“Hayırrrrr!” Hobgoblin Gorr, kaburgalarını parçalayan mızrağı hissettikçe bağırmayı bırakmadı. Yakaladığı dişi beşerin hayatını bir kenara atıp böyle bir şey yapacağını asla hayal edemezdi.
Jinler, beşerlerin başkaları için yaptığı fedakarlık gibi şeyleri asla anlayamazlardı. Bir jin ya kendisine emredildiği için ya da yaptığı anlaşma gereği ölümü kabul edebilirdi. Kendi kendine yapılmış bir fedakarlık onların sözlüğünde yoktu.
Aslında yeryüzünde hiçbir jin bedeni öldüğünde gerçekten ölmezdi. Bunun nedeni de bu olabilirdi…
Adam ise can çekiştiği için debelenip duran hobgoblinle ilgilenecek halde değildi. Bakışları tamamen kalbini delip geçtiği bu güzel dişinin yavaşça sönen gözlerindeydi. Gözlerindeki ışığın yavaş yavaş dağıldığını görebiliyordu sanki. Bunun sorumlusu ise ondan başkası değildi.
“Ben ne yaptım…” Adam mızrağını sıkıca kavrarken, hiç tanımadığı bir beşerin canını aldığı için şoka girmişti. Kanlı bir ölüm kalım savaşında tereddüte yer yoktu ama başka türlü olabilir miydi diye düşünmekten kendini alamıyordu bir türlü.
“Teşekkür ederim…” Eldrid ışığı sönmeden önce son kez gülümsedi, onu bu azaptan kurtaran hiç tanımadığı beşere. “İyi olacaksınız,” diye mırıldandığında kafası tamamen öne eğildi…
“Eldrid!!!”
Hemen etraftaki beşer dişilerin feryadı duyuldu. Beşerler kurtulduklarına bile sevinemedi, bazıları ona koştu bazıları oldukları yere yığıldı kaldı.
Hobgoblinin elini ısırıp ilk kurtulan cesur dişi Nanna hemen oraya koştu. “Hayır, hayır, hayır…. Ölemezsin Eldrid! Birlikte kurtulacağımıza söz vermiştik!”
Adam’ın söyleyecek hiçbir sözü yoktu. Mızrağını yavaşça çekti ve ölen dişiyi, arkadaşının kollarına bıraktı. “Demek adın Eldrid’ti. Çok cesurdun, seni hatırlayacağım!” diye mırıldandı Adam. “Senin savaşın bitti. Geldiğin toprağa geri dön…”
Diğer beşerler etraftaki goblinleri öldürürken, Lilith ve Kirin de savaşmayı bırakmış, hemen oraya koşmuşlardı. Kirin hemen Eldrid’in başında diz çöktü ve elleriyle göğsündeki kanayan deliği kapatmaya çalıştı. Gözler, elleri, tüm bedeni ışıl ışıl akan ruhsal enerji ile parlıyordu. Tüm enerjisiyle yarasını iyileştirmeye çalıştı.
Başından beri tek kelime etmemişti. Sadece Lilith’e baktı ve “Yardım et,” diye mırıldandı.
Lilith, Adam’ın elini tuttu ve yanında durdu. Kızın kalbinin mızrak tarafından parçalandığını görebiliyordu. Başını salladı ve “İşe yaramaz,” dedi. “En kudretli ruhpan bile onu iyileştiremez çünkü çoktan öldü…”
Lilith soğuk bir şekilde konuştu. Sert ama gerçekti.
Adam hem beşerin hem de hobgoblinin kanı ile lekelenmiş mızrağını salladı ve “Gücünü sakla ve hala yaşayanları kurtarmamıza yardım et!” dedi. “Sizi savaş esirlerimiz olarak alacağız. Eğer bize yardım edersen size kötü davranmayız ve yeryüzüne birlikte çıkarız…”
Kirin, Eldrid’in kanına bulanmış elleriyle ayağa kalktı ve Adam ile yüzleşti. Gözlerinde hiçbir duygu kalmamıştı. Öylece Adam’a baktı. Sonra kanlı elini uzattı ve “Kardeşimin kanı ellerinde,” dedi. “Artık bize kan borçlusun!”
“İntikamımızı almamıza yardım edersen ve sonrasında bize iyi davranacağınıza söz verirsen size yardım edeceğim!”
Adam bu nefes kesici derecede güzel ama soğuk ruhpan karşısında ürperdi. Aniden elini uzattığında kaçmaya hazırdı. ‘Ölen beşerin intikamını benden alacak sandım! Neyseki duygularıyla hareket eden birine benzemiyor,’ diye düşündü. Yanındaki Lilith ile bakıştıktan sonra kendi kana bulanmış elini uzattı ve “Pekala! Goblinleri birlikte yenelim. Bize yardım edin biz de sizi kurtaralım!” dedi.
Böylelikle sevilen ve nefret edilenlerin kanı üzerine bir kan ittifakı kurulmuştu.
Başından beri Adam’ı kovalayan Glory ve Gorat isimli hobgoblinler ise işlerin onlar için yolunda gitmediğini anladılar. Gorat, “Bence şefe yardıma gitmeliyiz,” dedi, yavaş yavaş geri çekilirken.
Glory zoraki de olsa kibirli gülümsemesini sürdürmeye çalışırken, “Doğru doğru, önce şefe yardım edelim biz…” dedi.
“Hey! Siz hobgoblinler nereye gittiğinizi sanıyorsunuz!”
Zebil ve adamları çoktan bu iki hobgoblinin yakınına ulaşmıştı. Geri çekilmeye başladıklarını görünce hemen harekete geçtiler. “Saldırın!”
Savaş alanı kısa bir sessizliğin ardından tekrar karıştı. Ama bu sefer dengeler değişmişti. Uzun süredir goblinler tarafından bastırılmış tavşan kavmi beşerleri, ruhpanlarının savaşa katıldığını görünce birer birer ayağa kalkmaya başladılar. Gerçek şu ki, bu beşerler aslında Azgın Alev Kabilesindeki beşerlerden daha güçlüydü. Sadece uzun süredir işkence gördükleri için cesaretleri kırılmıştı. Şimdi yeniden alevlenen umutlarıyla birlikte cesaretlerini tekrar buldular.
Eldrid’in fedakarlığı onları tekrar hayata döndürmüş gibiydi. Çatlayan yıldırımların gürültüleri arasında pek çoğu soylarına özel taşkınlarını harekete geçirmeye başladı. Bedensel enerjileri yıldırımlar gibi vücutlarından taşıyordu. Bir tavşandan beklendiği gibi son derece hızlı hareket ediyorlardı.
Adam sağına ve soluna aldığı iki ruhpanla birlikte bir tarafında ateş, diğer tarafında yıldırımın tezahürlerini arkasına almış savaş alanını süpürmeye ve doğrudan goblinlerin patronu dev ogreye doğru gitmeye başladı.
“Saldırın!”
Durumun iyiye gitmediğini fark eden hobgoblinler goblinleri cesaretlendirmek için savaş naraları atıyorlardı. Gorat yüzlerce beşeri doğrayıp yemek yaptığı koca satırını sağa sola sallıyor, Zebil ve adamlarının kuşatmasından kurtulmaya çalışıyordu.
“Haaa!” Glory bir hamlede mızrağı ile beşerleri püskürtünce açılan boşluktan hemen kendini attı. ‘Ah, kurtuldum!’ diye tam sevinecekti ki satır tutan kolu bir kan fışkırmasıyla yere düştü!
“Ahhrrrr!”
Zebil onun kolunu bir hamlede keserken, “Düşündüğün kadar hızlı değilsin şişko! Daha az beşer yemeliydin!” dedi.
Gorat kopan koluna bile aldırmadan yerde yuvarlanmaya devam etti ve kendisini en yakın tünele attı. Arkasına bile bakmadan kaçmaya çalışıyordu.
“Hmph! Aptal!” Glory, Gorat’ın kolunu geride bırakarak kaçtığını görünce sinirlendi. Şimdi etrafı en az 5-6 beşerler çevrelenmişti. Ya ölecek ya da teslim olacaktı…
“Ahhh! Kolum! Lanet olsun!” Gorat kanayan kolunu tutmaya çalışırken karanlık tünelde kaçıyordu. “Bu lanet beşerler de nereden geldi! Beşerlerin kendi mağaralarından yeryüzüne gitmeleri gerekmiyor mu? Yeraltında ne işleri var, ah, lanet olsun acıyor!”
Gorat savurduğu küfürler eşliğinde düşe kalka yuvanın kenar odalarına doğru gitmeye çalışıyordu. Şimdi bütün beşerler yuvanın merkezinde toplandığına göre en güvenli yer esirlerin ve yavru goblinlerin tutulduğu kenarlara doğru kaçmaktı. Hatta orada bile durmayı düşünmüyor, direk yuvadan kaçmalı diye düşünüyordu.
“Başka bir goblin yuvasına gitmeliyim… Hatta direk yeraltına dönüp burada olup bitenleri haber verebilirim…”
Floş!
Bu sırada gittiği tünelin sonunda bir meşale yandı. Sadece karanlıkta göremeyen beşerler meşale kullanırdı. “Bu da ne! Sen kimsin?”
Aniden yanan meşale yüzünden gözleri kamaşan Gorat tekrar baktığında küçük, çıplak bir kız çocuğu gördü. Bir beşer dişiydi.
“Hehehe…” Gorat bir an için keyiflendi. “Yolunu mu kaybettin küçük beşer. Gel, yaklaş da seni mağarana geri götüreyim…”
Gorat yavaş yavaş yolunda duran bu narin dişiye yaklaştı. Onu bir hamlede yakalayıp parçalamalı mı yoksa esir olarak almalı mı onu düşünüyordu ki, bir anda dişinin de kendisine doğru yürüdüğünü gördü.
“Hehehe… İşte böyle küçük kız, biraz daha yaklaş…”
Küçük kız hiç korkmadan Gorat’a yaklaşıyordu, ki Gorat aklını başından alan bir şey gördü. “Bu… Hayır daha fazla gelmeyin!” diye çığlığı basması uzun sürmedi.
Zira tek meşale yüzünden sadece küçük kız görünüyordu ama kız yaklaştıkca arkasındaki onlarca beşer görünür olmuştu.
Bonbon, karanlık tünellerde dolaşıp esirleri kurtarıyordu ki, bir kolunu kaybetmiş aşçı hobgoblini görünce şaşırdı önce. Sonra yalnız olduğunu fark edince de sevindi.
“Saldırın! Parçalayın şu canavarı!” diye bağırdı. “Sakın kaçmasına izin vermeyin! Kaç kardeşimizi pişirip yedi bu!”
“Öldürün!”
“Ahhrr!”
Tüm goblinlerden özellikle de bu hobgoblinden nefret eden beşerler ise hep beraber hücum ettiler.
“Hayırrr!!!” Gorat’ın çığlıkları etrafa sıçrayan kan, bağırsak sesleri arasında kaybolup gitti. Onlarca beşer onu bir anda parça pinçik etmişti. Kollarını ve bacaklarını söküp çıkardılar. Bağırsaklarını deştiler ve kafasını taşlarla ezdiler…
Bonbon, “Devam edelim ve diğer esirleri de serbest bırakalım!” dedi. Hobgobline ikinci bir bakış bile atmadı. “Bir an önce meydana ulaşıp kurtarıcılarımıza yardım etmeliyiz…”
Bonbon, minik bedeniyle defalarca tecavüze uğramış ve yaşamaktan çoktan vazgeçmişti. Gözlerinde yeniden yaşama umudunu alevlendiren tek bir kişi vardı. Bu kişi aşağılık goblinlerin asla ulaşamayacağı tek yere, kalbine tek hamlede girmiş, ona yaşamak için yeni bir umut vermişti.
‘Bekle beni Adam, sana geliyorum…’