Yeraltı Diyarı’nın bilinmez dehlizlerinde bir vadide sayısız ceset toplanmıştı. Aralarında beşer, jin, canavar ve nice yaratıktan cesetler vardı. Onlar yürüyen ölü yaratıklar, namevtlerdi. Ya burada ölmüşler ya da bedenleri bir şekilde buraya gelmişti.
Yeraltı Diyarı’nın karanlık enerjileri tarafından bedenleri sahiplenilmiş, yeni bir yaşam formuna dönüşmüşlerdi.
Yaşayan her şeyden nefret eden, ölüm ile iç içe geçmiş farklı yaşam formuydular artık. Namevtler özellikle bu vadide toplanmış, eski bir kayayı tavaf ediyorlardı. Ağır aksak adımlarla ilerliyorlar, kayanın etrafında iç içe geçmiş çemberler oluşturarak dönüyorlardı.
Kaya ilk bakışta pek göze çarpmasa da dikkatli bakıldığında bir lahiti andırıyordu. Yerden yükselmiş, yeraltının aşındırıcı rüzgarlarıyla yavaş yavaş tabut şeklini almış basit bir kayaya benziyordu. Ama bu tabut dik duruyordu. Sanki içinde yatan ölümünde bile yere düşmeyi reddetmiş gibiydi…
Bu lahit kaya aniden titremeye başladı. Üzerinde devirlerdir birikmiş olan toz ve kum hareket etmeye başladı. Kaya çatladıkça hava ağırlaşmaya başladı. Tüyler ürpertici bir dehşet dışarı sızmaya başladı!
Çatırtı! Çatırtı! Çatırtı!
BOOM!
Kaya boyunca yayılan çatlaklar ani bir patlamayla etraftaki namevtleri hazırlıksız yakaladı. Namevtleri büyük bir heyecan ve aynı zamanda korkunç bir terör duygusu sardı.
Burada toplanan sayısız namevt olsa da pek zeki değillerdi. Yeterince zeki olan hiç bir namevt böylesine korkunç bir yerde oyalanmaya zaten cesaret edemezdi.
Namevtler aniden üzerlerine inen muazzam basınç ile hareket edemez hale geldiler. Kendi türlerinin çok daha üstün bir formu ortaya çıkmıştı. Devirlerce yaşamış, üstün, ölümü alt etmiş bir varlık!
Bu varlığın gücünü hissettikleri için burada toplanmışlardı ve bu gücün huzurunda rahat ediyorlardı. Ama şimdi aynı güç uyandığında varoluşsal bir kriz hissettiler. Hemen sağa sola kaçmaya çalıştılar.
“Gece nihayet bitti mi? Güneş… bir kere daha doğacak mı?”
Patlamanın içinden huşu uyandıran bir ses duyuldu. Sonra nazik, beyaz bir el hareket etti. Patlamanın oluşturduğu kaya ve toz parçaları, tarifsiz bir güç ile kenara itildi! Geriye yırtılan havanın kulakları sağır ederek uzaklara esen sesi kaldı.
Ortaya siyahlar içinde bir kadın çıktı. Bu kadının bir gelinlik gibi uzun, gecenin kendisi kadar siyah bir elbisesi ve sivri uçlu büyük bir şapkası vardı. Toz ve kirin ortasında dursa bile üzerinde tek bir leke yoktu.
Cildi ve saçları tıpkı porselen gibi ürkütücü derecede beyazdı. Beyaz kirpikleri arasından bakan simsiyah gözleri inanılmaz derecede derindi. Yüz hatları keskindi. Gözleri büyük ve elleri narindi. Ürkütücü derecede beyaz derisi olmasa yaşayan bir beşerden hiç de farklı görünmeyecek, son derece güzel bir kadındı.
Kadın, beyaz saçlarını örten sivri uçlu büyük şapkasının altından etrafına baktı. Şapkanın kenarları o kadar genişti ki, gölgesi tüm yüzünü kaplıyor, ona olduğundan bile gizemli bir hava katıyordu.
Yeraltı Diyarı’nın ölüm kokan havasını hissetti ve derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle birlikte etrafındaki yüzlerce kilometrelik alanda birikmiş tüm namevtler yere serildi. Zaten ölü olan bu yaratıklar, sanki tekrar ölümü tadıyorlarmış gibi acı içinde kıvranmaya başladılar.
Kadının etrafındaki hava bile aşırı basınçtan donmuş gibiydi. Son derece ürkütücü ve kötü bir aura Yeraltı Diyarı’nın gökleri boyunca kükredi ve genişledi.
Bilinmeyen zamanlardan beri uyuyan dehşet verici bir varlık nihayet uyanmış ve gücünü toplamaya başlamıştı!
Kadının aldığı her nefeste daha da güçlendi. Solmuş bedeni canlılıkla dolup taşmaya başladı. Cildi parlamış, gözleri canlanmış, beyaz saçları ışıldamaya başlamıştı.
Namevtler ise büyük bir ızdıraptan kurtulmuş gibi rahatladılar. Ölmemişlerdi ama uzun bir süre hareket edemeyeceklerdi.
Bu sırada kadın, uçurum gibi siyah gözlerini açtı ve elinde beliren bir taş parçasına ilgiyle baktı.
“Kaç devir oldu….”
Bu sıradan taş parçası kadının avucuna rahatlıkla sığacak kadar küçüktü. Nehir yataklarında bulunan çakıl taşlarına benziyordu. Hafifi yuvarlak ama henüz aşınmamış pürüzlü yüzeyleri bulunan siyah bir taştı. Üzerinde rastgele beyaz noktalar vardı.
“Bu devirde başaracak mıyız?” Kadın taşı sıktı ve gözlerini duyguyla kapatırken iç çekti. Açtığında bir damla yaş aşağı süzüldü. “Aya… Çocukların erken yatma sebebi kadim varlık Cadı Kraliçe ne zamandan beri ağlamaya başladı?”
Bir çiğ damlası gibi parlayan göz yaşı damlasını parmağının ucu ile aldı ve “Seni boşa harcamayalım…” dedi. Onun yavaşça taşa damlamasına izin verdi. Sıradan görünümlü taş, göz yaşı damlasını hemen emdi ve yok etti.
“Hmph! Her zamanki gibi açgözlüsün!” Kadın taşa büyük bir sevgiyle baktı ve “Tıpkı seni yaptığımız günlerdeki gibi…” dedi, çok eski devirleri hatırlayarak. “Hadi seni bu devirdeki efendinle buluşturalım… Hm?”
Kadın taşla ilgilenmeyi bırakıp etrafına baktığında yüz ifadesi aniden değişti. “Burada mı? Onun Yeraltı Diyarı’nda ne işi var?”
BOM!
Bir patlamayla gökyüzüne yükseldi ve hissettiği zayıf aurayı tekrar hissetmeye çalıştı. “Gerçekten de burada! Henüz çok erken değil mi!!!”
Son derece güzel ama garip olan kadın, başka bir patlamayla uzaklara doğru uçup gittiğinde, Adam ve partisi geri dönüş yolunda karşılaştığı bir grup yeraltı canavarıyla savaşmakla meşguldü…
…
“Son bir tane kaldı!” Adam, kurt benzeri bir yaratığa mızrağını saplarken bağırdı. “Gölgeye dönüşmesi için fırsat vermeyin!”
Bu yaratıklardan sadece üç tane olsa da savaşması oldukça zordu. Demir gibi pençeleri ve çlik gibi dişleri olan dev kurtlara benziyorlardı. Alaeddin’e göre bu yaratıklara genel olarak ‘Demon’ deniyordu. Yeraltı Diyarı’nda oldukça yaygın bir jin türüydü ve yeryüzündeki canavarlara benziyorlardı.
Zayıf olanları tipik canavarlar gibiyken; güçlü olanları illüzyonlar yaratma, şekil değiştirme, hatta beşeri formlara bürünme gibi türlü hilelere sahip, kötü, acımasız ve zeki jinlerdi.
Alaeddin son kurda karşı baltasını savururken bağırdı: “Bu yeraltı kurtlarıyla karşılaşmamız zaten bekleniyordu ama acele etmemiz lazım. Çünkü etrafta kesinlikle daha fazlası vardır!”
“Elimizden geleni yapıyoruz zaten!” Kurdun jilet gibi pençelerini kalkanıyla engellemeye çalışırken cevap verdi Tekeş.
Pat!
Dev baltası bir kere daha gölgeleri kesip yere saplanan Barbara sinirlenmişti. “Lanet olsun! Şunu doğru dürüst zapt edin! Bir kere vursam yeter!”
Kurt saldırıları arasında kısa bir süre için gölgeye dönüşüyor ve başka bir yerde tekrar ortaya çıkıyordu. Bu da ona zarar vermeyi zorlaştırıyordu.
Çatırtı!
Kurt tam tekrar belirmişti ki, bir parlamayla yıldırımlar tarafından vuruldu.
“Fırsat!” diye herkes bağırdığı gibi kurdun üzerine atladılar ve hemen işini bitirdiler. Son darbeden sonra kurdun ölü cesedinden bir karanlık fışkırdı ve en yakındaki beşerleri rahatlatan bir esintiye dönüştü.
“Hmmm….” Derin bir nefes alan Tekeş, “İşte buna bağımlı olabilirim,” diye iç geçirdi. Bu öldürdükleri üç kurtta da tekrar etmişti. Yaratığın bedenindeki enerji ölüm anında etrafa saçılır ve onu öldürenler arasında paylaşılırdı. Hızlı bir güçlenme yoluydu.
Fakat bu sefer farklı bir şey daha oldu. Kurdun dağılan ve diğerleri tarafından emilmeyen enerjisi bir noktada toplandı ve hafif bir parıltı yayan küçük bir kristale dönüştü.
“Bir jin çekirdeği!” Alaeddin hemen koştu ve kristali aldı. “İyi şeyler! Normalde bir tane görmemiz için ondan fazla kurt kesmemiz gerekirdi,” dedi ve “Şansınız oldukça iyi!” diyerek ekledi.
Canavarlardan benzer şeyler elde etmiş olan Adam hemen meraklandı ve “Bu jin çekirdeği de nedir? Güçlenmek için tüketilebilir mi?” diye sormadan edemedi.
“Evet, güçlenmek için içindeki enerjiyi çok yavaş bir şekilde emebilirsin ama bu israf olurdu.” diye cevapladı Alaeddin. “Bunun yerine bu çekirdeği bir silah çekirdeğine dönüştürmek çok daha mantıklı olacaktır,” dedi.
Adam hemen mızrağındaki boş yuvaya baktı.
Alaeddin de onun ne düşündüğünü biliyordu. “Evet haklısın. Bunu mızrağın için bir çekirdeğe dönüştürebiliriz. Ama o kadar kolay bir işlem değil. Öncelikle simyacılar tarafından rafine edilmesi ve tılsım ustaları tarafından üzerine tılsamlar kazınması gerekir. İşte o zaman kurdun kullandığı garip yetenekleri silahınla sen de kullabilirsin!”
Yani durum buydu!
Beşerler, soyundan geldikleri canavarların yeteneklerini uyandırabilir ve bunları taşkın veya tezahür olarak kullanabilirdi. Oysa jinler açıkça bu konuda beşerlerden üstündü. Doğdukları anda çeşitli yeteneklere sahiplerdi ve güçlendikçe yetenekleri de daha korkunç olurdu.
Bir jin çekirdeği, tıpkı canavar çekirdeği gibi jinin sahip olduğu yeteneklerden bir veya daha fazlasını içinde barındırıyor olabilirdi. Zanaatkarların dikkatli işlemlerinden sonra bu yetenekleri sergileyebilecek silahlar için çekirdekler haline gelebilirlerdi.
Parti tam da kurtları yenip hızlıca geri dönmeye karar vermişti ki, uzaklardan bir patlama sesi duyuldu.
“Bu da nedir?” diye sorguladı Adam.
Lilith, ” İçimde kötü bir his var…” diye ekled.
Alaeddin’in kalıp öğrenmeye hiç niyeti yoktu. “Acele edelim. Yeraltı Diyarında hep garip şeyler olur. Biz bir an önce buradan çıkmaya bakalım!”
Ama fazla uzaklaşma şansları olmadı. Zira onlara doğru gelen şey, neredeyse sesin kendisi kadar hızlıydı. İlk sesten hemen sonra üzerlerindeki havada bir karaltı belirdi!
İlk fark eden Adam idi. “Durun!” diye bağırdı, yukarı bakarken. İlk başta hiç ses yoktu. Bu varlık, bir hayalet gibi aniden üstlerinde belirmişti. Ses, sonradan geldi.
BOM! BOM! BOM!
Çok uzaklarda duydukları zayıf uğultuların aksine bu sefer gittikçe şiddetlelen üç patlama birbiri ardına duyuldu.
İlk Patlamada kulakları çınladı.
İkinci patlamada kulaklarından kan geldi.
Üçüncü ve son patlamada ise yere serildiler. Kulakları artık sadece boğuk bir uğultu ile doluydu ve herksin başı dönüyordu. Bu nasıl bir varlıktı ki sadece hızıyla onları mahvetmişti. Eğer doğrudan saldıracak olsaydı nasıl bir güç sergilerdi!
İlginç bir şekilde ilk ayağa kalkan Adam oldu. Diğerlerinden daha az etkilenmiş görünüyordu. Yeni elde ettiği parlak gümüş mızrağını, sıradan bir dişi gibi görünen kadına doğrulttu ve sordu:
“Sen kimsin?”
Kadın’ın simsiyah gözleri, Adam’ın figüryle doluydu. Sadece ona bakıyordu.
“Ben kimim…” diye mırıldandı. Sesi büyüleyiciydi. Hemen sonra daha da büyüleyici bir gülümseme gösterdi ve “Bu, çok uzun bir hikaye…” dedi…