Alem savaşı büyük bir patlamayla bitti.
Bin yıl süren ve iki milyardan fazla insanın katıldığı savaş, onlar için sadece bir dakika gibiydi. Anlık bir şeydi. Tıpkı daha önceki enerji çarpışmaları gibi, sadece daha detaylısıydı. Düşüncelerin bir çarpışmasından ibaretti. Bir satranç maçı yapmaktan çok da farklı bir şey değildi onlar için.
Âdem ve Havva arasında kurulan bu enerji alanı, dağılan duman gibi hiçliğe karıştı ve gözden kayboldu. Dağılan enerjinin küçük bir farkla daha fazlası Adem’e dönmüştü. Belli ki bu savaşın galibi yakın farkla oydu. Havva’nın yüzü solgundu. Az önce olan şey, aklının ve mantığının ötesindeydi.
Adem’e nasıl kaybedebilirdi? Aralarındaki güç farklı aşılmazdı. Üstelik algısıyla, Adem’in hile yapması da imkansızdı. Yani sorun bir şekilde kendisinde olmalıydı…
“Nasıl…” Havva şaşkın ve dalgın bir ifadeyle sordu. Az önce biten karşılaşmanın her anını tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Ellerine baktı ve bir şeyleri kaçırıp kaçırmadığını düşündü. Sonra karşısındaki adama baktı ve “Benim anlayışım mı düştü yoksa seninki mi yükseldi?” diye sordu.
“Heh…” Âdem bir anda bulunduğu yerden yok olup Havva’nın önünde ortaya çıktı. Havva’nın elini tutup, kalbinin üzerine yerleştirirken, “Cevabı biliyorsun. Artık istesen de bana zarar veremiyorsun…” dedi.
“Hayır!” dedi Havva, elini çekip bir kere daha Adem’den kaçarken. “Bu büyü de nedir, bana ne yaptın? Yoksa aşk dedikleri bu mu?”
“Aşk…” Âdem cevap verirken duraksadı. Yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle, “Aşkı hala bilmiyorum ama bilmek için kendini ona teslim etmen gerektiğini biliyorum. Sadece kendini teslim ettiğinde kazanabilirsin. İşte o zaman hiçbir güç karşında duramaz. Aşka direnmekse anlamsız. Ona karşı, kendi kalbine karşı asla kazanamazsın.” dedi. Cevabı henüz bilmiyordu ama sorun değildi. Hakikat bir gün kendisini ona açacaktı…
Bilmediğine teslim olmak mı? Bilmeden bilmek mi? Kalbi dinlemek mi? Onlar da neydi?
Düşüncelerini sekteye uğratan, aklını gölgeleyen, kalbindeki bu huzursuzluk muydu yoksa…
Ne zaman Adem’e saldırmak istese; sanki onu durduran, kesintiye uğratan ve iradesine üstün gelen başka bir güç vardı artık içinde. Aklı, bilgisi ve iradesiyle verdiği kararlara üstün gelen bir karar. Karşı konulamaz, mutlak, ebedi bir bilinç içinde uyanmaya başlamıştı. Onu hiç bilmeyenler bir kıvılcım olduğunu düşünür ve önemsemezdi ama aslında o derinlerde sessizce yanan ezeli ve ebedi ateşti; dipsiz okyanustu, her şeyi süpüren fırtınaydı.
O kıvılcım ki adeta gök gürültüsü gibi çakmıştı içinde Aşk Şarabının bir damlasıyla…
Astral deniz semasında yaşayan varlıklar için her şey bilgi ve bilgiden gelen anlayıştı. Sahip oldukları güç ve enerjiler, bildiklerinden ortaya çıkan hayallerden ibaretti. Sadece daha çok algılayarak, bilerek güçlenebilirdiniz. Sadece bildiğinize güvenirsiniz. Bilmediğinizden korkar ve uzak durursunuz. İşte çaba, hep yüzden daha fazla bilmek üzerineydi. Amaç bilinci genişletmek ve bilinç halinde derinleşmekti.
Adem’in bahsettiği ise bu ilkeye tamamen ters düşüyordu. Havva’nın korkması ve anlamaması normaldi.
İçindeki köpüren denizleri, gürleyen gökleri bastırdı Havva son bir kere daha. Çünkü aşk bacayı sarmamıştı daha. “Hayır! Öylece teslim olacak değilim. Hiçliğin bizi almasına izin vermeye hazır değilim. Daha elimden geleni yapmadım.”
Âdem, biraz da mahcup bir şekilde karşısında durdu. Gözlerine baktı ve dedi ki: ” Senden hiçliğe teslim olmanı istemiyorum ki. Bana, sevdiğine, aşkına teslim olmanı diliyorum…”
“Çünkü ben sana çoktan teslim oldum…” dedi gözlerinden iki damla yaş düşerken. Bu damlalar altın değerinde idi. Çünkü ilk ve son kez ağlıyordu Âdem. Bu yaşlar Havva içindi. Bu yaşlar kendisi içindi. Kalplerdeki endişeyi, kuşkuyu ve tereddüttü silip süpürmesi için. Böylece beraber olabilirler ve ayrı düşmezlerdi.
“Zaten teslim olmuşla savaşamazsın. Savaşsan da kazanamazsın…”
“Ben! Sen…” Havva daha önce hiç ağladığını görmediği Âdem karşısında ne yapacağını bilemedi. Bir tarafı teslim olmayı diledi. Diğer tarafı henüz bırakmaya hazır değildi.
“Kuşkunu senin için bitireceğim…” Âdem, Havva’nın tereddütlü halini fırsat bilip hemen harekete geçti.
Kararlılığını ona göstermek ve içindeki şüpheyi daha fazla büyümeden kesip atmak istedi. Bir anda kan kırmızı ve kurt başlı kabzası olan, gök mavisi bir kılıç belirdi elinde ve doğrudan Havva’yı hedef aldı.
“Ah!” Havva’nın solgun çehresi bir umutsuzluk izini, sesinde açığa çıkardı.
Âdem ne kadar kararlı olsa da son anda Havva’yı kesmekte tereddüt yaşadı. Neticede kalpte en ufak bir şüphe varsa, en sevdiğine zarar veremezdi. Can tatlıydı. Şüphe küçük bile olsa hızla büyüyüp, kişiyi yiyip bitiren bir illete dönüşebilirdi.
Adem’in yaşadığı tereddüt sadece bir andı. Ama tek gereken, karşılaşan gözlerde beliren o anlık tereddüt parıltısıydı. Havva zaten korku ve tereddütle doluydu. Adem’in kararlılığına ihtiyacı vardı. Bu anda en ufak şüphe, cehenneme tutuşturacak bir kıvılcım gibiydi.
Adem’in kılıcı indiğinde Havva artık orada değildi. Güzel çehresi isteksizlik ile çarpıtıldı ve parlayan bedeni, bir anda büyüdü ve 7 başlı korkunç bir ejderhaya dönüştü. En azından Adem’in şüphesiyle beslenen, güç kazanan görüntü buydu…
Âdem boş havayı kesti ve Havva’ya baktı. “Nihayetinde küçük savaşlar bittiğinde büyük savaş gelir. Büyük savaş verilmeden, küçük savaşlar bitmez…” Gözlerinde yeni bir anlayış izi vardı.
7 başlı korkunç ve devasa ejderha kükredi. Kükremesi tüm astral denizi inletti. Görünüşü bile Adem’i dehşete düşürmeye yeterdi. Sadece sesi, görüntüsü ve varlığı kişiyi terörize eden böyle bir varlıkla kimse savaşmak istemezdi. Mümkünse ondan uzak durmak ve görmezden gelmek en iyisiydi. Mümkün değilse, bu ejderhanın kontrolüne girerek yaşamakta bir seçenekti. En zoru ise direnmek ve onu yenmekti. Bu ejderhanın sadece varlığı, son seçeneğin imkânsız gibi görünmesine yetiyordu.
Lakin Adem’in başka seçeneği yoktu. Bu noktada geri çekilemezdi. Hayır tam aksine atması gereken ilk adım, bu ejderhayla korkusuzca yüzleşmekti.
Şu anda 7 başlı devasa ejderha ve Âdem karşı karşıya geldi. Hiçbir şey yapmıyorlar gibi görünse de aslında savaş çoktan başlamıştı. 7 başlı ejderhanın, her bir ağzı kıpırdıyordu ama söylediklerini sadece Âdem duyuyordu. Adem’in en büyük korkularını, yaptığı hataları, sevdiklerini, sevmediklerini, pişmanlıklarını ve istediği şeyleri fısıldıyordu. Âdem gözlerini kapattı ve ejderhanın tüm zihnini dolduran çığlıklarını duymazdan gelmeye çalıştı.
O sesleri artık önemsemediği noktaya bastırabilmesi gerekiyordu. Ama o sesler onu hem korkuturken hem de büyük güç vaad ediyordu. Sadece boyun eğmesi ya da kabul etmesi gerekiyordu. Aklına yattığı sürece her şey bitecekti.
“Hayır!” Âdem zihninde bağırdı ve ejderhanın zihnine soktuğu tüm düşünceleri bir kenara attı. Sadece bir tane aklı vardı. Aklı ona uyduğu sürece direnme şansı vardı. Eğer aklı ejderhayı dinler, ona hizmet ederse o zaman düşerdi.
“Ha!”
Âdem sesleri bastırdı ve ejderhanın görüntüsünden gelen korkuyu görmezden geldi. Cesurca kılıcını salladı ve devasa ejderhaya atıldı. Önce kafasını kesmek istedi ama ejderhanın çirkin kafası, Havva’nın güzel çehresine dönüştü.
“Gerçek değil!”
Âdem artık tereddüt etmedi ve 7 başlı ejderhayla amansız bir mücadeleye girişti. Gerçek savaş, büyük savaş, işte buydu. Tüm gücünü, aklını, bilincini, hayatını ve iradesini bu savaşa adadı.
Ne kadar zaman geçti bilinmez ama sonunda ejderhanın son başını kesti ve cesedini yere serdi. Kendisi de yara bere içinde soluk soluğa kalmıştı. Bu savaş tüm yaşam gücünü tüketmişti. Daha da kötüsü, şimdi ne yapması gerektiğini hiç bilmiyordu. Yolunu kaybetmiş gibi hissetti.
Hayır! Yanlış, eksik bir şeyler vardı. Ejderhayı yense bile hiç mutlu hissetmiyordu. Daha çok bir yenilmişlik hissi, üzerini kaplamıştı.
“Hehehe… Şimdi teslim olmaya hazır mısın?”
Bir anda kafasının içinde bir ses duyduğunda irkildi. Bu ses kendi iç sesiydi. Tıpkı öncekiler gibi ejderhadan geliyordu.
Hemen toparlandı ve bitkin bedeniyle bir kere daha gardını aldı.
Daha sonra büyük bir hareketlilik oldu. Yenilmiş ve 7 kafası da kesilmiş ejderha titredi ve canlandı. Dahası, kesilen 7 kafasının her birinin yerine 2 kafa daha çıkıyordu.
Adem’in gözlerini mutlak bir umutsuzluk kapladı. Böyle mi bitecekti?
“Ha ha ha! Beni asla yenemezsin! Şimdi anladın mı? Çünkü ben, senim!” Ejderha eskisinden daha da heybetli ve güçlü görünüyordu. Şimdi her biri diğerinden korkutucu 14 kafası vardı. Gücü, hiç olmazsa ikiye katlanmıştı.
Âdem, umutsuz bir durumdaydı. Umutsuzluğu hiç bu kadar derinden hissetmemişti. Pişmanlık da başka bir taraftan kalbini kavramıştı. Şansı varken tereddüt etmemeliydi. Şimdi ne yapmalıydı? Savaşmaya devam edip 14 kafayı daha kesse bile ejderhayı daha da güçlendirmek dışında neye yarardı…
Âdem kendisiyle çelişirken ve beyni çeşitli düşüncelerin bombardımanı altında ezilirken, bir anda gözleri parladı. Bir umut ışığı yansımıştı gözlerine. Elini kalbine götürdü ve düşündü…
Orada eksik bir parça vardı. Yerine konmalıydı. Ejderha az önce ne demişti: Ben, senim… Evet, o, bendi. Ben, oyum…
Âdem gözlerini bir saniyeliğine kapadı ve açtığında kesin bir kararlılık görüldü. Cevabı bulmuştu.
Ejderhanın 28 gözü doğrudan Adem’inkilerle karşılaştı. Onun kararlılığından hiç korkmamıştı. Kendisinden emindi. Sırıttı ve “Tsh! Peki ya yapabilir misin?” dedi bir meydan okumayla.
Âdem mutlak bir kararlılıkla, parlak kılıcını çevirdi ve harekete geçmeden önce söyledi:
“Sana asla boyun eğmem! Senden asla korkmam! Senden asla kaçmam ya da görmezden gelmem! Çünkü hakikati aramaya cesareti olanlar, yalanlardan ASLA KORKMAZ!”
Âdem arkasında ardıl görüntüler bırakarak, bir şimşek gibi ilerledi ve ejderhanın kalbine ulaştı. Hiç tereddüt etmeden kılıcını sapladı. Kılıç ejderhaya girmişti ama ejderhanın 14 başı Adem’in tüm bedenini ısırmıştı. En değerli şeyi hedeflersen, her şeyi feda etmeye hazır olmalısın.
Ejderhanın 14 başı da Adem’den birer barça kopardı. Sonra da ona meydan okur bir gözle bakarak, “BEN’i yenmek o kadar kolay değil! Daha yeni başladık…” derken, silueti değişti ve tekrar Havva’ya dönüştü…
…
Hazırlıksız yakalanan Havva, gardını zamanında alamadığını düşündü ve Adem’in soğuk kılıcının göğsüne gök girip, kızıl çıkışına şahit oldu. Tam kalbindeki huzursuzluğu delip geçmişti Adem’in kararlılığı. Adem’in, dönüştüğü ejderhayla olan savaşını hiç hatırlamıyordu. Onun için hiç zaman geçememiş gibiydi. Sanki Âdem bunca zaman kendi kendisiyle savaşmış gibiydi…
Göz göze geldiler. Kılıç daha derine batarken yaklaştılar birbirlerine. Âdem, “Şimdi anlıyor musun?” dedi, harap olmuş haline aldırmadan Havva’ya bakarken.
“Acıyor…” diyebildi Havva, Adem’e sarılırken. Orada öylece sarıldılar birbirlerine ve Âdem, kulaklarına fısıldadı şu son cümleyi: “Güzel… Çünkü benimki de acıyor. İşte şimdi ikimiz de aşkı anlamaya başladık…”
Sonra sertçe çevirdi kılıcını Âdem. Acımasızca oydu Havva’nın kalbini. Adem’in sırtındaki Havva’nın tutuşu daha da sıkılaştı. Âdem sanki kendine zorla yer acıyordu o kalpte. Yerine kendisini koyabilmek için bir şeyleri söküp çıkarıyordu…
Âdem, Havva’nın kaburgaları arasına saplanmış kılıcı çevirdi ve çevirmesiyle birlikte Havva’nın kalbi parçalandı. Çok acımıştı belki ama o bunu umursamadı. Nihayet bir çatırtı sesiyle kırılan kaburga kemiklerinin sesi duyulduğunda durdu. Bir hamlede çekti kılıcını Âdem. Üzerinde tek damla kan olmadan. Sonra, Havva’nın göğsüne elini soktu.
Havva’nın hayır dercesine bakışları altında, oraya uzun zaman önce kaynamış kendi kemiğini buldu ve söküp çıkardı.
“Ahhh!…” Büyük bir acıyla yere düşen Havva, “Neden… Bunu neden yaptın Âdem! Son parçanı da söküp aldın benden…” diye haykırdı. “Neden acı çekmeme sebep oluyorsun…”
Elindeki bir parça kemiğe bakan Âdem, en az Havva kadar acı çekiyordu. Bunu, onun kalbinin üzerinden söküp almıştı ama yerine kendi kalbini bırakmış gibiydi.
“Senin için. Benim için. Bizim için.” dedi Âdem, gözleri kapalıyken. Elindeki kemiği sımsıkı tuttu. O kadar sıktı ki kemik parçası toza dönüştü. Elini açtığında tozlar, olmayan rüzgârda uçuştu ve önce Havva’nın minik bir figürüne dönüştü sonra tekrar dağıldı ve Adem’in bedenine karıştı.
Seni sonsuza kadar kalbimde taşıyacağım…
Böylece aklı keskinleşti Adem’in. İradesi güçlendi. Benim diyeni ezip geçmişti. Nefsinin sesini nihayet bastırmış ve ona galip gelmişti. Evet öyleydi.
Adem’in nefsiydi Havva…
Nefsi çiğnetmişti ona ilk kez yasağı. Şimdi çektiği acıyla olgunlaşmış, o nefsini ezip geçmişti…
…
Gözlerini açtığında o eski toyluğu kalmamıştı artık. Derin bir dinginlik okunuyordu onlardan. Hemen yerde acı içinde kıvranan Havva’ya uzandı ve onu kollarına aldı.
Ona sarıldı ve “Geçti artık. İyi olacağız…” dedi.
Havva ise Adem’in kollarında hızla iyileşen kalbini dinliyordu. Çok acı çekmişti ama evet, o dediği huzuru bulmuştu sonunda. Kalbindeki huzursuzluk gitmişti. Yerini büyük bir sükûnet almıştı. Parçalanıp tekrar iyileşen kalbinin eskisinden çok daha geniş olduğunu fark etti. Eskiden o kadar küçük bir kalple nasıl yaşayabildiğine hayret ediyordu şimdi.
Evet o acı çekmişti ama her şeyi yine Âdem yapmıştı. Tüm sıkıntıyı yine o üstlenmişti. İkisi için de savaşmıştı. Havva tüm sorumluluğun Âdem tarafından üstlenilmesine razı değildi.
“Artık iyiyim Âdem.” dedi usulca. “Beni şimdi bırakabilirsin. Şimdi dinlenebilirsin. Bırak da gelen sıkıntıyla ben yüzleşeyim”
Âdem ona baktı. Karışmış saçlarını, eliyle düzeltti ve “Henüz değil” dedi.” Ama sonrasında her şeyi sana bırakacağım…”
Havva, anlaşılmaz bir ifadeyle giderek şeffaflaştı Adem’in kucağında. Gittikçe belirsizleşen şekli en sonunda Adem’e karışan, ferahlatıcı bir bahar esintisine dönüştü…