YDE Blm 49: Tehlikeli Takip

  • HiperTale
  • 23 Nisan 2024 12:44:12
  • 0 yorum
  • 3

“Ben de yapabilirim biliyorsun…” diye mırıldandı Tekeş.

“Haa!?” Barbara gözlerini devirerek sordu: “Neyi yapabilirsin?”

“Ben de Ağaç aşamasına ulaşabilirim…” Tekeş yumruklarını sıktı. “İstersem çok güçlü olabilirim! O Tor denen tavşandan çok daha güçlü olabilirim… eğer istersem.”

Barbara, yanında ağır ağır yürüyen ve korkusundan ağır bir zırh ve kalkanın arkasına saklanmış Tekeş’in karın ağrısını şimdi anlamıştı. Kıskanmayı öğrenmişti bu öküz! Grubun en önünde, Adam’ın yanında yürüyen yiğit savaşçı Tor’a bir göz attı ve “He he, kesin öyledir…” diye onunla dalga geçti.

Tor, ona yardım eden ruhpanlarla birlikte dışsal yaralarından çoğunlukla kurtulmuştu. Ama donuk bakışları ve suskun tavrından zihinsel yaralarının iyileşmesinin uzun zaman alacağı belliydi…

“Hmph! Sen görürsün!” Tekeş, Barbara’nın bakışlarını takip ederken söylendi. Tor ve Kirin kardeşler, Lilith ve Adam ile birlikte grubun en önünde yürüyorlar ve bir cüceyi takip ediyorlardı. Tekeş’in canı dinlenmeye fırsat bulamadan tekrar yola düştükleri için sıkkındı zaten.

“Koca bir goblin yuvasını dağıttık; şimdi eğleniyor olmalıydık, ganimetleri bölüşmeliydik ve güzel bir uyku çekmeliydik. En önemlisi ise bir cücenin peşinden daha da derinlere gitmek yerine yüzeye doğru geri gidiyor olmalıydık!” Tekeş’in şikayetleri ve bahaneleri bitmek bilmiyordu. “Hem bu cücenin güvenilir olup olmadığı nerden belli? Belli ki hazinemizi istiyor… Hazinenin kendisine ait olduğunu söyleyip durdu… Ben kalkanımı kimseye vermem!”

Goblin yuvasındaki kargaşa sona erer ermez daha dinlemeye fırsat bulamadan, ne idüğü belirsiz bir cücenin peşine düştükleri bir partide buldular kendilerini. Alaeddin Derincüce onlara kaçan orku yakalamaları için yol göstermeyi kabul etmişti güya!

Onun dediğine göre demir ork Orkas, yakalanmadan önce cücelerin yaşadığı mağaraya Göçük Şehir’e kaçıyordu. Göçük Şehir’in eski prensi olarak kimse en kestirme yolları ondan daha iyi bilemezmiş…

“Söylenmeyi bırak! Sadece hazinenin cücelerden yağmalandığını belirtti, geri almak gibi bir şeyden bahsetmedi.” Barbara bu gibi sorunları düşünmeyi sevmezdi. Sadece bilinmeyen yeni yerlere gittikleri için heyecanlıydı. ‘Umarım güçlü düşmanlarla karşılaşırız!’

“Kinayeli bir şekilde konuşurken, kalkanıma ve ağır zırhıma ters ters bakarken hiç de öyle değildi ama! Kesinlikle geri istiyor!”

“Sadece Adam’ı takip etsek yeter. Bak yanına Tor gibi güçlü bir savaşçı ve mağara şefi bulmakla kalmadı, Lilith dışında iki güçlü ruhpan daha yakaladı…”

Tekeş de büyük bir şaşkınlıkla cevap verdi: “Evet ya! Adam bunu nasıl yapıyor anlamıyorum. Tek harekette hem tavşanların şefini yanına aldı hem de sayıları bizden fazla olan kabilelerini itaatkar yaptı. Şimdi geride bıraktığımız adamlarımıza kendi istekleriyle yardım edip, yakalanan goblin ve hobgoblin yavrularına bakıyorlar…”

“Buna ‘Karizma’ denir, öküz! Her kabile liderinde olması gereken doğal bir yetenektir bu. Adam’a fırsat verildiğinde nasıl da beşerleri etrafına topluyor görmüyor musun? Onun gücü bu işte…” Barbara’nın Adam’a karşı duyduğu hayranlık son zamanlarda tavan yapmıştı.

Yalnız sonraki saniye, sanki bir şeylere canı sıkılmış gibi kaşları çatıldı. “Goblinleri köle yapmaya çalışmak aptalca! Lanet olası goblinlerin hepsini öldürmeliydik!..”

Tekeş de “Çıkışımızı kazmaları için goblinleri çalıştırmak, hobgoblin yavrularını kölelerimiz olarak yetiştirmek ve goblin ruhpanını itaatkar yapmak için refakatçiler seçmesine izin vermek, kimin akline gelir böyle şeyler…” diye hayretini dile getirdi. ‘Adam’ın kafasının içinde ne var bazen hiç anlamıyorum…’

Goblin yuvasını başarıyla bastıktan sonra beşerler bir öldürme çılgınlığına girmek istemişlerdi ama Adam tarafından durduruldular. Adam, goblinleri gözlemlemişti. Tıpkı onların beşerlere yaptığını onlara yapmanın akıllıca olacağını söylemiş; Lilith, Kirin ve Tor gibi kişilerin desteği ile de kimsenin karşı sözü olmamıştı.

Böylece kaçan goblinler yakalanmış ve esir edilmişti. Sadece hiç erkek hobgoblin kalmaması üzücüydü. Çıkışa doğru buzu kazma işi çok daha hızlanabilirdi. Ama neyse ki yirmiden fazla hobgoblin yavrusu bulmuşlardı ve bunların arasında hem erkek hem de dişiler vardı.

Ayrıca Lilith’in iki tokatta ayılttığı goblin ruhpanı Gobumei’nin itaat etmesi için hayatta kalan birkaç hobgoblin dişi de refakatçi olarak tutulmuştu. Onlara iyi davranıldığı sürece Gobumei, beşerler için çalışacaktı. Tıpkı Ruhpan Kirin gibi.

Zebil, Çataldil ve Demirderi; Tekeş ve Barbara’nın hemen arkasında yürüyorlardı. Adam, Lilith, tavşan kardeşler ve goblin ruhpan önde yürürken, cüce Alaeddin en güvenli yoldan gittiklerine yemin ettiği için grubun en önünde tek başına yürüyordu.

Yol gösteren cüce dışında tavşan ve azman beşelerin arasındaki en güçlü on kişi buradaydı. Bu on kişi son derece tehlikeli bir görevi hızlıca gerçekleştirmek için yola çıkmışlardı. Hedef oldukça derinlerde saklı cüce mağarası, Göçük Şehir’e önceden varıp, Orkas’ın önünü kesmekti.

Zebil başından beri adamlarıyla sessizce yürüyordu. Barbara’nın söylediklerini duyunca, sohbete o da katıldı: “Adam kendini goblin patronu Ogre canavarı sanıyor olmalı… Bak onun bile hali ne oldu? Bizden daha kalabalık ve güçlü tavşan beşerleri almamız yetmiyormuş gibi onlarca goblini de bastırabileceğini sanıyor!”

“20 tane hobgoblin yavrusunu da unutmamak lazım,” diye çıkıştı Demirderi.

Çataldil bile sanki durumdan rahatsızmış gibi, “Peki ya o ruhpanın refakatçisi olarak bırakılan 3 tane dişi hobgoblin?” diye söylendi. “O Glory adındaki dişi hobgoblini gözüm hiç tutmadı. Geri döndüğümde onu iyice sorgulamam lazım…”

“Sen Şef değil misin, Zebil?” Barbara ona bakıyordu. “Mağaramızdaki esirleri kontrol altında tutmak şefin görevidir. Eğer yapamayacaksan, elimizde sende daha güçlü başka bir şef var artık biliyorsun?”

Zebil, Barbara’nın Gök Yıldırım Mağarası Şefi Tor’u kastettiğini biliyordu. “Eski Şef demen lazım. Mağarasını kaptıran bir şef artık şef değildir…”

Zebil söylendikten sonra adamlarıyla biraz daha geride kalarak, Barbara ve Tekeş’in öne geçmesine izin verdi. Kendi insanları ile tartışmak istemiyordu.

Diğerleri gidince Çataldil hemen fısıldadı: “Şef, bence bu Adam’dan kurtulmak için iyi bir fırsat olabilir,” dedi. “Göçük Şehir’de kim bilir ne tehlikeler vardır, anlarsın ya…”

Zebil, “Hayır,” diye hemen çıkıştı ve “Adam’dan kendi ellerimle kurtulacağım merak etmeyin ama şimdi kendi aramızda çatışma zamanı değil…” dedi. İçinde yürüdükleri mağara her zamanki gibi zifiri karanlıktı. Hatta yeraltıne gittikçe yaklaştıkları için sürekli ısınıyordu ama Zebil havanın gittikçe ağırlaştığını, tüyler ürpertici bir soğukluğun derisine işlediğini hissedebiliyordu. “Cehennem Mağaraları’nda neden ölülerimizi yediğimizi hiç düşündünüz mü?”

Çataldil ve Demirderi, şefin birden niye böyle bir soru sorduğunu anlamadıkları için birbirlerine baktılar.

“Size söylüyorum, sadece aç kaldığımız için değil…” Zebil son derece ciddi ve gergindi. Aslında gelecekte getirebileceği tehlikelere rağmen, kaçan orku kovalamak istememişti ama inatçı Adam ile başa çıkamamıştı. “Umarım bu yolculukta öğrenmek zorunda kalmayız…”

“Doğru yoldan gittiğimize emin misin?” diye sordu Adam, önden ağır ağır giden cüceye. İsmi Alaeddin Derincüce imiş ve kendisinin bir prens olduğunu iddia ediyordu. Adam bu küçük beşerin, onların bilmediği pek çok şeyi bildiğine zaten ikna olmuştu ama önden yürürken attığı titrek adımlardan, yolu bilip bilmediğini tekrar sorgulamak istedi.

“Ah, merak etmeyin!” Alaeddin kendine güveniyordu ve sadece elini sallamakla yetindi. “Orktan önce sizi Göçük Şehir’e ulaştıracağımı söyledim ve bunu yapacağım. Ama sonrasında yardımcı olabileceğimi pek sanmıyorum…”

Alaeddin şimdi çok daha iyi görünüyordu. Üstünü başını temizledikten ve temiz kıyafetler giydikten sonra nihayet tekrar düzgün bir beşere benzedi. Güvenlik için bir zırh kuşanmıştı ve kısa boyuna uygun, kısa bir çekiç tercih etmişti. Kısa bir kılıç veya bıçak yerine çekiç kullanmakta ısrar etmişti özellikle.

Adam bulduğu hazinenin bu cüce ve halkına ait olduğunu öğrendiğinde pek şaşırmadı. Zira cüce kavminin özellikle zanaatkarlıkta usta olduklarını Azure Yıldırım Kabilesi de doğrulamıştı. Goblinler gibi basit zekalı jinlerin böyle eserler üretemeyeceği zaten belliydi. Belli ki cücelerden çalmışlardı. Yani cücecin anlattıklarına inanmak kolaydı.

“Öyle mi?” Adam meraklandı, “Orda bizi ne bekliyor sence?” diye sordu. “Sonuçta senin mağarandı. Diğer cüceler nerede?”

“Emin değilim…” Alaeddin’in gözleri özlemle doldu. “Küçük Prens’in yeraltı ordusunu bilmiyorsunuz siz. Bizi kuşattıklarında günlerce dayandık ama troller kapılarımızı kırdığında annem beni ve hazineyi bir grup sadık askerle birlikte zorla şehirden gönderdi. Sonra olanları ben de bilmiyorum…”

Alaeddin’in kaçağı yakalamak için yol göstermeyi niye kabul ettiği şimdi anlaşılmıştı. Geride bıraktıklarına ne olduğunu merak ediyor olmalıydı. Lilith, Alaeddin’in hikayesini dinlerken Adam’ın elini tuttu. Adam’ın da tıpkı cüce gibi zor şartlarda annesinden ayrı düştüğünü biliyordu.

Adam’ın diğer yanında duran Kirin, Lilith ve Adam’ın el ele tutuşmalarına baktı. Yüzü duygudan yoksun olsa da onlara bakarken gözlerinde artık başka bir şey vardı. Özellikle erkek kardeşini yeniden kazandıktan sonra Adam’ın yanından hiç ayrılmamıştı.

Tor ise sırtına astığı dev çekiç ile dimdik yürüyor, sadece önüne bakıyordu.

Sesi artık daha sert çıkan Alaeddin devam etti: “Beni kurtardığınız goblinler, o ordunun yanında hiçbir şeydi. Onlar sadece uzaktan savaşı izleyen bir grup çapulcu sürüsüydü. Kimse kaçmasın diye kuşatmanın en dışında sessiz bir yerde bekliyorlardı. Şans eseri o yol bizim yüzeye kaçış yolumuzdu. Sayımızın az olmasını fırsat bilip bizi yakaladılar. Hazineyi almak için adamlarımı öldürüp, beni esir ettiler…”

Sonrası belliydi. Alaeddin bu goblinler tarafından yakalandığı için onu bir süre tutmasına izin verdiler. Hazineyi de yüzeye yakın bir yere koymaları ve ordu yeryüzüne ulaştığında sahiplerine teslim edilmeleri gerekiyordu. Ama Adam ve kabilesi her şeyi değiştirmişti.

“Muhtemelen hepsini öldürmemişlerdir. Sonuçta bizim yaptığımız silahlara ihtiyaçları var. Sadece annem çok yaşlıydı. Korkarım o…”

Adam konuşurken duygulanan cücenin omzunu tuttu. “Merak etme Prens! Hayatta kalanları kurtarma imkanımız olursa sana yardım edeceğiz! Tıpkı Azure Yıldırım Kabilesi’ni kurtartığımız gibi…”

Alaeddin, geri dönüp kocaman parlak mavi gözleriyle Adam’a baktı. “Buna gerek yok… Sadece bir an önce yeryüzüne ulaşmalıyız. Koca bir şehir, benim için kendini feda etti. Buraya geri dönerek bile onlara ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum…”

Adam ve diğerlerinin henüz dünyayı görmemiş cesur cocuklar olduğunu düşünüyordu, Alaeddin. Onu goblinlerden kurtarmaları zaten yeterliydi. Yeraltı Diyarı’nın karanlık güçleriyle uğraşmalarına gerek yoktu…

Bu sırada Adam arkasında cezalı bir çocuk gibi isteksizce yürüyen goblin Ruhpan Gobumei’ye döndü ve “Sen de biraz daha hızlı yürü, benden fazla uzaklaşma!” dedi. “Arkamızdan gelenler benim kadar nazik değiller, biliyorsun.”

Ruhpanlar, ister beşer ister jin olsun, kavmi ne olursa olsun saygı duyulması gereken varlıklardı. Bir ruhpana en fazla acısız bir ölüm bahşedilebilirdi. Daha fazlası Ulu Şeytan Pan’a saygısızlık olarak kabul edilirdi. Neticede ruhpanların güçlerini Pan’dan aldıkları düşünülürdü. Ve bu dünyada her şeyden çok güce saygı duyulurdu.

“Geldim geldim, beni acele ettirme!” Gobumei dalgın dalgın yürürken hemen irkildi ve adımlarını hızlandırdı. Özellikle arkasında ona yiyecek gibi bakan iri beşer Tekeş ve bakışlarıyla bile onu kesmeye çalışan koca dişi beşer Barbara’dan çok korkuyordu. “Öf! Beni niye yanına aldın ki? Burada tamamen işe yaramazım ben…”

Lilith ona sertçe baktı ve “Sen hem goblin hem de ruhpan değil misin? Yeraltını bizden daha iyi bilmen lazım,” dedi.

“Evet ama size söyledim. Ben yukarda, yuvada doğanlardanım. Yeraltına hiç inmedim. Hatta ilk kez yuvadan ayrılıyorum…”

Adam, “Bir ruhpan olarak illa ki işimize yarayacaksın. Ayrıca seni yuvada diğer goblinlerin yanında bırakmak çok tehlikeli,” dedi. “Hobgoblin yavrularını bulmamıza rağmen neden hiç goblin yavrusu bulamadığımızı bile açıklamadın zaten…”

“Sana söyledim ya!” Gobumei bu konuda haksızlığa uğradığını düşündüğü için yanaklarını şişirdi. “Kaçan goblinler onları yanına almış olmalı. Nereye kaçtıklarını nereden bilebilirim? Ruhpanlarını bile bırakıp gittiklerine göre nereye giderlerse gitsinler!”

Gobumei kaçan goblinler olduğunu kaybolan yavrulardan anlamıştı ve sesinden anlaşılan onu geride bırakmalarına içerlemişti. Bir ruhpan olarak kötü davranılmayacağını bilse de herkes gibi kendi türüyle yaşamayı tercih ederdi.

“Neyse onların iyi olmasını istiyorsan, söz verdiğin gibi uslu dursan iyi olur,” diye tekrar hatırlattı Adam. Konuşurken Gobumei’nin başını bile bir çocuk gibi okşamıştı. Özellikle bir coçuk gibi göründüğü için kendiliğinden yapmıştı bunu, özel bir anlamı yoktu.

Ama Gobumei’nın başını sadece eski şefleri Gorkunç Gork böyle severdi. Bir an için olduğu yerde sertleşen Gobumei, bu zayıf beşerin de tıpkı şefleri gibi olduğunu düşünmeden edemedi.

Onlar konuşurken tünelin ucunda bir ışık göründü…

Foşş~

Adam ve diğerlerinin yüzüne şiddetli bir sıcak hava dalgasının çarpması da uzun sürmedi. Tünelden çıktıklarında herkesin nutku tutulmuştu.

“Bu…” Adam ilk kez böyle bir şey görüyordu. “Bir deniz mi?..”

Önlerinde azgın dalgaların yükselip alçaldığı koca bir lav denizi vardı.

Hiper Tales Türkçe manga oku, webtoon oku, manhua oku, manhwa oku

No results available

Reset