Adam her iki yanında ağırlık hissederken uyandı. Sağında yatanın Lilith olduğundan emindi ama solundaki kimdi?
O da herkes gibi ateşin çağrısına kulak vermiş; sıcaklığı hissetmiş, etrafını saran diğerleriyle birlikte kendini dürtülerin esaretine, duyguların akışına bırakmıştı anlaşılan.
Kısa bir süre için olsa bile aklını kapatmış, düşüncelerini bir kenara bırakmıştı. En azından bir kereliğine tıpkı diğerleri gibi sadece içgüdüleriyle varoluşu deneyimlemek istemişti.
Ve bu duyguyu sevmişti…
Lilith ile birlikte sanki başkaları yokmuşçasına dönmüşler; kabiledeki herkes de onların etrafında dönmüştü. Sanki tüm alem onlar için duruyor; an, onlar için dönüyordu.
“Şerefsiz, en sevdiğim yüzüğü alıp kaçtı!”
Uyurken soyulan altın hançerli beşer, sanki hiç de uyumuyormuş gibi aniden kalktı ve bağırmaya başladı.
“Devam et!” Zebil’in sesi uzak bir köşede kalkarken duyuldu. “Tıpkı konuştuğumuz gibi takibe başlayın…”
Diğerleri de bir an önceki karmaşaya kıyasla sanki anlaşmışlar da bu anı bekliyorlarmış gibi hemen kalkmaya başladılar. Kıyafetlerini, zırhlarını ve silahlarını kuşanıp toplanmaya başladılar.
İlk harekete geçenler, bir gurup cesur izciydi. Hemen ileri atıldılar ve tünelin karanlığında kayboldular. Cesaretleri için özel olarak ödüllendirileceklerdi.
Adam da gözlerini açtı ve hemen soluna baktı. Teminden beri kafasını kurcalayan sorunun cevabını görmek istedi.
“Bu da kim?” diye söylenmişti ki, hoş ve nazik bir dişinin kokusu burnuna hücum etti.
İlk etapta belki Barbara’dır diye düşünmüştü ama Barbara’nın aksine oldukça küçük bir dişinin, kabileye özgü ateş gibi saçlarla dolu başıyla karşılaştı.
“Hmm…”
Hoş bir mırıldanmayla uyanan dişi, yakut gibi parlak saçlarını, yeni doğan ay gibi parlayan çehresini ortaya çıkarmak için araladı ve parlayan taşlar gibi nemli gözleri, Adam’ın meraklı gözleriyle buluştu.
Adam da onun kim olduğunu merak ettiği için ona bakıyordu ki, bir an için göz göze geldiler.
İkisi de bir an için dilsizdi.
“Mmh… Üzgünüm. Burada uyuyakalmışım…” Kız mahcup bir şekilde konuşurken hemen doğruldu.
“Hayır, önemli değil… ” Adam, doğrulduğunda açıkta kalan tertemiz sırtına bakarken derin düşüncelere daldı. Dişilere has, hoş kıvrımlarına bakarken, onun kim olduğunu hatırlamaya çalışıyordu.
Zira tüm etkinlik boyunca Lilith ile birlikte olduğu için başka kimseyle yaklaşmamıştı. Özellikle Lilith çiftleşmek istemediği için, o da kendini tuttuğundan emindi. Peki bu kız ne ara üzerine yatmıştı?
“Ben Mine…” dedi kız, kalkıp, minik adımlarla uzaklaşmadan önce.
“Mine….” Adam bu ismi düşündüğünde sanki onu Azman’ın yanında görmüş olduğunu hatırladı.
“Auch!”
O sırada sağında bir acı hissetti ve hemen kolunu çekmeye çalıştı.
Baktığında ona dik dik bakan ve “Ben Mine…” diye söylenen Lilith ile karşılaştı.
Neyse ki Lilith bu gibi konuları dert edecek bir tip değildi. Hemen kalkıp hazırlanmaya başlarken Adam’ı görmezden gelmeyi seçti.
Adam da kalktı ve bir çırpıda zırhını kuşanmaya başladı.
Tam zırhını giymişti ki, arkasından sertçe çekildiği için söylendi: “Yavaş!”
Lilith, zırhının arkasındaki bağlantıları yapmasına yardım ederken sessizdi. Sertçe çektiği için hala kızgın görünüyordu.
Lilith sadece zırhın plakalarını bağlamaya devam etti ve “Umarım ne yaptığını biliyorsundur…” demekle yetindi.
“Biliyorum.” diye karşılık verdi Adam. Arkasını dönmeden elini tuttu ve “Bana yakın durmaya çalış.” dedi.
“Herkes toplansın!”
Hazırlığı bittiğinde mızrağını aldı ve herkesi çağırdı.
Sonra da toplanan kalabalığa baktı ve “Bizi yuvasına götürmesi için saldığımız yem çoktan harekete geçti. İzcilerimiz peşinde… Bizim de kaybedecek zamanımız yok!
Şimdi karanlıktan korkmayanlar beni takip etsin!” dedi. “Bu gün karanlık bizden korkacak!”
Fazla konuşmaya gerek yoktu. Zira karanlık tünellere yapılacak bu akına katılmak isteyenler çoktan kendini hazırlamıştı.
“Savaş!”
“Savaş!!”
“Savaş!!!”
Tezahürat yapan beşerlere bakan Adam, tatmin olmuş bir şekilde başını salladı. Üzerine parlayan taş monte edilmiş kurt başlı, demir miğferini takarken, en ön safta duran Barbara, Tekeş, Lilith ve son olarak da Zebil ve adamlarına göz attı.
Beklediği herkes geliyordu.
Lakin gözleri ön safta beklemediği birisine iliştiğinde tam saldırı emrini vermek üzereydi.
Sabah tanıştığı Mine de oradaydı. İri erkeklerin arasında, sırtına astığı ve neredeyse boyu kadar olan bir yayla duruyordu. Ait olmadığı bir yerde dursa da utangaç ve yardıma muhtaç duruşu, onu çevreleyen tüm erkeklerde koruma duygusu uyandırmaya yetiyordu.
Adam şaşırsa da kalabalıkta güvende olacağını düşündü. Uyandığından beri onun hakkındaki izlenimi iyileşiyordu.
“Harekete geç!”
Mızrağını ileri doğru salladı ve emri verdi.
Böylece kana susamış azgın bir topluluk harekete geçti. Daha büyük parlayan taşlar tutan bir gurup, önden giden izcileri yakalamak için hemen ileri atıldı.
Sonra Adam, Lilith, Zebil ve diğerleri tereddüt etmeden karanlığa daldı.
Karanlık dehlizlere uzanan bu belirsiz macera, devam ediyordu…
Kalabalık ve gürültülü mağara bir anda çok daha sessizdi.
Geriye sadece en zayıflardan oluşan otuz civarı dişi ve erkek kalmıştı. Bu da akına yetmiş kişinin katıldığı demekti ki, kısıtlı bir alan olan mağaralarda yapılacak bir savaş için iyi bir sayıydı.
Geride kalanlar da iş bölümü yaptıktan sonra dağılmışlardı. Bir kısmı dış mağaraya, çıkışı açmak için çalışmaya giderken; kalanlar da iç mağarada gözcülük yapmak ve gelenlerin iyi haberlerini beklemeyi seçti.
Bilinmeyene dalış başlamıştı bir kere daha…
Fakat Adam bu sefer yalnız değildi.
Daha önce onu karanlığa itenler; çok kısa bir sürede karanlıkta ona eşlik eder, hatta takip eder, sözünü dinler hale gelmişti. Gerçek düşmanlara karşı karanlıkta omuz omuza vermişlerdi.
Tüneller iki kişinin, bazı geniş yerlerde ise en fazla üç kişini yan yana yürüyebileceği kadar dardı.
Parlayan taşların titrek ışıltıları ile yürüdükçe aydınlanan hafif eğimli karanlık tüneldeki yürüyüşe, gıcırdayan zırh ve silah sesleri ile kaba nefes alış verişler eşlik ediyordu. Kimsenin konuşmak için ayıracağı nefesi yoktu. Herkes hafif koşar adımda ilerlemeye odaklanmışken, sinirler gergindi.
Onlar için ilk defa indikleri bu bilinmeyen derinlikler, ne tür tehlikeler saklıyordu belirsizdi. Ne idüğü belirsiz bir jinin peşine takılmışlar; ne onları nereye götürdüğünü, ne de nasıl bir güce meydan okuduklarını bilmiyorlardı.
Sadece ileri bakıyorlar ve yürümeye devam ediyorlardı.
“Yol ayrımı var!”
Gurubun önlerinden birisi bağırdı. Bu ikinci ya da üçüncü yol ayrımı olmalıydı. Sadece bundan bile aşağısının ne kadar karmaşık olduğu görülebilirdi. Daha yola yeni çıkmışlardı ama kaç dönüş yaptıkları belirsizdi.
Adam her seferinde “İzcileri takip etmeye devam edin!” diye talimat vermeye devam etti.
Sakatlanan goblin onlardan daha yavaştı. Bu sayada izciler onu güvenli bir mesafeden takip edebiliyorlardı. Goblinin gittiği yoldan sapmak çok tehlikeli olurdu. Zira burada kaybolmak çok kolaydı.
Lakin emrini tekrarladığı bu seferde içine bir ağırlık çökmüştü. Bir anda göğsü daralmış, nefes almakta zorlanır hale gelmişti.
“Ah~” Hemen soğuk ve nemli mağara duvarına yaslanırken göğsünü tuttu.
“Bu da ne?” diye mırıldanırken, kendisine ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kulakları sanki su altındaymış gibi boğuklaşmış, yanında ne olduğunu soran Lilith ve Tekeş’in çağrılarını duymakta zorlanır olmuştu.
Derken, “Solaaaaa” diye uzaklardan gelen bir ses ilişti kulaklarına. ” Solaaaa döööööönnnnn!”
Ses sanki çok uzaklardan geliyor gibi yankılanıyordu ama sanki kulağına fısıldanmış gibi de net bir şekilde de duyulabiliyordu.
Diğerlerine döndü ve “Bir şey duydunuz mu?” diye, nefes nefese sordu.
Diğerleri şaşkın şaşkın birbirine baktı. Tekeş, “Adam iyi misin? Yaraların iyileşmemiş olabilir mi?” diye sordu.
“Saçmalık!” diye çıkıştı hemen Lilith. “Yaralarını bizzat kontrol ettim. İyileşmemiş olması mümkün değil!”
“İyiyim.” diyerek onları sakinleştiren Adam, “Yola devam edelim öyleyse…” dedi ve tekrar yürümeye başladı. Sesi duyduktan sonra, üzerine çöken ağırlık aninden geçmişti.
Tekeş, yürümekte zorluk çeken Adam’a ve yanında yürüyen Lilith’e bakarken mırıldanmadan edemedi: “Çok fazla yaptılar mı? Hmph! Yola çıkacağımızı bilmiyorlar mı?”
Bana bak, tüm dans boyunca Barbara tarafından görmezden gelindim ve şimdi taş gibiyim, diye kendi kendine düşündü. Sonra ön taraflara doğru uzun adımlarla ilerleyen Barbara’ya yetişmek için acele etti.
“Hey Barbara beni bekle…”
…
Adam, yol ayrımına ulaştığında gurubun sağdaki tünele doğru devam ettiğini gördü. Hemen bekleyen izciye döndü ve “Goblin sağa mı devam etti?” diye sordu.
“Evet, öndekiler takip etmeye devam ediyor.”
Adam da sağa devam etmeden önce soldaki tünele düşünceli bir bakış attı. İki tünelde gözüne aynı görünüyordu. İkisi de dipsiz ve ürkütücü karanlıkla doluydu.
O seste neydi öyle? diye düşünürken, hayal gördüğünü düşündü. Goblin açıkça sağa gitmişti. Risk almamak en iyisiydi.
Bir süre daha ilerlemişlerdi ki en ön sıralardan bir ses yankılandı. “Bir göl var!!”
“AHHHGGRRRR!!!”
Ses daha yankılanmayı bırakmamıştı ki yürek parçalayan bir yakarış duyuldu.
“Ahhgggrrrr!!! Yardııııııı……..!!!!”
Sonra ikincisi ve üçüncüsü geldi. Çığlıklar birbiri ardına karanlığı parçalamaya başladı.
Sıra halinde ilerleyen orduda aniden eksilmeler başladı. İnsanlar karanlıkta aniden sağa ya da sola çekilerek kaybolmaya başladı. Tepki verecek zamanları bile yoktu!
“Ahhhh!!!!……. Yardım!!!”
“Neler oluyor!?” İnsanlar korkuyla paniklemeye ve yavaş adımlarla geri çekilmeye başladı. Birbiri üzerine yığılmaya ve iteklemeye başladılar.
Zaten dar olan tünellerde birbirini ezen bir gurup ürkmüş hayvan, ortaya çıkabilecek tehlikelerden bile kötüydü.
“Sakin olun!” Adam boğazı çıktığı kadar bağırdı. “İlerlemeye devam edin! Korkmayın!”
Durumun iyi olmadığını sezen Zebil de bağırdı. “Kutsal Savaşçıyı dinleyin! Göle doğru koşun! Kendinizi savunun! Kalkanı olanlar öne çıksın!”
“Eyyyt!” Barbara da zaten dev baltasını, dar tünellerde kullanamadığı için kısıtlanmış hissediyordu. “Yolu açın sizi korkaklar!” diye bağırdı ve ileri atıldı. Nihayet dişine göre bir düşman belirmişti. Kimse onu durduramazdı.
Barbara gider de Tekeş durur mu?
O da atıldı ve bağırdı: “Kalkanlılar öne geçsin! Göle hücum edin!”
Bir anda ileri geri hareketlenen kalabalık karıştı. Cesaret naraları ile korkunç haykırışlar birbirine karıştı. Parlayan taşların ışıltıları bir biri ardına sönerken, korkunç şeyler karanlıkta saklanıyordu.
Çekilen kılıçların sert mağara duvarlarında çıkarttığı kıvılcımlar göz kamaştırıcıydı.
“Arkamda dur!” diye Lilith’i arkasına alan Adam, sonra da rica etti. “Bize biraz ışık bahşet.”
“Hmm!” Başını sallayan Lilith zaten hazırda bulunan asasını havaya kaldırdı ve göz alıcı ışığını serbest bıraktı.
İşte o zaman net bir şekilde gördüler, karanlıkta saklanan dehşeti…
Tam önlerinde ortaya çıkan sığ, mürekkep gibi siyah mağara gölünün ortasında, Adam’ın savaştığının iki katı olan devasa bir kurbağa vardı. Teni ölüm gibi, bembeyazdı.
Kimin olduğu belli olmayan bir gurup ayak, ışık belirdiğinde koca ağızında kaybolmak üzereydi.
Ani ışıkla şaşıran canavar, avını bir çırpıda yuttu ve altın kaplama bir hançeri ve birkaç yüzüğü geri tükürdü. Bunlar, avından arta kalanlardı.
Ortam aniden sessizleşmişti…