“…Dede!”
“Hmm…Kibirlenmeyin!…”
“Dedeee!…”
“Yansımasın!…Hmm…”
“Dede uyan hadi, İstanbul’a kadar uyuyacak mısın? Hem uykunda da sayıklıyorsun zaten… Hadi söz vermiştin kalk!”
Hmm? Ne oldu. Şimdi neredeyim. Gözlerimi yavaşça açıyorum, biraz puslu görüyorum. Karşımda, 20’li yaşlarının başında genç ve güzel bir kız var. Omuzlarına düşen gece gibi siyah saçları ve o saçların arasından merakla bakan bir çift yıldız gibi gözü var. İsmi Yaren’di galiba. Ankara’da edebiyat okuyan bir üniversite öğrencisi. İstanbul’a ninesi ile dedesini ziyarete gidiyormuş. Garda masallar ve destanlar ile ilgili kitaplarını görünce bir tane de ben anlatayım dedim.
Tutamadım yine kendimi…
“Akaşık Dede, sonunda uyandın yaa, Ankara Garı’nda beklerken, daha önce hiç kimsenin duymadığı, bilmediği bir masal anlatacağını söyledin. Ne güzel; Sonsuzluk, Kâinat, Hakikat, Tanrılar falan anlatıyordun. Trene binince uyuyakaldın.”
“Evet evet, sen bu yaşlı adamın kusuruna bakma kızım. Eskiden beri oldum olası trenlerde hep uykum gelir.” Şu anda onun gözünde ben, elinde bastonu olan 80 yaşlarında ak sakallı, nur yüzlü yaşlı bir dedeyim. İşin aslı, çok daha yaşlıyım. Yani gerçekten yaşlı, zamanın kendisiyle yarışırım, o kadar yaşlıyım hani…
“Şimdi, nerede kalmıştık kızım?” diye soruyorum, sıcak bir gülümsemeyle.
“Akaşık Dede, çok efsane bir masal anlatıcam dedin. Tamam dedim ama gittin en başından başladın masala. Sonsuzluk dedin, yaratılış dedin, alemler falan bir türlü geçemedik masala.”
“Haklısın kızım, haklısın. Bilirsin biz yaşlı insanlar masal anlatmayı çok severiz. Kendimizi kaptırdık mı durmak bilmiyoruz.”
Fanilere zamandan ders çıkarmaları için masallar anlatmayı sevmişimdir hep. Daha önce ölümsüzlüğü arayan kralın masalını, o zamanlar küçük bir çocuk olan Asurbanipal’e anlatmıştım da o da gidip taşlara yazmıştı. Yine bir tren yolculuğunda, orduya katılmış genç bir asker olan John Ronald Reuel’e ‘Yüzüklerin Marifeti’ adlı bir masal anlatmıştım. Sonra Stanley M. Lieber, R.A Salvatore ve George R.R. Martin gibi nicelerine bir şeyler mırıldanmıştım…
Ahh! Hey gidi günler…
“Evet, şimdi sana yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak bir masal anlatalım güzel kızım.”
Ama hangisini anlatmalıyım?
Hmm… Bir düşünelim…
“Zümrüt Kral’ın masalına ne dersin?”
Yaren iki elini yana açarak, “Bilmem ki dede sen karar ver, güzel mi?”
“Tabi ki güzel! Kendisi geçmiş ve geleceğin, iki zamanın sahibidir ve sonunda, adın da anlayacağın gibi büyük bir kral oluyor. Fakat bunun için şimdiden vazgeçmiştir.”
Hmm… Tekrar düşündüm de bu masal başlangıç için Yaren’e fazla gelebilir. Daha hafif bir şeylerle başlamalı. Bir mit mesela… Sonuçta her hikâye bir mitle başlar. Bittiğinde ise zamanla sonraki hikâyeyi başlatan mite dönüşür.
Evet evet. Zaten en başta ona bir masal anlatmak istememin asıl sebebi, İstanbul’a vardığında karşılaşacağı şeye hazır olması içindi. Yaşayacağı şoku hızlı atlatabilmesi için hayata bakışını değiştirmeli ve farkındalığını arttırmalı. Bunu yapmak içinse bir masaldan iyisi yoktur.
Yaren, “Şimdiden vazgeçti de ne demek Akaşık Dede?” diye soruveriyor hemen. Dikkatli kız.
“Her şeye sahip olamazsın demek, sevgili kızım. Fedakârlık yapmak zorundasın. Her neyse onu daha sonraya bırakalım, zaten çok uzun ve karmaşık bir hikayeydi. Muhtemelen sevmezdin. Daha basit bir hikâye ile gidelim ha, ne dersin?” Yaren, elinde not defteri ve kalemini tutarken, olur anlamında kafasını sallıyor.
Ah kızım… Biraz önce trene binerken sesini duyduğun ninen ve deden, trenden indiğinde çoktan rahmetli olmuş olacak. Bir gasp olayı… Vahşi bir cinayet… Belki de en kötüsü, onları o halde senin bulmuş olman…
Çok kötü çok… O anı yaşamanı engelleyemesem de geciktirebilir, seni hazırlayabilirim. Bunun için anlatması bir tren yolculuğuna sığacak ama etkisi bir ömür sürecek, bir masala ihtiyaç var. Yaşamı ve ölümü hatta hayatın kendisini sorgulatacak bir masala…
Neyse ki böyle bir masalı çoktan hazırlatmıştım…
“O zaman çırağımın yazdığı, Hiper Tales’ı anlatayım.” dedim hemen, biraz düşünmüş gibi yaparak.
Sevgili çırağım tüm hayatının çalışmasının, sadece bir kızın kaçınılmaz olanına hazırlanabilmesi için olduğunu bilseydi ne düşünürdü acaba…
“Hiper Tales mı o da ne demek?”
“Ne olacak? En tembel öğrencimin, kayıtlarımdan yazdığı hikâye. Haa! Ama öyle bir hikâye değil; “hikayeler”, çoğul eki varmış dikkat et. “Hiper Hikayeler” demekmiş, sanki ben bilmiyorum. Bana kalsa çok daha güzel bir isim bulurdum. Hmhp!”
“Pfft!… Tamam dede tamam” Yaren tepkime gülmemek için kendisi zor tutarken beni sakinleştirmeye çalışıyor. “Onu demek istemedim. İsim o kadar önemli değil. Ne anlatıyor, konusu ne demek istedim.”
“Evet haklısın kızım.” diyerek kendimi toparlıyorum. Çırağımı hatırlayınca hep böyle oluyorum. Parlıyorum bir anda, ne yapayım…
Tepkimi yakalayan Yaren, “Ayrıca çırağım mı dedin? Senin çırağın mı var, kim o, ne iş yapıyor ki çırak olsun?” sorularıyla hemen bombalayıveriyor beni.
“Çırağım…” Bir an trenin pencerelerinden uzaklara bakasım geliyor. “O çok eski bir tanıdık. Aynı zamanda henüz tanışmadığım birisi. Hem yeni görüştüğüm bir çocuk hem de unutmak üzere olduğum bir ihtiyar. Kısacası, bu dünyada karşılaşmayı ummadığım birisi…”
“Off dede ya yine başladın gizemli gizemli konuşmaya, hiçbir şey anlamıyorum. Doğru düzgün anlat.”
“Haklısın kızım, sen bu yaşlı adamın kusuruna bakma. Bir an hatırlayamadım da gizem yaratmaya çalışıyorum hehe..” Bu kıza hiç kızamıyorum. Neyse derin mevzulara girip, değerli zamanımızı boşa harcamayalım.
“Zamanında yanıma aldığım bir delikanlı. Getir götür işlerini yapıyor, acemi, çırak işte. Yanımda gezerken bazı hikayeler yazmış. Onlardan bahsediyordum az önce.”
Yaren’in merakı tatmin olmamışa benziyor ki hemen sordu: “Yaa… Adı ne peki, nerelere gittiniz, yurtdışına çıktınız mı?”
Her genç kız gibi Yaren de çok meraklı ve muhtemelen bir gün yurt dışına da çıkmak ve dünyayı gezmek istiyor. Evrenin dışı, yurtdışı sayılır mı ki? Neyse…
“Adı…” Adı neydi ki onun… “Kendisine HiperTale diyordu. Kalem adı gibi bir şey.” Bak yine hatırlayınca sinirleniyorum. Bu nasıl isim!
“HiperTale…” Yaren bir kere de kendisi mırıldanıyor. “Sanki duymuştum ama… Neyse şimdi çıkaramadım. Gerçek adı neydi?”
Yetti artık bu çırak da haa! Öldü ölecek hala benden rol çalıyor…
“Napacan adını kız?” dur biraz eğleneyim. “Nüfusuna mı geçirecen yoksa? Çok duygusaldır, çabuk etkilenir. İstersen bir iki kelamla aranızı yapabilirim güzel kızım ha, ne dersin?”
“Ya dede off!… Belki gerçek adıyla tanırım diye şey ettiydim.”
“Ne ettiydin. Kulaklarım ağır duyuyor biraz bağır.”
“Sordum!” Yanaklar hemen şişti. Kollar bağlandı. Hehe… Gençlik…
“Tamam kızım. Benden masal dinlediğin için kızım gibi oldun. Eee o da çırağım. Büyüğünüz olarak mesut olmanızı isterim sadece. Yoksa kızım çiçek gibi. Ben bizim oğlan için sordum yoksa bu gidişle sap geldi sap gidecek…”
Yaren’i önce utandırıp sonra da gönlünü aldıktan sonra sohbetimize devam ediyoruz.
“Neyse ismi ne olursa olsun, yazarı kötü olsa da anlatan iyi olduğu için güzel bir masaldır, Hiper Tales. Hatta masallar ama şimdilik sana sadece birini anlatacağım. Bir başlangıç masalı. Beni dikkatli dinle kızım! Zira masallar, aynı zamanda gerçeğin de bir yansımasıdır.”
El çantamdan gözlüğümü, pipomu ve tabletimi çıkarıyorum. Ne? Benim gibi yaşlı bir insanın tablet kullanmasına şaşırdınız mı? Deri işlemeli antika bir defter kullanmamı beklerdiniz değil mi?
Eeee, zamana ayak uyduruyoruz işte. Aslında kayıtlarıma bakmak için bunlara ihtiyacım yok ama havaya girmem için iyi oluyor.
“Akaşık Dede ne yapıyorsun! Trendeyiz sigara içemezsin” diye telaşla etrafına bakmaya başladı Yaren, yetkili biri gördü mü diye…
“Merak etme kızım, içecek değiliz ya. Ağız alışkanlığı sadece merak etme.”
Şöyle iyice bir kuruluyorum koltuğa, pipom ağzımda, gözlüklerimi takıyorum ve tableti açıyorum. Yaren’de meraklanıp oturduğu yerden kafasını uzatıp masadaki tablete bakıyor, ne yazıyor diye.
Yazııık!
Orda kelimenin tam anlamıyla her şey yazıyor ama onun tek gördüğü ekrandan aşağı doğru akan runik harfler. Ekranda umduğunu göremeyen Yaren, dikkatini tekrar bana veriyor.
Gülümseyerek, “Bir şey anlamadın değil mi?” diye soruyorum. Ne olur ne olmaz. Bazıları doğuştan kabiliyetli olabiliyor.
“Tsk, gerçek bir şey yazmıyo ki. Ekran kâğıdı herhalde. Onu açmayı bildiğinden bile şüpheliyim” diyor.
“Hehe…” Sen öyle san kızım ama sana bunun ne olduğunu açıklamadığım için kusuruma bakma. O hatayı bir kere yapar insan.
Bir keresinde yine böyle düşler treninde masal anlatacakken iki çocuk defterimdeki, aşağı doğru yazılmış yazıları merak etmişlerdi. Ben de onları şaşırtmak için yazıları kâğıtta hareket ettirmiştim. Çok şaşırmışlardı tabii. Eee… Naparsın çocuk işte…
O zaman heyecanlı heyecanlı sormuşlardı, “Akaşık Dede, bu yazılar sihirli mi?”
Bende çok ciddiye almayıp, “Bu yazılara ‘Matrix’ denir. İçine bir dünya bile sığdırabilirsiniz…” demiştim rastgele. Çok ciddiye alacaklarını beklemiyordum. Sahi neydi onların adı…
Neyse, biz işimize odaklanalım ve Yaren’e güzel bir masal anlatalım.
Ekranda sayfaları kaydırıyorum. Yani siz öyle hayal edebilirsiniz…
Ha! İşte Burada, sayfa xxxx, Hiper Tales. Bakalım hangi paragrafa yazmış… Evet, buldum: Kaderin Şarkısı…
“Şimdi anlatacağım masal, HiperTale’in. Bir Adem ve Havva masalı. Ama senin bildiğin değil. Bu başka versiyonu. Hiper Tales’in de ilk hikayesi ama daha çok bir mit gibi…”
Yaren nihayet hikâyenin başladığını duyunca heyecanlanıyor ve “Tam sevdiğim gibi. Mitler benim ilgi alanım” diyor.
“Bu masalın kahramanı da aynı zamanda yakın bir arkadaşımdır. Ne kadar bir kahraman masalı olsa da oldukça dramatik ve trajik bir masaldır. Her masalda olduğu gibi bu masalın Adem’i de birçok denemeden geçmiş, inişleri çıkışları olmuştur. Anlatırken hep çok zorlandığım bir masaldır. Ne yazık ki bu masal, kahramanlarının trajik ölümleriyle başlıyor.”
“Ben anlatmada daha iyi olsam da keşke bu masalları bizzat yazarından, HiperTale’dan dinleyebilseydin. Ama ne yazık ki bu yolculuk bittiğinde o da ölmüş olacak. Aslında İstanbul’a da bu yüzden, cenazesine katılmak için gidiyorum.”
“Şaka yapma Akaşık Dede, böyle bir şeyi nasıl bilebilirsin ki? Hasta falan mı?” Yaren hemen inkâr ediyor.
“Yoo… En son bıraktığımda sapasağlamdı ama muhtemelen yolculuğumuz bittiğinde yaşlılıktan ölmüş olacak.” Sonra da gidip onunla tekrar tanışmalıyım ama kafasının iyice karışmaması için Yaren’e bundan bahsetmeye gerek yok.
“Akaşık Dede yine dalga geçiyorsun. Hızlı trendeyiz en fazla iki saate İstanbul’a varırız.” Yaren biraz sıkılıyor ama ekliyor, “Hem daha bizi tanıştıracaksın nereye ölüyor. Senden daha çok masal dinlemek istiyorum.”
Anlaşılan uydurduğumu düşünüyor. Neyse o değil de sen bizim çırağın kaderine bak…
“İnanıp, inanmaman sana kalmış kızım. Ben sadece yazılanı anlatıyorum. Yarın gazetelerde haberini okuduğunda şaşırma da”
“Tamam tamam. Kızma hemen, hadi dinliyorum.” dese de inanmadığını biliyorum ama önemli değil. Haberi duyduğunda yüzünün alacağı hali şimdiden biliyorum. Üstelik hemen beni arayacaksın ama ulaşamayacaksın.
Sonuçta ben kişilere, sadece bir kere masal anlatırım. Bir kerede anlayamayacak kadar yavaş olan, çırak bozuntuları hariç…
“Neyse, çok önemli değil zaten. Ne de olsa her ölüm trajiktir ama aynı zamanda yeni bir maceranın da başlangıcıdır. Sana daha önce bahsettiğim, bu evrenin de içinde olduğu, kâinatın yapısını hatırlıyorsun değil mi?”
Yaren, not defterine bakmadan, “Evet hatırlıyorum. Kâinatın 7 semadan oluştuğunu, bizim en altta ki birinci semada yaşadığımızı ve bi b*k bilmediğimizi söylemiştin.” dedi.
“Evet doğru… Hayır! Sonuncusunu unut!”
“Ya dedee!”
“Tamam tamam, anlatıyorum işte kızma. Kahramanımız burada öldüğünde, ikinci semada uzun bir yolculuktan sonra üçüncü semaya ilerleyecek ve yaşamına orada devam edecek.” diye hemen açıklıyorum ve Yaren’in dikkatini alıyorum. Huff! Küçüklerin etrafında konuşurken daha dikkatli olmalıyım.
“Sana bazı kilit noktaları benim gözümden anlatırken, gerisini kahramanlarımızın gözünden anlatacağım.”
“Kahramanlar mı? Tek bir kahraman yok muydu?” Yaren, anlaşılan tek bir yüce kişiliğin kahraman olduğu çocuk masallarına alışmış. Ne yazık ki bu masal, çocukları eğlendirmek için değil, onları büyütmek için.
“Hayır, şimdilik kahramanımız tek gibi gözükse de o pek çoğunun ilki. Onu kahraman yapan pek çok etmen var. Sonuçta herkes kendi bakış açısından, kendi hikayesinin kahramanıdır. Kendini birinin yan karakteri olarak düşünür müsün?” diye soruyorum Yaren’e. O da hayır anlamında kafasını sağa sola sallıyor.
“Sana en başta söylemiştim bu masal uzun diye. Bu bir masaldan çok mitolojiye benziyor. Bir başlangıcı var ama sonu yok. Henüz tamamlanmadı…”
Köstekli saatime bir bakış atıyorum ve “Pekâlâ, zaman olgunlaştı. Kahramanımız kendisini ölümüne götüren bazı olayların zincirini çoktan tetikledi bile. Düşmesi yakın, yükselmesi ise an meselesi. Şimdi her şeyin başladığı ana; iki aşığın kavuşma ve belki de sonsuza dek ayrılma anlarına gidelim…”
HiperTale’in, Hiper Tales’i yazmaya başladığı ana…