novel oku
File 000000001f5061f6aea673a31e114d44 min.png

Sonu Olmayan Kuyu

  • Nis 24, 2025
  • 0 takipçi
  • 0 inceleme
  • 0 görüntüleme

Hakkında

 

578. Sis Yılı, Fısıltıçağı Dönencesi, Yitikgün

Zamanın en çarpık olduğu yer olan kuyu, Sisler Dünyası’nda zamanın, hatıraların çürüyüp gerçekliğe karıştığı bir yerdi. “Zamanın neredeyse akmadığı yer” denir. Çünkü burada zaman ya durur, ya katlanır, ya da sonsuza bölünür. Kuyunun derinliğinde ne saat ne de mevsim işler. Sadece anlamlar sürer… ya da sürüklenir.

İlk sahip olduğum anı, yattığım, doğduğum taş parçasında ölmüş birinin huzur aynısıydı. Huzurun dahi ne olduğunu bilmeden, ölümün huzurunu hissetmiştim. Tersten başlayan ve sona giden hayatım için mükemmel bir başlangıç noktası olabilirdi. Daha ilk yemeğini bile yememiş bir çocuk için, mavi sisleri içimde hissetmek; ciğerlerime dolup gözlerime ulaşana kadar içimi yakmasını hatırlıyorum. Benim gibi yitik günde doğan bir çocuk, kaderin gezgini olabilirdi belki. Bıraktığı anının içinde rahme düştüğü ilk anda annesinin rüyasında gördüğü yetişkin adam olmayacağını bilmesinin hüznü de vardı. Buna rağmen çocuk bir iki nefes alıp, gölgesini kuyuya geriverdi. Anısının içimi doldururkenki ağırlığı, bedenimde gezinen sisin bıraktığı hissi, anı sislerinin içimden çıkışını ilk kez ağlamama sebep oldu. Birkaç dakikalık hayatımı göze alırsam, bundan daha acı verici bir deneyim olamazdı herhalde. Dalla o gün rahiplerin, sonu gelmeyecek gibi gözüken ağlamanın kesilmesi için beni saman yatağa koyup içimdeki hüznü aldığını söyledi. Keşke ne o hüznün ne kadar değerli olduğunu bilseydim. Doğum rahiplerinin neden her zaman en iyi yemekleri yiyip en güzel kıyafetleri giydiklerini o gün öğrendim.

Ailemin, Yılanların babasına olan sadakati, benim sis doğumlu olmamı sağladı. Annem ne kadar acı çekse de, sislerin en yoğun olduğu anı bekledi, beni anılarından çıkarmak için. Yüzlerce dönümdür yitik günde sis olmazdı, henüz lutuf sahibi olmasam da, sisler de doğan birkaç sis bebeğinden biriydim. Babam, annenin rüyasında gördüğü, benim birkaç beyaz, bir iki grileşen saçı ve kırışıklığa sahip halimdi. Tek farkı, benim gölgeler kadar siyah gözlerim olmasıydı. Annem ise, sis beyazı saçlarının altında bir parmak boğumu boynuzunu saklayan güzel bir kadındı. Tarikatın babam için seçtiği annemin, sis öpücüğüyle dolu saçlarının bende de olması, babanın bana her baktığında, bakarken gördüğüm iğrenmeden anlamıştım. Tek mutluluğu, annem gibi bir bozuk kan yüzünden boynuzum olmamasıydı. Annem, beyaz saçlı kardeşim Luren’i doğurana kadar babanın nefretini hep üstümde hissettim. Luren sayesinde babam tarikatın içinde birkaç sınıf yükselmişti, bu mutluluğu beni görmezden gelmesini sağladığı için oldukça mutluydum. Evim kuyunun yakınlarında olsa da, en köşesinde olmadığı için oldukça iyi bir sis bebeği olarak büyüdüm . Gerçi babam kadar ben de metal kulelerde yaşamı hayal ve merak ederdim.

Binlerce ayak yükseklikteki metal kuleler, sisin ulaşmadığı yıldızların ışığıyla parlayan görkemli yerlerdi. Sadece lutufkarlar, büyücüler ve en yüksek Yılanların yaşamasına izin verilirdi.

İlk kez kuyuya bakmama izin verildiğinde, artık bedenimin büyümesi oturmuştu. Artık yaşlı, konuşamayan bir bebek ya da sislerden kolları olan genç bir adam değildim. Diğer çocuklar gibi gözükmeye başladığımda hissettiğim mutluluk tarif edilemezdi. Artık bunun gibi mutlulukları saklamak için anı sislerini bile kullanabilir hale gelmiştim. Sonsuz Ardelith Kuyusu’nun kenarına ilk kez geldiğimde, içimdeki ilk korku anısı yüzünden taş zemine dizlerimle çöktüm. Titreyen dizlerim yüzünden ayak parmaklarımın ucuna kadar gerildim, nefesimi tutup bir halde dururken… Önümde uzanan o karanlık boşluk, dünyadaki hiçbir şeye benzemiyordu. Derinliği gözle ölçülemezdi; aşağıya bakınca, sanki gerçeklik eğilir, çizgiler bulanıklaşır, zaman bükülür gibiydi. Sanki kuyunun merkezine değil, içine çekiliyormuş gibi hissediyordum. Boğazımda yutkunamayacak bir düğüm, göğsümde yabancı bir baskı belirirdi.

Kuyudan yükselen rüzgar, yüzüne çarptığında serinlikten çok, bir şeylerin fısıltısını taşır gibiydi — ne dediğini anlayamazsınız ama içini titreten bir geçmişin yankısıydı o. Gözleri büyütür, dudakları kurutur. İçindeki bir şeyleri çatırdatır; büyümenin, korkunun, merakın ve bir tür kaybolmuşluğun ilk kırığıdır bu.

Etrafındaki spiral şehir, sanki onun farkında değil gibiydi. Fakir taş evlerin üzerindeki isli dumanlar, kulelerin soğuk gölgeleri, hepsi sıradan hayatlarına devam ediyordu. Ama o an, benim için hiçbir şey sıradan değildi. Kuyuya bakan o gözler artık çocuksu değildi. İçimde bir şeyler, geri dönülmez biçimde değişmişti.

Kendi içindeki bir boşluğa bakar gibiydim: anlam veremediğim ama hissettiğim, yabancı ama tanıdık bir karanlık. Ve ilk defa, “büyümek” sadece yaş almak değil, içimdeki bir karanlığı anlamak gibi geldi.

Diz çökmüş karanlığa bakarken omuzlarımdan küçük bir itiş ve kahkaha dolu bir çekiş hissettim. Babamın mizah anlayışı, zamanın kendisi kadar belki ondan bile çarpıktı. Babam ve diğer rahiplerin kahkahaları uzun bir süre kesilmedi. Bana acıyan gözlerle bakan Dallayı ilk kez zaman gördüm. Acımak çoğu kişi için kötü gözükebilir, ama benim için o an değildi. Çünkü doğarken bana hayranlıkla bakan kadının aynı gözlere sahip olduğunu ilk o zaman fark ettim. Tekrar bakışlarım kuyuya denk gelip, korkuyla adımlarım geri gidene kadar ona bakmayı ve güzelliğiyle büyülenmeye devam ettim.

Babamın neden annemin sisle öpülmüş saçlarını saatlerce okşadığını o an anladım. Gerçi her seferinde eli saklı boynuza gelince, iğrenerek ellerini çekerdi. Bir taşa boynuz anısını verir, annemin saçlarına dokunmaya devam ederdi. Anneme boynuzlarını sormuştum birkaç kez, onları neden sis tüccarlarından biriyle takas etmediğini ya da onu kuyuya atmadığını. Belki atsaydı, bozuk kana sahip olduğumuzu babam bilmeyecekti. Boynuza dokunuş ve iğrenme rutininden, ben bile birkaç sis yılı dolmamış olduğum halde bıkmıştım. Annemin onlarca sis yılı ve birkaç Unutulmuş yıl boyunca dayamasının bıkkınlığını tahmin bile edemezdim. Yine de her seferinde gülümser ve babamın taştan elini çekip onun saçlarına dokunmasını gözlerinde aşkla beklerdi. Ben, iki kardeşim ve gurur kaynağımız Luren dışında annemin boynuzlarını bilen yoktu. Boynuzlarını verseydi, belki ortak anıları paylaşan tam bir aile olabilirdik. Her ne kadar kirli kanın işareti bile olsa, yüzlerce anı ederdi. Bunlara rağmen annem, en az bizi sevdiği kadar boynuzunu çok sevdiğini söylerdi. Bunu söylerken annemin yüzündeki parıltıyı gördükçe, annem kadar ben de boynuzlarını sevmeye başladım. Belki de babam ve tarikat her zaman haklı olmayabilirdi.

 

 

    Bölümler

    Sonu Olmayan Kuyu
    En Eski

    Henüz bölüm yok

    Reset

    İlgili Hikaye Bulunamadı

    İlgili Hikaye Öğeleri

    Sonu Olmayan Kuyu
    • Karakter
    • Mekan
    • Organizasyon
    • Tür
    • Diğer

    İlgili Öğe Bulunamadı

    Reset

    İncelemeler

    Blog

    İlgili yazı yok

    Reset