ruhpanların savaşı, büyücüler savaşı

YDE Blm 43: Ruhpanların Savaşı 2

  • HiperTale
  • 14 Nisan 2024 09:19:16
  • 0 yorum
  • 5

Şlap! Şlap! Şlap!

Lilith yeni kavradığı alev kırbacı becerisini öfkeyle kullandı. Alevli kırbaç sesleri meydanı inletmeye devam ederken, diğer eliyle tutmaya çalıştığı enerji bariyeri ile de gelen yıldırımlardan korumaya çalıştı.

Cızırtı! Cızırtı! Cızırtı!

Kirin isteksizce savaşsa da sevdiklerinin hayatı buna bağlı olduğu için geri durmadı. Etrafında, oradan oraya zıplayan Lilith’e aldırmadan orada sakince durdu ve arada sırada küçük şimşekler göndererek, Lilith’in gücünün tükenişini izledi.

Bedeninden yayılan güçlü dış güç, sahip olduğu Pan Ruhu’ndan fışkıran kalın ruhsal enerjiyi ustaca kontrol ediyor ve etrafında aşılması imkansız, doğal bir enerji bariyeri oluşturuyordu.

Tıpkı bedenlerini güçlendiren savaşçıların sahip olduğu bedensel enerji gibi; ruhlarını güçlendiren ruhpanların da ruhsal enerjisi vardı. Bedensel enerji beden içinde çalışırken, ruhsal enerji ruh içinde çalışırdı.

Ruh ise en yetenekli ruhpanların bile çok az bilgi sahibi olduğu bir gizemdi. Bu yüzden ruhla ilgili her şeyi; Yüce Yaratıcı, Büyük Evren Yılanı, Güneş ve Ay’ın sahibi, Şeytanların Hükümdarı, Ulu Şeytan Pan’a atfederlerdi.

Pan böyle istedi, diye düşündü Kirin. Saldırılarına devam etti. O sadece bir araçtı. Pan’ın gücü için bir kanal…

Lilith’in zayıf alevleri, onun kalın bariyeri karşısında göle atılan küçük taşlar gibiydi. Küçük dalgalanmalar dışında bir etki görmek zordu.

Diğer taraftan Kirin’n zayıf görünen küçük mavi akımları, çarptığı anda Lilith’i bir kaç adım geri itiyor ve bariyerinde derin çatlaklar ortaya çıkarıyordu. Lilith her seferinde ruhsal enerjisiyle bu çatlakları onarmak zorundaydı. Üstelik bu çatlaklardan sızan yıldırım enerjileri, tüm bedenini uyuşturan ve onu yavaş yavaş felç eden bir niteliğe de sahip görünüyordu.

Hareketleri yavaşlamaya başlayan Lilith’e bakan Kirin, “Bedeninin yavaş yavaş uyuştuğunu fark ettin sanırım. Yakında hareket etmekte zorlanacaksın,” dedi.

“Bu senin niteliğin mi?” Lilith sordu.

Kirin, onun sorusuna cevap vermeye gerek olmadığını düşünüyordu ama yine de cevapladı. “Hayır, bu sadece yıldırım elementlerinin kendi gücü.”

“Bu tıpkı senin ateşinin yakması gibi doğal bir etki. Niteliğimse… seni anında bayıltmaya yeter!”

Lilith buna inanmakta zorlansa da sonraki saniyede Kirin’in elinde bir yıldırım topu oluşturduğunu fark etti.

“Bundan kaçınabilirsen!” dedi. “Sonra niteliğimi öğrenmene izin vereceğim…”

Lilith’in tüm tüyleri ayağa kalktı. Yoğun bir korku kalbini doldurdu. Dayanamam! Bu saldırıya dayanamam, atlatmam lazım!

Lilith dehşet içinde olduğu yerde donarken, Kirin elinde tuttuğu yıldırım topunu doğrudan rakibine fırlatmadı. Hayır, sadece havaya kaldırdı ve hafifçe iterek yükselmesine ve zayıf hava akımlarıyla Lilith’e doğru süzülmesine izin verdi.

Yıldırım topu tıpkı bir bulut gibi yavaşça yükseldi ve cızırtı sesleri eşliğinde havada süzülmeye başladı. Lilith’in başının üstüne doğru ilerlerken, hiç acele etmiyordu.

“Bu?” Panik içinde kaçmaya hazırlanan Lilith, yıldırım topunun hızı karşısında şaşkına dönmüştü. Çok yavaş değil mi? Yürüyerek bile kaçınabilirim değil mi?

“Kaçınmam gereken saldırın bu mu?”

“Hmph!” Kirin, Lilith’in yüzündeki küçümseyeme sadece homurdanarak karşılık verdi. Daha ne kadar gülebileceğini göreceğim…

Yıldırım topu havada yavaş ama istikrarlı bir şekilde ilerledi. Tam Lilith’in üzerindeki havaya ulaşmak üzereydi.

Cızırtı* Cızırtı* Cızırtı*

Cıızzzzzzzzzzzzzzzztttttt!!!

GÜM!

Gulp!

Lilith, kuruyan boğazı nedeniyle zorlukla yuktundu. Az önce, tamamen refleks olarak ani bir şekilde geri çekilmeye karar vermişti. Şimdi durduğu yer, patlamış ve etrafı tamamen simsiyah olmuştu.

“Ölebilirdim…” Lilith bunu gerçekten düşünüyordu. Karşısındaki güzel ama duygusuz ruhpana baktı. O zayıf görünen yıldırım topundan böyle bir şimşek düşmesini beklemiyordum. Son anda kaçmasaydım beni gerçekten öldürebilirdi…

“Demek kaçındın…” diye mırıldandı Kirin, iç çekerken. Acımasız görünse de ani bir saldırıyla, acı çekmeden ölmeni istemiştim sadece. Benim gibi goblinlerin eline düşmektense… Şimdi seni yakalamaktan başka çarem kalmadı…

Aslında Lilith’e zarar vermeyi hiç istemiyordu ama başka çaresi yoktu. Tek yol, goblinler tepki veremeden gelecek ani bir ölümdü. Şimdi o şansı da kaçırmış görünüyordu, ki Gorr’un uyarısı düşüncelerini doğrular gibiydi.

“Hey prenses!” Gorr arkadan bağırdı. “Ruhpanı öldürmeye mi çalışıyorsun? Sadece onu yakalaman gerekiyor!”

“Ne yapmam gerektiğini biliyorum!” dedi Kirin. Sonra da Lilith’in solgun yüzüne baktı. Belki de ilk defa ölüme bu kadar yaklaştığını düşündü. “Bunu sen istedin!”

Lilith, bu soğuk sesle kendine geldi. Savaşmak istemiyordu ama asasını kaldırmaktan başka çaresi de yoktu. Dış gücüyle onun rakibi olamayacağını artık daha iyi anlamıştı. O zaman tek seçenek yakın bir çatışmaydı!

Lilith, şimdilik diğer ruhpanlardan zayıf olsa da çok önemli bir avantaja sahipti. O da güçlü fiziği idi. Bunu kabilesine dolayısıyla Azman kavmine borçluydu. Rakibi bir ruhpan olarak çok güçlü olabilirdi ama neticede bedeni daha zayıftı.

Dışarıdan bakıldığında benzer görünseler de Kirin, hızıyla öne çıkan tavşan kavmindendi. Lilith ise fiziksel gücüyle öne çıkan azman kavminden.

Ne yazık ki bu hareket goblinde işe yarasa da onda yaramaz…

Lilith hızla bu düşünceyi kafasından attı. Zira Kirin, goblin kadar aptal değildi ve asla kendisine yaklaşmasına izin vermezdi. Üstelik yaklaşmayı başarsa bile fiziksel saldırısının, onun bariyerini geçme ihtimali çok düşüktü.

Tek çare göğüs göğse bir ruh savaşıydı!

Gorr, Kirin’in sert tonundan hoşlanmasa da bir ruhpan olarak kibirli olmaya hakkı var, diye düşündü. Ayrıca sonunda ciddileştiğini gördüğü için mutluydu.

“Sonunda o hareketi kullanacak!” Gorr, gözlerinde gizleyemediği bir dehşetle mırıldandı.

Kirin’in gönderdiği yıldırım topu şok edici bir şimşek indirse de hala kaybolmamıştı. Artık daha küçük olsa da hala havada süzülüyor, hedefine tekrar saldırmak için fırsat arıyordu.

“Yıldırım fırtınası iniyor!” Kirin, asasını kaldırırken bağırdı.

Asasının ucunda hızla yeni yıldırım topları yoğunlaştı ve yavaş yavaş gökyüzünü doldurmaya başladı. Bunlar, ilk oluşan kadar heybetli değildi. Daha küçüktüler ama hızlıydılar. Amaçlarının öldürmek değil, yakalamak olduğu belliydi.

Kümeler halinde Lilith’e doğru gibi uçtular ve başının üzerini gök gürültüsü bulutları gibi doldurdular. Bu bulutlar sanki ona kilitlenmiş gibiydi ve nereye kaçarsa kaçsın, peşini bırakmıyordu.

Sadece tek bir yıldırım topundan zorlukla kaçınan Lilith’in, kara bulutlar gibi etrafını saran şimşeklerden nasıl kaçacağını merak etti Gorr. Çünkü onlar kaçamamıştı!

Sayıları bini bulan heybetli orduları ile Gök Yıldırım Mağarasını kuşattıkları günü hatırladı.

O günün dehşeti hala aklındaydı. Tüm mağara bunun gibi binlerce yıldırım bulutuyla çevriliydi. Beşerlerin iki ruhpanı, yaklaşan goblinleri, anında küle çeviriyordu. Her iki tarafta da ikişer ruhpan olmasına rağmen, kuşatma haftalarca devam etmişti.

Yüzlerce goblin ve her ikisi de hobgoblin olan ruhpanları, sonunda Kirin’in asası altında can vermişti. Sadece onun gücü tükendiğinde baskın başarıya ulaşmıştı.

Gorr, bu kadar güçlü bir ruhpanı zapt etmekle görevlendirildiği için başta korksa da şimdi çok gururluydu. İlk başta sadece şeflerinin onun hakkından gelebileceğini düşünmüştü ama şimdi tek gerekenin bir bıçak olduğu ortaya çıktı.

“Ruhpanınız çalışırken, siz de düzgün dursanız iyi edersiniz!” dedi.

“Lanet olsun!” Nanna küfrederek cevap verdi. Karşı koymak için bir fırsat arıyordu ama hobgoblinin tutuşu çok sağlamdı. Ayrıca boğazına dayanmış keskin bıçağı da unutmamak lazımdı.

O sırada yavaş yavaş onlara yaklaşan beşeri fark etti. Bir elinde gümüş bir mızrak, diğer elinde bir bıçakla iki hobgoblinle aynı anda savaşıyordu. İyi iş çıkardığı söylenemezdi, zira savaşmaktan çok kaçıyor gibiydi ama her hamleden ustaca kaçınıyordu.

Sanki düşmanlarıyla dans ediyor, ölümle yaşam arasındaki çizgide yürüyor gibiydi. Nanna, onun savaş hünerlerine aldırmasa da yiğitliğinden etkilenmişti.

Bir dakika… Bu tarafa mı geliyor o? Bu beşerin iki hobgoblinle yaptığı kıyasıya savaşa daha dikkatli baktı. Sanki canı için kaçmıyor da onları kasıtlı olarak yönlendiriyor gibiydi. Yok canım, yanlış görmüş olmalıyım. Ahhh… bu tarafa bakıyor!!!

Nanna, bu beşerle göz teması kurduğu anda onun ne yapmaya çalıştığını anladı. Onları kurtarmaya geliyordu!

Yanında şaşkın şaşkın duran Eldrid’e baktı ve gözleriyle işaret etti.

Eldrid, az önce ruhpan Kirin’in hareketlerine duyduğu şaşkınlıkla öne çıkmıştı. Yabancı beşerlerin ortaya çıktığını ve goblinlerle savaştığını gördüğünde umutlanmıştı. Ama kendi ruhpanlarının onlara karşı savaşmaya gittiğini gördüğünde ise tamamen hayal kırıklığına uğramıştı.

Nanna’nın hareketlerini takip etti ve bu ilginç beşeri gördü. Aynı şekilde yanında küçük bir kız gibi ağlayan ufak yapılı dişiye işaret yapmaya başladı. Eir ağlamakla çok meşgul olduğu için ilk başta onu fark etmedi.

“Eh?” En sonunda yüzünde sivri iğneler gibi hissettiği bakışlarla uyanmayı başardı.

Adam geliyordu. Sadece o da değil! O bir taraftan iki hobgoblini peşinde sürüklerken, diğer taraftan Zebil’in adamları Çataldil ve Demirderi de yaklaşıyordu. Herkes durumun ciddiyetini fark etmiş ve anahtarın bu esierleri kurtarmak olduğunu anlamıştı.

“Kafalarına vur Şef!” Gorr, tamamen şefleri Gork’un beşerlerle yaptığı savaşa dalmıştı ki, kendisine doğru bir beşeri kovalayan Glory ve Gorat’ı fark etti. “Hey! Bu tarafa gelmeyin, ortalığı karıştıracaksınız!”

“Çok geç!” Adam, hızını arttırırken dedi.

Gorr, bir mızrakla kendisine doğru koşan beşeri görünce korktu. Elleri hale dişinin üzerindeydi. Bir an için ne yapacağını bilemedi.

“Hey sana gelme diyorum! Daha fazla yaklaşma! Yoksa sonu kötü olur!”

Adam onun tehtidlerini hiç umursamadı ve koşmaya devam etti. Şaka mı yapıyosun? Aynı kabileden bile değiliz…

“HAA!”

Adam iki hobgoblinin saldırılarını savuşturdu ve bir hamlede Gorr’a ulaştı.

“Dur kaçma! Oraya gitme!” Glory ve Gorat aynı anda bağırdı ama yapabilecekleri bir şey yoktu.

“Ahhh!” Gorr, Adam’a odaklanmışken elinde ani bir acı hissetti ve kucağındaki dişinin kontrolünü kaybetti. Beşer elini ısırmıştı.

“Dikkat et!”

Her şey bir anda oldu! Adam geldiği anda Gorr’un elinden kaçan Nanna, hızla yana çekildi ve Adam’ın saldırmasına izin verdi.

Klank! Klank!

“Lanet olsun! Bu beşer de nereden geldi!”

Gorr ısırılan eliyle tuttuğu bıçağı kullandı ve Adam’ın saldırılarından zorlukla kaçmıştı ki, aniden etrafının beşerle sarıldığını fark etti.

Demirderi ve Çataldil de çoktan arkadan saldırmış, goblinleri birer birer haklıyorlardı.

Ne yapmalıyım!

Klank!

Adam bir kere saldırdı. Gorr geriye doğru sendeledi ama savunmayı başardı. Ama bir sonraki darbeden kaçamayacağını anladı. Birini rehin almalıyım! diye aklından geçirdi ve hemen en yakın dişinin üzerine kendini attı.

“Hayır!” Adam’ın hobgoblinin başka bir dişiyi yakaladığını gördüğünde keder içinde bağırdı. Oysa mızrağı, hobgoblinin kalbini delmek üzereydi. Şimdi araya bir başka kalp girmişti.

“Hahahaa! Yaklaşmayın! Yoksa onu öldürürüm!” diye tehtit etti, Gorr.

“Aferin Gorr,” dedi Glory.

“İyi iş,” diye ekledi Gorat.

Üç beşer ve üç hobgoblin bir anlık ateşkes durumuna düştü.

Adam hızlı düşünmeye çalıştı. Bu ani saldırı başarısız olmamalıydı. O sırada hobgoblin tarafından yakalanan dişinin sesini duydu.

“Bir daha asla…”

Yakalanan Eldrid’di. Nanna ile fikir birliğine varan ilk kişiydi ve kurtuluş fırsatı geldiği anda tereddüt etmeden harekete geçti. Ne yazık ki hemen hobgboblin tarafından yakalandı. Diğer arkadaşlarının nasıl kurtulduğunu ve sadece kendinisin yakalandığını gördü.

“Ne saçmalıyorsun, kes sesini!” diye azarladı Gorr. Onu sarstı ve bıcağını daha derine bastırdı. “Düzgünce dur yoksa…”

“Bir daha asla başkalarına yük olmayacağım!” O sırada Eldrid’in bakışları alevlendi ve sözünü tamamladı. Büyük bir kararlılıkla Adam’ın mızrağanı uzandı ve tüm gücüyle çekti!

“Hayır!” Gorr ani hareketle şaşırdı ve ğögsüne batan mızrakla irkildi.

“Hayır!” Adam da aniden tepki veremedi. Tuttuğu mızrağın, bu güzel dişinin kalbine batışını ve delip geçişini izledi. “Neden!?”

Eldrid anında ağzından boşalan kan yüzünden cevap vermekte zorlandı. “Onları kurtar…”

“…” Adam orada öylece kalakaldı. Onları kurtarmaya gelmişti ama bir tanesi kendi mızrağının ucunda canını veriyordu. Sonunda, sadece, “Pekala…” diyebildi.

Sonunda onun kararına saygı duymaya karar verdi. Gözlerini, son nefesini veren güzel dişinin gözlerinden ayırmadan ittiği mızrağını. Bir kütürtü sesi ile hissetti kaburgalarının kırılışını…

Arka planda, hobgoblinin ise hayır hayır… sesleri eşliğinde mızrağını itmeye devam etti.

No results available

Reset