalamaya çalışıyordum. Zihnim uygun bir frekans bulduğunda ise bilincim oraya bağlanıyor ve tıpkı televizyonların yaptığı gibi, yayını çözerek, algı eşiklerime uygun ses ve görüntülere dönüştürüyordu. Ancak oraya her baktığımda ciddi bir risk aldığımın farkında değildim. Çünkü siz onlara baktığınızda, onlar da size bakardı…

Bu bağlantı televizyon gibi tek taraflı değil, internet gibi karşılıklıydı. Bir bilinç kanalı açtığınızda, yayın tek taraflı değil karşılıklı olurdu. Onlar muhtemelen ne göreceğinizi ayarlayabilirken, siz tamamen açık yayın yapıyor olurdunuz. Bilincinizi istekli olarak açmış ve tüm sırlarınızı aşikâr etmiş olurdunuz. Eğer karşı taraftaki varlık kötü niyetliyse, en karanlık kabuslarınızı alıp size geri yansıtabilir ve bundan duyacağınız korku ile manevi yolculuğunuzu daha başlamadan bitirebilirdi.

Neyse ki çocukların kalbi temizdir. Ne kadar bakarlarsa baksınlar, manipüle edebilecekleri bir kalp, karıştırabilecekleri yetişkin bir zihin olmayınca yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Her şeyi olduğu gibi net bir şekilde görebiliyordum.

Fakat bu durum, işinin ehli birisinin yanında olduğum içindi. Daha sonraları yaşayacağım bazı korkunç deneyimler sayesinde, bu gerçeği acı bir şekilde tecrübe ettim…

Cinler olarak genellediğimiz, öte alemin varlıklarıyla şaka olmaz!

Halk arasında basitçe ‘cin toplama’ olarak bilinen ve zararsız zannedilen bu seanslar, aslında son derece tehlikeliydi. Çünkü varlıkların en şereflisi olarak, otoritenizle bu varlıkları size itaat etmeye çağırıyor ve onları zorla davet ediyordunuz. Kendi alemlerindeki işlerini, güçlerini ve görevlerini bırakıp sizin çağrınıza kulak vermek zorunda kalıyorlardı. Ve inanın bana, son derece öfkeli olmaları muhtemeldi.

Ayrıca bu işlerde son derece yetkin birisi değilseniz, çağrınıza birkaç cin değil; yüzlerce, binlerce varlık gelecektir. Kabileler halinde, yakınlarda ne kadar cin varsa, zorla etrafınıza toplamış olurdunuz.

Hoca ne yaptığını biliyorsa hiçbir sorun olmazdı. Toplanan varlıklarla işinizi gördükten sonra, tatminsiz ya da öfkeli olmalarına aldırmadan tıpkı toplarken yaptığınız gibi onları dağıtır ve işlemi güvenle bitirebilirdiniz. Fakat söylemesi yapmasından kolaydır. Süllü Hoca’nın bile bu konuda acı deneyimleri vardı…

Bir keresinde, henüz acemi olduğu dönemlerde, evin içinde yerden yere çarpıldığını, duvardan duvara fırlatıldığını anlatmıştı. Sonuç itibariyle kafası yarılmış, bugün bile alnında hafifçe görülebilen bir iz bırakmıştı geride. Ya da sadece beni korkutmak için eski yaralarını kullandığı bir hikayedir, kim bilir…

Lakin bir tanesine bizzat şahit olduğum için öyle olmadığına inanıyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde özel bir hasta için son derece tehlikeli bir davet yapmıştık. Soylu bir varlık, halk arasında Cin Padişahı ya da Kralı olarak bilinenlerden çağırmıştık. Herkes leğendeki suya dikkat kesilmişken, gecenin bir vakti kapı çalınmıştı. Sonra ev şiddetle titremeye ve her şey sallanmaya başlamıştı. Sanki cehennemin kapıları birazdan buraya açılacakmış gibi garip çığlıklar duvarların içinden duyuluyordu. Derken kapkara cübbeler giymiş, yüzü biraz belirsiz iri bir adam, kapıdan geldi.

Hastanın bedeninde öylesine güçlü bir şeytan vardı ki çıkarmak için, bir başka güçlü şeytanı çağırmak zorunda kalmıştık. O gece bildiğim tüm duaları baştan sona en az yüz kez okumuş olmalıyım. Hava öylesine ağırdı ki nefes almakta zorlandığımı hatırlıyorum. Sabaha çıkamayacağımızı ciddi olarak düşünmüştüm. Ölümün nefesini ensemde hissederken, kendisi bizatihi surete bürünmüş, karşımda oturuyor gibiydi.

İşlem başladığında yerde çığlıklar içinde kıvranan hasta kadının havalanmasıyla birlikte aklımı kaçıracak gibi olmuştum. Neyse ki bize eşlik eden Haşim dayı ve oğulları kadını tuttu, yoksa tavandan uçup gideceğine emindim. Cinlerin kendi lisanlarında konuşmalarını duymak bile sıradan bir insanı travmatize edebilir, inanın bana. Bağırışları ve kavgalarını siz düşünün…

Hastanın tedavisi bitse bile bu sefer de çağırdığınız varlığı göndermek, büyük maharet istiyordu. Neyse ki önceden hazırlanmıştık. Süllü Hoca ile önceden bir tepsi pilav yapmıştık. İşlem bittiğinde önceden okunmuş pilavı, evin ortasına yerleştirdik ve bu varlıklara ikram ettik. Hoca bir tarafta gerekli duaları okurken, karanlık zatın pilavı yiyip tüketişine şahit oldum. O bir kaşık aldığında, tepsiden 10 kaşık, 20 kaşık pilav eksiliyordu. Kesinlikle doğaüstü bir manzaraydı. Koca bir tepsi pilav, gözlerimin önünde dakikalar içinde eriyip yok oldu…

Bu yaşadığım sayısız olağanüstü olaydan sadece bir tanesiydi. Lakin önemli biriydi, çünkü ilk defa o günden sonra Haşim dayının da aslında bir cin olduğunu ve arkasındaki hikâyeyi öğrenmiştim!

 

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm