zindan patronu ile savaş, kredi: JoWheeler

YDE Blm 42: Patron Kuşatması 3

  • HiperTale
  • 14 Nisan 2024 09:17:21
  • 0 yorum
  • 10

Herkesin bakışları oraya yöneldiği gibi bir kaç kişinin ayak sesleri geldi.

İlk gelen, kılına bile dokunulmamış son derece güzel ve gururlu bir beşer dişiydi. Kafasındaki dolgun mavi saçlar ve onlardan yükselmiş iki beyaz tavşan kulağı ile alnındaki küçük boynuzdan anlaşılacağı üzere, Boynuzlu Tavşan kabilesindendi.

Sıkı bir beli ve uzun bacakları ile attığı adımları sağlamdı. Dolgun göğüsleri ve korkusuz bakışları, yüzündeki cesur ifade ile de birleştiğinde, bir kahraman havası uyandırıyordu.

Fakat tünelin karanlığından çıktıkça, boynuna dayanmış bir bıçak da görünür oldu. Daha sonra, bıçağın sahibi de göründü. Uzun bir burun ve kulaklara sahip, çirkin bir hobgoblindi. Adı, Gorr idi ve Boynuzlu Tavşan kabilesinin Gök Yıldırım mağarasında esir edilen ruhpanı ve hizmetçilerinden sorumluydu.

Çok geçmeden dokuz kişi daha getirildi. Hepsi dişiydi ve dokunulmamışlardı. Ama aynı şekilde güzel boyunlarına, çirkin bıçaklar dayanmış, hepsi silahlı goblinler tarafından rehin tutuluyordu.

Sadece birisi özgürdü. Gurubun ortasında elinde mavi bir asa ve üzerinde lekesiz, beyaz bir cübbe ile duran bir dişiydi. Beyaz kapüşonu yüzünü örttüğü için ifadesini görmek imkansızdı ama attığı isteksiz, ruhsuz adımlardan en çok da onun tutsak edildiği belliydi.

Gorr, “Hmph! Burada durun!” dedi. “Kimse ani hareket yapmasın! Yoksa…”

Uzun tırnaklarla dolu çirkin elleriyle yakaladığı dişinin kar beyazı kollarını çekiştirdi ve güzel boynuna üzerindeki paslar yüzünden kararmış eski bıçağını dayadı. Oradan beyaz teniyle tezat oluşturan bir kan damlası süzüldü hemen…

“Ruhpan Kirin, ne yapman gerektiğini biliyorsun,” dedi Gorr. “Aynı zamanda eski şefin kızı ve şimdiki şefin kardeşi olarak kabilene karşı sorumluluklarını yerine getirmelisin değil mi? Hem sana ne diyorlar, Yıldırım Prensesi mi?”

Grubun ortasında duran güzel ruhpan, bu sözlerle titredi. Kimse onu tutmuyordu ama her tarafından zincirlenmiş gibi hareketsizdi. Durduğu yerde titriyor, sahip olduğu tüm kudrete rağmen, harekete geçemiyordu.

En sonunda pes etmiş gibi derin bir iç çekti ve asasını kaldırdı.

Güm!!!

Cızırtı* Cızırtı* Cızırtı*

Sonraki saniyede asasını yere vurdu ve büyük bir parlamayla her yere kıvılcımlar saçılmasına neden oldu.

O gerçekten güçlü bir ruhpandı!

Düşmüş kafasını kaldırdı ve güzel çehresini açık ederek, etrafındaki korkmuş goblinlere baktı. En az diğerleri kadar güzeldi ama bakışları bir şimşek gibi soğuk ve duygusuzdu. Gece göğünü süsleyen yıldızların suya düşen ışıkları gibi parlayan koyu mavi gözleri, özellikle kendisini tehdit eden Gorr adlı hobgoblinde durdu.

Gorr adlı hobgoblinin içi bir titreme ile sarsılsa da sıkıca tuttuğu bıçağına güvendi. Sonuçta bıçak benim elimde, güçlü olsan bile ne yapabilirsin ki? Hala dediklerimi yapmak zorundasın, Hmph!

“Tamam, istediğinizi yapacağım. Sadece onlara zarar vermeyin!” derken bakışları, Gorr’un tuttuğu dişiye yöneldi. Onun gözlerindeki reddedişi görebiliyordu ama… başka çaresi yoktu. “Nanna’ya daha fazla zarar vermeyi bırak…”

“Prenses hayır!” diye bağırdı o dişi. Adı Nanna idi ve ruhpanın yakın arkadaşı olduğu için refakatçisi olarak seçilecek kadar şanslı olanlardandı. Ama sonraki sözlerinden onun böyle düşünmediği görülebilirdi.

“Bu beşerler, kurtuluşumuz için son şansımız! Bizim için onlara saldırmayın!” dedi Nanna. “Onlara katılın ve buradan kurtulun. Bizi bırakın!”

“Evet prenses! Lütfen bizi bırakın!”

“Kendiniz kurtarın! Şefi kurtarın!”

“İntikamımızı alın!”

Diğer kızlar da hep bir ağızdan bağırdı. Goblinler tarafından, ruhpanlarını kontrol etmek için kullanılmaktan nefret ettikleri belliydi. Tüm kabileleri acı çekerken, onların kılına bile dokunulmamıştı ama ruhpanlarını kontrol etmek için kullanılmaktan daha çok nefret ediyorlardı.

Ruhpanlarının direnmesi için tecavüze uğramayı ya da ölmeyi umursamıyorlardı.

“Aptal kızlar…” Ruhpan Kirin, sadece gülümsedi. Onların cesaretini takdir ediyor, kendi korkaklığına gülüyordu. Goblinlerin tehditlerine bir kere boyun eğdiğimde, benim için her şey bitti. İradem teslim alındı…

Yaptığı onca seçim ve işlediği günahtan sonra onları nasıl bırakabilirdi? Sadece on kişiyi koruyabilmek için sonuna kadar savaşmaktan vazgeçmiş ve goblinlere teslim olmuştu. Şimdi onları sonuna kadar koruyacaktı.

Kurtuluş için ufak bir umut ortaya çıktı diye onları nasıl terk edebilirdi? Zaten yeterince günah işlemişti…

“Sadece ruhpanları ile ilgileneceğim! Gerisine karışmam!” derken, aralarından kararlı adımlarla ayrıldı.

“Kirin sen…?” Ruhpanlarının kararlı gidişini, inanmakta zorlanan gözlerle izleyen bir diğer dişiydi. Gerçekten bizim için goblinlerle işbirliği mi yapacaktı? Diğer beşerlere mi saldıracaktı?

“Öhöö öhöö… Neden, neden böyle oluyor? Eldrid, abla Kirin neden kendini kurtarmıyor!?” Ufak yapılı bir başka dişinin ise dizlerinde daha fazla güç kalmamıştı. Boğazına dayanmış bıçak da goblinler de artık umrunda değildi. Sadece olduğu yere yığılıp, ağlamaya başladı!

“Hayııııırrr! Öldürün beni, öldürün dedim size!” Nanna, hobgoblinin kucağında gözyaşları içinde feryat etti. Sevgili ruhpanları onlar yüzünden gittikçe daha derine batıyordu. “Eir! Ağlamayı kes!” diyordu ama kendi gözlerinden süzülen yaşlara hakim olamıyordu.

Ruhpanlarının, onlar için kendini feda edişine tüm kızların farklı ama benzer tepkileri vardı.

Karşı tarafta Lilith, gelişmeleri soğuk kanlılıkla izliyordu. Ruhpanlar arasında bir mücadeleye hazır olmadığını, şimdi baygın yatan ufak goblinle yaşadığı çarpışmada anlamıştı.

“Ne istiyorsun?” dedi, kendine doğru emin adımlarla yaklaşan ruhpana. “Size yardım edebiliriz! Onları kurtarmak istemiyor musun?”

Ona şüphe içinde bakarken, vereceği cevabı bekledi. Önünde baygın Gobumei’yi rehine olarak tutuyordu. O hiç bir duygusu kalmamış mavi gözlere, kendi ateşli gözlerini dikti. İkisi de birbirini süzüyordu. Boyları ve figürleri hemen hemen aynı olsa da kimin daha büyük olduğu açıkça belliydi.

Lilith küçük, telaşlı, şımarık bir prenses gibiyse; Kirin’in havası daha çok olgun bir kraliçe gibi duruyordu.

Kirin, birkaç adımda Lilith’in önüne gelmişti. Tıpkı Lilith gibi o da rakibini inceliyordu. Boyları, yaşları belki de seviyeleri bile aynıydı ama Kirin daha güçlü olduğunu biliyordu. Çünkü O artık her şeyini kaybetmiş ve başkaları için yaşayan bir araçtı sadece. Ve bir aracın duyguları olmazdı. Özellikle korkuları…

“Hmph! Konuşmana gerek yok! Onları kurtaramazsınız, ben bile kurtaramam!” dedi Kirin, asasını hazırlarken. “Sadece saldırman ve beni yenmen gerekiyor. Daha beni bile yenemedin o canavarlarla nasıl başa çıkacaksınız!”

“Öyle olsun!” Lilith, sertçe cevap verdi. Bakışları hızla etrafta gezindi. Ogre ile savaşanlara baktı önce, onlar meşguldü. Sonra etrafta özgürce dolaşan Adam’ı gördü. Hmph! Senin yapamıyor olman, bizim de yapamayacağımız anlamına gelmez…

Sonra Lilith daha fazla zaman kaybetmeden asasını kaldırdı ve ateş elementlerine seslendi. Büyük bir ateş topu yoğunlaştırdı ama hemen düşmanına atmadı. Ateş topunu yavaşça çevirdi ve dağılmasına izin vermeden uzun, ince bir ipe dönüşmesine izin verdi.

“Alev Kırbacı!”

“Oh?” Kirin’in duygusuz gözlerinde bir şaşkınlık belirdi. “Elementlere gayet iyi hükmediyorsun. 1’inci inişe çoktan ulaştın ve temel bilgilere eriştin sanırım…”

Kirin hafifçe mırıldandıktan sonra kendi asasını kaldırdı ve bir anda hava çatırdama başladı. Hiç yoktan gök gürledi ve yıldırımlar peyda olmaya başladı. “Ama ben çoktan 5’nci inişteyim! Çıraklık yolunu yarıladım bile…”

“Nasıl…” Lilith, bu ruhpanın ortaya koyduğu momentum karşısında afalladı. Pan asasından yayılan korkuyu bile hissedebiliyordu. Tüm duyuları ona kaçması, arkasına bile bakmaması gerektiğini söylüyordu. Adam, elini çabuk tutmalısın!

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset