novel oku, bölüm oku, roman oku, hikaye oku, kitap oku, sosyal, akış

Delilik Dağları'nda 2

  • Grim Tales
  • 3 Şubat 2024 08:17:48
  • 0 yorum
  • 0

Lake’in, daha önce hiçbir insanın ayak basmadığı ve hiç kimsenin düşlerinde bile görmediği bölgelere doğru yola çıkışı konusundaki telsiz mesajlarımız, biyoloji ve jeoloji bilimlerini kökten değiştirmek gibisine çılgınca umutlarından söz etmemiş de olsa, sanırım halkın düş gücünü harekete getirmiştir. Lake’in, Pabodie ve daha başka beş kişiyle birlikte 11-18 Ocak tarihleri arasında yaptığı ilk kızak yolculuğu ve sondajlar -yüksek bir sırtı aşarken kızağın devrilmesi sonucu iki köpeğin yitirilmesiyle başarısı biraz gölgelenmiş olsa da- bol miktarda Arkeen[20]arduvaz numuneleri sağladı; bu inanılmaz derecede eski katmanlardaki fosil izlerinin alışılmadık bolluğu benim bile ilgimi çekti. Ama bu izler çok ilkel yaşam biçimlerine aitti ve herhangi bir yaşam biçiminin bu kayaçlar gibi Prekambriyen bir kayaçta bulunması dışında bir çelişki içermiyordu; bu yüzden, Lake’in zaman kısıtlı programımıza, dört uçağımızın, birçok adamımızın ve mekanik cihazlarımızın tamamının kullanılmasını gerektiren bir ara vermemiz konusundaki ısrarına hâlâ bir anlam veremiyordum. Sonunda planı reddetmedimse de, Lake’in jeolojik konulardaki görüşlerimden yararlanmayı ısrarla istemesine karşın, kuzeybatıya doğru yola çıkan gruba katılmamaya karar verdim. Onlar gidince, Pabodie beş adamla beraber üste kalacak ve doğuya taşınma planlarımıza son şeklini verecektim. Bu taşınma işine hazırlık olarak uçaklardan biri McMurdo Koyu’ndan bol miktarda benzin getirmeye başlamıştı bile; ama bu iş şimdilik bekleyebilirdi. Kızaklardan birini ve dokuz köpeği yanımda alıkoydum, çünkü bu hiç kimsenin oturmadığı milyarlarca yıldır ölü dünyada ulaşım aracından yoksun kalmak hiç de akıllıca olmazdı.

Lake, bilinmeyene doğru çıktığı bu keşif gezisi sırasında, herkesin anımsayacağı gibi, uçaklardaki kısa dalga vericilerle sürekli olarak mesajlar gönderdi;[21]güney üssündeki cihazlarımızın ve McMurdo Koyu’nda demirli bulunanArkham’ın aynı anda aldığı bu mesajlar, buradan da elli metreye varan dalga uzunluklarıyla dış dünyaya aktarıldılar. 22 Ocak sabahı, saat 4’te yola çıkıldı ve ilk mesajı bundan sadece iki saat sonra aldık; Lake, 300 mil uzakta indiklerini, küçük çapta buz erittiklerini ve sondaja başladıklarını bildiriyordu. Altı saat sonraki çok heyecanlı ikinci mesaj ise, çılgınca ve hummalı bir çalışmayla fazla derin olmayan bir delik açılıp patlatıldığını ve ilk büyük şaşkınlığa yol açan izlere benzer birçok iz taşıyan yeni arduvazlar keşfedildiğini anlatıyordu.

Uç saat sonra aldığımız kısa bir mesaj, şiddetli bir fırtınaya rağmen yeniden uçmaya başladıklarını haber veriyordu; daha fazla tehlikeye atılmalarına karşı itirazımı bildiren mesajıma Lake, her türlü tehlikeyi göze almaya değecek nitelikte numuneler elde etmiş olduğu şeklinde kısa ve ters bir yanıt verdi. Heyecanının isyan derecesine ulaşmış olduğunu ve keşfin başarısını düşüncesizce tehlikeye atmasına karşı elimden bir şey gelmeyeceğini gördüm; ama Lake’in Kraliçe Mary ve Knox Toprakları’nın[22]yarı bilinen, yarı kuşkulanılan sahil hattına doğru uzanan, yaklaşık bin beş yüz millik, fırtınaların ve anlaşılmaz gizemlerin güvenilmez ve sinsi uçsuz bucaksız beyazlığının derinliklerine git gide daha fazla dalmakta olduğunu düşünmek çok korkutucuydu.

Sonra, bundan bir buçuk saat sonra Lake’in hareket halindeki uçağından, bütün duygularımı tersine çeviren ve onlarla birlikte gitmiş olmayı dilememe yol açan iki misli heyecanlı mesaj geldi:

“Akşam 10.05. Havadayız. Tipinin ardından, bugüne kadar görülmüş en yüksek sıradağlar önümüzde belirdi. Yaylanın yüksekliği de dikkate alınacak olursa, Himalayalar’a eşit olabilir. Muhtemel koordinatlar: 76° 15′ enlemi, 113° 10′ Doğu boylamı. Dağlar, sağa ve sola doğru göz alabildiğine uzanıyorlar. İki koniden duman çıkmakta olduğunu sanıyoruz. Dağ dorukları simsiyah, hiç kar yok. Dağlardan doğru esen sert rüzgârlar uçağı idare etmemizi zorlaştırıyor.”

Bundan sonra Pabodie, adamlar ve ben nefesimizi tutarak alıcıya yapıştık. Bu dev dağ silsilesi yedi yüz mil uzağımızda olmasına karşın, yüreğimizin derinliklerindeki macera duygularını tutuşturmuştu; şahsen içinde yer alıyor olmasak da bu keşfi ekibimizin yapmış olmasından büyük sevinç duyuyorduk. Yarım saat kadar sonra Lake yeniden aradı:

“Moulton’ın uçağı dağın eteklerinde yaylaya inmek zorunda kaldı, ama kimse yaralanmadı, uçak muhtemelen onartabilecek durumda. Geri dönmek ya da gerekli olursa ileriye uçmak için önemli malzemeler diğer üç uçağa aktarılmalı, ama şimdilik zor uçuşlar gerekmiyor. Dağlar düş gücünü aşıyor. Carroll’ın yükü boşaltılmış uçağıyla keşfe çıkacağım. Böyle bir şeyi hayal bile edemezsiniz. Dorukların en yüksekleri on bin metreyi aşıyor olmalı. Everest’in hiç kazanma şansı yok. Ben Carroll ile uçarken, Atwood teodolitle[23]yüksekliği saptamaya çalışacak. Koniler hakkında büyük bir olasılıkla yanıldım, katmanlı bir oluşuma benziyorlar. Aralarına başka katmanlar da karışmış Prekambriyen arduvaz olabilir. Ufuk çizgisinde tuhaf görüntüler – dorukların en yükseklerine tutunmuş küplerin muntazam kesitleri. Alçak kutup güneşinin kızıl-sarı ışığında her şey muhteşem. Düşte görülen gizemli bir ülke ya da ayak basılmamış yasak dünyanın giriş kapısı gibi. Keşke burada olup kendi gözlerinizle görseydiniz.”

Teknik olarak uyku zamanı olmakla birlikte, alıcının başınından uzaklaşıp yatmak hiçbirimizin aklına gelmiyordu. Kaptan Douglas bir mesaj göndererek bu önemli keşif nedeniyle herkesi kutladığına ve depodaki telsizin operatörü Sherman da ona katıldığına göre mesajları alan deponun veArkham’ınbulunduğu McMurdo Koyu’nda da durum hemen hemen aynı olmalıydı. Hasar gören uçağa üzülmüştük, elbette, ama kolayca onarılabileceğini umuyorduk. Sonra saat 11’de Lake’ten bir mesaj daha geldi.

“Carroll’la birlikte bayırların en yüksek kesimi üzerinden uçuyoruz. Bu havada dorukların üzerinden aşmaya cesaret edemiyorum, bunu daha sonra deneyeceğim. Bu yüksekliğe çıkmak korkutucu, ama buna değer. Dağ silsilesi kesintisiz uzanıyor, bu yüzden arkasını göremiyoruz. Asıl doruklar Himalayalar’dan daha yüksek ve çok tuhaflar. Yüzeye çıkan daha başka katmanlar göze çarpıyor olmakla birlikte, sıradağlar, esas olarak Prekambriyen arduvaza benziyor. Onların volkanik olduğunu düşünürken yanılmışım. Her iki yöne doğru, gözümüzün seçemeyeceği uzaklıklara kadar uzanıyorlar. Altı yedi bin metrenin üzerinde zirvelerinde kar namına bir şey yok. En yüksek dağların yamaçlarında tuhaf oluşumlar var. Roerich’in resimlerindeki dimdik dağ yamaçlarına tutunmuş eski Asya şatoları gibi kenarları tamamen düşey büyük kare ve dikdörtgen bloklar bir sur gibi uzanıyor. Uzaktan çok etkileyici görünüyorlar. Bazılarına oldukça yakın uçtuk, Carroll onların ayrı ayrı daha küçük parçalardan oluştuğunu düşündü, ama havanın etkisiyle aşınmış olmaları yüzünden böyle görünüyor olabilirler. Kenarların çoğu, milyonlarca yıldır fırtınalara ve iklim değişikliklerine maruz kalmışçasına ufalanıp, yuvarlanmıştı. Bazı kısımları, özellikle de üst kısımları yamaçlardaki katmanlardan daha açık renkli görünüyor, bu da demektir ki kristal kökenli olabilirler. Daha yakın uçtuğumuzda, bazıları alışılmadık ölçüde düzenli kare veya yarım daire birçok mağara ağzı gördük. Gelip görmelisiniz. Dorukların birinin üzerindeki suru sanırım tam olarak gördüm. Dağların yüksekliği dokuz on bin metreyi buluyor olmalı. İnsanın iliklerine işleyen bu iğrenç soğukta altı bin beş yüz metrede uçuyorum. Geçitlerden esen, mağaralara girip çıkan rüzgâr ıslıklar çalıyor, ama şu ana kadar hiçbir tehlikeyle karşılaşmadık.”

O andan itibaren yarım saat boyunca Lake bizi bir yorum bombardımanına tuttu ve eteklerde yer alan bazı doruklara çıkma isteğinden söz etti. Yanıt olarak, bir uçak gönderdiğinde hemen kendisine katılacağımı ve Pabodie ile birlikte, keşfin değişen gidişatı ışığında, -stokumuzu daha çok nerede ne nasıl kullanacağımız üzerine- yeni bir benzin kullanım planı yapmaya çalışacağımızı söyledim. Lake’in sondajlarının ve uçuş faaliyetlerinin, dağın eteklerinde kuracağı yeni üsse hatırı sayılır miktarda benzin taşınmasını gerektireceği çok açıktı ve doğuya yapacağımız uçuşu belki de bu mevsim gerçekleştiremeyecektik. Bu işle ilgili olarak Kaptan Douglas’ı aradım ve ondan mümkün olduğu kadar çok miktarda benzini gemilerden indirip bariyer üzerinde bıraktığımız tek köpekli ekibe ulaştırmasını istedim. Lake ile McMurdo Koyu arasındaki bilinmeyen bölgeden geçen dolaysız bir rota tespit etmemiz gerekiyordu.

Lake daha sonra, kampı Moulton’ın uçağının inmek zorunda kaldığı ve onarımının oldukça ilerlemiş olduğu yerde bırakmaya karar vermiş olduğunu söylemek üzere beni aradı. Burada buz tabakası çok inceydi, şurada burada toprak görünüyordu; Lake, kızak yolculukları yapmadan ve dağlara tırmanmadan önce burada birkaç sondaj ve patlatma yapacaktı. Manzaranın tarifsiz ihtişamından ve dünyanın sınırında bir duvar gibi gökyüzüne yükselen sessiz dorukların duldasında bulunmanın yarattığı tuhaf duygulardan söz etti. Atwood’un teodolitle yaptığı ölçmeler en yüksek beş doruğun yüksekliklerinin dokuz bin yüz metreyle on bin üç yüz metre arasında değiştiğini ortaya koyuyordu. Arazinin rüzgâra açık olması Lake’i bayağı rahatsız ediyordu, çünkü bu bölgede zaman zaman kopan fırtınalar, şimdiye kadar karşılaştıklarımızı şiddet bakımından fersah fersah geride bırakırdı.[24]Lake’in kampı dağ eteğinin birdenbire dikleşmeye başladığı yerden beş mil kadar aşağıdaydı. Elimiz çabuk tutup, bu tuhaf bölgeden mümkün olan en kısa sürede uzaklaşmamız gerektiğini ileri sürerken -aradaki 700 mili yıldırım hızıyla aşıp bana ulaşan- sözlerinde bilinçaltı bir endişenin izlerini hissediyordum. Hemen hemen benzersiz bir hızla geçen yorucu bir günden ve elde edilen sonuçlardan sonra artık dinlenmeye çekilecekti.

Sabahleyin, birbirlerinden çok uzaktaki kamplarında bulunan Lake ve Kaptan Douglas’la üçlü telsiz görüşmesi yaptık ve Lake’in uçaklarından birinin benim bulunduğum kampa gelerek Pabodie’yi, beş adamımızı, beni ve taşıyabileceği kadar benzini almasını kararlaştırdık. Doğu yolculuğu konusunda vereceğimiz karara bağlı olarak yakıtın geri kalanının ne olacağı sorusunun yanıtı birkaç gün bekleyebilirdi; çünkü, Lake’in elinde kampın ısıtılmasına ve sondajlara yetecek kadar yakıt vardı. Güneydeki eski üsse yeniden stok yapılması ergeç gerekecekti, ama doğu yolculuğunu erteleyecek olursak, bu üssü gelecek yaza kadar kullanmayacaktık ve bu arada, Lake’in yeni keşfettiği dağlarla McMurdo Koyu arasında dolaysız bir rota belirlemek üzere uçaklardan birini keşfe göndermesi gerekiyordu.

Duruma bağlı olarak üssümüzü kısa ya da uzun bir süre kapatmak üzere Pabodie ile hazırlıklara başladık. Antarktika’da kışlayacaksak, büyük bir olasılıkla buraya geri dönmeden Lake’in üssünden doğrudan doğruyaArkham’auçacaktık. Ortası direkli konik çadırlarımızdan bazılarını zaten sert kar bloklarıyla berkitmiştik; sürekli bir eskimo köyü oluşturma işimizi tamamlamaya karar verdik. Lake’in elindeki çadırlar bize de bol bol yeterdi. Pabodie ile benim, bir günlük çalışma ve bir gecelik dinlenmeden sonra kuzeybatıya doğru yola çıkmaya hazır olacağımızı telsizle bildirdim.

Ama akşamın dördünden sonra çalışma düzenimiz oldukça aksadı, çünkü bu saatten sonra Lake olağanüstü ve çok heyecanlı mesajlar göndermeye başladı. Lake için gün hiç de umutlu başlamamıştı; yakınlardaki kayalık yüzeylerin havadan incelenmesi, onun peşine düştüğü, çok çok uzaklarda hayal gibi beliren devasa dorukların büyük bölümünü oluşturan Arkeen katmanlardan en ufak bir iz bulunmadığını ortaya koydu. Göze çarpan kayaların çoğunluğunun Jurasik[25]ve Komançiyen[26]kumtaşları ile Permiyen[27]ve Triasik[28]şistler olduğu açıktı; şurada burada, sert ve arduvaza benzer bir kömürü akla getiren parlak siyah oluşumlar görülüyordu. Bu durum, bütün planlarını 500 milyon yıldan daha eski numuneler bulmak üzerine kurmuş olan Lake’in cesaretini oldukça kırdı. Üzerinde tuhaf izler bulduğu Arkeen arduvaz damarını yeniden yakalamak için, dev dorukların dik yamaçlarına uzun kızak yolculukları yapmak zorunda kalacağını anladı.

Yine de keşif gezisinin genel programına uygun olarak orada bazı sondajlar yapmaya karar verdi ve sondaj cihazını kurarak, diğer adamlar yerleşimle ilgili işlerle uğraşır, hasar gören uçağı onarmaya çalışırlarken, beş adamı sondaj yapmakla görevlendirdi. İlk numune alma çalışması için, görünürdeki en yumuşak kaya -kamptan çeyrek mil ilerdeki bir kumtaşı- seçildi ve delme işi yardımcı patlatmalara gerek kalmadan başarıyla ilerledi. Uç saat kadar sonra, ilk ciddi patlatma işleminin ardından, sondaj ekibindekilerin bağırışmaya başladığı işitildi ve genç Gedney -ekibin başı- şaşırtıcı haberlerle alelacele kampa koştu.

Bir mağaraya rastlamışlardı. Sondajın başlangıcındaki kumtaşı yerini kafadan bacaklılar, mercanlar, deniz kestaneleri, spiral kısa kabuklular ve zaman zaman taşlaşmış süngerleri ve deniz omurgalılarının -muhtemelen kemikli balıklar, köpek balıkları ve kemiksi pullarla kaplı balıklar- kemiklerini akla getiren küçük fosillerle dolu bir Komançiyen kireçtaşı damarına bırakmıştı. Keşif gezisinin elde ettiği ilk omurgalı fosilleri olmaları bakımından bu, tek başına bile önemliydi, ana bundan kısa bir süre sonra, matkabın ucu bir boşluğa rastladığında sondörleri tamamen yeni ve iki misli kuvvetli bir heyecan dalgası sardı. Esaslı bir patlatma, yeraltının esrarını ortaya çıkardı; geçmişte kalmış tropik bir dünyanın damla damla akan yeraltı suları tarafından en az elli milyon yıl önce kireçtaşları içine oyulmuş bir mağara, şimdi bir buçuk metre genişlik ve bir metre kalınlıkta kertikli bir delikten kendini hırslı araştırmacıların meraklı bakışlarına sunuyordu.

Oyuğun derinliği iki iki buçuk metreden fazla değildi, ama her yöne belirsizce uzanıyordu ve oldukça büyük bir yeraltı sisteminin parçası olduğunu düşündüren hafifçe esintili, taze bir havası vardı. Bazıları neredeyse bir sütun halini almış birçok sarkıt ve dikit göze çarpıyordu, ama en önemlisi bazı yerlerde geçişi tıkayacak kadar bol miktardaki kabuk ve kemik yığınlarıydı. Meçhul Mezozoik[29]eğreltiotu ve mantar ormanlarından, Tersiyer[30]kabuksuz tohumlu, palmiye ve ilkel kapalı tohum ormanlarından sürüklenip gelmiş bitkilerle karmakarışık bir halde bulunan bu kemikler en becerikli paleontologun bir yılda sayabileceğinden ya da sınıflandırabileceğinden daha çok Kretase[31], Eosen[32]ve daha başka dönemlere ait hayvan türlerini kapsıyordu. Yumuşakçalar, zırh kabuklular, balıklar, amfibyanlar, sürüngenler, kuşlar, ilk-büyük ve küçük, bilinen ve bilinmeyen- memeliler. Gedney’nin bağıra çağıra kampa koşmasında ve herkesin elindeki işi bırakarak kavurucu soğuğa karşın iç dünyanın ve milyarlarca yıl öncesinin sırlarına açılan yeni kapının bulunduğu yeri gösteren sondaj kulesine doğru paldır küldür koşmasında şaşılacak bir yan yoktu.

Lake, ilk başlardaki yoğun merakını giderir gidermez, not defterine bir mesaj karalayarak genç Moulton’ı bu mesajı telsizle bildirmek üzere gerisin geri kampa yolladı. Keşiften ilk olarak bu mesajla haberdar oldum; mesaj, erken kabukluların, ganoid ve plakoderm[33]kemiklerinin, labirentodont ve tekodont[34]kalıntılarının, büyük mozozor[35]kafatası parçalarının ve dinozor omurgalarının, zırh levhalarının, pterodaktil[36]diş ve kanat kemiklerinin, arkeopteriks[37]kalıntılarının, Miyosen[38]köpekbalığı dişlerinin, ilkel kuş kafataslarının ve palaeoter, ksifodon, eohippi, oreodon ve titanoter[39]gibi arkaik memelilerin kemiklerinin tanınmış olduğundan söz ediyordu. Mastodon, fil, deve, geyik ve sığır gibi yakın dönem hayvanlara rastlanmamıştı; bu yüzden Lake, burada en son, Oligosen[40]devirde tabaka çökelmesi oluştuğuna ve içi oyulmuş tabakanın şimdiki kuru, ölü ve nüfuz edilmez haliyle en azından otuz milyon yıldır yatmakta olduğu sonucuna vardı.

Öte yandan, kalıntılar arasında çok erken yaşam biçimlerinin ağırlıklı bir yer tutması son derece tuhaftı. Her ne kadar kireçtaşı oluşumunun, ventrikülitler[41]gibi tipik fosillerle dolu olması nedeniyle, kesin olarak ve hiçbir yanılgıya yer bırakmayacak şekilde Komançiyen devirden daha eski olmadığı belliyse de, kayaların içine gömülmemiş serbest halde duran kalıntılar, şimdiye kadar çok daha eski devirlere ait olduğu kabul edilen birçok organizmayı içeriyordu; bunlar arasında Silirüyen[42]ve Ordovisiyen[43]devirlere ait gelişmesini tamamlamamış balıklar, yumuşakçalar ve mercanlar vardı. Bütün bunlardan çıkarılabilecek sonuç, dünyanın bu bölgesinde üç yüz milyon yıl öncesinden sadece otuz milyon yıl öncesine kadar yaşamın eşi görülmedik ve dikkate değer ölçüde devamlı olduğuydu. Mağaranın kapanmasından sonra bu devamlılığın Oligosenin ne kadar uzağına ulaşmış olduğuysa elbette her türlü tahminin ötesindeydi. Her halükârda, -bu mağaranın yaşıyla karşılaştırıldığında daha dün sayılacak- beş yüz bin yıl önce korkunç Pleistosen[44]buzunun bastırması, normal yaşam sürelerinden fazla yaşamayı bu yörelerde başarabilmiş ilkel hayat biçimlerine son vermiş olmalıydı.

Lake, ilk mesajının içeriğinden hoşnut kalmamış olmalıydı ki, Moulton dönmeden önce ikinci bir bülten kaleme alarak kampa gönderdi. Bundan sonra Moulton, uçaklardan birinin telsizinin başına oturarak Lake’in ulaklarla art arda gönderdiği mesajları bana ve -dış dünyaya iletsin diye-Arkham’a gönderdi. Gazeteleri izleyenler, bu öğleden sonra gelen mesajların- benim ısrarla amacından caydırmaya çalıştığım Starkweather-Moore Keşif gezisinin örgütlenmesine bunca yıl sonra yol açan mesajların-bilim adamları arasında yarattığı heyecanı anımsayacaklardır. Lake’in gönderdiği steno mesajları üsteki telsiz operatörümüz McTighe’ın çevirdiği şekliyle kelimesi kelimesine versem daha iyi olacak.

“Fowler, patlatma sonucu elde edilen kumtaşı ve kireçtaşı parçalarda son derece önemli keşifler yaptı. Kaynağının altı yüz milyon yıl önceden Komançiyen çağa kadar önemli bir yapısal değişikliğe uğramadan ve ortalama büyüklüğü pek fazla değişmeden yaşamış olduğunu kanıtlayan, Arkeen arduvazdakine benzer birçok çizgili iz -Komançiyen izler, daha eski döneme ait izlerden açıkça daha ilkel veya dejenereydi- buldu. Keşfi n önemini basında vurgulayın. Einstein matematik ve fizik için ne anlama geliyorsa bu keşif de biyolojide o anlama gelecektir. Keşif, daha önceki çalışmalarımla uyuşuyor ve onları destekliyor.

“Bu keşif, kuşkulandığım gibi, Arkeozoık[45]hücrelerle başlayan organik yaşamdan önce de dünyanın bir veya birçok yaşam evresi geçirmiş olduğunu gösteriyor. Bu yaşam biçimi, gezegenin genç ve herhangi bir yaşam biçimi ya da normal protoplazmik yapıya uygun olmadığı dönemlere çok yakın bir dönemde başlamış ve evrimleşmiş olmalıydı; ama sorun bu gelişmenin ne zaman, nerede ve nasıl başlamış olduğuydu.”

“Sonra. Kertenkele ve timsah cinsinden bazı büyük kara ve deniz hayvanlarıyla ilkel memelinin iskelet kalıntılarım incelediğimde, hiçbir devrin bilinen yırtıcı veya etçil hayvanına atfedilemeyecek çok tuhaf kemik kırıklarına ve yaralara rastladım. İzler iki türlüydü: düz, delip geçen delikler ve yarılma izleri. Bir iki kemikse tamamen kopmuştu. Zarar görmüş numune sayısı çok fazla değil. Elektrik feneri getirmeleri için kampa adam gönderiyorum. Sarkıtları kırarak yeraltı inceleme sahasını genişleteceğiz.”

“Daha sonra. Çevrede görülen oluşumlara hiç benzemeyen yaklaşık on beş santimetre genişliğinde ve üç dört santimetre kalınlığında garip bir sabuntaşı parçası bulduk. Yeşilimsi renkte, ama hangi devre ait olduğunu gösterir hiçbir işaret taşımıyor. İlginç bir şekilde pürüzsüz ve düzgün. Uçları kırık, beş köşeli bir yıldız şeklinde, girintili köşelerinden merkeze doğru uzanan yarıklar var. Kırık olmayan yüzeyin ortası hafifçe çökük. Kaynağı ve aşınma biçimi merak uyandırıyor. Suyun etkisiyle oluşan bir garabet de olabilir. Elindeki büyüteciyle sabuntaşını inceleyen Carroll, jeolojik bakımdan önemli olabilecek işaretler de bulabileceğini düşünüyor. Düzgün bir desen oluşturan bir grup küçük nokta var. Biz çalışmamızı sürdürürken köpekler huzursuzlanıyor, bu sabuntaşından nefret ediyor gibiler. Kendine has bir kokusu olup olmadığını anlamalıyız. Mills ışık getirdiğinde, yeraltında çalışmaya başlayınca yeni bir rapor göndereceğim.”

“Gece, 10.15. Önemli keşif. Yeraltında ışıkla çalışmakta olan Orrendorf’la Watkins saat 9.45’te aşırı büyümüş, bilinmeyen bir deniz ışınlısı değilse, bitki olması gereken fıçı biçiminde, bilinmeyen nitelikte kocaman bir fosil buldular. Dokuları belli ki mineral tuzları sayesinde korunmuş. Deri kadar sert olmakla birlikte, yer yer şaşırtıcı bir esneklikte. Uçlarında ve yan taraflarında kırılmış parçaların varlığını gösteren işaretler var. Boyu bir uçtan diğerine yüz seksen santimetre, çapı orta bölümünde yaklaşık bir metre, uçlarda otuzar santimetre kadar. Beş adet tümsek şeritten oluşmuş bir fıçıya benziyor. İnce bitki saplarını andıran yan kırıklar, bu şeritlerin tam ortasına isabet ediyor. Şeritlerin birleşim yerlerinde katlanan ve bir yelpaze gibi açılan bir sorguç ya da kanada benzeyen ilginç oluşumlar görülüyor. Kanat açıklığı iki metreyi geçen biri dışında kanatların hepsi büyük ölçüde hasar görmüş. Bu yapı, gezegenin ilk dönem efsanelerindeki bir canavarı, özellikle de Necronomicon’daki efsanevi ‘Eskiler’i anımsatıyor.

“Bu kanatlar, salgı bezi kanallarından oluşan bir kafesin üzerine gerilmiş zarımsı bir yapıya benziyor. Kanat uçlarında, kafesi oluşturan kanalların minik delikleri açıkça görülüyor. Gövdenin uç kısımları, içinde ne olduğu ya da oralardan neyin kopup düşmüş olduğu hakkında hiçbir ipucu vermeyecek şekilde kuruyup büzüşmüş. Kampa döndüğümüzde, parçalara ayırmalıyız. Bitki mi, hayvan mı olduğu konusunda bir karara varamıyorum. Çoğu özelliği, inanılmayacak kadar ilkel. Herkesi sarkıtları kırmakla ve yeni numuneler aramakla görevlendirmiş bulunuyorum. Yara izleri taşıyan başka kemikler de bulduk, ama bunlar şimdilik bekleyebilir. Köpeklerle başımız belada. Bu yeni numuneye tahammül edemiyorlar, uzak tutmamış olsaydık, numuneyi belki de parça parça ederlerdi.”

“Gece, 11.30. Dyer, Pabodie ve Douglas’ın dikkatine. Önemli, hatta çok çok önemli bir durum sözkonusu. Arkham, bu haberi hiç vakit yitirmeden Kingsport Head’deki İstasyona iletmeli. Fıçıya benzer tuhaf oluşum, kayalarda iz bırakan Arkeen şeyin ta kendisi. Mills, Boudreau ve Fowler, deliğin ağzından on on iki metre ilerde bir yerde bunlardan grup halinde on üç tane daha buldular. Daha önce bulunan yıldız biçimindeki sabuntaşından daha küçük, tuhaf görünüşlü, kenarları tuhaf bir şekilde yuvarlanmış -bazı uçları dışında hiç kırığı olmayan- sabuntaşı parçalarıyla bir aradaydılar.

“Organik numunelerden sekizi, bütün uzantılarıyla birlikte eksiksiz görünüyor. Köpekleri uzaklaştırıp numunelerin hepsini yukarı çıkardık. Köpekler bu şeylere tahammül edemiyorlar. Bu organik varlıkların tarifinde dikkatli olun ve verdiğiniz tarifin doğru olmasını sağlamak için tekrarlatın. Gazetelerde doğru tarif yer almalıdır.

“Nesnelerin boyları iki buçuk metreye yakın, beş parçalı fıçıya benzeyen gövdenin çapı orta kısımda bir metre, uçlarda otuzar santimetre. Koyu gri renkte, esnek ve son derece dayanıklı .Enine şeritler arasındaki karıklardan çıkan, katlanmış halde bulunan, iki metre uzunluğundaki zarımsı kanatlar da aynı renkte. Kanat kafesini oluşturan ve uçlarda delikleri görünen kanal ya da borular daha açık renkte. Açık kanat uçlan testere gibi dişli. Gövdenin tam orta yerinde, fıçı tahtalarına benzer şeritlerin en tepe noktalarında gövdeye yapışık, ama açıldığında bir metreyi bulan, çubuğa benzer beş adet açık gri renkte esnek kol ya da dokunaç sistemi. İlkel bir denizlalesinin kollarına benziyorlar. Kolların çapı yedi sekiz santimetre, on beşinci santimetresinden itibaren daha ince beş kola ayrılıyor, bunlar da yirmi santimetre sonra beşer ince dokunaç ya da tendrile ayrılıyor, böylece her kolda yirmi beş dokunaç bulunuyor.

“Gövdenin üst tarafında, solungaca benzer oluşumlarıyla, açık gri renkli küt bir boynun üzerinde, on santimetre kadar uzunlukta renk renk kılımsı uzuvlarla kaplı deniz yıldızı görünümünde sarımtırak bir kafa bulunuyor.

“Her ucundan yaklaşık yedi buçuk santimetrelik esnek sarımtırak bir borunun fırladığı, bir uçtan diğerine uzunluğu altmış santimetre gelen kafa, kalın ve şişkin. Tam tepesindeki yarıktan solunum yapıyor olmalı. Her borunun ucunda küresel bir uzantı bulunuyor; üzerindeki sarımtırak zar geri çekildiğinde göz olması gereken cam gibi, kırmızı irisli bir küre ortaya çıkıyor. Birazcık daha uzun kırmızımtırak beş adet boru, denizyıldızı gibi kafanın girintili köşelerinden başlıyor ve bastırılınca dişe benzer sivri beyaz çıkıntılarla dolu, beş santimetre çapında çan biçimi deliklerin göründüğü aynı renkteki torbaya benzer şişkinliklerde son buluyor. Bunlar ağız olmalı. Tüm bu borular, kıla benzer organlar ve denizyıldızı kafanın uçlan katlanıp sıkı sıkıya küt boyna ve gövdeye yapışmış durumda. Bunlar, son derece sert olmalarına karşın şaşılacak kadar esnek.

“Gövdenin alt tarafında başa benzeyen ama tamamen farklı işlevleri olan oluşumlar var. Üzerinde solungaç bulunmayan, açık gri renkte küt bir boynu andıran uzantının taşıdığı deniz-yıldızına benzer yeşilimsi bir organ.

“Uzunluğu yüz yirmi santimetre, çapı gövdeye bağlı olduğu yerlerde on sekiz, uçlarda altı santimetre olan sağlam, kaslı kollar. Denizyıldızı uçlarının her birine, uzunluğu yirmi santimetre, genişliği on beş santimetre olan yeşilimtırak beş damarlı zarsı bir üçgen bağlı. Yaşı, bir milyar yıldan elli ya da altmış milyon yıla kadar olan kayaçlara izlerini bırakan da işte bu üçgen biçimi palet, yüzgeç ya da ayak görevi yapan organ.

“Denizyıldızı yapının girintili köşelerinden, uzunluğu altmış santimetre, çapı dip kısımlarında yedi buçuk, uçlarında iki buçuk santimetre olan kırmızımsı borular çıkıyor. Uçlan delik. Bütün bu parçalar sert ve kayış gibi, ama son derece esnek. Uçlarında paletler bulunan yüz yirmi santimetrelik kolların denizde veya başka ortamlarda hareket etmede kullanılmış olduğuna şüphe yok. Hareket ettirildiğinde aşın kaslı olduğu görülüyor. Bulundukları haliyle tüm bu uzantılar, diğer uçtakiler gibi yalancı boyun ve gövdenin alt kısmı üzerine sıkıca katlanmışlardı.

“Kesin olarak hâlâ ne hayvan, ne de bitki sınıfına sokabiliyorum, ama hayvan olma olasılığı şimdi daha ağır basıyor gibi. Bazı ilkel özelliklerini yitirmeden inanılmaz derecede evrimleşmiş bir ışınlı olabilir. Aksini gösteren bazı kanıtlara karşın kesin olarak bir derisidikenliye[46]benziyor.

“Kanat yapısı, doğal yaşam alanı olarak denizin düşünülmesini zorlaştırıyor, ama bu yapı suda hareket etmeyi kolaylaştırıyor olabilir. Simetrisi, hayvanların önden-arkaya yapısından çok bitkilerin yukardan-aşağıya yapısını düşündüren garip, bitkisel bir simetri. Bugüne kadar bilinen en basit Arkeen tek hücreliden bile önce, inanılmayacak kadar eski bir tarihte evrimleşmiş olması, kökeni konusunda tahmin yapmayı olanaksızlaştırıyor.

“Eksiksiz numunelerin en eski efsanelerdeki bazı yaratıklara olan tekinsiz benzerliği, Antarktika dışında eski bir varoluşun düşünülmesini zorunlu kılıyor. Dyer ile Pabodie Necronomicon’u okumuş, ClarkAston Smith’in[47]metne dayanarak yaptığı karabasan tabloları görmüşlerdi, bu yüzden dünyadaki yaşamı şaka olsun diye ya da yanlışlıkla yaratmış olduğu ileri sürülen ‘Eskiler’den söz ettiğimde beni anlayacaklardır. Konunun uzmanları, bu kavramı hastalıklı bir düş gücünün çok eski tropik ışınlılardan türetmiş olduğunu düşünmüşlerdir hep. Tıpkı, Wilmarth’ın[48]sözünü ettiği Cthulhu mezhebi uzantıları[49]ve benzeri tarih öncesi halk masalı yaratıklarında olduğu gibi.

“Geniş bir çalışma alanı ortaya çıktı. Elde edilen numunelere bakılırsa, birikintiler muhtemelen Geç Kretase ya da Erken Eosen devre ait olmalı. Üzerlerinde masif dikitler oluşmuş. Parça koparmak oldukça zor, ama sert oluşları sayesinde bir zarar görmediler. Belli ki kireçtaşının etkisiyle mucize denilecek kadar iyi korunmuşlar. Şu ana kadar başka bulamadık, ama araştırmaya daha sonra devam edeceğiz. Şimdiki işimiz, öfkeyle havlayan ve yakına gelmeleri halinde güvenilmeyecek köpekler olmadan bu on dört koca numuneyi kampa götürmek.

“Esen sert rüzgâra rağmen üç kızağı dokuz kişiyle -adamlardan üçünü köpeklere göz kulak olmaları için bıraktık- idare etmemiz gerekiyor. McMurdo Koyu ile uçak bağlantısı kurup, malzeme yollamaya başlamalıyız. Ama dinlenmeye geçmeden önce bu şeylerden birini parçalara ayırmalıyım. Keşke burada gerçek bir laboratuvarım olsaydı. Dyer, batıya doğru yolculuğumu önlemeye kalkıştığı için saçını başını yolmalı. Önce Dünya’nın en yüksek dağları, sonra da bunlar. Eğer bir keşif gezisinden umulan bu değilse, bilmem nedir? Bilimsel bakımdan amacımıza ulaştık. Pabodie, mağarayı ortaya çıkaran sondaj makinesi için tebrikler.Arkham,şimdi lütfen tarifi tekrarlar mısınız?”

Bu mesajı aldığımızda Pabodie’yle benim duygularımız tarif edilebilecek gibi değildi, arkadaşlarımızın duyduğu heyecanın da bizimkilerden aşağı kalır yanı yoktu. Vınlayan alıcıdan gelen mesajın birkaç önemli noktasını alelacele çeviren McTighe, Lake’in telsiz operatörü yayınına son verir vermez stenoyla tuttuğu notların tamamını hemen yazıya döktü. Herkes, keşfin çığır açıcı niteliğini takdirle karşıladıve Arkham’ıntelsiz operatörü kendisinden istendiği gibi mesajın tarif bölümünü tekrarlar tekrarlamaz Lake’i kutladım; McMurdo Koyu’ndaki deponun telsiz operatörü Sherman ile Arkham’dan Kaptan Douglas da benim gibi Lake’i kutladılar. Sonra, keşif gezisinin başkanı olarak, Arkham yoluyla dış dünyaya iletilmek üzere birkaç yorumda bulundum. Bunca heyecan içerisinde, dinlenmek elbette ki saçma bir düşünceydi; tek düşüncem Lake’in kampına olabildiğince çabuk ulaşmaktı. Lake’in, dağdan kopan bir fırtınanın hava yolculuğunu bir süre için olanaksızlaştırmış olduğunu bildirmesi beni düş kırıklığına uğrattı.

Ama bir buçuk saat içinde düş kırıklığı duygusu yerini meraka bıraktı. Lake yeni mesajlar göndermeye devam ediyor, on dört kocaman numuneyi tam bir başarıyla kampa taşımış olduklarını anlatıyordu. Şaşılacak kadar ağır olmaları yüzünden bu şeyleri çekmekte zorlanmışlardı; ama dokuz adam bu işin hakkından mükemmelen gelmişlerdi. Şimdi ekipten bazıları, kamptan güvenli bir uzaklıkta, köpeklerin beslenmek üzere içine kapatılacakları kardan bir ağıl inşa etmekteydiler alelacele. Numuneler, Lake’in özensizce parçalara ayırmaya çalıştığı biri dışında, kampın yakınlarında sert karın üzerinde bırakılmıştı.

Bu parçalama işinin Lake’in umduğundan daha zor olduğu ortaya çıkmıştı; çünkü yeni kurulan laboratuvar çadırındaki benzin sobasının ısısına karşın seçilen numunenin -güçlü görünüşlü, hasar görmemiş bir numune- aldatıcı esneklikte dokuları kayış sağlamlığını yitirmiyordu. Lake, yapısal özelliklerine zarar vermeden onu parçalara nasıl ayıracağını bilemiyordu. Elinde, zarar görmemiş yedi numunenin daha olduğu doğruydu, ama mağarada sınırsız sayıda numune bulunduğu belli olmadıkça bu sayı, düşüncesizce numune ziyan etmek için çok azdı. Bu yüzden, bu numuneyi bırakıp, her iki ucundaki denizyıldızına benzer oluşumlar fena halde ezilmiş ve gövdesi üzerinde boydan boya bir çatlak bulunan başka bir numuneyi sürükleyerek çadıra getirdi.

Vakit geçirmeden telsizle iletilen sonuçlar gerçekten de şaşırtıcı ve etkileyiciydi. Anormal dokuyu ancak kesebilen aletlerle hassas ve doğru sonuçlar elde etmek olanaksız da olsa, ulaşılan sonuçlar hepimizi korku ve şaşkınlık içinde bıraktı. Bugünkü biyoloji biliminin yeniden gözden geçirilmesi gerekecekti; çünkü bu şey, bilimin bildiği hiçbir hücre-büyümesinin ürünü değildi. Mineral yenilenmesi diye bir şey neredeyse yoktu ve aradan geçen belki de kırk milyon yıla karşın iç organları olduğu gibi duruyordu. Deriye benzer görünüm, bozulmazlık ve çürümezlik bu Şey’in yapısal bir özelliğiydi ve omurgasızların Paleojen[50]devirde geçirdikleri, bizim tahmin sınırlarımızı fersah fersah aşan olağanüstü bir evrimin sonucu olmalıydı. Başlangıçta, Lake’in bulduğu her şey kupkuruydu, ama çadırın sıcak havasının etkisiyle yaratığın zarar görmemiş tarafında keskin ve pis kokulu organik bir ıslaklık görüldü. Bu, kan değildi; ama kuşkusuz aynı işi gören kıvamlı, koyu yeşil bir sıvıydı. Lake araştırmanın bu noktasına geldiğinde, kampın yakınlarındaki henüz tamamlanmamış ağıla götürülmüş olan 37 köpeğin hepsi birden çılgınca havlamaya başladı ve aradaki uzaklığa rağmen etrafa yayılan bu kekre kokudan huzursuzlandılar.

Bu alelacele yapılan parçalara ayırıp inceleme işi, tuhaf yaratığın tanımlanmasına yardımcı olmak şöyle dursun, esrarı daha da koyulaştırdı. Dış organlarıyla ilgili bütün tahminler doğruydu, bu durumda hiç duraksamadan bunun bir hayvan olduğu söylenebilirdi, ama iç yapısının incelenmesi bunun bir bitki olduğuna dair o kadar çok kanıt ortaya koydu ki, Lake kelimenin tam anlamıyla şaşırıp kaldı. Sindirim ve dolaşım sistemine sahipti ve atık maddeleri deniz yıldızını andıran tabanında bulunan kırmızımsı borulardan dışarı atıyordu. Üstünkörü bir bakışla solunum sisteminin karbon dioksitten çok oksijen kullanmış olduğu söylenebilirdi; hava depolama odacıkları bulunduğunu ve solunumu dış deliklerden, en azından tamamen gelişmiş başka iki sisteme -solungaçlara ve gözeneklere- kaydırmış olduğunu gösteren ilginç kanıtlar vardı. Açıkçası bu hem suda hem karada yaşayan bir canlıydı ve muhtemelen uzun süreli havasız kış uykularına da uyum sağlamıştı. Ses organları, ana solunum sistemiyle bağlantılıya benziyordu, ancak, hemen sonuca ulaşmayı engelleyen bazı anormallikler göze çarpıyordu. Heceli konuşma yeteneğine sahip olduğu pek söylenemezdi, ama çok geniş bir yelpazede müzikal ıslık sesleri çıkarması oldukça akla yakındı. Kas sistemi olağanüstü gelişmişti.

Sinir sistemi, Lake’in şaşkınlıktan ağzını bir karış açık bırakacak kadar karmaşık ve gelişkindi. Bazı bakımlardan aşırı ilkel ve gelişmemiş olmakla birlikte, çeşitli işlevleri yerine getirecek şekilde farklılaşmış olduğunu düşündüren bir dizi sinir düğümü ve bağlantıları bulunuyordu. Beş loplu beyni şaşılacak kadar gelişmişti ve dünyadaki hiçbir organizmada görülmeyen işlevleri, başındaki kıla benzer organlarla yerine getiren duyu organlarına sahipti. Muhtemelen beşten fazla duyusu vardı; dolayısıyla davranış biçimi, mevcut organizmalarla karşılaştırmak suretiyle kestirilemezdi. Lake bunun çok duyarlı ve kendi ilkel dünyasında günümüzün karıncaları ve arılan gibi son derece farklılaşmış işlevlere sahip bir yaratık olduğunu düşündü. Bu yaratık bitkicryptogamlar[51]özellikle de kanatlarının ucunda spor keseleri bulunanpterodaphytler[52]gibi üremişti ve birthallusveyaprothallustan[53]gelişmiş olduğu açıktı.

Ama bu yaratığa bu aşamada bir isim vermek, çılgınlıktan başka bir şey değildi. Bir ışınlıya benziyordu ama belli ki ışınlıdan daha ileri bir şeydi. Kısmen bitkiydi, ama dörtte üçü temel olarak hayvan yapısındaydı. Deniz kökenli olduğunu, simetrik hatları ve diğer bazı özellikleri açıkça gösteriyordu; ama yine de, sonradan sağladığı uyumun sınırları tam olarak söylenemezdi. Sözgelimi kanatları, uçtuğunun güçlü bir göstergesiydi. Yeni doğmuş bir dünyada bu yaratığın korkunç karmaşık evrimini Arkeen kayalarda iz bırakacak kadar erken bir dönemde nasıl tamamlamış olduğu, öylesine aklın almayacağı bir şeydi ki, Lake, hiç mantıksal olmasa da, yıldızlardan süzülüp gelen ve bir şaka olarak ya da kazayla dünyadaki yaşamı yaratan “Yüce Eskiler”le[54]ilgili eski zaman efsanelerini ve Miskatonic Üniversitesi İngilizce Bölümünden halkbilimci bir meslektaşının Tepelerdeki Dışarı’dan gelen kozmik varlıklarla ilgili çılgın öykülerini anımsamadan edemedi.

Doğal olarak, Lake “Prekambriyen izler”in bu numunenin daha az evrimleşmiş bir atası tarafından bırakılmış olması olasılığını düşündü, ama daha eski fosillerin ileri yapısal özelliklerini düşününce bu fazlasıyla basit kuramı hemen bir yana bıraktı. Daha sonraki izler, başka bir anlamı yoksa, ilerlemeden çok bir yozlaşmayı gösteriyordu. Ayak yerine geçen organ küçülmüş ve yaratığın tüm morfolojisi kabalaşıp, basitleşmişti. Dahası, biraz önce incelemiş olduğu sinirlerin ve organların, daha karmaşık biçimlerin gerilemesiyle oluştuğu gün gibi açıktı. Dumura uğramış, işlevini yitirmiş parçalar şaşılacak bir çoğunluktaydı. Toplam olarak çok az şey çözülebilmişti; Lake geçici bir ad bulabilmek için mitolojiye başvurdu ve bulduğu şeylere şaka yollu “Eskiler”[55]adını verdi.

Sabah 2.30’da çalışmayı erteleyerek biraz dinlenmeye karar vermiş olan Lake, parçalara ayırdığı organizmanın üzerini bir muşamba ile örttü, laboratuvar çadırından çıktı ve el değmemiş haldeki numuneleri yeni bir ilgiyle inceledi. Batmayan kutup güneşi dokularını yumuşatmaya başlamıştı, ama sıcaklığın neredeyse sıfırın altında olması nedeniyle, Lake çabucak bozulmaları tehlikesinin olduğunu sanmıyordu. Yine de parçalanmamış numuneleri bir araya toplayarak dolaysız güneş ışınlarından korumak için üzerlerini yedek bir çadırla örttü. Bu, yaratıklardan yayılabilecek kokuları, barınaklarının etrafındaki kardan duvarları daha çok adamla alelacele yükseltilen ve aradaki bunca mesafeye rağmen, hasmane huzursuzlukları gerçekten bir sorun olmaya başlayan köpeklerden uzak tutmaya da yardımcı olacaktı. Rüzgâr çadır bezini uçurmasın diye köşelerine ağır kar blokları koyması gerekiyordu; çünkü dev dağlardan korkunç bir kasırga kopacağa benziyordu. Ansızın patlayıveren Antarktika fırtınalarından duyulan başlangıçtaki kaygılar yeniden canlandı ve Atwood’un gözetiminde çadırların, köpeklerin yeni ağılının ve derme çatma uçak korunaklarının dağa bakan taraflarının karla berkitilmesi için gereken önlemler alındı. Çalışmaların düzensiz olduğu bir zamanda sert kar bloklarıyla yapımına başlanmış olan bu korunaklar, olmaları gereken yükseklikte değildi; Lake sonunda adamların hepsini diğer görevlerden alarak bu işi tamamlamaya verdi.

Lake, telsiz bağlantısını kesmeye hazırlanarak, sığınak duvarlarının biraz daha yükseltilmesinden sonra ekibinin dinlenmeye çekileceğini söyleyerek, bu süre içerisine bizim de dinlenmemizi salıkverdiğinde saat dördü geçiyordu. Pabodie ile Lake, esir[56]üzerine dostça sohbet ettiler ve Lake, yaptığı keşifte kendisine yardımcı olan gerçekten harika sondaj makinesi için Pabodie’ye övgülerini yineledi. Atwood da selam ve övgülerini iletti. Ben de batı yolculuğu konusunda haklı olduğunu itiraf ederek büyük bir içtenlikle Lake’i kutladım ve hepimiz ertesi sabah saat onda telsizle haberleşme konusunda anlaştık. O zamana kadar fırtına dinecek olursa üssümdeki adamları almak için Lake bir uçak gönderecekti. Dinlenmeye çekilmeden hemen önce bugünkü haberlerin dış dünyaya yumuşatılarak iletilmesi yolunda Arkham’a bir telsiz mesajı yolladım; çünkü kesin olarak doğrulanmadıkça ayrıntıların tamamının verilmesi bir kuşku dalgasına yol açabilirdi.

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm