Adam, üstlerinde öylece duran bu varlığa büyük bir kafa karışıklığı ile baktı. Zihni sorularla doluydu ama her şeye rağmen tanıdık bir hisle de doluydu. Bu sanki uzun zamandır görmediği, eski bir tanıdığı görmek gibiydi.
‘Onu tanıyor muyum? Ama nasıl?’
Nereden bakarsa baksın böyle bir varlığa anlam veremiyordu. Sıradan bir beşer dişisi gibi -çok güzel olması dışında- görünüyordu. Ama beşerler uçamazdı değil mi? Tabii kanatları yoksa… Adam bile Kartal kavmi gibi kanatlı canavarların soyundan gelen beşerlerin uçabildiğini duymuştu.
O Beşer mi jin mi yoksa başka tür bir varlık mıydı? Kesinlikle bilinmez bir varlık olmalıydı!
Bu sırada kadın havada süzülmeyi bıraktı ve yavaşça Adam’a doğru alçalmaya başladı. Sanki çok hızlı hareket ederse, ürkütüp kaçıracağı bir evcil hayvana yaklaşır gibi sevgi dolu bir ifade ile geliyordu. Simsiyah göz bebekleri bile biraz nemli görünüyordu.
“Sonunda tekrar doğdun…” diye mırıldandı, gizemli kadın. Yavaşça Adam’ın tam önüne indi.
Aralarında neredeyse hiç mesafe yoktu. Cücelerin özenle işlediği eserler gibi olan narin elini, sanki Adam’ın yüzünü okşamak ister gibi uzattı. Adam, belki onun varlığından dehşete düştüğü için, belki de onun nefes kesici güzelliğinden etkilendiği içindir, bir an için tepki vermeyi unuttu ve kadının yüzüne dokunmasına izin verdi.
“Bu da ne…” Kadın, yüzüne dokunduğu anda kalbinde tarifi imkansız bir acı hissetti Adam. Sanki çok önemli bir şeyi unutmuştu ve unuttuğu şey asırlar öncesinden acı vermek için geri gelmişti. Daha farkına bile varmadan yüzünden akan sıcak akıntıyı hissetti.
“Sen, sen de kimsin!” derken gözyaşlarını sildi hemen. Adam sarsılan zihni ve kanayan kalbiyle bir adım geri çekilecek gücü sonunda buldu.
“Beni tanıyorsun…” Kadın boşa çıkan narin elini yavaşça kapatırken konuştu. Yüzünde büyük bir pişmanlığın izleri görünüyordu. “Çünkü sen… O’sun!”
Adam’ın kafası daha da karışmıştı, “Kimim, kimim ben?” diye sordu.
“Dikkat et Adam!” Bu sırada Lilith, asasını kuşanmış bir şekilde ikisinin arasına attı kendini. Gözleri korku dolu olsa da ileri adım atmaktan kendini alamadı. Eğer şimdi hareket etmezse hayatı boyunca pişman olacağı hissi, kalbini doldurmuştu.
Tıpkı Adam gibi, bu varlık ortaya çıkıp onları yere serdiğinden beri kafa karışıklığı içindeydi. Sadece o değil, diğer ruhpanlar Kirin ve Gobumei bile aynı şekilde hissediyordu. Savaşçıları için bu varlık sadece uçabilen garip bir dişi gibi görünebilirdi ama pan asaları sayesinde görünmeyen şeyleri görebilen ruhpanlar için sonsuz bir ışığa bakmaya çalışmak gibiydi.
Pan asaları bu kadın ortaya çıktığından beri titremeyi bırakmamıştı. Ruhpanlar, sanki büyük bir güç kalplerini kavramış gibi sıkışmış hissediyorlardı.
Buna rağmen Lilith daha fazla dayanamadı ve tüm gücüyle Adam’ın önüne atladı. “Ona yaklaşamazsın, çok tehlikeli!” diye Adam’ı ve diğerlerini uyardı.
Lilith’in uyarısıyla diğerleri de hareket edecek gücü buldu. Zebil, “Savunun!” diye kükrerken, diğerleri de silahlarını çekip Adam’ın etrafını sardılar. Ruhpan Kirin ve Gobumei bile asalarını aydınlatmıştı.
Tekeş, kaplumbağa kalkanı ile Adam’ı arkasına almıştı. “Dikkat et dostum, bu canavar seni hedef alıyor gibi görünüyor.”
“Mmm,” Adam sadece başını sallamakla yetindi. Onun korkutucu göründüğünü kabul etmekle birlikte az önceki dokunuşundan herhangi bir düşmanlık hissetmemişti. Onları söylemek istedi ama şimdilik susup olayların nasıl gelişeceğini görmek en iyisiydi.
‘İçimden bir ses, bu dişinin bana hiçbir şey açıklamayacağını söylüyor. Belki karşı koyarsak bir şeyler öğrenebiliriz…’
“Demek ismin bu devirde Adam…” diye mırıldandı kadın. “Benimkinin adı, Human’dı. Sanırım ben de o zamanlar Woman diye anılıyordum.” Kendi kendine mırıldanırken bakışları odağını kaybetmişti. Çok eski zamanları hatırlıyor gibiydi. Silahlarını çeken diğerleriyle hiç ilgilenmiyordu bile.
Lilith’in sabrı tükenmişti. Asasının önünde kıpkırmızı bir ateş peyda oldu. Ateş, eğilip büküldü ve bir yılan şeklini alarak saldırmaya hazır hale geldi. “Sana diyorum! Kimsin sen, niye yolumuzu kesiyorsun?”
Lilith’in öfkeli sesi, bu sefer kadının ilgisini çekmişti. Kanatlarını açıp civcivlerini koruyan anaç bir tavuk gibi görünen Lilith’e baktığında, gözleri buz kesmişti. “Bir ruhpan olarak kendini Ulu Pan’a adamış olmalısın. Sizler için sadece kendiniz ve gücünüz önemlidir. Onu bu kadar korumaya çalışman ilginç doğrusu…”
Kadın, ikisi arasında bir şeyler olduğunu ima ediyor gibiydi.
Lilith’e hitap ettiği anda tavrı artık tamamen değişmişti. Büyük bir güç ile gelmiş olsa da şimdiye kadar hep sessiz ve sevecendi. Sadece Adam’la ilgilenmiş ve oldukça nazikti. Şimdi ise tam tersiydi. Yüzü bin yıllık buz gibi ifadesizdi. Gözleri ölümün kendisi gibi boştu.
“Ama bu olmaz…” Kadın, elini Lilith’e doğru kaldırırken, “Aranızda bir şey olamaz… çünkü sen, BEN değilsin!” dedi.
“Saçmaladığın yeter!” Lilith, büyük bir kriz duygusu hissederken daha fazla beklemeyi göze alamadı. “Saldırın,” diye kükredi ve ateş yılanını serbest bıraktı.
Onu bu diyarda karşılaştıkları diğer düşman jinlere benzetmişti. Sadece biraz daha güçlü görünüyordu o kadar…
Kirin, gökler kükrüyormuşçasına yıldırımlar yarattı. Gabumei’nin ateşi, siyah yeraltı toprağı gibi eğilip büküldü ve düşmanı hapsetmeye çalıştı.
Kadın, üç bir taraftan gelen ruhpan saldırılarına korkusuzca baktı. Hatta yüzünde bir küçümseme bile vardı.
Uzattığı eli hafifçe hareket etti ve Lilith’in gönderdiği ateş yılanı saldırmayı bırakıp küçük bir solucan gibi kadının yeşim gibi koluna dolandı. Kirinin yıldırımları ve Gobumei’nin alevi bile aynı kaderi paylaştı.
“Nasıl olur!” Saldırıları üzerine kontrollerini tamamen kaybeden ruhpanlar büyük bir şok yaşadı.
Ruhpanların saldırılarını bileğine dolayıp nazikçe okşayan gizemli kadın ise gülümsedi ve “Hehehe… Ruhpanlık bu devirde bu kadar geriledi mi? Ama cesaretinize hayranım, Cadı Kraliçe’ye saldıran üç çırak ruhpan, pardon iki çırak ve bir ruhpan adayı… Uyanır uyanmaz böyle bir şeyle karşılaşacağımı beklemezdim doğrusu…”
“O zaman bir de bizi dene!” Cadı Kraliçe’nin dikkati dağılmışken saldırmaya karar veren Barbara, sağ taraftan ileri atıldı ve baltasını savurdu. Aynı anda Tor da dev çekici ile sol taraftan saldırdı. Zebil bile ruhpanların saldırısı ile yaramadığı için büyük tehlikede olduklarını anlamıştı. Arka taraftan kanlı bıçağı ile atağa geçti.
Cadı Kraliçe sadece elini tekrar kaldırdı ve üç görkemli savaşçı oldukları yere çöktü. Sanki dağların altında ezildiklerini hissettiler. Büyük bir güç tarafından aşağı bastırılmışlardı. Silahları ona ulaşmak üzereydi ama o son adımı atmak imkansız gibiydi artık.
“Kız kardeşlerime ders verirken savaşçılar araya girmemeli!” Cadı Kraliçe onlara bakmadı bile. Sadece nazikçe onları azarladı. “Şimdi sessizce orada bekleyin…” derken elleri belinde, sinirli bir öğretmen gibi görünüyordu.
Hala dağılmayan ruhpanların saldırılarını bileğinden çıkarıp bir enerji topu haline getirdi Cadı Kraliçe. “Asa dönüşümünün bilinen 5 seviyesi vardır. Görüyorum ki hepiniz birinci seviye olan ‘pan yılanını asaya dönüştürme’ seviyesine ulaşmışsınız…”
Cadı Kraliçe bunu söylerken elindeki elementlerden oluşan topu, görkemli bir asaya dönüştürdü. Asa, tamamen elementlerden oluşmuştu. Gövdesi iki tür ateştendi. Etrafında yıldırımlar cıvıldıyordu.
“İkinci seviye ise pan asasını tamamen bir elementele dönüştürmektir. Asa, artık hükmettiğin elementin, bilinç kazanmış, kendi başına bir varlık haline gelmiştir.”
Elindeki muhteşem asa tekrar üç elemente ayrıştı ve beşeri formları olan üç elementel varlığa dönüştü.
“Üçüncü aşama ise sanki bir geri dönüş gibidir. Pan asasını, tekrar pan yılanı gibi kanlı canlı bir hayvana dönüştürmektir…” Cadı Kraliçe tekrar elini salladı ve üç elemental varlık, üç farklı hayvana dönüştü. Ateş, görkemli bir ateş kuşuna benzedi. Yıldırım, tek boynuzu olan ihtişamlı bir ata dönüştü. Çamur ateşi ise iri yarı bir çamur canavarına benzedi.
“Dördünce aşamada işler ilginçleşir…” dedi Cadı Kraliçe. “Çünkü bu aşamada asalarınız artık canavarların kralı olan birer ejderhaya dönüşmelidir…” Bunu söyler söylemez, üç görkemli hayvan, devasa boyutlara genişledi ve kendi özellikleri olan efsanevi ejderhalara dönüştüler.
Gobumei’nin dizlerinin bağı çözülmüştü artık. Yere çöktü ve “Bö-Böyle… böyle bir şeye karşı nasıl savaşabiliriz.” diye kekeledi.
Herkes benzer düşünceleri paylaşıyordu. İstemeden de olsa Cadı Kraliçe’nin önünde duran üç ejderhaya karşı silahlarını indirmişlerdi.
Onların korkularıyla eğlenen Cadı Kraliçe’nin ise hala söyleyecek sözü vardı. “Son aşama ise asanın bir ruha dönüşmesi ve sahibiyle tamamen birleşmesidir.”
“Böylece Ruhpan sadece görünen diyarlarda yenilmez değil, görünmeyen Ruhlar Dünyası’na karşı bile kendini savunabilir…”
Şimdi de üç görkemli ejderha, yavaşça eriyip ince havaya karıştı. Yarı görünür, yarı görünmez ince havada birer duman gibi anlaşılmaz varlıklara dönüştüler. Artık ruhpanların bile kavrayışını aşan şeylere dönüşmüşlerdi.
Cadı Kraliçe sonra herkese küçümseme ile baktı. “Bilin bakalım ben hangi aşamadayım?”