Demir ork Orkas’ın hemen arkasında solgun bir hayalet gibi duran uzun boylu ve güzel beşer dişi, hemen beyninden vurulmuşa döndü. Olduğu yerde zangır zangır titrerken, hemen öne çıktı ve ince kollarını, ağabeylerinden birine ait olan kafatası bardağına uzattı. Zaten ondan fazla kesik olan koluna bir kesik daha attı ve kanının akmasına izin verirken, ayakta kalmakta zorlandı. Çok kan kaybettiği, solgun teninden belliydi.
Orkas, yanında bardağını dolduran neredeyse çırılçıplak beşere açgözlülükle baktı. Onun kansızlıktan beyazlamış solgun teni, iştahını körükledi. Şefin hareketleri nedeniyle şimdi rahatlamıştı.
Tabii ki ifadesi şefin gözünden kaçmadı. *Bu dişiyi birazdan elçinin odasına göndermeli…
Yeraltı Diyarı’ndan gelen bir elçiyi memnun edebilirse, gelecekte rahat yaşayabileceği gibi şu anda da bazı faydalar görebilirdi.
“Ehem!” Şef elindeki bacağın etlerini kemiklerinden sıyırmayı neredeyse bitirmişti. “Bu arada Büyük Görev’den bahsettiniz saygın elçi…”
Orkas, azgın bakışlarını dişiden çekti ve ciddileşti. “Evet, görev tamamlanmak üzere… Prens Diabolik, planın her aşamasını kendisi denetliyor. Kaleyıkan’ın inşaatı neredeyse tamamlandı. Kazı da bitmek üzere…”
Şef Gork, duydukları yüzünden heyecanlandı. Zira büyük bir olay hakkında haberler duymak, onun gibi basit biri için zordu. Hemen daha fazlasını öğrenmek istedi. “Kaleyıkan’ın ihtişamını görmek için heyecanlanıyorum! Umarım çıkış da yaklaşmıştır?”
“Kazı bitmek üzere olsa da katkı yapmak için hala geç değil…” Orkas, kafasını kaldırdı ve yanındaki ogreye imalı bir şekilde baktı. “Zaten yol boyunca sayısız beşer mağarası temizlendi. İlk başta ölenler yiyecek et oldu; canlı yakalananlar ise önce kazıda çalışan köle, sonra öldüklerinde yine yiyecek oldular…”
“Şef Gork, benden duymuş olmayın ama Yeryüzü Diyarına ulaşmamız an meselesi. Şimdi biraz daha işçi ve yemek gönderirseniz, kesinlikle karlı çıkarsınız. Özellikle yakaladığınız yeni kölelerden bahsediyorum. Tabii başlarında birkaç goblin ve hobgoblin de olmalı…” dedi Orkas, gözlerini kısarak. “Bu devir de tıpkı diğerleri gibi biz jinlerin olacak ama Prens Diabolik’in arkasında duranlar en şanslılar olacak!”
Hala daha fazla goblin istiyor! Gork’un yüzü bir an için daha da korkunç oldu ama sonra tekrar rahatladı. Olsun yine de haksız değil. Belki prens sayesinde yeryüzünde daha geniş topraklarla ödüllendirilirim.
Gork’un yuvasında başlangıçta binden fazla goblin vardı. Yeryüzü Diyarına çıkmak ve büyük bir goblin kabilesi kurmak için sabırsızlanıyordu. Lakin yüz tanesini Büyük Görev için yeraltı birliklerinin emrine vermişti. Daha sonra bazıları canavarların elinde öldü ve en büyük kaybı da beşerlere saldırırken verdi. Şimdi beş yüzden az goblin kalmıştı.
Prens Diabolik’in devasa bir silah inşa ettiğini zaten biliyordu. Bu silahı yeryüzüne çıkarabilmek için dışarıya doğru akıl almaz ölçekte bir tünel kazılıyordu. Tam olarak bulundukları bölge olan Ötegez dağlarının dik bir yamacına, Ölüm Yokuşu adında meşhur bir yere açılması gerekiyordu.
Başlangıçta sadece kendisine emanet edilen silah ve zırhları koruması ve herkesten önce dışarı çıkıp, Ölüm Yokuşu’na koşması gerekiyordu.
Prens Diabolik’in Büyük Görev dediği planı için ne kadar kaynağı seferber ettiği bilinmiyordu. Doğrudan tüm demonların atası, 9 Kutsal Şeytan’dan biri olan Diablo’nun soyundan geldiği için, bu devirde parlayacağı kesindi.
O yüzden de bu bölgedeki tüm jinlere hükmetme yetkisi vardı. Sadece boyun eğebilir ve dişini sıkabilirdi.
“Tabi tabii… Ziyafetten sonra hemen köleler ve elli goblin daha göndereceğim!”
Sadece elli mi? Orkas’ın goblinlere olan küçümsemesi bir kere daha belirdi. *Prens Diobolik’in emrinde binlerce, onbinlerce jin ve canavar olduğunu bilmiyor mu? Sadece yardım etmeye çalışıyorum ama o bana sanki etini kesiyormuşum gibi bakıyor.
Neyse, zaten goblinler gibi basit jinlerden bu kadar ileri görüşlülük beklemek benim hatam…
Memnun olmuş bir gülümseme sergiledi ve “Şef’e yaptığı katkılardan dolayı, Prens adına teşekkür ederim. Dışarı çıktığınızda görevlerinizi yaptıkça bol bol ödüllendirileceğinize eminim.”
Şef ise görevlerimi hatırlatıyor diye düşündü. “Saygın elçi hiç meraklanmasın. Bu bölgeden çıkışımız, zaten Ölüm Yokuşu’na oldukça yakın olacak. Rotayı çoktan ezberledim…”
Elinde eti sıyrılmış bacak kemiğiyle zemine işaretler yapmaya ve anlatmaya başladı.
“Öncelikle Prens için yüzeye yakın bir yere sakladığımız hazineyi sırtlanıp, yeryüzüne çıkacağız. Sonra hemen Erkenkor vadisinden geçip, Haytaş kulesini işgal edeceğiz ve Ölüm Yokuşu’ndan çıkışınızı bekleyeceğiz…”
Hemen yanındaki dev çekicine uzanıp devam etti…
“Yüce Dağların sonsuz zirveleri arasında labirentler gibi uzanan Avdark Vadileri boyunca karşımıza çıkan tüm kaybolmuş beşerleri çekiclerimizle ezeceğiz. Unduvar Geçidi kuşatmasına katılarak, prensin ordusuyla beraber yeryüzünde yürüyeceğiz…”
Şef Gork, zaten ezberlediği kendi payına düşen görevleri bir bir anlatmaya devam etti. Yeraltı diyarının goblinlere fazla güvenmediğini biliyordu. Bu yüzden her şeyi doğru hatırladığına elçiyi ikna etmesi gerekiyordu.
“Güzel güzel…” Orkas bir süre dinledikten sonra zaten sıkılmıştı. Zira bu zayıf goblinlerin Haytaş Kulesi’ne bile varabileceklerinden şüpheliydi. Oraya ulaşsalar yeterliydi.
Zira oraya varsalar bile, karşılarına çıkacak bir kaç nefilimi yenemezlerdi. “Sadece silahları ve zırhları Ölüm Yokuşu’na ulaştırdığınızdan emin olun. Yolda pek çok jin sizi bekliyor olacak. Orada hata olmamalı. Gerisi için sadece akışı takip edin ve gördüğünüz tüm beşerleri ya yakalayın ya da öldürün.”
“Prens Diabolik, atasının gözüne girmek ve Karanlık Topraklarda kendisine iyi bir yer edinebilmek için bu bölgedeki tek bir beşerin bile Engin Ovalar’a ulaşmasını istemiyor. Öldürebildiğimizi öldürüp, geri kalanı için yolları kapatacağız…”
Orkas gerekli hatırlatmaları yaptıktan sonra asıl konuya geldi. “Silah ve zırhlardan bahsetmişken, cücenin durumu iyi mi?”
Şef Gork hemen cevap verdi. “İyi iyi! Onu Yeraltı Diyarı’na açılan kapının yakınlarında, eski cüce mağaralarındaki Göçük Şehir’de yakaladık ve hapsettik. Teslim etmek için tam hazırlanıyorduk ki sizin gelişinizi öğrendik.”
“Güzel…” Onayladıktan sonra rahatlayan Orkas, “Açık konuşmak gerekirse üstlerim işlerinizden çok memnun. Buraya sadece emaneti almaya değil, size de bir ödül vermek için geldim.” dedi.
Orkas bu konuda çelişkiliydi. Bu aptal yaratığa değerli bir şeyler verip vermeme konusunda çelişkili hissediyordu ama sonunda vermeyi seçti. Zira yakaladığı kişi çok değerliydi. En azından bunun için bir ödülü hak etti. Kanını içtiğim dişiyi de alabilirsem, hehe… Buna değer.
Parmağında oynamayı sevdiği iki yüzükten birini çıkarıp uzattı. Yüzük, renksiz bir taşın gömülü olduğu, eşsiz bir sanat eseri gibi görünüyordu.
Şimdiye kadar konuşacak yer bulamayan ruhpan Gobumei’nin gözleri parladı. “Yüksek seviyeli bir tılsımlı eşya mı!”
“Evet, bunu prensimizden bir armağan olarak düşünün. Bu eşya, tıpkı yakaladığınız cüce gibi ründöven, zanaatkar bir demirci tarafından yapıldı. Adı, Aura Yüzüğü’dür. Bir noktaya kadar her türlü enerji saldırısını emebilir ve fiziksel saldırılara da dayanabilecek bir bariyer oluşturabilir.”
“Çok güzel!” Gobumei daha fazla yerinde oturamadı ve hemen uzatılan yüzüğü şefin önünden kaptı. Bir demir orkun parmağından çıktığı için oldukça büyük olan yüzük, onun eline geçtiğinde yumuşadı ve tekrar sertleşirken parmaklarına uygun hale geldi. “Çok mucizevi!”
“Eeee, bu…” Orkas ne diyeceğini bilemedi. “Tılsımlı eşyalar iyi olsa da zaten sahip olduğunuz ve Kutsal Eşya olan ruhpan asaları kadar mucizevi değiller.”
“Hmph!” Gobumei yüzüğü inceledikten sonra çıkarıp şefe verdi. “Tabii ki! Tılsımlı eşyalar, ancak onları yapan kişi kadar iyi olabilirler. Asalarımızın kendi farkındalıkları vardır. Hepsi Ulu Pan’dan bir hediyedir. Bizimle beraber güçlenmeye devam edebilirler. Asalarımızı karşılaştırmak istersen, onları ancak doğanın birer mucizesi olan Ruhsal Eşyalar ile kıyaslayabilirsin.”
Orkas da başıyla onayladı ve “Ruhpan haklı… Ancak ruhsal eserler istediğimiz gibi seçebileceğimiz şeyler değildir. Onlar yerlerin ve göklerin gizemli enerjilerinden doğarlar. Yapar olarak üretmek her zanaatkarın harcı değildir. Doğdukları anda kendi farkındalıkları vardır ve çoğu zaman kendi ustalarını seçerler…
Tılsımlı eserleri ise ihtiyacımıza göre yapılabiliriz. Ayrıca prensimizin elinde ruhsal eşyalardan çok daha güçlü tılsımlı eşyalar vardır. Sadece hak edenlere verilir…” dedi.
“Gerçekten mi?” Gobumei güçlü tılsımlı eşyaları duyunca heyecanlandı. “Mesela neler var, bir kaç örnek verebilir misin?”
Bu sırada Şef Gork, büyük parmaklarından birine yüzüğü geçirdi ve çabalarının boşa gitmediğini düşündü. Yanından ayırmadığı Yıldırımlı Çekiç’ten sonra bu ikinci tılsımlı eşyasıydı. Artık daha güçlü ve güvende hissediyordu.
“Elçiye ödül için teşekkürler. Emaneti ve yeni işçileri sizinle göndereceğim. Ayrıca bazı dişi köleleri de hizmetinize vermeyi düşünüyorum…” Gork istediğini aldıktan sonra çok daha akıcı konuşur hale geldi.
Hemen küçük ruhpana döndü ve onu hafifçe azarladı.
“Gobumei, saygın elçiyi daha fazla rahatsız etmeye gerek yok! Bu dünyada bilebileceğimiz şeyler olduğu gibi, sormaya dahi cüret edemeyeceğimiz şeyler vardır. Prensin hazineleri kendisine aittir. Sorabileceğimiz şeyler değil. Bak, prensin bize emanet ettiği silah ve zırhları bile kullanmaya cesaret edemiyoruz…”
Tch! Gobumei hayal kırıklığı ile iç çekti ve yazık olduğunu düşündü. Orda çok iyi şeyler vardı ama korkularından hiçbirine el süremiyorlardı. “Küçük Prens Diabolik’in silahlarından bahsetmişken, Gark niye hala dönmedi? Kaybolan devriyelere ve hazineye bakıp, hemen geri gelmesi gerekmiyor muydu?”
Garipti. Hobgoblin Gark, küçük bir goblin sürüsüyle ayrılalı bir kaç gün olmuştu. Karakteriyle şimdiye çoktan geri gelmiş ve eğlenceye katılmış olması gerekiyordu.
“Hmm?” Orkas da meraklandı. “Silahlarda bir sorun yoktur umarım?” diye kaşlarını kaldırdı.
“Heh heh!” Şef sadece gülümsedi. “Ne sorun olabilir? Gark sadece silahların tozunu alıyordur. Yakında geri döner…”
“AHHHHHH!!!”
Şef Gork, yeni yüzüğüyle memnun olurken, kendinden emin bir şekilde övünüyordu ki, aniden tünellerden birinden yanan bir ceset düştü.
“Gobudev değil mi o?”