novel oku, bölüm oku, roman oku, hikaye oku, kitap oku, sosyal, akış
Kainat Kitabı

4.Bölüm: Kainat-2

  • HiperTale
  • 13 Ocak 2024 10:18:25
  • 0 yorum
  • 2

Başlangıçta sadece O vardı.

Sonra en güzel olanın nurunu yarattı. En güzel olanın nuru, daha en güzel olanın bedeni yaratılmadan ve ruhu bedenine üflenmeden önce yaratılan onun parlaklığı, ışığıydı, enerjisi yani bilgisiydi.

Bu ışığın ilmini, sırrını ve mahiyetini yalnız O bilir. Fakat biz bu nuru, O’nun sonsuz ilminden süzülen, içinde tüm kâinatın ve en sevgilinin de bilgisini barındıran bir enerji olarak düşünebiliriz.

Sonuçta kâinat O’nun “OL” demesiyle yaratılmıştır.

Söz ile, yani ses ile yaratılmıştır. Ses, titreşimdir. Titreşim ise enerji demektir.

Burada Enerjiden kasıt, O’nun ezeli ve ebedi ilmidir. Bilgi=Enerji.

Ayrıca O, her şeye gücü yetendir. O, “OL!” der ve olur. Bunun için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.

O’nun bu kudretine, aklımızın yettiğince ses, enerji veya titreşim diyenler bizleriz.

Ol denilmesiyle miktarı belli bir enerjiyle, kâinat yaratılmış ve bitmiştir. Bu yüzden kainattaki enerji miktarı ilk yaratıldığı an belirlenmiş ve sabittir.

Ne azalır ne artar. Bu enerji özünde tüm kâinatın yapı taşı olsa da varoluş düzeyine göre farklı derecelere ve formlara büründürülerek yaratılış devam etmiş, etmektedir. Sonsuz döngülerle sürekli başka formlar alır ve birbirine dönüşür.

***

Bu enerjiye, en güzel olanın nuru ya da hakikat diyoruz ama maddi olarak tanımlamak gerekirse ona “amorf madde” veya “asli madde” diyebiliriz.

Buna göre asli madde: Bütün tesirlere zemin oluşturan ve çeşitli oranlarda, bu tesirlere cevap veren bir unsurdur. Asli madde, mutlak hareketsizdir. Kendi kendine bir oluş veya yapış durumunda olmayan; kendisine gelecek tesirler ile haller, şekiller ve durumlar alandır. Bu halde herhangi bir maddenin her türlü tesirden özgür, saf halini düşünürsek; bu maddenin hiçbir şekle, hiçbir hale sahip olamayacağını, bir enerji olduğunu düşünebiliriz.

Bütün bu bilgilerden sonra kolaylıkla anlaşılabilir ki insanların madde diye adlandırdıkları şeyler, dışarıdan gelen tesirlerin madde bünyesindeki imkanlarla meydana getirdikleri çeşitli tezahürlerdir, asli maddenin kendisi değildir.

Bu şekilde baktığımızda gerçekliğimiz, madde ve hayat hakkındaki yargımızdır ama hakikatin bir benzeri, zıttı ve görüş ayrılığı yoktur. Hakikat tekliktir, tektir. Duyularımızla, zihnimizle ve bildiğimiz bilgilerle algılayabileceğimiz gerçeklerden değildir. Bu ancak zihni ve 5 duyumuzu aşan, başka bir şekilde kavranabilecek gizli ve ezoterik bir biliş halidir.

Hiçbir ilim onu veremez. Bilinen insan zihniyle de kavranamaz ve ancak hissederek ulaşılabilir.

Kâinat bir bütündür. Ruhlar ise devamlılık. Bu bütün; dünyalar, boyutlar ve alemler dediğimiz birbirinden farklı birtakım ciltlerden oluşur. Kâinatta her alemin kendisine özgü bir özelliği vardır. Ve bu özellikler, ruhların devamlılık ihtiyaçlarına göre ayarlanmıştır. İşte “asli madde” veya “amorf cevher” dediğimiz şey; bu kâinat bütününün ana maddesini, mayasını oluşturan, mutlak hareketsizlik ve şekilsizlikle nitelenen, amorf bir madde halidir. Bu cevher, ilk harekete geçtiği andan itibaren, gittikçe karmaşıklaşarak, birbirine oranla daha yüksek karakter değişmeleri eşliğinde, safhaları meydana getirir.

Biz bu madde safhalarına, kâinatı dolduran ve birbirine nazaran değişik özellikler gösteren alemlerin birer çekirdeği veya asli maddesi deriz. Çünkü birbirinden farklı tezahürlere ortam olan bu alemlerin asli maddeleri, ancak kendi alemlerine özgü hareket ve şekilleri meydana getirebilmek kabiliyetindedirler. İşte her alemin ilk maddesi veya atomu, kâinat asli cevherinin ilk halinden, kâinat bütününe kadar yükselen yürüyüşünde varmış olduğu menzillerden biridir ki; bu menzillerin her biri, o alemin karakterini bünyesinde taşır.

Herhangi bir alemin asli maddesi, o alemin ilk maddesini meydana getirir. O ilk maddede, o aleme özgü bütün hal ve şekillerin özü mevcuttur. Bu hal ve şekilleri meydana getiren unsur da harekettir. Hareketlerin mahiyeti ve karakterleri ise her alemin kendi özelliklerini doğuracak şekilde ve tarzda değişiktir…

***

Her şey O’ndan gelmiş ve bir gün yine O’na döndürülecektir.

Kâinat yaratılmaya başlandığında, ilk yaratılan Arş’tır. Ama Arş, kendi başına kâinatın geri kalanından çok daha büyüktür. Bu yüzden onu kâinatın dışında kabul edenler olsa da kâinat, O’nun tüm yarattıklarının bulunduğu yer olarak tanımlandığı için dahil edilebilir.

Arş, su üzerinde yaratıldı denir. Yani O’nun ezeli ve ebedi ilmiyle yarattığı ilk şeyin, en güzel olanın nuru üzerine.

Bu yüzden Arş, en güzel olanın nuru ile doludur.

Arş, bilebildiğimiz kadarıyla kendi içinde 5 kata ayrılır. Kürsü, Arş-ı Derya, Zümrüt Ağaç, Zümrüt Kalem ve Arş-ı Ala.

Kürsü, O’nun güç ve kudretinin bir simgesidir. Melekler, burada toplanıp, en güzel olanın nuru ile burada ıslanır ve huşu içinde ibadet ederler. En güzel olanın nuru, burada saf haliyle en düşük derecededir.

Arş-ı Derya ise tamamen en güzel olanın nurundan oluşan bir denizdir. O deniz ki ucu bucağı yoktur ve tüm kâinatı çepeçevre sarmakta ve doldurmaktadır. Buradaki nurun mertebesi daha yüksektir. Her melek bu denize girip içinde ilerleyemez. Mertebesi yetmeyen melekler için burası onları yakacak bir ateş denizi gibidir. Çünkü yaratıldıkları nur, en güzel olanın nuru içerinde erir ve ona karışarak varoluşları sona erer. Bir noktadan sonra artık bu nurdan ayrı olarak var olmaya devam edemezler. Bir nevi kaynağa geri dönerler.

Arş-ı Derya’nın üzerinde ise Zümrüt Ağaç bulunur. Bu ağaca “Sidret’ül Münteha” da denir. Kökleri tüm Arş-ı Derya’yı sarmıştır. Köklerinde, gövdesinde ve dallarında sayısız melek dinlenir. Zümrüt Ağaç, mertebesi en yüksek melekler için bile sınırdır. Bu ağaçtan öteye hiçbir melek geçmez.

Zümrüt Ağaç’ın, ihtişamlı gövdesi ve dallarından sonra zümrütten yaprakları, arşın bir üst katına ulaşır. Zümrüt Kalem’e.

Zümrüt Kalem: Burası, Zümrüt Ağaç’ın yapraklarına kaderlerin yazıldığı yerdir.

Kaderlerin yazıldığı Zümrüt Kalem’den sonra ise Arş-ı Ala, yani arşın en yüksek noktası vardır. Burası emir alemidir. Burası ve ötesi artık sırdır.

Arş, genel olarak bu 5 kısımdan ve daha bilemediğimiz çeşitli katlardan oluşur ki bu katlardan bazılarında büyük meleklerin makamları vardır. En yüksek katında yani Arş-ı Ala’da ise O’nun hükümleri verilir.

Arş’ın altında en güzel olanın nurunun derecesi düşürülmüş ve meleklerin nuruna dönüşmüştür. Melekler, bu nurdan yaratılmışlardır. Bu enerjiye kısaca ışık, ışıltılı veya parlak anlamlarına gelen “nur” diyeceğiz. Çünkü nur, en güzel olanın parıltısına en yakın olandır.

Bu enerjiyi, nuru, ateş gibi düşünürsek; kaynaktan çıkan görünen, parlayan ve ışık üreten kısmı olduğunu düşünebiliriz.

Nur, Arş ve altındaki gökleri farklı formlarda doldurur.

Ateş enerjisinin görünen parlak kısmı olduğu gibi birde kaynaktan uzaklaştığı için görünmeyen, sıcak ve yakıcı kısmı da vardır ki buna da “nar” diyeceğiz.

Nar ise Arş’ın gölgesinin düştüğü Arz’daki cinlerin yaratılmasında kullanılmış olan, ‘dumansız’ denilerek görünmediğine atıfta bulunulan bir enerjidir.

Burada görünen ve görünmeyen tanımlamaları, hakikati ile alakalıdır. Yegâne hakikat ise O’dur. O iyiliktir, güzelliktir. O’nun iyiliğini, sandığınız iyilik-kötülük anlayışıyla sınırlı düşünmeyin. Kâinatta düşündüğünüz anlamda iyilik ya da kötülük yoktur. Sadece “Hakikat” ve hakikatin bilinen mertebeleri “Hakikatler” vardır. Çünkü tüm kâinat özünde en güzel olanın nuru ile yaratılmıştır. Hakikatin nihai formu; en güzel olan, en iyi olan gibi sıfatlarla tanımlanır.

Sandığınız anlamda iyilik ve kötülüğü şu benzetme ile açıklamaya çalışalım:

Özünde her şey iyidir ve iyiliğe hizmet eder. Farkında olsa da olmasa da. Fakat iyiliği, güzelliği, sanatı ve ahengi görebilmek için hakikate ihtiyaç duyarız. Burada hakikati güneş gibi düşünebilirsiniz. Güneş, herhangi bir nesneyi aydınlattığında ona “görünür” deriz. Ama güneş ışığı olmadığında “görünmez” deriz. Bu durumda neye iyidir veya kötüdür diyebiliriz? Kötü dediğimiz, güneş doğduğunda iyi olmaz mı ya da iyi dediğimiz güneş battığında kötü?

Öndeki eşyayı; iyi ya da kötü, çirkin ya da güzel, hayır ya da şer gibi görebilirsiniz. Fakat sadece hakikatini anlamaya başladığınızda, şeyleri sandığınız gibi değil, olduğu gibi görmeye başlarsınız. Eşyayı değil, eşyanın arkasındaki hakikati görürsünüz. Onu gördüğünüzde ise hiçbir şeye basitçe iyi ya da kötü diyemez hale gelirsiniz…

***

En güzel olanın nuru kainattaki her şeyin kaynağıdır ve Arş’ı doldurur. Göklerde ve yerlerde ise her şey nur ve nar arasındadır.

Nur ve nar, bir cetvelin iki ucu gibi düşünülürse, ikisi arasında pek çok farklı seviye vardır. Bunların kendi isimleri olabileceği gibi özünde hepsi nurun ya da narın farklı derecelerinden ibarettir. Nur ve nar ise en güzel olanın nurunun farklı mertebeleridir.

Her sema, bir gök ve yerden oluşur. Semalarda gökler ve yerler bitişiktir. Yani ayrılmamış, bir aradadırlar ama birbirlerine karışmazlar. Gökler ne ise yerler tam tersidir. Bir ikilik halinde bir arada bulunurlar. Semaları anlatırken gökler üzerinden açıklayacağız, yerler için tam tersini düşünebilirsiniz.

Ayrıca semaların kendi gerçeklikleri vardır. O gerçekliğe ulaşmadan tam olarak anlaşılamazlar. Bu yüzden onları birer varoluş düzlemi, farkındalık seviyesi veya bilinç düzeyi olarak düşünebilirsiniz. Zira hem öyledirler hem de değildirler. Varlıklar kendi semalarında yaşarken, diğer semalara giderlerse buraları bir düşünce düzlemi olarak algılarlar. Sadece gerçekten oraya giderek yani orada bedenlenerek oranın gerçek hakikatini fark edebilirler.

***

Meleklerin yaratıldığı Nur, Arş’ın kapladığı göklerin 7. katını doldurmaktadır. Buraya ‘Nur Denizi’ de denir. Meleklerin ve ruhların arşı seyre durdukları ve gökyüzünü kaplayan O’nun ihtişamlı kürsüsü önünde huzur içinde saf tuttukları yerdir. Burası varlığın en üst bilinç düzeyidir. Birlik bilinci hakimdir.

Daha sonra ruhların indirildiği 6. sema vardır ki orası da ‘ruhsal enerji’ ile doludur. Buraya, ‘Ruhsal Boşluk’ da denir.

Burası ruhların ve her türlü ruhani varlığın yaşadığı yerdir. Ruhsal enerji, nurun bir alt formu olarak düşünülebilir.

Varlıklar semalar boyunca indikçe algıları kısıtlanır, bilinçleri düşer ve farkındalıkları azalır. Pek çok hakikati daha sonra anlayabilmek için unuturlar. Bu iniş adeta tekrar tekrar uykuya dalmak gibidir. Uyuyarak inerler ve uyanarak çıkarlar. Semalar bu açıdan rüya içinde rüya gibidirler.

Bu uyumalar ile her defasında, semaları ve altını kontrol eden, denetleyen sistemler oluşur. Bu düzeni de şüphesiz O yaratmıştır.

Buna ister İlahi Rüya, ister Simülasyon, isterseniz de Matrix deyin. Ama ne derseniz deyin, semalar böyle bir düzen ve nizam içerisindedirler.

Bu ilahi sistemin ya da düzenin içinde, 5. semayı, ‘eterik enerji’ doldurmaktadır. Bu enerji, uykudaki ruhlar tarafından üretilmektedir. Bu yüzden ‘rüya enerjisi’ ya da ‘hayali enerji’ de denilmektedir.

Son derece yüksek, varla yok arasında, anlaşılmaz bir enerji formudur.

6. semanın sakinleri olan ruhlar, ruhsal enerjiyle şekillenmişlerdir. Bu yönden eterik enerjiyi, ruhsal enerjiden dönüştürdükleri de söylenebilir.

Bu yüzden 5. semaya, ‘Eterik Deniz’ denilmektedir.

4.sema, ‘Hiper Boşluk’tur. Eterik denizden gelen, eterik enerjinin, astral enerjiye dönüştüğü bir yerdir ki astral enerji de 3. semanın enerjisidir.

Hiper Boşluk, enerjilerin birbirine karıştığı bir geçiş bölgesidir. Akla hayale sığmayacak kadar büyüktür.

Daha sonra 3. sema, ‘Astral Deniz’dir. Astral enerjinin doldurduğu bir yerdir.

2.semaya ise ‘Ara Boşluk’ ya da ‘Araf’, denilmektedir. Tıpkı Hiper Boşluk gibi, burası da bir geçiş alemidir.

Son olarak 1.sema, ‘Kaos Denizi’dir. Kaotik enerji ile doludur. Her bir kaos denizi bildiğimiz şekliyle sayısız evrenin doğduğu alanlardır.

Kaos denizleri de Arafların içindedir.

Kaos denizleri, Araflarda, astral enerjiden süzülen kaosun bir noktada toplanıp, sıkıştırılmasıyla oluşurlar. Lakin bir arafın sonsuzluğu karşısında kaos denizleri, gökyüzünden yağan küçük yağmur damlaları gibidir.

Fakat küçük yağmur damlaları gibi olan kaos denizleri, aynı zamanda enerjinin de en yoğun olduğu semalardır. O kadar yoğundurlar ki diğer semalara göre katılaşmış gibidirler. Bu yüzden semavi düzeyde onlara Kristaller de denir. Bu yüzden bir kaos kristali oluştuğunda, yoğunluk farkı nedeni ile astral denizin içinde ortaya çıkan ve sabun köpüğü misali boşluklar olan, araflarda kalırlar.

Kristallerin içinde bildiğimiz şekliyle evrenler oluşur ki işte evrenlerin düzlemini biz “arz” olarak andık. Bu evrenler ise, kristalin muazzam büyüklüğü karşısında bir araya toplanarak evren kümelerini ya da çoklu evrenleri oluştururlar ki, daha sonra bu kümelere de “Küreler” diyeceğiz.

Küreler de Alemlerin içinde bulunurlar ki onları daha sonra açıklayacağız.

Bu şekilde sadece bir arafta, sayılamayacak kadar çok kristal vardır. Her bir kristalin içindeki alemleri, onları oluşturan küreleri ve onların da içindeki sayısız evreni düşündüğümüzde ise hayallere dahi sığmayacak kadar çok olduklarını görebiliriz.

İşte şimdi dünyanıza neden “aşağıların aşağısı” dendiğini daha iyi anladınız mı? …

***

1.sema: Kaos Denizi ya da Kristal. Kâinatta, en alttadır ve arzı yani evreni kaplar.

Büyüklüğü akıllara zarar, adeta kendi içinde sonsuz gibidir. Gerçek ise bundan çok uzak değildir.

Bir üst semadan bakıldığında, okyanustaki bir damla gibi küçücük görülse de bu ona bakan gözün bir üst sema bilincine ulaşmış olmasındandır. Sonuçta her şey, varlıkların farkındalığına göredir.

Kâinat bir kitap gibi, gökler ise ciltler gibidir. Yani her sema, aslında ayrı bir kitaptır.

Her sema, aslında kendi içinde kâinat kadar geniştir. Semalar üst üste katlanmış, kâinat kitabının ciltleri gibidir. Ama bir kere dışına çıkıp, bir sonraki göğü görürseniz, geldiğiniz evrenin gökyüzüne oranla, ondan yağan bir yağmur damlası olduğunu düşünürsünüz.

***

Fani hayat, kısa ama özdür. Yeryüzünde yaşanır ve kısa zamanda büyük hakikatlerin anlaşılabileceği ve büyük mükafatların alınabileceği bir hayattır.

Fani hayatta başarılamayan şeylerin, anlaşılmayan hakikatlerin, diğer semalarda anlaşılması daha zordur.

Fani hayatı, çölün derinliklerinden çıkıp gelerek, bir vahada soluklanma gibi düşünebilirsiniz. Vahadaki bir ağacın altında dinlenir, biraz su içer ve biraz da ileriki yolculuğumuz için su ve erzak depolarız. Bu kadardır. Bundan ibarettir. Sonra kalkar ve çölün derinliklerine doğru gitmeye devam ederiz. Taa ki O’na ulaşıncaya kadar.

Vahada ihtiyacımız olan su ve erzakı yanımıza almazsak, gideceğimiz yolu bilenlere, görenlere, sormazsak, sorgulamazsak, tarif, izah istemezsek yazık olmaz mı?

“Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara…”

Bu durumu daha geniş ölçekte ve daha modern bir şekilde açıklamak için şöyle bir örnek de verebiliriz:

Semalarda ilerlemek, bir mekik ile uzay yolculuğuna benzetilirse, fani hayat bu yolculuk için gerekli şeylerin hazırlanma ve öğrenilme sürecidir. Uzaya ulaştığınızda Astronot olursunuz. Ama uzaya ulaşabilmek için gerekli eğitimi yerde alırsınız.

Hazırlık ne kadar iyi yapılmışsa, bavul ne kadar doluysa o kadar iyidir. Yeri geldikçe lazım olan eşyalar, elinizin altında hazır bulunur. Yoksa bu eşyaları, sınırlı kaynakların olduğu mekikte aramak zorunda kalırsınız. Tabii oralarda, aslında daha çok kaynak var ama onları kullanmayı bilmiyorsanız ne işinize yarayacak?

Kişinin fani hayatı bittiğinde, Arafa ilerler. Bundan sonra artık perdenin öteki tarafına geçilmiş, berzah hayatı başlamıştır.

Bu konuda şair demiş ki;

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan…”

Araf, arada kalmışlığı ima eder. Yeterince öğrenmiş olanlar için burası uzun bir yolculuktur. Cahiller içinse, sonsuz bir döngüden ibarettir. Herkes, kendi arafını kendisine çeker. Kişi iyiyse burası, cennet bahçelerinden bir bahçeye ya da kötüyse cehennem çukurlarından bir çukura dönüşebilir.

Fani hayatta öldüğünüzde, iş bitmiş ve mekik kalkmıştır.

Lakin perdenin öbür tarafında durum bu kadar basit değildir. Ya diğer semaya ilerlemeli ya da bulunduğunuz semayı geçinceye kadar tekrar tekrar yeniden doğmalısınız. Bu döngü, tüm kâinatın dürüleceği kıyamet gününe kadar bile sürebilir. Ta ki O’nu yeterince tanıyıncaya kadar, O’nu yeterince bilinceye kadar.

Daha sonra astral denize ilerler sonra da hiper boşluğa çıkarsınız. Bir de görürsünüz ki, sonsuz zannettiğiniz astral deniz bile, boşlukta diğer astral denizlerle birlikte yağmakta olan bir yağmurun, bir damlasından ibarettir sadece.

Fark etmişsinizdir:

Semaları sürekli bir deniz, bir boşluk olarak isimlendirdik.

Çünkü aslında her gök, kendisinden sonraki gökte yağan bir yağmur damlasından ibarettir.

Hatırlarsanız 7. sema da kendinden önceki tüm semaları kaplayan bir nur denizidir. İşte kainatı dolduran bu nur denizi, tüm kainatın en yüksek göğü, arşın okyanusunda bir damladır sadece…

Göklere tırmandıkça gelen bu anlayış, aklı olanlara, kainatın akıl almaz büyüklüğünü, baş döndüren ihtişamını ve yüceliğini gösterir.

İşte o zaman anlarsınız ki, büyüklüğü ve sınırları hayallere dahi sığmayan, sonsuz zannedilen kainat; aslında O’nun gerçek sonsuzluğu karşısında bir An’dan ibarettir.

Kainatı anlamaktan aciz insanoğluna, O’nu bilme sorumluluğu verildi.

İşte ne zordur insanın işi, ne kadar ağırdır sorumluluğu, ne uzundur yolu, şimdi daha iyi anladınız mı?…

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm