Danforth da, ben de oymalarla süslenmiş yarım küre şeklindeki kocaman açıklığa çıktığımızı ve gelirken bıraktığımız izleri takip ederek ölü kentin dev oda ve koridorlarından geçtiğimizi hayal meyal anımsıyorduk, ama bu anılar, istenç, çaba ya da ayrıntı içermeyen yarım yamalak düş parçalan gibiydi. Sanki bulutlardan bir dünyada ya da zamansız, nedensiz ve yönsüz bir boyutta uçmuştuk. Daire şeklindeki büyük açıklığın külrengi, yarım-günışığı bizi biraz kendimize getirdiyse de ne saklanmış kızakların yanına gittik, ne de zavallı Gedney’e ve köpeklere yeniden baktık. Onların tuhaf, dev bir anıt mezarları var ve umarım, bu gezegenin sonu geldiğinde, hâlâ bugünkü durumda olurlar.
Ancak döne döne çıkan dev rampayı tırmanırken seyreltik kutup havasında koşmanın yol açmış olduğu yorgunluğu hissettik ve soluğumuzun kesilmiş olduğunun ayırdına vardık; ama yorgunluktan düşüp öleceğimizi de bilsek, güneş ve gökyüzünün normal dünyasına kavuşmadan duramazdık. Bu kayıp dünyadan ayrılışımıza oldukça yakışan bir şey vardı; on sekiz metre yüksekliğindeki bu çok eski silindirik taş yapıyı döne döne ve nefes nefese çıkarken o ölü ırkın yozlaşmamış bir teknikle çok çok eskiden yapmış olduğu devasa boyutlarda oymaların yanı başımızdaki duvarlarda uzayıp gittiğini gördük – Eskiler tarafından elli milyon yıl önce yazılmış bir elveda.
Nihayet telaş içinde tepeye vardığımızda, kendimizi devrilmiş taş blokların oluşturduğu büyük bir yığının üzerinde bulduk; daha yukarılarda yer alan kavisli duvarlar batıya doğru yükseliyor, doğuya doğru uzanan harabelerin ötesinde dağların derin düşüncelere dalmış zirveleri seçiliyordu. Kutbun ufukta yükselmeyen geceyarısı güneşi, güney yönünde, harabelerin girintili çıkıntılı silueti arasından kıpkızıl parlıyor ve kutup manzaralarının oldukça bilinen ve alışıldık özellikleriyle zıtlık oluşturan karabasan kentin ne kadar yaşlı ve ne kadar ölü olduğu iyice ortaya çıkıyordu. Tepemizdeki gökyüzü, çalkalanıp duran, yanardöner bir seyreltik buz buharı kütlesiydi ve soğuk iliklerimize işliyordu. Umutsuz kaçışımız sırasında içgüdüyle sıkı sıkıya yapıştığımız giysi torbalarını yorgun argın yere koyduk ve tepeyi tırmanarak milyarlarca yıldır ölü taş labirenti aşıp uçağımıza ulaşmak üzere kalın giysilerimizin düğmelerini yeniden ilikledik. Dünyanın bu gizli ve antik uçurumlarının karanlığından bizi neyin kaçırttığı konusunda hiç konuşmadık.
Çeyrek saat geçmeden, büyük bir olasılıkla, eski bir taraça olan indiğimiz dik yokuşu bulmuştuk; seyrek yıkıntıların arasından ilerde yamaçta yatan uçağımızın koyu renkli gövdesini görebiliyorduk. Yarı yolda soluklanmak için bir an durarak dönüp, bilinmeyen batıya doğru yine gizemli bir siluet çizen, inanılmaz şekillere sahip taşların aşağıdaki fantastik karmaşasına baktık. O zaman, batı göğünün sabahki kadar puslu olmadığını gördük; hareketsiz duramayan buz-buharları, başucu noktasına çıkmışlar ve tam olarak almaya korktukları tuhaf tuhaf şekilllere bürünmekteydiler.
Şimdi, bu tuhaf kentin gerisinde, çok uzaklardaki bembeyaz ufukta, sipsivri dorukları batının gül rengi göğünde bir hayal gibi beliren mor tepeli, büyüleyici bir dağ silsilesinin uzandığı görülüyordu. Arazi, parıl parıl yanan ufka doğru tatlı bir meyille yükseliyor, çoktan kuruyup yok olmuş nehir bu toprakları düzensiz bir gölge kuşağı gibi boydan boya kat ediyordu. Manzaranın dünya-dışı güzelliği karşısında duyduğumuz hayranlıktan bir an için soluğumuz kesildi, sonra içimizi belli belirsiz bir dehşet duygusu doldurmaya başladı. Çünkü, uzaklardaki bu mor hat -dünyanın en yüksek zirveleri ve dünyadaki kötülüklerin odağı; isimsiz dehşetin ve Arkeen sırların barınağı; anlamlarını oymalara kazımaya korkanların çekinip uzak durduğu ve tapındığı; hiçbir canlının ayak basmadığı, ancak uğursuz şimşeklerin çakıp kutup gecelerinde tuhaf ışınlarla düzlüklerini aydınlattığı- yasak toprakların korkunç dağlarından, en eski efsanelerde sakınımla sözü edilen iğrenç Leng’in ötesinde yer alan Soğuk Çöl’deki korkunç Kadath’ın bilinmeyen bir ilk örneğinden başka bir şey olamazdı.
İnsanlıköncesi döneme ait kentteki oyma harita ve resimler doğru söylüyorsa, bu gizemli mor dağlar en az üç yüz mil ötede olmalıydı; ama yine de, müthiş yabancı bir gezegenin testere dişli görüntülerini andıran bu ırak ve karlı yükseltilerin kuşku verici, büyülü nitelikleri açıkça ortadaydı. Bu dağlar, öyleyse, bilinen hiçbir dağ silsilesiyle karşılaştırılamayacak kadar yüksek olmalı, zirveleri, gözüpek pilotların açıklanamaz düşüşlerinden sonra, ancak sözünü edebilecek kadar yaşama fırsatı buldukları uçucu hayallerin doldurduğu seyreltik atmosfer tabakalarına kadar ulaşıyor olmalıydı. Onlara bakarken, bazı oymalarda, kurumuş nehrin kente, lanetli yamaçlarından aşağıya doğru neler sürükleyip getirmiş olduğu konusunda yapılan imaları düşündüm tedirginlikle – ve onları bu kadar az şey söyleyecek şekilde taşlara oyan Eskiler’in korkularında ne kadar sağduyu, ne kadar çılgınlık olduğunu merak ettim. Dağların kuzey eteklerinin, Sir Douglas Mawson keşif ekibinin bin mil kadar uzakta şu anda bile çalışmakta oldukları Kraliçe Mary Toprakları’nın sahillerine kadar uzandığını anımsadım ve yazgılarının onlara bu sahil şeridinin gerisinde ne yattığını merak ettirmemesini diledim. Heyecandan altüst olmuş sinirlerimle daha çok böyle şeyler düşünüyordum o zaman – Danforth’sa benden de kötü görünüyordu.
Yıldız biçimli kalıntıyı geçerek uçağımıza ulaşmadan çok önce, korkularımız biraz azalmış olmakla birlikte, esas olarak yeniden aşmak zorunda olduğumuz yüksek geçide yönelmişti. Bulunduğumuz yamaçtan doğuya doğru yıkıntılarla dolu, kapkara bayırlar tüm ürkütücülüğüyle yükseliyor ve aklımıza yine Nicholas Roerich’in o tuhaf Asya tablolarını getiriyordu; bu tepelerin altındaki göz göz delikleri ve iğrenç kıvrım kıvrım yollarını ta zirveye kadar açmış olabilecek o şekilsiz korkunç varlıkları düşündüğümüzde, rüzgârın ıslık çalarak estiği mağara ağızlarının imalı bir şekilde gökyüzüne doğru açıldığı yerlerin yakınından uçma düşüncesi içimizi korkuyla dolduruyordu. Bu yetmiyormuş gibi, bazı dorukların çevresinde yer yer sisler görerek-zavallı Lake de bu sisleri görmüş ve dağların volkanik olduğu yanılgısına düşmüş olmalıydı- henüz kaçıp kurtulduğumuz sisi ve tüm bu buharlan çıkaran o korkunç uçurumu düşünerek korkuyla ürperdik.
Uçakta her şey yerli yerindeydi; kalın uçuş kürklerimizi beceriksizce üstümüze geçirdik. Danforth zorlanmadan motoru çalıştırdı ve karabasan kentten yavaşça havalandık. Çok eski çağların dev yapıları -çok kısa ama yine de, sonsuzluk kadar uzun bir zaman önce- onları ilk gördüğümüz zaman olduğu gibi altımızda uzanıyordu; geçitten geçmek üzere yükselmeye ve rüzgârı test etmek için dönmeye başladık. Çok yükseklerde hava akımları oldukça şiddetli olmalıydı, çünkü tam başucumuzda buz buharı bulutlar inanılmaz şekillere girip duruyordu; ama geçidi aşmak için yükselmemiz gereken yedi bin beş yüz metrede uçağın oldukça kolay idare edilebildiğini gördük. Çıkıntılı doruklara yaklaştıkça, o tuhaf ıslık sesini yeniden güçlü bir şekilde duymaya başladık; Danforth’un kontroller üzerindeki ellerinin titrediğini görüyordum. Amatör olmama karşın, o anda, uçağı doruklar arasındaki tehlikeli geçitten benim daha iyi geçirebileceğimi düşündüm ve onunla yer değiştirip görevini devralmaya kalkıştığımda Danforth hiç karşı koymadı. Bütün ustalığımı kullanarak kendime hâkim olmaya çalıştım; -dağların tepelerinden püsküren dumanlara bakmama kararlılığıyla ve Sirenler’in şarkılarını duymasınlar diye Ulysses’in adamlarının kulaklarını tıkadığı gibi rüzgârın huzursuz eden sesini duymamak için kulaklarımın tıkalı olmasını isteyerek- bakışlarımı geçidin duvarları arasından görülen ötelerdeki kızılımsı gökyüzü parçasına çevirdim.
Ama pilotluğu bırakan Danforth’un sinirleri iyice bozulmuştu, yerinde duramıyordu. Danforth’un geride kalan kente, küplerin yapışmış olduğu, mağaralarla delik deşik uzak doruklara, kale duvarlarıyla dolu karlı yamaçlara, şekilden şekile giren tuhaf bulutlara bakarak kıvranıp durduğunu hissediyordum. Tam geçitten uçağı emniyetle geçirmeye çalışıyordum ki, attığı korkunç çığlık bir an için kontrolleri karıştırmama neden oldu; az daha ikimiz de mahvolacaktık. Kendimi hemen toparladım ve geçidi sağ salim aştık – ama korkarım ki, Danforth bir daha asla eskisi gibi olamayacaktı.
Danforth’un son olarak neden dehşete düşerek öyle delicesine çığlık atmış olduğunu bana anlatmaya yanaşmadığını söylemiştim – onun bugün içine düştüğü bu ruhsal bunalıma bu çığlığı attığı sırada duyduğu dehşetin yol açmış olduğundan eminim. Dağ silsilesinin güvenli tarafına geçip kampa doğru yavaşça inişe geçtiğimiz sırada, zaman zaman rüzgarın ıslık sesini ve motorun gürültüsünü bastırmaya çalışarak bağıra bağıra konuşmaya çalıştık; bu konuşmalar daha çok, karabasan kenti terk etmeye hazırlanırken ettiğimiz gizlilik yeminleri üzerineydi. Bazı şeylerin herkesçe bilinip, uluorta tartışılmasına gerek olmadığında anlaştık. Şimdi de, Starkweather-Moore Keşif gezisinin ve diğerlerinin yolunu kesmek gereği doğmasaydı dünyada anlatmazdım. İnsanlığın huzuru ve emniyeti için uyuyan anormallikler uyanmasın, hayatta kalmayı başarmış iğrenç karabasanlar sürünerek inlerinden çıkıp daha geniş alanlarda yeni yeni fetihler yapmasın diye dünyanın bazı karanlık, ölü köşelerinin, dipsiz derinliklerinin rahat bırakılması kesin bir zorunluluktu.
Danforth, kendisini dehşete düşüren şeyin sadece bir serap olduğunu söylemekle yetindi. Bu şeyin, dediğine göre, aştığımız dağlarla, o üzerlerinde küpler, yankılı mağaralar bulunan, içleri kıvır kıvır tünellerle göz göz oyulmuş ve buhar dolu delilik dağlarıyla bir ilgisi yokmuş; Eskiler’in korkup çekindikleri batıdaki o mor dağların ardında yatan şeyden başucu noktasında çalkalanıp duran bulutlara bir an için yansıyan fantastik, şeytani bir görüntüymüş. Büyük bir olasılıkla bu, yaşadığımız onca gerginliğin ve önceki gün Lake’in kampı yakınlarındayken gerçek olmasına karşın bizim bilmediğimiz dağın öte tarafındaki ölü kentin bulutlara yansıyan görüntüsünün zihnimizde doğmasına yol açtığı bir yanılsamadan başka bir şey değildi, ama Danforth için o kadar gerçekti ki, bugün bile bir türlü etkisinden kurtulamıyor.
Danforth, pek sık olmasa da ara sıra fısıltıyla “Kara oyuk”, “oyma kenar”, “proto-Shoggothlar”, “beş boyutlu penceresiz cisimler”, “adsız silindir”, “eski Faros feneri”, “Yog-Sothoth”, “ilkel beyaz pelte”, “gökten inen renk”, “kanatlar”, “karanlıkta gözler”, “Ay feneri”, “ezeli, ebedi, ölümsüz” ve daha bir yığın ipe sapa gelmez şey söylüyor, kendine gelince de tüm bunları yadsıyor, önceki yıllarda okumuş olduğu tuhaf ve uğursuz şeylere veriyordu hepsini. Danforth, gerçekten de, üniversite kütüphanesinde kilit altında tutulanNecronomicon’un kurt yeniği nüshasını baştan sona okuma cesaretini gösterebilmiş birkaç kişiden biri olarak bilinir.
Biz dağ silsilesini aşarken, atmosferin yukarı katmanlarındaki karmaşa ve buhar kesinlikle artmış olmalıydı ve ben başucu noktasını görememiş olsam da, kaynaşıp duran buz tozlarının nasıl tuhaf biçimlere bürünmüş olabileceğini pekâlâ tahmin edebiliyordum. Uzak manzaraların bazen böylesi sürekli hareket halindeki bulutlar tarafından nasıl canlı bir şekilde yansıtılıp, kırılıp, büyütüldüğünü biliyordum, gerisini hayalgücü tamamlamış olmalıydı. Danforth, geçmişte okuduğu bazı şeyleri tesadüf en anımsayıncaya kadar elbette ki bu dehşet verici şeylerin hiçbirinden söz etmedi. Bir anlık bakışla, asla bu kadar çok şey görmüş olamazdı.
Danforth’un o sıradaki haykırışları, kaynağı besbelli, çılgın bir tek sözcüğün tekrarından ibaretti: “Tekeli-li! Tekeli-li!’’
Notlar
[←1]
Bu ad, Lord Dunsany’nin bir öyküsünden(The Dreamer’s Tales’deki‘HashishMan’den) alınmış olabilir. “Ve en sonunda Delilik Dağlan denilen fildişi tepelere ulaştık.”
[←2]
Prekambrium: Arkeen devrini izleyen ve Kambriyen devrinden önce gelen (bugün daha çok protorezoik denilen) devir. Günümüzden kabaca 2500 milyon-570 milyon yıl önceki zaman dilimini kapsar. Eonların, craların, devirlerin ve devrelerin gerçek uzunlukları ve tarihleri bugün bazen Lovecraft zamanında anlaşıldığından çok farklı kabul edilmektedir.
[←3]
Shackleton Keşif Gezisinde (1907-1909) derin kömür damarlarına rastlanıldığında kıtanın bir zamanlar sıcak olduğu fikrine varıldı. 1930 Nisanında Lovecraft bir mektubunda, “Kuzey Kutbu’nun eski çağlardaki iklimine gelince, Berry’nin son zamanlarda ulaştığı sonuçlara karşın, sorunun hâlâ tartışmaya açık olduğunu düşünüyorum. Byrd Keşif Ekibindeki jeologlar tropik bir geçmişi gösteren fosiller bulduğuna göre aynı şey Antarktika için de geçerli” diye yazıyordu.
[←4]
Güney Kutup Dairesi: 66°30′ Güney enlemi.
[←5]
Nikolai Roerich (1874-1947): 1923 yılında Tibet’e giderek 1929’a kadar birçok Himalaya manzarası çizmiş olan Rus ressamı. Budizm üzerine de birkaç kitap yazmıştır.
[←6]
Necronomicon,Lovecraft’ın uydurduğu efsane kitapların en ünlüsü.Necronomicon’dan ilk defa“The Hound”adlı öyküde (1922) söz edilirken, Abdul Alhazred’den“TheNameless City”de (1921) söz edilmiştir. Lovecraft “History of Necronomicon”da (1927), kitabın sekizinci yüzyılda Abdul Alhazred tarafından Al Azif (Samuel Henley’nin, William Beckford’unVathek’ine (1786) yazdığı notlardan Lovecraft’ın aldığı, geceleri duyulan böcek vızıltılarını ima eden bir sözcük) adıyla yazıldığını ve 950 yılında Theodorus Philetas tarafından Yunancaya çevrildiğini söylemektedir. Son mektuplarından birinde Lovecraft YunancaNecronomiconsözcüğünün,“necros,ceset,ölü;nomos,yasa;eikon,imge” sözcüklerinden türetilmiş olduğunu yazmaktaydı; böylece sözcük, Ölüler Yasasının imgesi (ya da resmi) anlamına geliyordu. Oysa Lovecraft yanılıyordu. Sözcük,“necros,ölü;nemo,bölmek (sınıflamak, incelemek) veikon,nötr sıfat eki” sözcüklerinden türetilmişti ve Ölülerin Sınıflandırılması anlamına geliyordu.
[←7]
Poe’nun “Ulalume” adlı şiirinden.
[←8]
Kingsport Head, Mass.:Lovecraft, Kingsport kentini“Terrible Old Man”(1920) adlı öyküsünde uydurdu, ama Massachusetts liman kentini ilk defa ziyaret ettikten bir yıl sonra yazdığı“Festival” e(1923) kadar bu kenti Marblehead ile özdeşleştirmedi. ‘Head’ sözcüğünü burun ya da denize bakan uçurum anlamında kullanmıştır.
[←9]
Bir başka deyişle Kasımdan Marta kadar.
[←10]
Metinde 20°-25° deniliyor. Belirtilmemiş de olsa bunun Fahrenheit olduğu açık. Bu da °C cinsinden sıfırın altında 4-7 civarında bir sıcaklıktır. Gerçekte, Antarktika’da yazları ortalama sıcaklık kıyıda 32 °F (0 °C), iç bölgelerde -30 °F (-34,4 °C), kışları ise kıyıda -4 °F (-20 °C), iç bölgelerde -94 °F (-70 °C)’dır. Rahatsızlığının nedeni tam olarak anlaşılmamış olsa da, Lovecraft’ınkendisi soğuğa karşı çok duyarlıydı, 70°F’ın (21 °C) altında büyük bir rahatsızlık duyuyor 20 °F’ın (-7°C) altında ise bilincini yitiriyordu.
[←11]
Beardmore Buzulu: Ross Şelfbuzunun güneydoğusunda büyük bir buzul. 4530 metrelik yüksekliğiyle Antaktika’nın en yüksek dağı olan Kilpatrick Dağı’nın yakınındadır.
[←12]
Lovecraft’ın buradaki vurgusu uçuşun süresine değil -Dornier Uçakları zaten daha uzun süreli transatlantik uçuşlar yapmaktaydı- Antarktikanın keşfedilmemiş alanlarının büyüklüğünedir.
[←13]
Fridtjof Nansen Dağı, gerçekte 4070 m.
[←14]
Antarktika’nın iki ayrı toprak kütlesinden oluştuğu on dokuzuncu yüzyıl boyunca bir azınlığın fikriydi, ama Ross, kıtanın birçok toprak kütlesinden oluşmuş olabileceğine inanıyordu. Lovecraft, Byrd’ün bu varsayımı çürütmüş olduğunu düşünürken yanılıyordu: Bu görüşü, Lincoln Ellsworth ve Herbert Hollick-Kenyon 1935 Kasımında Weddell Denizi’nden Ross Denizi’ne kadar kıtayı uçakla ilk defa katettiklerinde çürüttüler.
[←15]
Kambriyenden Permiyene kadar var olduğu bilinen su eklembacaklıları altkolu.
[←16]
Aslında lingulae, 400 milyon yıl boyunca değişmeden kalmış bir yumuşakça sınıf ı.
[←17]
Güney Kutbu’na ilk uçak yolculuğu 28 Kasım 1929’da Byrd tarafından gerçekleştirilmiştir.
[←18]
Edward John Moreton Drax Plunkett, Lord Dunsany (1878-1957). 1919’da Lovecraft Dunsany’nin fantastik öykülerini okuyunca bu öykülere tutulmuştur.
[←19]
Kambriyen devir, bundan 500 milyon-570 milyon yıl önceki zaman dilimini kapsar.
[←20]
Arkeen era, 4000milyon yıldan 2500 milyon yıl önceye kadar uzanır. İlk mikroorganizmaların 3000 milyon yıl önce ortaya çıktığı sanılmaktadır.
[←21]
Kısa dalga radyo kullanımının öncülüğünü AvustralyalI Douglas Mawson (1882-1958) 1911-12’dcki Antarktika yolculuklarında yapmıştı. Byrd’ün ilk keşif gezisinde (1928-30) New York Times’dan bir muhabir halka sürekli olarak radyo yayını yapmıştı.
[←22]
Kraliçe Mary ve Knox Toprakları: Bugünkü adları Kraliçe Mary ve Knox Sahilleri. Wilkes Toprakları’nın güney doğu ucunda Masson Adası ve Shackleton Buzşelfi yakınlarında yer almaktadır.
[←23]
Esas olarak yatay mesafeleri ölçmek üzere tasarımlanmış olmakla birlikte, nirengi yapmak suretiyle yükseklik ölçmede de kullanılabilen bir aygıt.
[←24]
Antarktik rüzgârlar hiç de hafife alınacak gibi değildir, saatte 200 mili aşan bir hıza ulaşabilir. Bu rüzgârların en ciddilerinden biri katabatik rüzgârlardır. “İç bölgelerle sahil arasında özel bir rüzgâr eser. Tersine devinimli rüzgârlarla siklonlar arasında katabatik olarak bilinen yerçekimi kuvvetiyle harekete geçen güçlü ve geçiş niteliğinde bir rüzgâr vardır… Sıradan katabatik rüzgârlar saatlerce, belki günlerce eser, sonra yerini tersine devinimli rüzgârlara, hatta sakin havalara bırakır. Ama olağanüstü katabatik rüzgârlar günlerce, hatta haftalarca eser… Katabatik rüzgârlar daha çok doğu Antarktika’da görülür. Burada kutup yaylaları öylesine geniş ve yüksektir ki, seyreltik kutup atmosferinde kopan fırtınalar kıtanın içindeki bölgelere zor nüfuz eder.” (Stephan J. Pyne,TheIce:A Journey to Antardica,New York, Ballantinc Books, 1986, s. 44-46)
[←25]
Jurasik: 190 milyon yıl önceden 136 milyon yıl önceye kadar uzanan devir.
[←26]
Komançiyen terimi eskiden Jurasikle kratese arasındaki dönemi (136 milyon-65milyon yıl arası) belirtmek için kullanılırdı. 1930’lardan itibaren kullanılmaz olmuştur.
[←27]
Permiyen: 280 milyon yıl önceden 225 milyon yıl önceye kadar uzanan devir.
[←28]
Triasik: 225 milyon yıl önceden 190 milyon yıl önceye kadar uzanan devir.
[←29]
Mezozoik: Triasik, Jurasik ve Kretase devirlerini içeren ve 225 milyon yıl önceden 65 milyon yıl önceye kadar uzanan zaman.
[←30]
Tersiyer: 65 milyon yıl önceden 2,5 milyon yıl önceye kadar uzanan devir.
[←31]
Kretase: Mezozoikin son devri.
[←32]
Eosen: Tersiyer devir içerisinde 54 milyon yıl önceden 38 milyon yıl önceye kadar uzanan çağ.
[←33]
Placoderm: Esas olarak devoniyen devirde (yani, 395-345 milyon yıl önce) yaşadığı bilinen kalın zırhlı, çeneli balıklar (Gnathostomata).
[←34]
Labyrinthodont: Paleozoik era ve T riasikdevirden beri yaşadığı bilinen ilkel amfibianların nesli tükenmiş altsınıf ı.
Thecodont: Üst Permiyen ve üst Triasikte yaşamış, muhtemelen dinozorların, pterozorların ve krokodillerin atası; arkozoryen sürüngenlerin ilkel bir altsınıf ı.
[←35]
Mososaur: Nesli tükenmiş bir leipdozoriyen deniz sürüngeni; çeşitli kertenkelelerin atası. Adı mosasaur olarak da söylenir.
[←36]
Pterodactyl: Soyu tükenmiş uçan bir sürüngen.
[←37]
Arkeopteriks: Uzun omurgalı bir kuyruğu olan, bilinen en eski fosil kuş. Bulunan fosillerin tarihi geç Jurasik devire aittir.
[←38]
Miyosen: Tersiyer devirin 26milyondan 7 milyona kadar olan çağı.
[←39]
Palaeother: Eosen ve Oligosende yaşamış at benzeri nesli tükenmiş bir memeli.
Xifodon: Eosen ve Oligosende yaşamış nesli tükenmiş ilkel artiodaktil sınıfından genellikle ot yiyen (ve her şeyi yiyen türleri de bulunan) ilkel kara memelileri.
Eohippi: At familyasının bilinen en eski türü. Terim bugün arkaiktir. Kullanıldığında, daha çok Kuzey Amerikan hyracotherium türünü gösterir.
Oreodon: Kuzey Amerika’da Oligosenden Miyosene kadar yaşamış atiodactyl cinsi nesli tükenmiş memeli.
Titanothere: Alt Eosenden orta Oligosene kadar yaşamış gergedana benzer nesli tükenmiş toynaklı bir memeli.
[←40]
Oligosen: Tersiyer devrin 38 milyondan 26 milyon öncesine kadar uzanan çağı.
[←41]
Ventriculit: Üst Krateseden birtip sünger.
[←42]
Silirüyen: 430 milyon yıl önceden 395 milyon yıl önceye kadar uzanan devir.
[←43]
Ordovisiyen: 500 milyon yıl önceden 430 milyon yıl önceye kadar uzanan devir.
[←44]
Pleistosen: Kuvaterner devrin 2,5 milyon yıl önceden 10000 yıl önceye kadar uzanan çağı.
[←45]
Archeozoic: Gezegenimizde ilk canlıların yaşamaya başlamasından önceki era. Bu terim artık kullanılmamaktadır.
[←46]
Echinoderm: Denizlaleleri, denizhıyarları, denizkestaneleri ve denizyıldızları gibi hepsi de beş eksenli ışınsal simetriye sahip, gövdeleri sert ve dikenli bir kabukla kaplı çok sayıda omurgasız deniz hayvanını kapsayan filum.
[←47]
ClarkAston Smith (1893-1961), Lovecraft’ın en yakın iş arkadaşıydı, on beş yıl mektuplaştılar. Smith, Lovecraft’ın çok takdir ettiği bir şair, öykü yazarı, ressam ve heykeltıraştı.
[←48]
Albert N. Wilmarth, Miskatonic Üniversitesi’nde yazın dalında okutman ve ‘The Wispereritt the Darkness’ öyküsündeki anlatıcı.
[←49]
Cthulhu cult appendages: Bu tümceyle anlatılmak istenen çok açık değil. Pasifik’teki batık R’leyh kentinde hapsolunmuş dünyadışı bir varlık olan Cthulhu, “The Call of Cthulhu, Cthulhu’nun Çağrısı” (1926) adlı öyküde yaratıldı. Cthulhu’nun bütün dünyaya dağılmış, dirilmesi için uğraşan birçok tapmanı bulunmaktadır. Terim burada, uzayın derinliklerinden dünyaya Cthulhu’yla birlikte kozmik bir yolculuk yapan, muhtemelen Cthulhu gibi ahtapota benzeyen ve öyküde kendilerinden ‘Yüce Eskiler’ olarak sözü edilen varlıkları ifade etmektedir.
[←50]
Paleojen: Tersiyer devrin 65 milyon yıl önceden 26 milyon yıl önceye kadar uzanan ve Paleosen, Eosen ve Oligoseni kapsayan devresi.
[←51]
Criptogam: Çiçekler ve kozalaklar gibi göze çarpan üretim organları olmayan aşağı bitki sınıfı.
[←52]
Pteridophyta: Borulu Kriptogamlar olarak da bilinir. Spor taşıyan damarlı bitkilerin oluşturduğu bölüm. Kibritotlarını, atkuyruklarını, eğreltiotlarını ve pek çok fosil bitkiyi kapsayan bu grup, çoğu kez Spermatophyta (tohumlu bitkiler) ile birlikte Tracheophyta (damarlı bitkiler) filum ya da bölümü içinde sınıflandırılır (Ana Britannica).
[←53]
Thallus: Tal. Kök, sap ve yaprak şeklinde farklılaşmamış bir bitkinin yaşama ve büyüme organı.
Prothallus: Prothallium’un değişik bir söyleniş şekli. Döllenmeden sonra orijinal sporlar gibi meyveler içeren organları ya da böylesi sporları doğurabilen bitkiye prothallus denir.
[←54]
Great Old Ones, Yüce eskiler: Bu deyiş Lovecraft’ın “The Call of Cthulhu – Cthulhu’nun Çağrısı” adlı öyküsünde Cthulhu’nun yıldızlardan Dünya’ya yaptığı yolculuk sırasında yanında bulunan yaratıkları anlatmak üzere defalarca kullanılır. Ama sözkonusu öyküde bu yaratıkların bir şaka olarak ya da kazayla Dünya’daki yaşamı yaratmış oldukları ileri sürülmemektedir. “Great Ones, Yüceler” deyişi “The Dream Quest of Unknown Kadath” adlı öyküde ‘Dünya’nın yumuşakbaşlı Tanrıları’ anlamında kullanılırken “Old Ones, Eskiler” deyişi, bir çok öyküde, ama çok çeşitli kendindcliklere işaret etmek amacıyla kullanılmıştır.
[←55]
The Elder Ones, Eskiler: Bu deyiş de Lovecraft’ın birçok öyküsünde farklı farklı kendindelikleri anlatmak için kullanılmıştır. Terim ilk olarak”The Strange High House in the Mist”(1926) adlı öyküde, sonra“The Dream Questo/Unknown Kadath”(1926-27) adlı öyküde düş âleminin Tanrılarını ya da “Yüceleri” (Yukarıdaki nota bakınız) anlatmak için kullanılmıştır.
[←56]
Esir: Fizik terimi. Uzayı ve atomlar arasındaki boşluğu doldurduğu ve ışığın iletilmesini sağladığı varsayılan kütlesiz töz. Burada terim daha çok idiomatik olarak, belki de radyo sinyallerinin atmosfer içerisinde iletilmekte olduğunu anlatmak için kullanılmıştır. Öyküde, daha sonra daha teknik anlamda kullanılacaktır.
[←57]
Leng Yaylası: Lovecraft’ın ilk olarak “Celephais” (1926) adlı öyküsünde sözünü ettiği bir düş ülke. “The Hound’’da (1922) Leng, Orta Asya’dadır.“The Dream Quest of Unknown Kadath”ta (1926-27) Leng, Soğuk Çöl’de Kadath’a yakın uğursuz bir bölgedir. Ve nihayet “Delilik Dağlarında”daıssız bir dünyanın rüzgârlara açıkçatısındayer almaktadır. Bu romanda Leng, elbette bir düş ülkesidir. Lovecraft, onu düşten veya efsaneden gerçekliğe transfer ederken, “Eskiler”e yaptığı gibi mitolojik unsurlarından soyutlamak istiyor gibidir.
[←58]
Pnakotic Elyazmaları: Lovecraft’ın kronolojik olarak Necronomicon’dan da önce icat ettiği efsane kitaplar. İlk olarak eski Lomar ülkesiyle ilgili bir öykü olan“Polaris”de(1918) sözü edilmiştir.
[←59]
Tsathoggua: Lovecraft’ın arkadaşı Clark Anton Smith tarafından uydurulmuş ve ilk olarak, 1929’da yazılan ve ancak 1931’de Weird.Tales adlı dergide yayımlanan “The Tale of Satampra Zeiros” adlı öyküde sözü edilmiştir. Daha sonra birçok öyküde “N’kai’den gelen, şekilsiz, kurbağa benzeri tanrı-yaratık” olarak sözü edilmiştir.
[←60]
WilliamScoresby (1789-1857), 1803-1822 yılları arasında her yıl Greenland’e yolculuk yaptı ve resimlerini kendi çizdiği birçok gezi kitabı yayımladı. Bunlardan bazıları“On the Greenland Polar he”(1815),“An Account of Arctic Regions”(1820) ve“Journal of a Voyage to the Northern Whale-Fishery’dir(1823).
[←61]
Macchu Picchu: Cuzco’nun elli mil kuzeybatısında, Vilcanota Nehrinin üzerinde 600 metre yükseklikte bir sırt üzerinde kurulu bir İnka kenti. İS 1000-1400 yıllarında kurulmuş olduğu tahmin ediliyor, 1911 yılında Hiram Bingham adlı Amerikalı kâşif tarafından yeniden bulunmuştur.
[←62]
Kish: Babil yakınlarında eski bir Sümer kenti. İÖ 3000 yıllarında en parlak dönemini yaşamıştır.
[←63]
Devler Yolu, Giant’s Causeway: İrlanda dilinde Clochân an aifir. Kuzey İrlanda’da Antrim ilinin kuzey sahilindeki jeolojik bir oluşum. 210 m uzunluk ve 12 m genişliğinde, on iki milyon yıllık bir lav akıntısı. Lav soğurken düz yüzeyi üzerinde çok düzenli altıgenler şeklinde çatlaklar oluşmuş, bu çatlakların aşağıya doğru derinleşmesiyle 6’şar metre yükseklikte, çapları 375-500 mm arasında değişen düzgün altıgenlerden oluşmuş sık bir taş ormanı ortaya çıkmıştır. Efsaneler bu oluşumu İrlanda ile İngiltere arasında bir köprü kurmak isteyen dev Finn McCool’a atfetmektedir.
[←64]
Aneroid: Hava basıncının bir cıva ya da başka bir akışkan sütununun yüksekliğiyle değil, havası boşaltılmış bir kutunun elastik kapağı üzerindeki etkisiyle ölçüldüğü aneroit (kadranlı) barometrenin kısaltılmışı.
[←65]
Garden of the Gods: Colorado Springs’in kuzeybatısında, bazıları 90 metreye kadar yükselen kırmızı ve beyaz kumtaşlarından oluşumların bulunduğu bir park. Bu oluşumlar Paleozoik kökenli olup, rüzgâr ve suyun aşındırmasıyla meydana gelmiştir.
[←66]
Corona Mundi: Ağaçsız, çalısız 30000 mil karelik yüksek dağlık bölge Pamirler’e verilen ad.
[←67]
Mi-Go, Yeti, İğrenç Karadamı Nepal ve Tibet’in gerçek efsaneleri. Bunların hepsinin de Himalayalar’da karlar arasında yaşayan çok iri cüsseli insana benzer varlıklar olduğu varsayılmaktadır. Mi-Go, Tibet dilinde ‘Hızlı hareket eden insana benzer yaratık’ anlamına gelmektedir.
[←68]
Hiperborea: Clark Anton Smith tarafından yazılan öykülerde adı geçen Kuzey Kutbu’ndaki efsanevi kıta.
[←69]
Atlantis: Lovecraft batık Atlantik kıtasının varlığına inanmıyordu, ama yine de bu fikri öykülerinde kullanmaktan geri durmadı. “The Temple”ın (1920)anlatıcısı“sonunda büyük ölçüde efsane sandığım Atlantis’le karşılaştım” der.
[←70]
Lemuria: Hint Okyanusu’nda bir zamanlar bulunduğu düşünülen bir kıta. Güney Afrika’da ve Malaya Yarımadası’nda lemurların (Madagaskar Adası’nda bulunan maymuna benzer bir hayvan) ve daha başka hayvan ve bitkilerin varlığını açıklamak için Ernest Haeckel tarafından ortaya atılan tez. Lovecraft felsefi bakımdan Haeckel’den etkilenmiş olmakla birlikte Lemuria’yı ilk olarak W. Scott-Eliot’un“The Story of Atlantis and Lost Lemuria”sından (1925) öğrenmiştir.
[←71]
Commoriom: Clark Ashton Smith’in “The Tale of Satampara”adlı öyküsünde icat ettiği Hyperborea ülkesinde bir kent.
[←72]
Uzuldaroum: Hyperborea’daki bir başka kent.
[←73]
Lomar: Lovecraft’ın kendi öyküsü“Polarize,gönderme.
[←74]
Valusia: Lovecraft’ın arkadaşı Robert E. Howard (1906-1936) tarafından uydurulmuş tarihöncesi Avrupa’da bir kent.
[←75]
R’lyeh: “The Call of Cthulhu – Cthulhu’nun Çağrısı”nda (1926) Cthulhu’nun oturduğu batık kent.
[←76]
Ib: Lovecraft’ın“The Doom That Came to Samath”(1920) adlı öyküsünde Sarnath’ın tahrip ettiği bir eski zaman kenti.
[←77]
The Nameless City of Arabia Deserta: Lovecraft’ın kendi öyküsü“The Nameless City”ye(1921) gönderme.
[←78]
Petra: Bugünkü Ürdün’ün güneyinde Maan ili sınırları içerisinde bulunan eski bir kentin Yunanca taş anlamına gelen adı. İÖ 2000’lerde Edomitler tarafından kurulmuştur. İncildeki Sela kenti olabilir. İÖ 312’de Nebatiler, İS 106’da Romalılar tarafından fethedilmiştir. Yılanlı Mezar, Nebatiler tarafından bir dağa oyulmuş, üzerinde kıvrılmış bir yılan figürü bulunan bir anıt mezardır.
[←79]
Outre (Fr.): Alışılmış ve doğru kabul edilen şeylerin sınırı dışında, alışılmadık, eksantrik, sıradışı, abartılı.
[←80]
Pliocene age (doğrusu Pliocene epoch), 7 milyon-2,5 milyon yıl öncesi.
[←81]
Palmiyeye benzer, eğreltiotu gibi yapraklı ilkel tropikal bir bitki.
[←82]
Esir: On dokuzuncu yüzyıl biliminin Aristoteles’ten hareketle, ışığın boşlukta hareketini açıklayabilmek için başvurduğu kavram; bütün uzayı ve atomlar arasındaki boşluğu doldurduğu kabul edilen kütlesi olmayan ısıyı ve ışığı ileten töz.
[←83]
Shoggothlar: Bu yaratıklardan ilk defa “Night-Gaunts”da (1929-30) söz edilmiştir. Hemen hemen aynı sıralarda, adı verilmeden “Mound”da (1929-30) geçer.
[←84]
Permiyen Periyot, bugün 280-250 milyon yıl öncesi olarak kabul edilmektedir. 150 milyon yıl öncesi, Üst Jurasik’tir.
[←85]
Plüton, 1930’larda keşfedildi.
[←86]
Karbonifer Devir: 345-280 milyon yıl öncesini kapsayan dönem.
[←87]
Weddel Denizi’nin karşısındaki Coats Toprakları’nda bulunmaktadır ve bugünkü adı Luitpold Kıyısı’dır.
[←88]
Charles Wilkes (1798-1877): John Cleves Symmes’in içi boş dünya kuramını test etmek için 1838-40 yıllarında Antarktika’ya giden Amerikalı kâşif.
[←89]
Keiser II. Wilhelm Toprakları; bugünkü adı Leopold ve Castrid Kıyısı.
[←90]
Budd Toprakları’nın bugünkü adı Budd Kıyısı, Totten Toprakları’nınkiyse Sabrina Kıyısı’dır. Her ikisi de Wilkes Toprakları’nda, Knox Kıyısı’nın batısındadır.
[←91]
Constantinus I (Flavius Valerius Corıstantinus), 306 yılından 337 yılına kadar Roma imparatoru, 324 yılında eski Yunan kenti Byzantium’un yerinde Koııstantinopolis’i (bugün İstanbul) kurarak burayı Roma imparatorluğunun doğu başkenti yaptı. Burası bir Hıristiyan kenti olmakla birlikte birçok pagan tapınağından alınma sanat eserleriyle süslenmiştir. Konstantinopolis daha sonra Bizans imparatorluğunun başkenti olmuştur.
[←92]
Carsten Egeberg Borchgrevink(ya da Borchgrevingk) (1864-1934), 1898-1890 yılları arasında Antarktika’ya bir keşif gezisi yapmış olan Norveçli kâşif. 1899’da Antarktika toprağında ilk kampı kurdu ve bir yıl kadar sonra (19 Şubat 1900) Ross Buzşelfı üzerinde yürüyen ilk insan oldu.
[←93]
Cul de sac (Fr.): Çıkmaz sokak, çıkmaz, açmaz.
[←94]
Palmyra: 3. yüzyılın sonlarına doğru kısa bir süre ünlenmiş bir Kuzey Arabistan kenti. 273’te İmparator Aurelianus tarafından yıkılmıştır. Palmyra’nın heykel ve mimarisi Yunan, Roma ve Ortadoğu tarzlarının bir bileşimiydi.
[←95]
Bu çığlığı Lovecraft gibi Poe da açıklamamıştır. Bu çığlık ilk olarak Antarktika kıyılarındaki bazı adalarda yaşayan vahşiler tarafından, daha sonra da kuşlar tarafından atılmıştır. “Üzerimizde, perdenin gerisinden çıkan kirli beyaz renkte dev kuşlar uçuşuyordu ve görüş alanımızdan çıkarken ki çığlıkları o değişmez Tekeli-li idi.” Edgar Allan Poe, Arthur Gordon Pym’in Öyküsü, Çev.
[←96]
Orpheus: Aristaios’tan kaçmakta olan Orpheus’un karısı bir yılanın üstüne basarak ölür. Orpheus, Tartaros’a inerek Yeraltı Dünyasını yöneten Hades’ten karısı Eurydike’ı yeniden hayata döndürmesini ister. Hades, Yeraltı dünyasından çıkıncaya kadar arkalarına bakmamaları koşuluyla bu isteği kabul eder. Orpheus, son ana kadar bu koşula uyar, ama karısının hâlâ arkasında olup olmadığını görmek için arkasına dönüp baktığında, onu sonsuza kadar yitirir. Öykü, Ovidius’un Metamorphoses’unda anlatılmaktadır.
[←97]
Hz. Lut’un Karısı: Melekler Hz. Lut’a gelerek Sodom’un yakında yerle bir olacağını haber verdiklerinde Hz. Lut ile ailesi kentten kaçarlar. Geri dönüp bakmaları yasaklanmıştır. Ama Hz. Lut’un karısı, terk ettikleri mülke dönüp son defa göz atmak isteyince bir tuz sütununa döner. Tekvin 19:1-26.