kurbağa canavarı

26: Canavarlar

  • HiperTale
  • 6 Nisan 2024 12:55:14
  • 0 yorum
  • 2

Av ve avcı karşılaştı.

Kimin av, kimin avcı olduğu bir an için belirsizdi. Bu ani sessizliğin sebebi de buydu.

Korku kimin kalbini istila ettiyse o avdı. Bunu herkes bilirdi. Hayvanlarsa korktuklarında iki şey yaparlardı…

“Canavarlar!!!”

İlk kimin bağırdığı belirsizdi ama sahne aniden karıştı. Kimileri kaçışmaya başladı, kimileri ise olduğu yerde donakalırken; kimisi de cesaretli olduğu için mi yoksa aklını kaybettiği için mi bilinmez ama ileri atılmayı seçti.

Ortama tam bir kaos hakim oldu!

Goblinlerle savaşmaya hazırlıklı olsalar da, ilk kez gerçek canavarlarla karşılattıkları için korkmaları normaldi.

Zira canavarların dehşeti, zayıf goblinlerle kıyaslanamazdı.

Neyse ki yağmaladıkları hazine sayesinde ekipmanları çok iyiydi. Gerçek demir ve çelik kullanıyorlardı. Yoksa normalde kullandıkları taş ve kemiklerle hiç şansları olmazdı. Neden önceki ihtiyarların böyle maceralara atılmadığını, mağaraların derinliklerine keşfe çıkmadıklarını şimdi daha iyi anlıyorlar, iliklerine kadar hissediyorlardı.

“Arkamızdalar! Ahhhh!!!”

İyi zırhına rağmen kaçmaya çalışan biri, yakalanmış bir sinek gibi karanlığa çekilirken bağırmaktan kurtulamamıştı.

“Saldırın!” Barbara bağırırken, göle doğru ilk atılanlardandı.

“İleri!” Zebil ve diğerleri de bağırdı. Kurbağa canavarları etraflarını sarmıştı. Tek çareleri yollarını öldürmekti!

“Tuzağa düştük, lanet olsun!”

“Goblin bizi kandırdı!”

“Onu bir yakalarsam bu sefer iyice sakatlandığından emin olacağım!”

“Ahh!!”

Bir kaç metrelik kurbağa canavarlarının gözünde beşerler atıştırmalık sinekler gibiydi. Alışkın oldukları karanlıkta beşerlerin etrafını hayaletler gibi sarmışlar, onları birer birer avlıyorlardı. Beşerler çaresizdi.

“Dikkat et!” Adam, Lilith’i kenara iterken bağırdı. “Arkamda dur!”

Aynı anda bulundukları yere, mermi gibi bir et kütlesi çarparken, Adam kendini savunduğu mızrağı ile savruldu.

“Adam!” Lilith kontrolsüz bir alev patlaması koyuverdi ve uzanan kırmızı dili kömürleştirdi.

“Tamam iyiyim.” Adam yapıştığı duvardan kurtulurken, mızrağı ile kendini destekledi. Bu gerçek bir darbeydi!

Neyse ki zırhını iyi kuşanmıştı. Başı dahil tüm hayati noktaları demir plakalar ile korunuyordu. Ama Lilith öyle değildi. Onu zamanında itmese, giydiği ipek cüppe ile et hamuruna dönüşmesi muhtemeldi.

“Enerjini topla!” Adam ona hatırlattı. Zira her şey bir anda olup bitiyordu.

Ruhpanlar hazırlıklı olduklarına bedenlerini dışgüçleri ile koruyabilirlerdi. Bu yüzden diğer savaşçılar gibi ağır zırhlar giymeleri gerekmezdi.

“Hmm.” Lilith de durumun tehlikeli olduğunun farkındaydı. Uzun süre tuttuğunda onu yoracak olsa bile asasını kaldırdı ve etrafında bir enerji bariyeri oluşturdu. Şimdilik sadece kendisini koruyabilirdi. Lakin yeterince güçlendiğinde diğerleri koruyacak bariyerler de yapabilirdi.

“Devam edelim. Göle ulaşalım.”

Hemen Lilith’in elinden tuttu ve önlerindeki açıklığa doğru atıldılar. Bu sırada diğerlerine talimat vermeye devam etti.

“Gölde toplanın! Sırtınızı birbirine verin! Ruhpanı ortaya alın!”

Kurbağa canavarlarının ininde oldukları belliydi. Burada uzun süre kalmaları akıl karı olmazdı. Bu yüzden acilen bir plana ihtiyaç vardı.

Önce herkesi gölde, daha doğrusu sığ su birikintisinde toplanmaya çağırdı. Sonra Lilith ile birlikte gurubun ortasına yerleşti. Bu diğerlerine haksızlık gibi görünse de önder olarak güvende kalması gerekiyordu. Ayrıca bir plan yapmak için zamana ihtiyacı vardı.

Neticede Kutsal Savaşçı seçilip, bu sefere önderlik etse de gelişimi muhtemelen aralarındaki en zayıf kişiydi. Bedenini, sürekli girdiği ölüm kalım savaşlarıyla eğitmemiş olsa, bırakın liderliği, burada bulunma hakkı bile olmazdı. Hala yukarıda çıkış için buzu kazıyor olurdu.

Bu yüzden de korunma için iyi ekipmanlar giymiş, saldırılardan kaçınmak içinse kendi geliştirdiği Zıplayan Adımlara güveniyordu. Ayrıca zamanla geliştirdiği çelik gibi refleksleri ve her türlü durumda sakin kalmak için eğittiği zihnine güveniyordu.

Lakin tüm bunlara rağmen, tek bir hata da hayatını kaybedebilirdi. Gerçek canavarlara karşı olduğunuzda en önemli şey hala kendi yetişiminizdi.

Devam eden çaresiz savaşlara ve beşerlerin birer birer karanlığa çekilip kaybolduğu sahneye bakan Adam; bir an için korkmuş hissetti ve ne yapması gerektiği bilemedi. Bugüne kadar hep tek ve önceden hazırlandığı savaşlara girmişti. Çaresiz kaldığında ise kaçmıştı…

“Beşerli partilere bölünün. Herkes kendi partisine göz kulak olsun! Daha fazla kişiyi kaybedemeyiz. Birbirinizi kollayın!”

Dev bir kurbağayı itmekle meşgul olan Zebil bağırdı. Sahnenin karmaşasına daha fazla dayanamamış olacak ki müdahale etme isteği duydu.

Zira bizzat canavarlarla savaşmış Adam dışında en bilgili olan oydu. Babası eski şeften sık sık canavarla nasıl başa çıkılacağını, onların nasıl avlanacağını dinlerdi.

Bir canavar, sıradan bir beşerden çok daha güçlü ve dayanıklı olurdu. İdeal olan eşleşme beş güçlü erkeğin, bir canavara karşı birleşmesiydi. Bu guruplara canavar avcılığında ‘Parti’ denirdi.

Hatta bir rivayete göre ‘beşer’ isminin bile buradan çıktığı söylenirdi ya doğru mudur bilinmez…

Adam da itiraz etmedi. Hatta Zebil’e fikir verdiği için minnettar bir bakış attı. Ortaya aldıkları değerli ışık kaynakları Lilith’i korumaya devam ederken, hemen en yakınındaki beş kişiye tutundu.

Beşerli partilere bölününce, ortaya toplanmış düzensiz bir yığın olmaktan kurtuldular. Şimdi her parti başka bir canavara göz kulak oluyordu.

“Haaa!”

Herkes dağıldığı için açığa çıkan Adam ve partisinin, aniden üstlerine atılan beyaz bir bulanıklıkla karşılaşmaları uzun sürmedi.

“Arkasına geçiyorum!” Partide bıçak kullanan birisi bağırdı. Bıçak kullandığı için canavara herkesten daha çok yaklaşması gerekiyordu ve bunun için en az dikkat ettiği yerden saldırması gerekiyordu.

“Acele et!” Canavarın tüm saldırısını kalkanıyla engelleyen Tekeş, zorlukla konuşabildi.

“Vrrraaaak!!!”

Lakin canavar da ne yapmaya çalıştıklarını anlıyor gibiydi. Körelmiş buğulu gözleri döndü ve aniden arkasına dönüp saldırmak istedi.

“Burada kal!” Adam da canavarın dikkatinin dağılmasını önlemek için mızrağı ile kafasına hamle yaptı.

Arkası için zamanı olmayan dev kurbağa, Adam’ın mızrağından kaçınmak için dilini kullanmak istedi.

Fuuu!!

Yanından rüzgar gibi geçen dili ani bir refleksle atlatan Adam, Zıplayan Adımları kullandı ve mızrağını sertçe sapladı.

Bıçaklar da aynı anda arkasından saplandı.

“Saldırın!”

Diğerleri de harekete geçti.

Mine de aralarındaydı ve mesafesini koruyarak canavara bir ok attı. Adam’ın sapladığı mızrakla boğuşan canavar zamanında oktan kaçamadı ve gözlerinden birini kaybetti.

“Vııırrakkk”

“Ses saldırısı! Herkes kulaklarını korusun!” Adam, kurbağanın son çare olarak boğazını şişirdiğini görünce hemen diğerlerini uyardı.

“Bana bırak!” Lilith tutuşturduğu büyük bir ateş kütlesine, mızrak gibi sivri bir şekil verip kurbağanın büyüyen boğazını hedef aldı.

BOOM!!

Kurbağanın içine doldurduğu hava, Lilith’in ateş mızrağı ile patladı ve canavarın boğazının büyük bir gürültüyle parçalanmasına sebep oldu.

“İşte bu! Onları yenebiliriz!”

Diğerleri Adam ve partisinin başarısını görünce heyecanlandılar ve moralleri yerine geldi.

“Devam edin!” Adam bağırdı. “Daha fazlası var!”

“Evet! Herkes dikkat etsin!”

“Daha fazla canavar var!”

“Haklayın şunları!”

Heyecan kısa sürmüştü ama umut doğmuştu. Herkes organize bir şekilde canavarlara direnmeye başladı. Savaş her yönden kızışmıştı.

“Ahh!” Büyük bir dil tarafından vurulan Aman, bağırdı.

“Dikkat et!” Zebil bir elinde babasının kemik bıçağı, diğer elinde hazineden seçtiği bir kılıçla yardıma koştu. Altın işlemeleri olan, beyaz saplı uzun bir kılıçtı. Kralların kullandığı türden asil bir havası vardı. Kılıcın çelik gövdesi, Zebil’in aşıladığı içgüçle parladı ve gökten düşen bir şimşek gibi dili kesip geçti.

Foşş!

Tereyağı gibi dümdüz kesilen dilden kan fışkırdı.

“Saldırın! Etrafını sarın!”

Kendi partisine ardı arkasına emirler yağdırırken, yaralanan canavarın etrafında bir bıçak ve bir kılıçla adeta dans ediyordu.

Saldıran kurtulan Aman bir kılıç ve kalkan ile, Demirderi bir mızrak ve Çataldil de iki bıçakla canavara atıldı. Yanlarına aldıkları 5 savaşçı dişiden geriye kalan üçü de ok atışlarıyla destek oldular. Dakikalar içinde canavarı adeta yok etmişlerdi.

Buradaki en güçlü parti olduklarına şüphe yoktu.

Canavarların giderek azalan saldırıları ile savaş bir süre daha devam etti.

“Hufff! Sonunda bitti…” Saldırılar durur durmaz Tekeş kendini yere attı. Artık ne kalkanını ne de kılıcını tutacak hali kalmamıştı.

“Hehehe…” Mızrağını yaslanan Adam da gülümsedi. Şimdilik en kötüsünü atlatmış görünüyorlardı. Gerçekten bitti mi? diye düşündü ama bitmediğini içten içe biliyordu.

Lakin daha asıl savaş başlamamıştı bile…

O goblinin kaçmasına izin veremezlerdi. Şimdi geri dönmek için çok geçti!

Biraz soluklandıktan sonra etrafına bakındı ve “Kayıplarımız neler?” diye sordu.

Kendisine yardım eden şifacılarla birlikte yaralılara bakan Lilith, “Çok kötü yaralanan yok ama on kişi kayıp. Muhtemelen…” dedi ama sözünü bitiremedi.

Adam yumruklarını sıktı. Daha yola yeni çıkmışlardı ama şimdiden on kişi kaybetmişlerdi. Kendini fazla mı büyütmüştü?

Birkaç goblin ve bir hobgoblin öldürdükten sonra yuvalarını basabileceklerini düşünmüştü ama yanılmış mıydı?

Hayır, şimdi tereddüt edecek zaman değildi. Dik durması gerektiğini biliyordu. Hemen emri verdi, “Toplanın! Goblinin peşinden gidiyoruz. Ölen adamlarımızın intikamını almalıyız!”

Sırtına alıp getirdiği bir canavarı taşıyan Barbara, “Peki öldürdüğümüz canavarlar ne olacak?” diye sordu.

İyi bir soruydu, zira canavarların bedenleri başlı başına birer hazineydi. Derileri çok dayanıklıyken, kemikleri çok sertti. Dişleri, pençeleri kısacası her parçası kullanılabilirdi.

Herkes bunları düşünürken Barbara devam etti. “Etlerinin çok lezzetli olduğunu duydum…”

Herkes son derece şiddetli bir savaştan sonra hala midesini düşünebilen Barbara’ya bakakaldı.

Adam, “Şimdilik bırakalım. Eğer şanslıysak geri dönüşte alırız,” demekle yetindi.

Böylece fazla vakit kaybetmeden tekrar harekete geçmeye başladılar.

“Ne var!” diye ona bakanlara çıkıştı Barbara, “Sanki siz acıkmadınız…”

Tekeş bu gibi durumlar için hazırlıklı gelmişti. Hemen öne çıktı ve “Buyur. İstersen burada biraz pişmiş canavar etim var.” diyerek, çantasından et ikram etti.

Barbara sadece eti aldı ve yemeye başladı. “Hmm… güzelmiş. Senin gibi şişkolar da bazen işe yarıyormuş.”

Hazin sonlarını görmek için civarda saklanan Gobu’yu bulmaları uzun sürmedi. Gobu akıllıca kurduğu tuzağın sadece on kişiyi öldürdüğüne inanamamıştı.

Takip edildiğini fark eder etmez normalde sakındıkları canavar yuvalarına yönelmişti. Tamamını öldüremeyeceğini bilse de aptal hayvanlar olarak gördüğü beşerlerin korkup geri döneceğini düşünmüştü.

Sonuçta derinler, jinlerin mekanıydı. Beşerler yüzeye yakın yerlerde saklanır, saldırıya uğradıklarında bile takip etmeye cesaret edemezlerdi.

Bu beşerlerse çok fazla kayıp vermedikleri gibi öfkeyle onu takip etmeye devam ediyorlardı.

“Gobu!” diye de söylendi, karanlık tünellerde kaybolurken. Bakalım bu sefer nasıl kurtulacaksınız! diye düşünüyordu…


Adam ve diğerleri neredeyse bir gündür goblini takip ediyordu. Bu sakat goblin gerçekten de düşündüklerinden daha zekiydi. Onları her seferinde ustaca başka bir canavarın inine çekmeyi başarmıştı.

“Daha fazla dayanamıyorum.”” dedi, otururken dev baltasını yanındaki takipçilerine, güzel çocuklara teslim eden Barbara. Üstü başı beyaz, kokulu bir sıvıyla kaplanmıştı. “Bu seferki hem çok büyük, hem de çok sertti. Üstüne oturmama rağmen, kıpırdamaya devam etti. Bir türlü inmek bilmedi…”

Lilith de beyaz sıvıdan nasibini almıştı. Yüzüne bulaşmış şeyi parmağı ile sıyırdı ve tadına baktı. “İuvvv! İğrenç…”

“Yardım edin!” O sırada bir ses duyuldu.

“Hmm?” Adam hemen koştu ve yerde, viskoz beyaz sıvıdan bir birikintinin içinde debelenen Mine’ye yardım etti. Tamamen içine gömülmüştü ve biri el uzatmazsa çıkamayacak, içinde boğulacak gibiydi…

Kurbağa canavarlarından sonra bu üçüncü canavar yuvasıydı…

Önce tamamen garip, renkli ve güzel görünen bitkilerle dolu bir tünele ulaşmışlardı ki bitkiler canlanıncaya kadar her şey yolundaydı.

Dev yaprakların içinde biriken bal gibi tatlı bitki özleri çok lezzetliydi. Dev mantarlar rengarenkti. Hoş kokular yayan çiçekler açmış asmalar, tünel boyunca uzanıyor; karanlık ve kasvetli olması gereken mağaralar, cennetten birer bahçe gibi görünüyordu.

Bitkileri sulayan buz gibi yeraltı suyu da, yorgun savaşçıların kana kana içmesi için damaklara şenlikti.

Ta ki lezzetli bitki özleri veren yapraklardan, ürkütücü dişler çıkıncaya kadar. Aniden kafa koparan, beyin yiyici canavarlara dönüşmüşlerdi!

Renkli mantarlarsa felç edici sporlar fışkırtan, aniden yürümeye başlayan tuhaf yaratıklara dönüşmüştü. Asmalar ise havada uçuşan kamçılar gibi hareketlenmiş, yakaladığını kendine çekerek sıkan ve iğneleriyle kanlarını emmeye çalışan bitkilere dönüşmüştü. O gerçekten tehlikeli bir kan emici canavardı!

Belki de hepsinden kötüsü en masum görüneniydi. Mağaranın ortasından şırıl şırıl akan su, içenleri adeta içeriden dışarıya donduran ölümcül bir zehir gibiydi.

Beşerler, buralarda ne kadar aşağılara inerlerse o kadar garip şeyler göreceklerini anlamış oldular.

Bitki canavarlarıyla dolu mağaralardan kurtulduktan hemen sonra da dev böceklerle karşılaştılar.

Normalde olmaları gerekenden defalarca kat büyük olan bu böceklerin ortak özelliği doğal olarak zırhla kaplı olmalarıydı. Çelik kılıçları ve demir mızrakları olmasa, böcek yemi olmaları içten bile değildi.

Özellikle mağaranın patronu gibi olan dev bir kırkayağı öldürmek için, tüm ordu birlikte çalışmak zorunda kalmıştı. Hiçbir silahın delip geçemediği sert bir kabuğu, dokunduğu yeri eriten asitli bir zehri ve metali kağıt gibi kesen dev kıskaçları vardı.

Kırk çift mızrak gibi ayağı da unutmamak lazım…

Böceklerden kurtulduktan sonra da dev örümceklerin inine düşmüşlerdi. Neyse ki Lilith’in kavurucu ateşi, bu soğuk kanlı canavarların doğal düşmanı gibiydi. Lakin ağlarını fışkırtarak savaşan bu canavarların ağları ne zaman Lilith’in ateşi ile karşılaşsa erir ve şimdi uğraştıkları yapışkan, viskoz sıvıya dönüşürdü.

“Hmph!” Zebil de üzerine apışan iğrenç ağlarla uğraşırken morali bozuk gibiydi. “Şefiniz ben olsam da bu seferin sorumluluğunu Adam’a bırakmıştım. Şimdi yolda beş kişi daha kaybetmişken, geri dönüp dönmeme kararını da o versin. Doğrusu daha fazla adam kaybetmeye lüksümüz yok!”

“Dönmeliyiz değil mi?”

“Ruhpanımız olmasa daha çok kayıp verirdik…”

“Doğru doğru…”

“Hain goblin bizi sürekli dolaştırıyor, yuvasına falan gittiğimiz yok!”

“Bence geri dönmeliyiz. Eşimi özledim, çocuklarımı özledim, burada ölmek istemiyorum…” diye mızmızlandı birisi.

Arkadaşı hemen alay etti, “Daha kendin çocuksun, ne çocuğu?”

Zebil’in çıkışından sonra herkes arasında fışırdaşmaya başlamıştı bile. Herkes göz ucuyla Adam’a baksa da açıkçası bu seferin bittiğini düşünüyorlardı. Sonuç tam bir başarısızlıktı.

Huu~

Adam da bıkkın bir nefes verirken oturduğu yerden kalktı. Herkesin ne hissettiğini anlıyordu. Lakin şimdi duramazdı. Ölenlerin öcü alınmalı, büyük bir tehlike erkenden önlenmeliydi. Ya da en azından kendine böyle söyledi…

“Şimdi duramayız…” dedi. Etrafına baktı ve “Size söz veriyorum, bir daha canavarlarla karşılamayacağız!” diyerek, büyük bir iddiada bulundu.

“Ne!”

“Nasıl olur?”

“Tsk!” Zebil sadece ona acıyor gibi bakmakla yetindi. Söylenmesi gerekeni zaten diğerleri belli ediyordu.

Zebil ve diğerlerinin mutsuz ifadelerine aldırmadı. Zaten Zebil’in onu Kutsal Savaşçı ilan ederken ki planını biliyordu. Başarısız olmasını ve etrafındaki arkadaşlarının dağılmasını bekliyordu. Böylece istediği gibi Adam’ın üzerine çıkabilir, ona istediğini yapabilirdi.

Adam bunu kabul edemezdi!

Adam bunları kabilenin iyili için yaptığını düşünmek istese de kalbinde başarıyı arzuluyordu. Kendisine zor zamanlar yaşatan Zebil ve diğerlerinin üstünde durmak istiyor, intikam ateşini gizlice taşıyordu. Geri dönüş yoktu!

Ya başarılı olacak ya da geri dönmeyecekti…

Adam diğerlerinin cevabını beklemedi ve öne çıkarak, “Lilith, hadi gidelim. Bundan sonra yolu ben göstereceğim. Bunca yolu boşuna gelmedik, ” derken, elini ona uzattı ve “bundan sonra goblin yuvasına kadar tehlikeyle karşılaşmayacağız.”

Lilith ise Adam’ın uzanmış eline tereddütle baktı. Karanlık dehlizlerde yaklaşık günlerdir süren yolculuklarında dışgücü iliklerine kadar kulllanılmıştı. Yolda dinlenmeye bile zamanı olmamıştı ki yeni bir canavar yuvasıyla daha başa çıkacak cesareti yoktu.

Üstelik bu canavarlar korkunç olsa da çok da güçlü değillerdi. Eğer gerçekten güçlü bir canavarla karşılaşırlarsa kaçmaya bile zamanları olmazdı!

Kalkmadan önce derin bir nefes aldı ve Umarım ne yaptığını biliyordur, diye düşünerek uzatılan eli tuttu.

“Işık!” dedi ve asasıyla yolu aydınlattı.

“Beni de bekleyin!” Barbara da atıldı. “Verin şu baltayı, biraz goblin kesmeden gitmeyi reddediyorum!”

“İri dişiyi takip edin!” Tekeş de koştu.

“Ben de!”

“Ben de!”

Ruhpan ve bazı güçlü kişiler yola koyulunca diğerlerinin de kalkmaktan başka çaresi yoktu.

Gidenlere bakan Demirderi, “Ne yapıyoruz Şef?” diye sordu.

“Tsk!” Zebil de kalkarken homurdandı. “Devam edin! Ben daha fazla insan ölmesin diye uğraştıkça kötü adam oluyorum. Hmph!”

Yanlarındaki dişiler de onu destekledi: “Doğru doğru, kimse şefi dinlemiyor. Adam sadece yalan söylüyor. Hepimizi öldürmeden durmayacak!”

Yaklaşık yetmiş kişi çıktıkları akına şimdi elli beş kişiyle devam ediyorlardı. Goblin yuvasını bulup bulmayacakları belirsizken bulsalar bile galip gelip gelmeyecekleri belirsizdi.

Asıl soru ise daha kaç kişi ölecekti?

Sonraki Bölüm

No results available

Reset