Onlar meydanın ortasında kapışırken, etrafta da kıyasıya bir mücadele devam ediyordu.
Şimdi tüm goblin yuvası buradaydı. Beşerler de buradaydı. Mücadele bazen tünellere doğru genişliyor ve öldürülenler, aşağıdaki meydana düşmeye devam ediyordu.
“Kaçmasına izin vermeyin!”
Aman, bir grup beşerle meydanın etrafındaki dar tünellerde bir goblini kovaladı.
“Çabuk kaçın!”
Goblinin birkaç hobgoblin ve goblinle birleştiğini gördüğünde ise arkasına bile bakmadan geri kaçmaya başladı.
Şu anda buna benzer durumlar, goblin yuvasının her yerinde görülebilirdi…
Bu sırada yuvanın derinliklerine kilitlenmiş köleler de kulaklarını kabartıyorlardı. Goblinler dişilerle eğlenirken, erkekleri sonra yemek için kilitlemişlerdi. Çoğunlukla Boynuzlu Tavşan kabilesi beşerleri olsa da aralarında bir yabancı da vardı.
Boyu diğer beşerlerden göre kısa, daha çok goblinler gibiydi. Ama gür sakallarla dolu yakışıklı yüzüne baktığınızda, onun kesinlikle bir jin değil, bir beşer olduğunu düşünürdünüz.
“Hmmmm….” Sakince otururken bir anda düşünceli bir inleme bıraktı. “Koşma seslerine bakılırsa gelenler de ‘man’ olmalı. Umarım bu yakalananlar kadar beceriksiz değildirler…”
…
Bu sırada Adam’ın durumu da hiç iyi değildi. İki güçlü hobgoblinden kaçarken, Zıplayan Adımları kullandı ve yoluna çıkan goblinleri öldürmeye devam etti.
“Dur kaçma! Merak etme sadece küçük bir öpücük atacağım…” Glory, Adam’ın peşinden koşarken bağırdı. Onun, bu beşerlerin lideri olduğunu düşündüğü için kovalamayı bırakmıyordu.
“Du… Dur koşma artık…” Gorat da koca göbeği ile peşlerinden koşuyordu ama iyi iş çıkardığı söylenemezdi. “Savaşmaya geldiysen neden kaçıyorsun? Sadece dur ve savaş lanet olasıca!”
Zebil ve adamları ise meydana dağılmış, güçlü hobogoblinlerle kıran kırana bir mücadele içindeydi.
“Ahh!” Zebil kılıcıyla bir hobgoblini kestiğinde, diğer elindeki hançeri boğazına sapladı ve yaşamına son verdi.
Bir anlık boşlukta, Barbara’yı fark etti.
“Oh? Demek sen de Filiz aşamasına ulaştın ve Azgın Alevi uyandırdın ha…” Onun etrafındaki ve özellikle tuttuğu baltadaki enerji dalgalanmalarını gördüğünde anlamıştı. “Ama hala taşkında ustalaşmak konusunda biraz daha yavaşsın…”
Demirderi de hemen yanındaydı. Mızrağı ile üç goblinle aynı anda savaşıyordu. Onları geri itti ve sordu: “Şef, artık taşkın yapabilir misiniz?”
“Evet, uzun zaman önce ustalaştım,” diye cevap verdi Zebil. Artık saklamaya ihtiyaç duymuyordu. İşler buraya geldiğine göre parlama zamanının geldiğini diye düşündü. Hem taşkın yeteneğim olmasa bu sefere katılacağımı mı sanıyorsunuz! Hmph, canıma susamadım…
“Ama çok fazla tutamam. Henüz yeterli bedensel enerjim yok.”
“Bedensel enerji mi?” Demirderi’nin kafası karışmıştı. “İç güçten mi bahsediyorsun Şef?”
“Hayır, farklı. Aslında iç güç ve bedensel enerji farklıdır. Bunu Filiz aşamasına ulaştığınızda fark edeceksiniz zaten. Açıklamam gerekirse, iç güç; bedenimizde biriken enerjinin toplamı ve onun üzerindeki kontrolümüzü ifade eder. Sadece Filiz aşamasına ulaştığımızda, bedensel enerjimizi kontrol edecek kadar güçlenmiş oluruz. Şimdi ne kadar zayıf olduğunuzu anladınız mı?”
Demirderi tam da mızrağını bir goblinin kafasına geçirdiğinde gururlu hissediyordu ki, bir anda ne kadar zayıf olduğunu anladı. Daha Tomurcuk aşamasındaydı ve Filiz aşamasına ne zaman geçeceği hakkında hiç fikri yoktu.
O sırada iki bıçağı ile goblinler arasında dans eden Çataldil de sohbetle ilgilendi. Zira hayalindeki tomurcuk, yeterince büyümüş görünüyordu ve yakında bir filize dönüşecek gibiydi. Bunları öğrenmesi gerekiyordu.
“Bedensel enerji nedir peki Şef,” Çataldil ilgiyle sordu, “ve onu nasıl hissedebiliriz?”
“Ughrrr!!”
Zebil, kendisine hırlayan bir hobgoblinle boğuşurken, bu soruyu düşündü. “Açıklamak zor! Sanırım canımız dediğimiz şey…”
Nasıl cevap vereceğini bilmiyordu zira Filiz aşamasına ulaştığı anda fark edivermişti işte. Bu orada olduğunu bildiğin ama elinle gösteremediğin bir şey gibiydi. Bir his, sezgi gibi.
“Meditasyon yapmak ve bedeninizi dinlemek faydalı olabilir,” dedi en sonunda. “En iyisi hızla Filiz aşamasına ulaşmanız…”
Sıradan beşerler olarak, gerekli eğitimi almadan bunu daha erken yapamazlardı. En azından Şef Zebil’in düşüncesi bu yöndeydi. Adam’ın çoktan bir şeyler hissetmeye başladığını bilse, düşüncelerini kesinlikle değiştirirdi…
Zira onlar, bedenlerinde bu tür bir enerji olduğunu fark etmeye başladıklarında zaten onu taşırmayı da öğreneceklerdi. Yani taşkın olarak adlandırdıkları doğal yeteneklerini kullanabileceklerdi. Bedensel enerjilerini daha önce fark edememelerinin nedeni, özgürce kullanabilecekleri kadar enerjiye sahip olmamaları da olabilirdi.
Zira bedensel enerji tüm canlılarda vardı ve zaten bedenin doğal işlevleri için sürekli kullanılan bir şeydi.
Bu yüzden bedensel enerjiden önce iç gücü anlamak gerekirdi…
İç güç, genel olarak bedenin gücüne atıfta bulunurdu. Bedende bulunan; kan, kemik, tendon ve kasların toplamından oluşan bedenin genel gücü. Buna yaşam gücü de denebilirdi. Az çok, yaşayan her canlıda vardı. Bu güç azaldığında canlı hastalanır, bittiğinde ise ölüm dediğimiz fenomen gerçekleşirdi ve can dağılmaya başlardı.
Bu tüm beşerlerin zaten bildiği genel bilgiydi.
Hatta Zebil, eski şefin oğlu olarak bu bilgilerin de ötesinde şeyler biliyordu. Örneğin, bedensel enerji bittiği halde azalmaya devam ederse, niteliksel bir değişim geçirebilir ve başka tür bir hayata giden, başka tür bir güce bile evirilebilirdi…
İşte tam da bu yüzden, atalarımız yüzeye mümkün olduğunca yakın kalmaya çalıştı ve yeraltının derinliklerini keşfetmek istemediler. Çünkü orada ölümün de ötesine geçen şeyleri bulacaklarından korkuyorlardı…
Savaşçılar, zaten her canlının bedeninde olan bir enerjiyi geliştirmeye, arttırmaya çalışıyordu sadece. Bunu da iç güç geliştirmek deniyordu ve temelde bedeni kuvvetlendirmekten ibaretti. Herhangi bir yetenek, özel efekt ya da doğaüstü fenomen beklenmezdi. İlk aşamalarda kaba kuvvet, hız, çeviklik ve algılarda bir artış dışında fark edilebilir değişiklikler olmazdı.
Peki Taşkın ya da Tezahür gibi doğal yetenekler nerden geldi?
İşte bu, yeni doğmuş beşerlerin henüz temas etmediği bambaşka bir alemdi.
Bir taşkın sahibi olmak yine basitti. Sadece Filiz aşamasına ulaşmanız ve bedensel enerjinizi kontrol etmeniz yeterliydi. Uygun gördüğünüz bir silah biçiminde enerjinin beden dışına taşırılması, en basit taşkın olan silah taşkını olarak biliniyordu. Sadece iç gücün kontrolü altında bedensel enerjinin alışkın olunan bir silah şeklinde yönlendirilmesinden ibaretti.
Tezahür ise çok daha karmaşık ve ileri seviye bir konuydu. Tezahürler normal şartlar alında sadece ruhpanların kullandığı yeteneklerdi. Bunun tek istisnası ise beşerlerin soylarından gelen doğal yenetekleriydi. Bu taşkınlar o kadar garip olabilirdi ki, bir tezahürden ayırt edilemeyebilirdi.
Bu yetenek atalarından onlara miras kalan, soy yoluyla nesilden nesille aktarılan kabiliyetlerdi. Bedenleri bu mirasları kaldıracak güce eriştikçe, yavaş yavaş açığa çıkardı. Üstelik bunun için sadece güçlenmek yetmezdi. Eğer kişinin doğuştan gelen bir yeteneği yoksa, hiçbir taşkın yeteneği uyandırmama ihtimali de vardı.
Sonuçta her beşerin kendine has karmaşık bir soyu vardı. Genelde kişinin birazcık bile yeteneği varsa, anne ve babasından yani ilk kuşak soyundan aktarılan yetenekleri uyandırabilirdi. Daha yetenekli kişiler, daha geriye gidebilir; hatta yedi nesil geriye gidip, ilk atanın soyunu bile uyandırabilen efsanevi kişiler vardı.
Her beşerin geriye doğru yedinci nesli, son derece güçlü bir canavara dayanırdı. İlk atalar olarak da bilinen bu hayvanlar, o kadar güçlü ve kudretliydi ki, kendi ruhlarına sahip oldular ve zamanla beşeri bir form kazandılar. Bu formlarını koruyarak çiftleşip çoğaldıklarında ise Beşerler dediğimiz kavimler ortaya çıktı.
Zebil, kökenlerine dair her kabilede aktarılan bu bilgileri düşündü. Kabilemizin atasının Alevli Azman Canavar olduğu söylenir. Ama soyumuz çok zayıfladığı için babam bile güçlü bir taşkın yapamadığını söylerdi…
Zebil tüm bu soruları düşünürken, goblinlerle savaşmaya devam etti. Kendisinin başaracağına ve babasından daha güçlü olacağına emindi. Şimdilik goblinlerin sayısını azaltmaya odaklandı.
“Anlıyorum…” Çataldil’in yüzü ekşiydi. Zira şef yararlı bir bilgi vermemişti. Meditasyon yapın mı? Bedenine bak mı? Hmph! Söylemek istemiyorsan söyleme. Yakında Filiz aşamasına ulaştığımda kendim öğrenirim…
“Ehh? Şef dediğinize göre oldukça zor görünüyor. Sizin bile yeterli bedensel enerjiniz yoksa Barbara’ya yardım etmeli miyiz? Daha fazla dayanamayacak gibi…”
Zebil sessizdi.
Barbara’nın batan bir güneş gibi azalan parıltısına baktı uzaktan. Sadece bir kaç dakika olmuştu ama çoktan yorulmuş görünüyordu. Sonunda Barbara’yı kurtarmaya karar verdi. Daha erken gidebilirdi ama son anı beklemişti. Zira bu şekilde ona borçlu olurdu.
Zebil, diğerlerinin meraklı bakışları altında harekete geçti. Tüm bedeninden hafifçe fark edilebilen kızıl bir parıltı yükselirken, elinde ışıktan bir kılıç yoğunlaştı. Kılıç yarı saydamdı ve her an dağılacak gibi görünüyordu. Sonra bedensel enerjisinden yoğunlaştırdığı bu kılıcı, diğer elindeki gerçek kılıca aşıladı. İkisini birleştirmişti!
Cansız bir nesne olan metal kılıç, aniden parlamaya başladığında sanki hayat bulmuş gibiydi.
“Taşkın!” Diğerleri hep bir ağızdan söyledi.
“Hmm,” başıyla onayladı Zebil. Kan rengine bürünen yeni kılıcına ilgiyle baktı. “Kan emerek güçlenme yeteneği var…”
Babamın Kan Emici Baltası gibi ama daha güçlü! diye düşündü Zebil. Tıpkı buraya gelirken karşılaştığımız vampir yarasalar gibi sen de kan yutarak güçlenmek istiyorsun…
“… Bu yüzden sana ‘Vampir Kılıç’ ismini vereceğim.”
Çataldil de oldukça şaşkın ve kıskançtı. Ellerindeki keskin bıçaklara baktı ve sessizce mırıldandı.
“Babamız gibi balta yerine, bir kılıç yoğunlaştırdı. Hangi silaha yoğunlaşırsanız, uyandıracağınız taşkının da ona benzeyeceği doğruymuş demek ki…”
Zebil, taşkın yeteneğini kullandığında daha fazla beklemedi. Zamanı kısıtlıydı. Barbara’ya doğru koşarken bağırdı: “Siz diğer goblinleri tutmaya devam edin! Ben büyük olanı haklamaya gidiyorum…”
Demirderi, Çataldil ve diğer beşerler; bir taşkın uyandıran şeflerinin arkasından büyük bir hayranlıkla baktılar. Gözleri tapınma doluydu…
…
Uzun süredir öfkeli rolü yaparak düşmanın ruhpanını ele geçirmek isteyen Gork ise ani bir tehlike hissetti. Önünde gücü olan bir dişi ve sert bir kabuğu olan bir erkek duruyordu. Tüm gücünü kullanırsa onları kolayca ezebileceğini düşünmüştü ama yanılmış görünüyordu.
Zebil de parlayan kılıcı ile etrafını sardığında, tehlikeli bir duruma düşmüştü ama panik yapmadı. Şimdi sadece tehlikeliydi. Sonuçta dev çekicini savurdu mu istediği gibi kuşatmayı yarıp çıkabilirdi.
“Utanmazlar! Şimdi size gününüzü göstereceğim!” derken, çekicini etrafta savurmaya devam etti. Beşerler ise bir açığını bulmak için etrafında dönüyordu. Bu sırada beklediği fırsatın geldiğini düşündü. Tüm güçlü beşerler burada ise… ruhpan korumasız demekti!
Sonra etrafına bir şey arar gibi sinsice baktı ve bakışları uzak bir köşedeki tünele düştü. “Gorr! Diğer ruhpanı getir ve düşmanın ruhpanını birlikte yakalayın! Ben bunlarla biraz daha oynacağım!”
“Tabi Patron! Emri vermeni bekliyordum…” Tiz sesli bir hobgoblinin cevabı duyuldu.