Kainat Kitabı

3.Bölüm: Kainat-1

  • HiperTale
  • 11 Ocak 2024 12:15:17
  • 0 yorum
  • 5

Kâinat, en güzel olanın nuru ile yaratılmıştır dedik. Ama en güzel olanın nuru tam olarak nedir, tam olarak kim yaratıyor?

O, O’dur.

Bir isim konulamayan, mutlak varoluştur. Tektir. Ve tek olan bilinemez hatta düşünülemez olandır. Varoluşu, varlığı kavranamaz olandır.

O halde “bilinmektir dileğim” diyen kimdir?

O da O’dur. Ama O, Tek olanın Birliğidir. Bir olandır.

Birlik ile Teklik görünüşte aynı şeymiş gibi gelebilir ama değildir.

Tek olanın düşünülmesi bile imkânsız iken, bir olana temas edilebilir, bilinebilir, tanınabilir.

Yaratılmış mahlukat, bir olanı bilmekle mükelleftir. Yani tek olanın, birliğine şahit olmakla yükümlüdür.

Bizler O derken, bir olanı kastederiz. Bir olanın bize bildirdiğini, bilebiliriz.

***

En güzel olanın nuru, Bir olan yüceler yücesinin hakikat aynasındaki yansımasıydı. Yani O’na benziyordu. O’nun suretindeydi. O’nun isim ve sıfatları ona aksediyor, onda tecelli ediyordu.

En güzel olanın nuru, bir kişiyi ya da insanlığı anlatan bir kavram değildi. O insan denilen varlığın, tüm potansiyelinin tamamen açığa çıktığı pozisyonun adıydı. İnsanın en yüksek mertebesinin, seviyesinin adıydı. O’na en yakın olunan halin tanımıydı. Güzelliğin kaynağına en yakın olduğu için, güzeller arasında en güzeli, sevilenler arasında en sevgili olunan makamın adıydı.

Bu yansımada bir olanın 99 ismi, birlikte ve ahenk içindeydi. O bir parıltıydı, açığa çıkmayı bekleyen potansiyeldi. Bu ahengi ve güzelliği gören yüceler yücesi, bir an için bu potansiyelin gerçekleşmesini istedi.

Neticede tüm kâinat insan için, insan da O’nun için yaratılmıştı.

Gelenler adamdı, buldukları insandı.

İnsan, O’nun yarattığı mahluk,

İnsan mahluktan, adam insandan çıktı.

Tanrının insanı yer ve içer,

İnsanın adamı, düşünür ve yaratır…

***

İşte sadece o anda, tüm kâinat ve içindekiler yaratılmış oldu. Ve yine o anda o potansiyel gerçekleşti.

Biz yaratılmışlar için sonsuzluk gibi olan o anda, çoktan oldu bitti her şey…

O anda, ilk defa bir olan O’nun 99 ismi kâinatta ayrı ayrı vücûd bulmuş oldu. Bu da kâinatın temel yasası olan ikilik ya da çokluk sisteminin ortaya çıkmasına neden oldu.

Artık sadece O yoktu. Bir O vardı, bir de O’ndan içeri. Bir O vardı, bir de her biri O’nu anlatan ayrı ayrı isimleri.

***

En güzel olanın nuru ile kâinat yaratılmaya başlandığında ikilik ortaya çıktı dedik. Kâinat, ikilik üzerine yaratılmıştır. Buna göre kâinat, ikilikten tekliğe, bir olana, hakikate ulaştırmayı amaçlamaktadır.

O’nun isimleri birlikte ahenk ve uyum içerisindedir. Lakin birlik, kâinatta yerini ikiliğe bırakır. Kâinat, ikilik üzeredir.

Hakikat, tekliktir. Kâinat ise ikiliktir. Hakikat sebep, kâinat sonuçtur.

Burası nedenler ve sonuçlar alemidir. Her şeyin sebepleriyle var olduğu yerdir. Ve görülen her şey bir sonuçtur.

Kâinat da kendi içinde kusursuzca yaratılmıştır. Sebepsiz bir oluş veya yok oluş yoktur. Her şeyin kâinatın sınırları içerisinde bir nedeni ve sonucu, dolaysıyla bir açıklaması vardır. Açıklaması olmayan, arkası boş bir iş bulamasınız. Varlıklar, bu sebepler ve sonuçlar dairesini sonsuzluğa, tekliğe, hakikate yani O’na ulaşıncaya kadar takip edebilir ve yolda hiçbir eksik parça veya kusur bulamazlar.

O’nun ezeli ve ebedi ilminde hep birlik içinde yaşamış isimler ve sıfatlar, artık bu birlikten mahrum kalmışlardır. Burada her biri O’nun bir başka mertebesini, yönünü tanımlayan ya da bir başka görevi üstlenen isimler ve sıfatlar, tek tek O olma zannı içine girerler. Her şeyin nedenlere ve sonuçlara bağlı olduğu bu alemde öğrenmeye ve O’na ulaşmaya çalışırlar.

Aynı zamanda bu durum sadece tek bir O varken, ayrı ayrı ilahlar olduğu yanılgısına neden olabilir. İsimlerin bu çatışması, kâinatın da şekillenmesini sağlamıştır. Işık vardır ya da yoktur. Olmadığında karanlık olur. Karanlık sebebiyle ışığın ne olduğu bilinir. İyilik vardır ya da yoktur. Yoksa kötülük olur. Kötülük var olduğu için iyiliğin kıymeti bilinebilir.

O’nun kâinata akseden 99 ismi arasında ikisi öne çıkar. Bunlar Adalet ve Sevgi dir. O’na yaklaştıkça sevginin gücü hissedilir. O’ndan uzaklaştıkça adaletin gücü hissedilir. Bu ikilik sistemini dilinize ve inanışınıza göre farklı biliyor olabilirsiniz. Yin ve Yang ya da Rahman ve Rahim gibi…

Bir olanın 99 ismi arasındaki çatışma kâinatı şekillendirmiş, şekillendirmektedir. Ayrı ayrı iken birbirleri ile zıt olanları, uyumlu olanları ya da alakasız olanları vardır. Ama hep birlikte Bir olurlar. İşte O, kâinatı bu nizamla yaratmıştır. Yine dilinize ve inanışınıza göre bir olana verdiğiniz isim değişebilir. Allah, Tanrı, Tengri, God, Öz, Kaynak, Asıl Enerji veya Matrix gibi…

Bu açıdan kâinat, bir olan O’nun isim ve sıfatlarının ortaya çıktığı ve fiile geçtiği yerdir diyebiliriz. Bu isimler ayrı ayrı çatışır, bir araya gelince düzen ortaya çıkarırlar. Ama hepsi asıl bir olanı hatırlamak, O’na dönmek isterler.

Buraya geldiler, çünkü O’nu tanımak istediler. Kainattaki tüm varoluşlarda belli ölçülerde kendilerini gösterirler. Bu şekilde yaratılışa aracı olurken, birliğe ulaştıran ayrı ayrı parçalar haline gelirler.

Kainattaki bu sistem sayesinde her şey O’nun gücü, sanatı, güzelliği veya gazabı için birer vesileye dönüşebilir…

***

Peki kâinat tam olarak nedir?

Kâinat, mutlak hakikat varlığıdır. Oluşlar ve sonuçlar alemidir.

Kâinat, hakikatin sonucudur. Hakikat, insanın nedenidir.

Peki hakikat nedir? Gerçek, hakikat midir?

Hakikat; duyularla, zihinle ve bildiğiniz ilimlerle algılayabildiğiniz gerçeklerden değildir. Bu ancak aklı aşan, başka bir şekilde kavranabilecek gizli, kendinden bir biliş halidir.

Dışarıdan hiçbir ilim onu veremez. Bilinen insan zihniyle de kavranamaz, ancak hissederek ulaşılabilir.

Demek ki hakikat: öğrenerek bilmek değil, olmakla bilmektir.

Gerçek ise güzellik-çirkinlik, iyilik veya kötülük gibi duygusal takdir ve yargıları kapsar. Bu yargılar, kişisel ve toplumsal düşüncelerdir.

İnsanların dinleri, mezhepleri ve çeşitli inanışları arasındaki farkların her birisi kendi zanları içinde ayrı ayrı değerler olarak birer gerçektir.

Gerçek veya gerçeklik, madde ve hayat hakkındaki yargımız, zannımızdır ama hakikatin bir benzeri, zıttı ve görüş ayrılığı yoktur. Hakikat tektir, birdir. Hakikati, elde etmenin, hak etmenin yolu öncelikle bilgiyi talep etmekle başlar.

Yeryüzünde görülen, oluşa gelen her şey, her eylem, her nesne aslında hakikatin bir dışavurumudur. Hakikat sabittir. Hakikatler, içten dışarı doğru tezahür eder ve aslında nesnelerin oluşu da böyle gerçekleşir.

Oluş görüntüdedir, oluş bir dışavurumudur.

Siz içte yatanı bilirseniz, dışta olanın benzerliklerini de bulursunuz demektedir. Çünkü dışta yatan sonuçtur, sebep değildir. Bu yüzden dıştakileri, görünenleri sorgulayarak başlanır işe. Bütün gerçek zannedilenler yıkılıncaya kadar sorgulama devam etmelidir. Artık yıkılmayan, yıkılamayan ve sorgulanmaktan korkmayan gerçek, hakikattir.

Peki kâinat nerededir, şekli nedir?

Kâinat, O’nun her şeyi kapsayan varlığında, Arş’ın örttüğü yerdir.

Kâinat, O’nun her şeyi kapsayan varlığında, Arş’ın etrafına sarılmış örtüdür.

Bu açıdan, Arş hem kâinatın üzerinde hem de kâinatın merkezindedir. İki açıklama da doğrudur. Kulağa anlamsız gelebilir. Çünkü insan, evrenin üçüncü boyut maddiyatında, dördüncü boyut zaman içinde ve beşinci boyut düşünme ve hayal gücü ile etkin olmasına rağmen, her şeyi 3 boyutlu düşünmeye çalışır.

Bu yüzden de tüm boyutları kapsayan kâinatın şeklini 3 boyutlu düşünmek anlamsızdır. Kaldı ki tüm bunların içinde, kâinatı da aşan Arş’ın konumunu düşünmek daha da anlamsızdır.

Kâinatı gerçekten görmek istiyorsanız kendinize bakın.

Lakin 4 ya da 5 boyutlu düşünebiliyorsanız, kâinatı nereye giderseniz gidin nihayetinde Arş’a doğru yüzdüğünüz bir deniz ya da tüm kapıların O’na çıktığı bir bina gibi düşünün. O’ndan kaçış yoktur. Dönüş, O’nadır.

İlla ki 3 boyutlu düşünerek kâinatı görmek istiyorsanız, bir yağmur damlasına bakmanız yeterlidir.

İki boyutta görmek istiyorsanız da boş bir kâğıdın merkezine Arş’ı yerleştirin. Daha sonra etrafına 7 daire çizin ki bunlar 7 gök ve 7 yerdir. Onlar birbirlerinin benzeridir. Onlarında da dışına Arz’ı çizin. Şimdi boş kağıtta çizdiklerinizin dışında kalan alanı da tekrar Arş olarak düşünebilirsiniz. 2 boyutlu bir yüzeyde en fazla bu kadar gösterilebilir.

Şimdi, kağıdının 4 bir tarafına, ayakları Arz üzerinde ve elleri Arş’a dokunan 4 melek çizin. Bu 4 melek, sanki kainatın 4 yönü gibi oldu değil mi?

Basit bir kağıt üzerinde, kainat en basit ve anlaşılabilir haliyle buna benzer olacaktır.

Örnek vermek gerekirse, meleklerin kanatları olduğunu ama bizim bildiğimiz anlamda kuş kanadı gibi olmadıklarını duymuşsunuzdur. Çünkü melekler kanatlarını uçmak için değil konmak için kullanırlar. Kâinatın yapısı gereği, arştan atladıklarında kanatlarını açıp bir yerde durmadıktan sonra tekrar arşa ulaşıncaya kadar düşmeye devam ederler.

Arş dışında bir de arz vardır. Arşı dilimize gökyüzü ve arzı da yeryüzü olarak çevirirsek, tıpkı dünyamız gibi olduğunu düşünebiliriz. Ya da arşa ruh, arza ise beden dersek tıpkı insan gibi olduğunu da düşünebiliriz. Ama bu açıya daha sonra geleceğiz.

Arş ve arz arasında da 7 sema bulunur. Bu 7 sema varoluşun en yüksek düzlemleridir. Semalardan önce Alemler, Alemlerden önce ise Boyutlar vardır. Alemlere ve boyutlara, semaları konuştuğumuz bu bölümlerde değinmiyoruz. Zira semalar hepsini kapsayan ve aşan kavramlar olduğu için önce onlardan başlamalıyız.