Gobuma, canhıraş kendini goblin çukuruna atmıştı ki Gobu’nun onları takip etmediğini fark etti. Hemen elini daldırdığı gibi onu yakalayıp içeri çekti!
“Ne yaptığını sanıyorsun sen! Dışarıdaki beşerleri görmüyor musun? Bizi buraya kadar takip etmiş alçaklar! Bizi öldürmeden pes etmeyecekler… Ee! O elindeki de ne?”
Yaşlı goblin Gobuma, Gobu’yu çekip kurtardığı için söyleniyordu ki, bir anda ellinde tuttuğu kesik ork elini fark etti.
“Yine beni seçti… Gobu…” Gobu hala büyük bir şaşkınlık içindeydi. Elindeki büyük eli yavaşça çevirdi ve parmağındaki yüzüğü ortaya çıkardı. “Bir tılsımlı yüzük daha!”
“Bu bu bu!” Gobuma’nın diyecek sözü yoktu. Başka bir tılsımlı yüzük! Şeytanlar Aşkına!
Diğer dişi goblinler ve şaşkındı. Gobu bir an önce arkalarındaydı. Kaşla göz arasında nasıl başka bir yüzük elde etmişti?
Gobu ise yavaşça yüzüğü çıkardı ve incelemeye başladı. Karşısındaki Gobuma bile şaşkınlığından kurtulduktan sonra kıpır kıpır olmuştu. Her an bir hamle yapabilirdi. ‘Benim de bir yüssüğüm olmalı değil mi?’
Gobu hemen yüzüğü taktı. Hafif bir parlama dışında herhangi bir tepki olmadı. Lakin bedenindeki diğer iki yüzüğün parlaklığı gözle görülür şekilde azalmıştı.
“Sende işe yaramadı, ver bir de ben deneyeyim!” diye atıldı Gobuma hemen.
Gobu panikle, “Hayır!” diye bağırıp elini sallamıştı ki, bir pat sesiyle Gobuma’nın uçtuğunu ve mağara duvarına sinek gibi yapıştığını gördü!
Yüzüğü taktığı eli, hayali bir şekilde uzamış ve kocaman olmuştu. Gobuma’yı uçuran buydu.
“Yaşlı!” diye bağırıp ona yardıma koştu ama çok geçti. Gobuma’nın gözleri çoktan geriye dönmüştü. “Olamaz! Yaşlıyı yanlışlıkla öldürdüm mü yoksa!”
“Yaşlı öldü! Şimdi ne yapacağız!” Dişi goblinler hemen bir feryat kopardılar. Yavru goblinler ağlamaya başladı.
“Öhe öhe puff! Bu ne gürültü!” Yavaşça kendine gelirken bir iki damla kan tüküren Gobuma, “Dur daha ölmedim! Ama yüzükler için çok yaşlıyım artık! Sende kalsın sende!” diye tekrarladı.
‘Açgözlü goblin doğamın beni bir kere daha ele geçirmesine izin verirsem, gerçekten de bu saftirik goblinin elinde ölebilirim!’
“Harika Gobuma yaşıyor!”
Gobu ve dişiler rahat bir nefes alsalar da hemen dışarıda bir grup azgın beşer onları bekliyordu. Aralarında ise geçilmesi çok kolay olan ince bir perde vardı sadece. Her an içeri dalabilirlerdi.
Önlerinde ise ilk defa gördükleri bir cehennem çukuru yatıyordu. Burayı bilmeseler de sanki uzun süredir uzakta oldukları memleketlerine dönmüşler gibi rahat hissediyorlardı. Buradaki karanlık ve kasvetli hava onlara çok iyi hissettiriyordu.
Şimdiden duymaya başladıkları goblin hırıltıları ve işkence çığlıkları kulaklarındaki eşsiz bir tını gibiydi.
“Evet burası…” dedi Gobuma, diğerlerinin yardımı ile ayağa kalktı ve “… bir goblin çukuru. Goblin ruhlarımızın ortaya çıktığı ve bir jin olarak doğduğumuz yer. Hemen çukurun derinliklerine kaçmalıyız. Orada bizi koruyacak güçlü goblinler olmalı…” dedi.
Burası yeraltı diyarına hiç benzemiyordu. Tıpkı geldikleri goblin yuvası gibi mağaraların ve tünellerin olduğu bir yerdi. Girişten geçtikten sonra derinlere doğru giden pek çok yol vardı. Tamamen başka bir dünyaydı…
Gobuma, “İşte burası kabilemizin kutsal topraklarıdır.” diye açıklamaya başladı. “Burada doğduk ve öldüğümüzde dağılan ruhlarımız da yavaşça bunun gibi goblin çukurlarına tekrar gelecek. Burada yavaşça tekrar toplanacak ve bir kere daha doğacağız. Küçük bir yavru iken burada doğduğumu hatırlıyorum. Yeterince büyüdüğümde ayrılan diğerlerini takip edip, Yeraltı Diyarı’nda dolaştım. Taa ki yeryüzüne çıkacak kadar güçleninceye kadar”
“Sizler gibi doğrudan bedene sahip olmadım ben! Ancak bir bedene büründüğümde Yeraltı Diyarı’ndan çıkabildim. Yeryüzü Diyarı’nı keşfedemeden buraya geri döneceğimi düşünmek…”
Gobuma, puslu gözlerinde beliren anılarla duygulanmıştı. Buraya ancak öldüğünde geri döneceğini düşünmüştü.
Gobu, “Üzülme gobu, toparlandığımızda hemen yeryüzüne doğru yola çıkacağız. Şef Gork’un intikamını alıp, kabilemizi yeryüzünde tekrar kuracağız!” diye onu ve diğerlerini cesaretlendirmeye çalıştı.
Gobu’nun sıska bedeninden yükselen cılız sesi, diğerlerini hiç heyecanlandırmıyordu ama üzerinde parlayan yüzüklere tekrar baktıklarında yine de umutlanmadan edemediler…
Gobuma, mağarada yürürken açıklamaya devam etti.
Jinlerin bedenleri aslen yarı süptildir. Tıpkı elementeller gibi. Bunun nedeni ise jinlerin aslen elementellerden doğmuş olmasıdır. Enerjiler, ya maddeye dönüşür ya da enerji olarak kalıp ruhlara dönüşürler. Ruhlara dönüşmeden önce ise elementel olurlardı.
Bir karanlık elementeli bir noktada ruha dönüşmeyi bekleyemedi ve yarı yolda geri dönüp bedenlenmek istedi. Bu büyük bir günahtı. Ruhu o kadar ağırlaştı ki etrafındaki zaman ve mekan çökerek, her şeyi yutan bir cehhenem çukuruna dönüştü. Yutulan muazzam enerji sayesinde sonunda bedenlenmeyi başardı.
O ilk iblis ve ilk jin idi. Şeytan Ata!
Hemen sonrasında ekledi: “Bunları konuşmaya vakit yok! Beni takip edin, gidip saklanalım! Ama dikkatli olun, buradan ayrıldığımdan beri devran dönmeyi bırakmadı. Goblin kral hala yaşıyor mu merak ediyorum…”
Gobu ve küçük grubu, beşerlerden korktukları için hızlıca derinlere doğru gitmeye devam ettiler. Dışarı ise farklı bir tartışma sürüyordu…
Orkas’ı yeraltının derinliklerine kadar kovalayıp öldürdükten sonra ne yapacaklarını tartışıyorlardı.
“Kaçan goblinleri kovalayalım mı?” Birisi önerdi.
“Hemen geri dönelim bence…”
“Yeraltı Diyarı’nı keşfetmeye ne dersiniz?”
Bu sırada zavallı Orkas’ın bedeninde tek bir tüy bile kalmamıştı. Savaşta hasar gören zırhı ve kıyafetleri alınmıştı. Parlak mızrağı ve bir yüzük ise Adam’a geçmişti.
Orkas oldukça zengin birine benziyordu. Üzerinde silahı dışında sadece bir yüzük olması oldukça garipti. Yüzüğü anlamadığı için mızrağa odaklandı. Ona göre oldukça uzun ve ağır bir mızraktı. Mızrak tek parça gümüşten oyulmuş gibiydi. Üzerinde özel işlemeler ve desenler vardı.
“Bizim eserimiz olmalı,” dedi Alaeddin Derincüce. Adam’a yaklaşmış, mızrağı inceliyordu. “Yeni dövülmüş bir silah, buna şüphe yok!”
“Bunu anlayabilir misin?” diye sordu Adam. Cücenin değerlendirmesini merak ediyordu.
Alaeddin iç çekti. “Silahın malzemeleri oldukça kaliteli olmasına rağmen oldukça acele yapıldığı belli. Her yerinde hatalar ve eksik vuruşlar var. Rünler yeterince özenli çizilmemiş ve onları bir araya getiren tılsım tamamlanmamış.”
Mızrağın kabzasını göstererek, “Şu boşluğu görüyor musun? Mızrağın silah çekirdeği eksik. Bunu yerleştirirsen bu bir tılsımlı eser olacaktır. Cüceler asla böyle kusurlu bir silah yapmazlar. Bu silahın zorla yaptırıldığı belli!” dedi ve yumrukları sıkıldı. “Jinler Narandur’a boşuna saldırmadı. Hazinemiz ve işçiliğimiz içindi bu! Başından beri onlar için eserler üretmemizi istiyorlardı!”
“Yani ailen ölse bile şehrindeki cüceler yaşıyor olabilir…” Adam düşünceli bir şekilde başını salladı. “Nerede olduklarını biliyor musun?”
“Hayır,” dedi Alaeddin, başını acıyla sallayarak. “Aklıma birkaç yer geliyor ama onları kurtarmaya gidecek değilim ya bilsem ne olacak…” Kendi zayıflağının farkındaydı. Şimdi bile başka beşerlerin kölesi gibiydi. Bir savaş esiri sayılırdı.
Adam onun omzunu okşadı. “Biliyorsun, bizim de iyi zanaatkarlara ihtiyacımız olabilir…”
Alaeddin’ın gözleri parladı. Yüreğinde umut belirdi. ‘Umut var!’ diye düşündü. Tek bir orku öldürmek için yeraltına inmekten çekinmeyen bu çılgın beşerlerle hala bir umudu olabilirdi. Ama hala bir kaleye saldırıp cüceleri kurtarmak çok zordu. Önce bu beşerlerin iyice güçlenmesi gerekecekti…
“Boş ver şimdi bunları da yüzüğü açtın mı?” diye sordu Alaeddin. “Bu elçinin üzerinde pek çok değerli şey olmalı…”
Adam şaşırmıştı. Bir an için kiminle konuştuğunu fark etti. O cüce şehri Narandur’un prensiydi. “Bu yüzüğü nasıl kullanırım?” diye sordu hemen.
“Çok kolay, sadece yüzüğü tak ve tüm dikkatini ona yönelt. Bu bir depolama eşyasıdır. Küçük bir yüzük gibi görünebilir ama içerisinde oldukça geniş bir alan vardır.”
Adam hemen onun dediği gibi yaptı ve yüzüğe odaklandı. Bir an için görüşü bulandı ve pek çok eşyayı görür gibi oldu. Ama his belirsizdi. Eşyaları iyi bir şekilde tanımlaması zordu. Muhtemelen yetişimi yetersizdi!
“Çok iyi!” diye mırıldanmadan edemedi Adam. Şu an için görüşüşü iyi olmasa da bu eşyanın kıymetini hemen anlamıştı.
“Hmm”Alaeddin hemen gururlandı. Yüzüğün taşını işaret ederek, “Üzerindeki siyah taşı görüyor musun? Bu bir uzay taşıdır. Bu malzemeyi önümüzdeki cehennem çukuru gibi yerlere girerek elde edebilirsin sadece!” diye hatırlattı.
Adam yüzükle oynamayı bırakıp çukura odaklandı. “İçerisi tehlikeli mi?” diye sordu.
“Tabii ki tehlikeli!” Alaeddin’in hiç şüphesi yoktu. “Yeraltı Diyarı’ndaki en tehlikeli yerler cehennem çukurlardır. Bu çukurlar, karanlık yeraltı enerjilerinin çökeldiği, en yoğun olduğu yerlerdir. Derler ki bir cehennem çukuru, günahları yüzünden ağırlaşmış ruhları yutar ve onları hapseder. Bu ruhların üzerindeki tüm kötü enerjiler cehennem çukuru tarafından emilir.”
“Ruhları mı yutarlar?” Adam’ın hemen ilgisini çekti. Annesi bir ruhpan olduğu için ruhlarla ilgili konulara çok dikkat ediyordu. Bir zamanlar annesinin ruhunu aramak için Yeraltı Diyarına inmeyi hayal etmişti ama bu samanlıkta iğne aramaktan bile beterdi.
“Bu ruhlar günahlarının karanlığından bu çukurlarda kurtulurlar. Arınıp hafifledikten sonra ancak oradan kaçabilirler. Günahları ise çukurun enerjisine dönüşür. Bu enerjilerden de pek çok yeni jin ortaya çıkar!”
“Demek jinler böyle ortaya çıkıyormuş!” diye sohbete katıldı Tekeş. “Ama goblin yuvasında pek çok yavru jin gördük!” diye ekledi. Jinler, cehennem çukurlarında doğuyorsa, yukarıdaki yeni doğmuş goblin yavruları da neyin nesiydi?
Cevap verme sırası bu sefer kendisi de bir goblin olan Gobumei’deydi: “Hmph! Tüm jinler bu şekilde ortaya çıkmaz tabii ki! O zaman dişi jinlerin varlığı anlamsız olurdu. Jinler de tıpkı beşerler gibi çiftleşebilir ve yavrulara sahip olabilir. Hatta dişi beşerleri kaçırmamızın sebebi de buydu. Daha güçlü goblinler olan hobgoblinlerin doğması için…”
Buna göre jinler asıl olarak yeraltında cehennem çukurlarındaki enerjilerden doğuyorlardı. Bedenlendikten sonra bu diyarda özgürce yaşayabilirler ve çocuk sahibi olabilirlerdi. Ama jin oldukları için bedenleri, beşerlerden farklıydı.
Yeryüzüne özgürce çıkabilmeleri için bedenleri daha yoğun olmalıydı. Bu goblinler ve orklar gibi zayıf jinler için başarması daha kolay bir süreçti. Ama demonlar, ifritler, zuzullar ve iblisler gibi daha güçlü jinlerin kendi başına yeryüzüne çıkmaları çok daha zordu ve uzun bir süreçti.
“Tıpkı siz beşerler gibi!” diye eklemeye devam etti Gobumei: “Siz de aslen yeryüzündeki zindanlarda doğmuyor musunuz? Ama sonra çiftleşip yeni yavrularınız oluyor…” konuşurken yüzü kızarmaya başlamıştı. Konuyu çok farklı bir yere çektiğini yeni fark etmişti.
O bir tutsak olsa da aynı zamanda bir ruhpan olduğu için kimse ona kızmadı veya gülmedi. Ama Gobumei’nin açıklaması, beşerlerde daha çok soru işareti oluşturmuştu. Henüz yeryüzüne çıkmamış olan bu beşeler zindanlar hakkında hiçbir şey bilmiyordu.
Herkesin kafasının karıştığını gören Alaeddin tekrar araya girdi. Şimdi bunları konuşmanın zamanı değildi.
“Ayrıca bu çukura girmenizi tavsiye etmem,” dedi. “Burası girişe yakın olduğu için uzun zamandır bizim tarafımızdan yağmalanmış olmalı. İçerde değerli şeyler bulacağınızı sanmam. Tam aksine yarı pişmiş goblin jinlerle amansız bir savaşa girersiniz. Tabii ki bunun da faydası var ama çok derinlere inerseniz çukurun korucusu olan çok güçlü bir jini rahatsız edebilirsiniz. O zaman asla geri dönemeyiz!”
“O zaman şimdilik geri dönüyoruz!” dedi Adam. Eve dönmeden bu sefer bitmediği için hala lider sayılırdı. “Dinlenmeli ve savaş ganimetlerimizi bölüşmeliyiz!”
“Çok yazık,” Barbara iç çekti. “O kaçan goblinleri de öldürmek istemiştim! Ayrıca o bahsettiğin çok güçlü goblini de görmek istiyordum…”
“Onları da başka sefer öldürürsün,” dedi Adam. “Alaeddin’den duyduğuma göre burada oldukça değerli şeyler varmış. Ayrıca burada öldüreceğiniz jinler de tıpkı canavarlar gibi bizi daha güçlü kılabilirmiş. Buraya kesinlikle tekrar geleceğiz!”
“Gerçekten mi?”
Herkes hep bir ağızdan sormuştu. Özellikle Barbara, Lilith, Zebil ve Tor’un sesi en yüksekti. Hızlıca güçlenmeyi isteyen baya kişi vardı anlaşılan.
Grup dikkatli bir şekilde geldikleri yönden geri dönmeye başladı. Yeraltı Diyarı, tıpkı çıkmak istedikleri Yeryüzü Diyarı gibi son derece geniş bir yerdi. Sonuçta kendi başına ayrı bir diyardı. Ama burası onların diyarı değil, jinlerin diyarıydı…