novel oku, bölüm oku, roman oku, hikaye oku, kitap oku, sosyal, akış
Kainat Kitabı

6.Bölüm: İnsan-2

  • HiperTale
  • 13 Ocak 2024 13:38:17
  • 0 yorum
  • 1

“Sana ruhtan soruyorlar de ki:

Ruh Rabbinin emrindedir

Size ondan sadece az bir ilim verilmiştir.” İsra 85.

Ruh, O’ndan gelir ve O’na döner.

Ruh, anlaşılması zor bir kavramdır. Bilincin, algıların ve duyguların ötesinde hatta benlik kavramının bile dışındadır. 4 büyük melekten biri olan Cebrail’in bir adı da yukarıdaki ayette işaret edildiği gibi Ruh’tur. İnsan ve O arasındaki en yüce elçiye, insana hakikat bilgisini getirene, bu ismin verilmesi, ruhun önemi ve gizemine işaret etmektedir.

O yüzden ruh üzerinde biraz daha duralım istedik.

İnsanın tek bir ruhu vardır. İnsana, O’ndan ayrı bir benlik kazandıran ruh. Ona üflenen, nefes. Alnının ortasına konan, nur.

Bu, insanı ayrı bir varlık olarak “İnsan” yapan, O’nunla insan arasına perde çeken şeydir. Buna önceki bölümde “öz” diyerek bahsetmiş ve kısaca açıklamıştık. İşte insanın yaratılış gayesi, nihai amacı bu öze ulaşmaktır. Son sınıra, son perdeye, O’na olabildiğince yaklaşabilmektir.

Bu amacı biraz daha açmak gerekirse, en alttaki yaşam özü, hayattır. Üstteki kader özü ise onu kendisine çekmeye, birleşmeye çalışır. Sır öz de onu kendine çekmeye, öğrenilmeye çalışır. Nihayetinde hepsi birleşmeye, bir olmaya uğraşır.

İnsanın nihai amacı O’na yaklaşmak ise önce uzaklaşmış olması gerekir ki bu görevi yapana da “beden” denir.

Yani asıl ruh, özdür. Geri kalan her şey bedendir.

Öz, O’nun yanında sırdadır. Aracısız, şeksiz ve şüphesiz, O’na şahittir. O’nun yanındayken, O’nun güç ve kudretinin, güzelliğinin ve ihtişamının akımına kapılmış; O’nda hiç olmuş, O’nda var olmuş ve O’nda yok olmuştur.

Bu hal sırdır. Ne dile, ne yazıya dökülebilir.

İşte bu halden uzaklaştırılması ve halka karışması için üzerine sırayla örtüler giydirilir. İşte bu örtülere ruhlar ya da bedenler diyoruz. Kat kat giydirirler ki, insan kim olduğunu ve ne olduğunu iyice unutsun, O’ndan iyice uzaklaşsın ki kendini bilsin diye.

Oysaki hep O’nun yanındadır. O her yerdedir. İnsan, O’nun olmadığı nereye gidebilir ki?

Sadece üzerine o kadar çok örtü giymiştir ki ne O’nu, ne de kendini tanıyabilir.

İşte bulunulan mekânda görülen/bilinen ruha, beden diyoruz. Göremediğimiz diğer bedenlere ise ruh. Hepsine birden de “kâinat elbisesi” deriz.

İnsan kâinat elbisesinden soyunup, sadece kendisi ve O kalıncaya kadar devam eder yolculuğuna. Sonra da sadece O kalır…


Özler, arş-ı deryada insan suretinde birleşip, 7. semaya indiğinde melekler hemen onun etrafını sarar ve ona örtü olurlar. İşte ilk ruh ve beden burada şekillenir. Melekler onu örter derken kastımız, nur ile kaplanmaktır.

Nur dediğimiz enerji kâinatın kumaşıdır. Bu enerji, O’nun gücü ve kudreti, ezeli ve ebedi ilmidir. Kâinatın nizami ve idaresi için O’nun araya koyduğu vesilelere ister nur, ister melek deyin. İkisi aynı şeydir. Örneğin biz, bilinç hali bizden çok farklı olana nur, bize daha yakın hatta aşkın olana ise melek demeyi daha doğru buluyoruz.

Nefs, yeni beden ve ruhlarıyla 6.semaya indiğinde ise burada nurun daha düşük bir derecesiyle tekrar örtülürler. Buna “Ruhsal Enerji” diyoruz. O’nun sonsuz ilmiyle yaratılmış ve hakikat bilgisi ile donatılmış özler, girdiği her ortama uyum sağlayabilecek kapasitededirler. Yeni bir enerji tarafından karşılandıklarında hemen ona uyum sağlarlar. Artık ruhsal enerjiyle örtülmüşler ve ruhsal enerjiyle yaşabilir hale gelmişlerdir.

Daha sonra sırasıyla Eterik enerji, Hiper Enerji, Astral Enerji, Araf ve Kaos enerjileri ile donatılırlar. İsimler önemli değil. Her biri farklı bir nurdur. Nurun farklı bir mertebesidir.


Kâinatın daha iyi anlaşılabilmesi için bu kez de insanın algısı üzerinden gidelim.

Kâinat nur ile dokunmuştur dedik. Yani bir tür enerjidir. Enerji, titreşim ve frekans demektir. Bu açıdan kâinat sandığımız gibi katı ve sabit bir yer değil, bir enerji, titreşim ve frekans denizidir. Bu denizi nasıl gördüğünüz ise enerjiyi algılayışınıza göre de değişir.

Beyin dediğimiz organ, kâinatın bu frekans denizinde uyumlandığı kanallardan bilgi alıp verebilen bir radyo istasyonu gibidir. Bu kanallardan gelen frekansları, bizim için anlamlı verilere dönüştürür. 5 duyumuzdan gelen bilgiler, düşüncelerimiz veya ilhamlarımız gibi…

Kâinatta her şey enerjidir dolayısıyla her şeyin bir titreşimi vardır. Kütle enerjinin yoğunlaşmış halidir. Titreşim az olduğunda kütle çoktur ve enerji görülebilir olur. Enerji, titreşim yükseldikçe çıplak gözle görülemeyen alana doğru kayar.

Bildiğimiz anlamda insanın bu dünyadaki normal titreşimi saniyede 300 civarındadır. Bu ortalamanın altına düşmek rahatsızlıklara neden olur. Üzerine çıkmak ise insanın farkındalığının artmasını sağlar.

500 civarında titreşime çıkan insanlar, etraflarındaki diğer insanların seviyelerini de yükseltebilmeye başlarlar ki buna halk arasında ‘Şifacılık’ denir. 800 civarına çıktığımızda ise psişik yetenekler dediğimiz kabiliyetler ortaya çıkmaya başlar. Kişi 1000 üzerine çıkarsa da ilham dediğimiz bilgi kanalları açılmaya başlar ki ilhamın en üst mertebesi ise vahiy gelmesi durumudur. Yani bilginin en üst makamdan, O’ndan gelmesi durumu.

10 bin üzerine çıkılırsa da diğer boyutlar fark edilmeye ve bazı deneyimler yaşanmaya başlar.

Boyut kavramına gelmeden önce onları anlayabilmemiz için öncelikle; insan kâinatı nasıl algılar, bahsettiğimiz titreşim seviyeleri nasıl yükselir, onlara değinelim.

İnsan kâinatın bir izdüşümü olarak yaratılmıştır dedik. Bu insan ve kâinat arasında bir rezonans yani uyumlanmayı mümkün kılmaktadır. İnsanın titreşimi yükseldikçe, kâinatta o titreşime karşılık gelen bilgileri algılamaya ve hissetmeye başlayabilir. Şu an hissetmiyor olmanızın sebebi en alt düzeyde, aşağıların aşağısında bulunuyor olmanızdandır.

İnsan semalar boyunca indirilirken titreşimi düşmüştür. Ama titreşimi düştükçe yeni bedenler kazanır. En alta yani 1. semaya indiğinde ise artık 14 bedeni vardır. Dünyada bu 14 bedenin hepsine topluca ruh diyoruz. Ruh ise dünyanın fiziki şartlarına göre burada yaşayabilmek ve hareket edebilmek için fizik beden dediğimiz bedene, 12 noktadan bağlanır.

Bu bağlantıyı bazen rüyalarınızda gümüş bir kordon olarak görmüş olabilirsiniz. İşte bu bağlantının kopması ve ruhun serbest kalması olayına ölüm diyoruz.

Bu 12 noktadan daha önce 12 mühür olarak bahsetmiştik. İşte insan, ruhuna yani diğer bedenlerine bağlandığı bu 12 nokta sayesinde kâinatı algılar.

Bu noktalara tarih boyunca farklı isimler verilmiş olsa da biz yaygın olarak bilindikleri isimleri, yani “Çakraları” kullanacağız. Siz isterseniz Şakra, Meridyen veya Felek diyebilirsiniz.

Çakraları, insanın fizik bedeni ile bu dünyada fiziki olmayan diğer bedenleri arasında iletişim sağlayan, enerji alışverişi yapan organlar olarak düşünebiliriz.

Bunlardan özellikle ilk 7’sinin fizik bedende karşılıkları vardır. Onları araştırıp öğrenebilirsiniz. Burada değinmeyeceğiz. Biz kısaca fizik bedende net bir karşılığı olmayan son 5’ine bakalım. Bu mühürler aslında insanın kendi iyiliği için algı üzerindeki kısıtlamalardır. Bu kısıtlamalar kalktıkça insanın algılayışı yükselmekte ve hayata bakışı kalıcı olarak değişmektedir.

Omurganın en altından, başın en tepesine kadar yerleştirilen 7 mühür vardır. Daha sonra 8. mühür yani Aura çakrası vardır ki bu da insanın aurasını görmesini ve kullanmasını kısıtlayan çakradır. 9. mühür, diğer adıyla Astral çakra ise ruhun astral kabiliyetlerini sınırlar. 10. mühür, Mental çakra da zihni kısıtlayan çakradır. Kâinatı ve sırlarını anlayış kabiliyetini sınırlar.

10. mühür: Kozal çakra, ruhun algılarını sınırlayarak, onu adeta bir koza içine hapseden çakradır.

11. mühür: Öz çakrası olarak bilinir. Özlerin, nefs ile insan suretinde 7. semaya indiklerinde oluşan ilk bedeni ve ruhu bağlayan çakradır. Öz bilgisini kısıtlamaktadır.

İnsan fizik bedenine denk gelen bu 12 bağlantı noktası, yani çakraları sayesinde kâinatı algılar. Fakat insanın bu dünyada kullandığı fiziksel bedenin, diğer bedenlerden alabileceği bilginin de bir sınırı vardır. Bu sınır nedeniyle kainattaki farklı enerji yoğunluklarına, fizik bedendeki 12 çakraya denk gelecek şekilde, yani rezone olarak bilgi alabilecekleri kanallara 12 boyut demişlerdir.

Boyut kavramı bu açıdan varlıkların bilinç seviyelerine göre varoluş düzlemlerini ifade eder. Enerjinin farklı yoğunluklarda bulunduğu alanlardır. Boyutlar tatlı su, tuzlu su misali aynı ortamda birbirlerine karışmadan bulunabilirler. Varlıklar da sudaki balıklar misali birbirlerinden haberdar olmadan birlikte yaşayabilirler.

Buna göre insan evreni 12 boyutlu algılar. 12. Boyut, evrenin kendisi olarak kabul edilir. Yani evrenin bir bütün olarak algılandığı bilinç düzeyidir. Ya da evren bilinci de diyebilirsiniz. Sonuçta her şey bilincin farklı düzeylerinden ibarettir. Buna göre insan, kâh evren olup alemlerle dans ederek o bilinci deneyimler; kâh salyangoz olup yerlerde sürünerek o bilinci deneyimler.

12. boyuttan sonra evrenlerden çıkılır ve Alemler başlar. Algılayabileceğiniz alemlerin bir sınırı yoktur. Alemlerden sonra ise hep bahsettiğimiz Semalar gelir.

Evren, insan algısına göre 12 boyutludur. Bunun altındaki diğer yerlerse farklı boyutlarda olabilir. Yani farklı algı düzeylerinde fark edilebilirler.

Evrenin 12 boyutu içinde varlıkların yaşadığı en küçük veya en kısıtlı yerlere, “Mağara” ya da “Zindan” denir. Buna göre zindanlarda yaşayan varlıklar etraflarındaki diğer varlıkların ve boyutların hiçbir şekilde farkında değillerdir.

Daha sonra bağlı oldukları “Diyarlar” gelir. Diyarlar zindanlara göre çok daha geniş zaman ve mekân akışına sahip yerlerdir. Diyarlardan sonra ise “Dünyalar” gelir. Daha sonra dünyaların döndüğü “Devranlar” ve onları da kapsayan “Evrenler” gelir.

Örneğin üzerinde yaşadığınız Dünya gezegeni, bir diyardır. Güneşin diyarı. Güneş, sandığınız gibi yaşamsız bir yer değil, dünyanın merkezidir. Enerji seviyesinin en yüksek olduğu yerdir. Diğer gezegenlerle birlikte tüm güneş sistemi, tek bir dünyadır. Fakat düşük boyutlu bir dünyadır. Ortalama algı 3. boyutta sıkışmıştır. Bu yüzden sakinleri dünyadaki zindan ve diyarları fark etmezler. Ayrıca yüksek boyutlu diğer dünyalardan gelen ziyaretçileri de fark edemezler, tabii onlar istemedikçe.

Dünya yavaş yavaş enerjisini yükselterek insanların algılarını yükseltmeye çalışmaktadır. Algıdaki bu toplu yükseliş belli bir eşiği aştığında ise dünya varoluş düzlemi olarak bir üst boyuta sıçrayacak ve öteki diyarları fark edecektir. Bu yüzden dünyadaki insanlık elini çabuk tutmalı ve bir an önce farkındalığını yükselterek, diğer diyarların sakinlerinden geri kalmamalıdır. Kafasını kaldırmalı ve üzerindeki yıldızları fark etmelidir. Evrende dolaşmalı, alemlere uçmalı ve semaları aşarak O’na ulaşmanın yollarını aramalıdır.

Boyut atlama ve düşme kalıcı durumlar değildir. Sürekli bir döngüde tekrar eden süreçlerdir.

Varoluş bitmeyen, bitmeyecek, durdurulamayan bir devinimdir.

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm