Azmış Mağara
Yeraltının derinliklerinde savaş tüm şiddetiyle devam ederken yeryüzüne yakın Azmış mağarada gergin bir bekleyiş ile eşine az rastlanır bir sakinlik vardı. Mağarada çoğunluğu dişi ve birkaç zayıf erkekten oluşan sadece otuz civarı beşer kalmıştı.
Bu beşerlerin bazıları mağaranın ağzını kapatan buzu kazmakla meşguldü. Buz çoktan çatlaklarla doluydu ve her an daha da inceliyordu. O kadar ki çoktan dışarıdaki aydınlık mağaraya sızmaya başlamıştı bile. Beşerler son zamanlarda yeraltına doğru değil de yeryüzüne doğru daha çok yönelselerdi, şimdiye dışarı çıkmış bile olabilirlerdi.
Ne zaman ki hazineler bulundu, et bollaştı ve savaşacak yeni düşmanlar belirdi; mağaradaki hayat, dışarıdakine tercih edilir oldu. Karanlık mağarayı aydınlatan değerli taşlar, yeryüzünün güneşinden daha kıymetli hale geldi.
Şimdi tüm beşerlerin karnı doymuş, rahatı yerindeyken, dışarı çıkmayı eskisi kadar arzulamadıkları her hallerinden belliydi.
…
Buzu kazanlar ve iç mağarada nöbet tutan bir kaç beşer dışında geri kalanları Şef Zebil’in oyuğuna toplanmıştı. Zebil’in yokluğunda sorumluluğu üstlenen Nara, çoğunluğu dişi olan beşerleri kendine yakın tutuyordu.
Nara şefin oyundaki kemiklerle donatılmış canavar tahtına kurulmuştu. Şimdilerde hazineden seçilmiş kırmızı bir deri zırh giyiyordu. Dişilere özel yapıldığı belli olan zırh, savaştan ziyade, dişil özellikleri vurgulayan açık bir elbise gibiydi.
Nara tahtta otururken uzun bacaklarını üstü üste atmış, kısa savaş eteği ile onları kışkırtıcı bir şekilde sergiliyordu. Yeşim ayaklarında ise çelik ile güçlendirilmiş topuklu botlar vardı. İnce belini sıkıca saran kaliteli deri, çoktan yükselmiş ikiz zirvelerine doğru yükseliyor; koruma ve sergileme işini aynı anda başarıyordu. Süt beyazı, kremsi omuzları açıktaydı.
Zebil’in tahtında otururken, güzel yüzünü eliyle destekliyor; oyuktaki refakatçilerine yüksekten bakıyordu. Bir şefin sahip olması gereken kibirli ve umursamaz görüntüyü kazanmıştı bile.
O kesinlikle Lilith’den sonra mağaradaki en güzel dişiydi. Zebil’in de onu bu yüzden eşi olarak seçtiğini iyi biliyordu. Bu yüzden hazinedeki dişiler için yapılmış zırhlar arasından bu takımı özellikle seçmiş ve onu giymekten çok memnundu. Güzelliğini daima öne çıkarmalı ve etrafındaki erkekleri büyülemeliydi.
Ama kıyafetinde hala eksik bir şeyler vardı sanki?
Nara etrafına baktı ve oyuktaki dişilere göz gezdirdi. Tahtın hemen yanında Flam oturuyordu. Flam için de basit bir zırh seçmeyi ihmal etmedi tabii. Neredeyse kendisininki kadar iyi olan çekici figürünü sürekli açıkta bırakmasına izin veremezdi. Ona özellikle basit ama tüm vücudunu kapatan bir kıyafet buldurdu.
Onu şimdilik oyuktan atmamıştı. Zira Flam’un durumu şu an çok garipti. Zebil onunla çiftleştikten hemen sonra baskın için ayrıldı. Yani Flam’ın kalıcı bir eş mi yoksa geçici bir eğlence mi olacağı şimdilik belirsizdi. Nara, düşmanını yakınında tutması gerektiğini daha şimdiden iyi biliyordu.
Nara gözlerini kısarak Flam’a baktı. Ne düşündüğü belirsizdi…
“Hanımım geldik!”
Bu sırada oyuğun dışında kalın bir erkek sesi duyuldu. Daha sonra ellerinde çuvallar taşıyan üç iri yarı erkek, şefin oyuğuna girdi ve doğruca Nara’nın önüne geldiler.
“3 kafadar kardeş!” Nara zaten onları bekliyormuş gibi hemen sevinçle ayağa kalktı. “İstediğim şeyleri buldunuz mu?”
Gelenler 3 Kafadar ya da Kafalar olarak bilinen Kocakafa, Taşkafa ve Mankafa kardeşlerdi. İri yarı ve güçlü bedenleri vardı. İri vücutları olduğu için iri kafaları olmaları normaldi ama içleri pek dolu değildi. Mağaradaki diğer sıradan beşerlerden bile daha basit fikirliydiler. Sadece onlar doğuştan yetenekliydiler. Sıradan beşerlere göre oldukça güçlüydüler.
Bu da onları Zebil ve Nara için bulunmaz bir nimet haline getiriyordu. İstedikleri zaman kullanabilecekleri ve pis işlerini yaptırabilecekleri basit fikirli ama çok güçlü üç adam!
Genelde kardeşler adına konuşan Kocakafa, “Elbette hanımım! İstediğiniz tüm aksesuarları hazineden tek tek ayıkladık,” dedi, taşıdığı keseyi yere boşaltırken. “Hatta önceden benzer takıları almış olanları bile yakalayıp geri aldık!”
Taşkafa ve Mankafa hemen mağarayı dolduran diğer dişilere öfkeyle baktı. Tüm dişiler başlarını eğmekle yetindiler. Mağara güçlü erkek kalmamışken tüm yetki bu kafa kardeşlerdeydi.
“Oyalanmayın!” Kocakafa kesesini boşaltınca diğer iki kardeş de hemen boşalttılar ve oyuk bir anda bin bir çeşit parlak takı ile parladı. Küpeler, bilezikler, kemerler, yüzükler, tokalar ve daha niceleri…
“Ayyy, çok güzeller!”
Bir anda oyuktaki tüm dişiler takıların başına toplandı. Daha önce sadece kemikten ve taşlardan takı görmüş beşerler olarak ilk defa bu kadar muhteşem şeyler görüyorlardı. Onların gözünde bunlar, aldıkları kıyafet ve silahlardan bile daha değerliydi.
Nara hemen altın ve yakutlarla bezenmiş bir kolyeyi alırken, “Gerçekten de çok güzeller….” diye övmeden edemedi. “Hangi zanaatkarların böyle şeyler yapabildiğini bilmiyorum…”
“He he he,” Kafadar kardeşler hanımlarının mutlu olduğunu görünce rahatladılar.
Başlangıçta Zebil’in yanından hiç ayrılmazlardı. Eski ruhpan Ayakız’ın katlettiği son üç adamdan biri olan Kocakafa’nın oğullarıydılar. Aynı anneden birlikte doğdukları rivayet edilirdi. Zavallı kadıncağız kafadar kardeşleri doğurunca oracıkta ölüp kalmış ama babaları Kocakafa üç iri oğlan için çok mutlu olmuş. Hatta ilk doğan en büyük kardeşe kendi adını bile koymuş.
Hemen üç iri oğlanı analarının kanı ve etiyle beslediği söylenir. Onların safkan azman olacaklarına yeminler edermiş.
Kafadar kardeşler biraz büyüdüğünde ise babalarının Adam’ın annesi Ayakız tarafından et köftesi haline getirilişine şahit olmuştu. Bu yüzden Adam’dan hem korkarkar hem de onu sevmezlerdi. Zebil ise onlara hemen kucak açmış ve kendi adamları haline getirmişti.
Bu yüzden goblin yuvasuna doğru yapılacak tehlikeli sefere de katılacaklardı ama son anda Zebil onların geride kalmasını ve Nara’nın emirlerini dinlemelerini istedi.
Başlangıçta isteksiz olsalar da şefe karşı çıkamazlardı. O yüzden istemeye istemeye geride kaldılar. Çok sıkılacaklarını düşünüyorlardı ama şimdi erkekleri olmayan bir sürü dişiyle baş başa kaldıklarını fark ettiklerine çok mutlu oldular. Güçlü olmalarına rağmen hiç ayrılmamaları ve basit fikirleri yüzünde ayrı ayrı dişilere yaklaşmak konusunda hep başarısız olmuşlardı.
Kafadar kardeşlerin bu sefer iyi bir planı vardı. Bu sefer diğerleri geri dönmeden mutlaka dişilerle çiftleşeceklerdi!
Şimdiye kadar bir dişiyle çiftleşememiş mağaradaki tek erkekler bile olabilirlerdi! Bu onlar için çok utanç vericiydi. Hobgoblinlerle bile teke tek savaşabilecek kardeşler, aslında dişilerden çekiniyorlardı…
Kafadar kardeşler etraflarına toplanan otuz kadar dişiyi açgözlülükle süzerken; Nara, Flam ve oyuktaki diğer kızlar bir süre takılarla ilgilenip, gevezelik yaptılar ve mutlu oldular. Bu sırada Nara kendisine çoktan bir takım seçmişti bile…
Küpeler, yüzükler, bilezikler ve altın işlemeli bir kemer seçmişti. Kıyafeti nihayet tamamlanmış; çekiciliği zirve yapmıştı. Keyfi yerinde olan Nara, cömert olmaya karar verdi. Bakışlarını, kuzuların arasında kalmış kurtlar gibi davranan kafadar kardeşlere dikti.
‘Hehehe…’
“İyi yaptınız Kocafa, Taşkafa ve Mankafa!” dedi. Kışkırtıcı figürü ile yarı çıplak üç savaşçının arasında dolaştı ve onları okşadı. Omuzlarına vurdu. Pazılarına tutundu ve sert kaslarını narin parmakları ile keşfetti.
“Eeee, şey, bu, “Kafadar kardeşler çok utangaçtı ve Nara onlarla eğlenirken sadece yere baktılar.
“Zebil burada olmadığına göre şu an mağara şefi benim değil mi?” dedi Nara. “Dileyin benden ne dilerseniz!”
Kocakafa hemen, “Bizim görevimiz, görevimiz.” dedi. Diğerlerini de dirsekleri ile uyarırken, “Hem şef Zebil, bizden size iyi bakmamızı istedi.”
“Doğru,”
“Doğru,”
“Oh?” Nara’nın yüzünde muzip bir gülüş belirdi ve “Bu mu sizin iyi bakmanız, yüzüme bile bakmıyorsunuz!” diye söylendi. “Yoksa sizin için yeterince güzel değil miyim?”
“Güzelsiniz, çok güzel!” Üçü birden konuştu. Ama sonra Nara’nın şefin eşi olduğunu hatırlayınca beyinleri kısa devre yaptı ve başka ne diyeceklerini bilemedikleri için sustular…
“Hahahahaa!” Nara onların tepkileri ile eğlendi. Onlar sadece iri erkeklerin bedenine hapsolmuş küçük çocuklardı daha…
“Demek beni güzel buluyorsunuz! Hmm… Şef olarak sizi ödüllendirmeliyim ama ne yapabilirim bilmiyorum. Benimle çiftleşmek ister misiniz?”
“Cesaret edemeyiz!” Üç kafadar kardeş korkutan ecel terleri dökerek geriye doğru sendelediler. Ama yüzlerindeki kızarıklık, onları ele veriyordu.
Nara, “Tamam tamam haklısınız! Sizinle daha fazla eğlenmeyeceğim. Ama sizi ödüllendirme konusunda ciddiydim. Neticede geride kalmanız da benim yüzümden,” dedi. “Zebil’den sizi geride bırakmasını özellikle istedim. Çünkü Zebil kadar ben de size çok güveniyorum çocuklar.”
“Demek böyleydi,” Kardeşler şefin neden birden fikir değiştirdiğini şimdi anlamıştı.
Nara, takılarıyla birlikte canavar tahtına tekrar oturdu ve adamlarını ödüllendiren bir kraliçe gibi konuşmaya devam etti: “Şefimiz için çok şey yaptınız ama karşılığını hiç alamadınız. Kabilemiz sizin gibi güçlü erkeklerin tohumlarından mahrum kalmamalı. Şefin eşi olarak sadık adamlarıyla ilgilenmem gerek!”
Nara, gözlerini kardeşlere dikerek: “Her zaman Mine’den hoşlandığınızı biliyorum. Ama o Azman’a aitti. Şimdi Azman öldüğüne göre Mine size verilmeliydi ama onun yerine şefimiz onun için başka planlar yaptı. Kırgın mısınız?”
Kafalar bu sefer sessiz kaldı. Yumruları sıkılmıştı. Evet, Nara haklıydı. Üç kardeşte özgüven eksikliği vardı ve hoşlandıkları zaman aynı dişiden hoşlanıyorlardı. Ama Azman öldükten sonra bile Mine’yi almayı başaramadılar. Şimdi Mine baskına katılmıştı ama onlar mağarada kalmıştı.
“Kırgın olmanıza gerek yok!” Nara devam etti. “Mine sadece bir dişi. Size istediğiniz kadar dişiyi şimdi verebilirim!”
Oyuktaki tüm güzel dişilere göz gezdirdi ve “Kimler bu üç güçlü erkekle çiftleşmek ister?” diye sordu. “Onların çocuklarının da çok güçlü olacağını görebilirsiniz.”
Tüm dişiler başlarını eğdi. Kafadar kardeşler bu sıradan dişileri korkutacak derecede iri ve güçlüydüler. Sorun şu ki biraz saftılar. Bir dişinin nazik ihtiyaçlarını anlamayacak kadar kaba olmalarından korkuyorlardı. Ayırca bu dişiler, erkekler tarafından bastırılmaya alışmışlardı. Kendi istekleriyle erkeklere yanaşmaya alışkın değillerdi.
Kafadar kardeşler biraz daha baskıcı olsaydı, çoktan tüm dişileri elden geçirebilirlerdi bile!
“Kimse yok mu?” diye tekrar sordu. Nara’nın kaşları havaya kalkmıştı. ‘Kardeşler çok pasif! Biraz daha aktif olsaydılar, o zaman bu dişilere acırdım….’ diye düşündü Nara.
“Affedin hanımım!” Bir dişi kendini Nara’nın önüne attı. “Eşim baskına katıldı. Onu bekleyeceğime söz vermemiş olsaydım, kardeşlerin eşi olmayı seve seve kabul ederdim!”
“Doğru doğru,” Hemen bir kaç dişi daha katıldı ve “Eğer eşlerimiz sağ dönmezse yeniden çiftleşmeye hazırız.” dediler.
“Of, anlıyorum.” Nara anlayışla başını salladı. Mağaradaki beşerler normalde hayvanlar gibi çiftleşse de bu sadece istekli olduklarında olurdu. Bir dişi olarak diğer dişileri zorlayamazdı. “O zaman şefin eşi olarak sorumluluk bana düşüyor!”
Nara’nın gözleri nemliydi. Bacaklarını sıkıca kapattı ve kafadar kardeşlere bakarak, “Daha sonra nazik olmayı unutmayın,” dedi.
İlk atlayan dişi, hemen tekrar Nara’nın önüne koştu, “Hanımın hayır! Siz yapamazsınız! Şef bizi asla affetmez!”
Hem diğer dişiler hem de kafadar kardeşler bunu kabul etmediler.
“O zaman ne yapmalı?” Nara sordu. “Bu cesur adamları bir şekilde tatmin etmeliyiz!”
İlk konuşan dişi tahtın yanında oturan Flam’a göz atarak, “Şefin geride bıraktığı tek dişi siz değilsiniz hanımım,” deyiverdi.
Herkes onun bakışlarını takip etti ve Flam’ı fark etmeye başladılar. “Doğru doğru, Flam yapmalı!”
Pembe saçlarına iliştirdiği basit bir takıyla az da olsa mutlu olan Flam, etrafına donuk donuk bakarken bir anda ilgi odağı olunca şaşırdı. Durumu anladığında ise “Hayır, olmaz!” diye tepki gösterdi.
Bu noktadan sonra Nara’nın fazla bir şey yapmasına gerek yoktu. Her şeyi sessizce yönlendirmiş ve mevcut gidişata sessiz kalmıştı. Dişiler önce güzellikle Flam’i ikna etmeye çalıştılar. Nara’nın sessiz kalmasıyla hırçınlaştılar ve sonunda Flam’ın kıyafetlerini parçalayıp kardeşlerin önüne attılar.
Aslında kardeşler mevcut güçleriyle istedikleri herhangi bir dişiyi zorla bastırabilirlerdi. Ama şimdiye kadar asla böyle bir şey yapmamışlardı. Bunun için fazla utangaç veya çekingenlerdi.
İlk başta kabul etmek istemediler hatta oyuktan kaçmaya bile çalıştılar. Ama uzun süre erkeksiz kalan bu dişiler kızışmıştı bir kere. Kendileri yapamadıkları için iyi bir şov fırsatını kaçırmayacaklardı. Kardeşleri kuşattılar ve üçünü de soyup Flam’ın üzerine attılar.
‘Üçü birden mi? Oh, bu dişiler çok vahşi!’ Nara olup biteni soğukkanlılıkla izledi.
Flam’dan kurtulmak için yaptığı plan işe yaramıştı. Zebil en güvendiği adamlarına Flam için sırt çevirmezdi ve adamlarının kullandığı bir dişiye de artık ilişmek istemezdi. Her şey planladığı gibi olmuş, bir taşla dört kuş birden vurmuştu.
Flam’ı ise bu üç iri erkekle daha da zor günler bekliyordu.
Çiftleşme sahnesi tarif etmek için fazla erotikti. Kafadar kardeşler bir kere başlayınca tatmin oluncaya kadar duramadılar. Flam ilk başta direnmeye çalıştı. Sonra büyük acılara katlanıyormuş gibiydi. Daha sonra ise çiftleşmenin zevki içinde çoktan kendini kaybetti. Kaç kere bayılıp ayıldığını kimse bilmiyordu.
Etrafta onları zorlayan dişiler bile kendilerini katılmamak için zor tuttular. Eğer Nara izlemeseydi çoktan katılırlardı. Zira kardeşlerin erkeksi kokuları ve hareketleri onları bile şaşırtmıştı.
….
Nara önünde cereyan eden kutsal seremoniyi bir süre izledi. Zebil uzun süredir yoktu ve o da diğerleri gibi ihtiyaçları olan bir dişiydi. Flam’ın zevk içinde eriyen bedenine baktıkça ateşi yükselmeye devam etti. Kendini kaç kere Flam’ın yerine koyduğunu bilmiyordu. Gözlerini kapatsa bile sahneler zihninde belirmeye devam ediyordu.
‘Zebil, çabuk dönmelisin. Daha ne kadar dayanabilirim bilmiyorum…’
Nara, Flam’dan başarıyla kurtulduğu için sakinleşmeye çalıştı. Sadece kardeşler tatmin oluncaya kadar sabretmesi gerekiyordu. Sonra Flam’ı alıp başka bir yerde çiftleşebilirlerdi. Şimdi gözlerini kapattı ve meditasyon yapmaya çalıştı.
Nara da mağaradaki çoğu beşer gibi henüz tomurcuk aşamasındaydı. Normal şartlar altında fidan aşamasına ulaşması uzun zaman alacaktı.
“Hmm?” Zihninde canlandırdığı tohumu bugün biraz garipti. Sanki çok daha netti ve çatlama belirtileri gösteriyor gibiydi. “Bu da ne? Sanki havadaki doğal enerjileri çok daha rahat hissedebiliyorum…”
Nara, yeteneğindeki bu artışı hemen fark etti ve kaynağı aradığında hemen parmaklarındaki soğukluğu hissetti.
Bu yüzük parmağına taktığı, altın sarısı işlenmiş bir parlak taş gömülmüş sade bir yüzüktü. İlk bakışta diğer takılardan farklı görünmüyordu ama ikinci kez bakıldığında üzerindeki minik desenleri görmek mümkündü.
‘Taşında bile minik oymalar var! Çok ince bir işçilikle yapılmış olmalı…’
Nara dikkatlice yüzüğü parmağından çıkardı ve etkisinin hemen kaybolduğunu gördü. Yeteneği normale dönmüştü. “Efsanevi tılsımlı eşyalardan olabilir mi?”
Bu soru hemen aklına geldi. Zira hazinede bazı basit tılsımlı eşyalar olduğunu duymuştu. Ama çoğu Adam ve Zebil arasında paylaşılmıştı. Ayrıca yüzük şeklinde bir eşye hiç duymamıştı.
“Erkekler bu takılara fazla aldırış etmemiş olmalı!” Nara bu eşyaların neden fark edilmediğini şimdi anladı. “Diğer dişiler de fazla bilgili sayılmaz. Bu yüzden etkilerini fark etmemiş olmalılar…”
Hemen yanındaki dişilerle beraber parmağındaki gibi özel takıları aramaya başladı. Fakat kısa sürede hayal kırıklığına uğradı. Diğer takı çeşitleri sadece süs içindi. Sadece parmağına taktığı yüzükten 30’dan fazla bulmayı başardı. Hepsi aynı set gibi görünüyordu.
“Hanımım bu yüzükleri takarken yetişim hızımız artıyor!” Bir dişi heyecanla konuştu. “Eğer sürekli bunları takarsak gelişim hızımız korkunç oranda artar. Erkeklerden daha zayıf olmayız!”
Bu Nara’ya bir fikir verdi. Şu an mağarada kalan otuz kişi, kabilenin en zayıf ve istenmeyen otuz kişisidiydi. Hepsine bu yüzükleri dağıtıp güçlenmelerini sağlasaydı ne olurdu? Belki Zebil’e bile ihtiyacı olmadan kabilede kendi gücünü kurabilirdi.
Nara, “Bu yüzükler benim gücümün temeli olacak,” diye mırıldandı sessizce. Aşağıda eğlenen kalabalığa bakarken seslendi: “Güç Yüzükleri’mi isteyenler sıraya girsin!”