İkisi konuşurken ruhpan Yulin’ın algısı hala mağaralardaydı. Kabilenin genel durumunu ve çıkışa ne kadar yakın olduklarını anlamaya çalışıyordu.
‘Burada sadece azman kavminden beşerler yok. Tavşan kavminden beşerler ve küçük goblinler de var. Hatta hobgoblinler bile… Sanırım diğerlerini yakalayıp köleleştirmişler. Küçük bir kabile olsa da yetenekli savaşçılar var gibi…’
Yulin tüm hikayeyi bilmese de güçlü algısı ile bir bakış atması yeterliydi. İç mağarayı ve dış mağarayı hızlıca taradı. Özellikle Zebil ve ekibini güçleri dolayısıyla fark etmişti. Ayrıca iç mağaradaki diğer iki ruhpanı ve güçlü savaşçıları da fark etti..
“Hmm?” Bu sırada fark ettiği tüm güçlü kişilerin zayıf ve çelimsiz bir beşer erkeğin etrafında oturduğunu fark etmişti. Orada oturmuş bir şeyler okuyor gibiydi ama özellikle diğer iki ruhpan ona hararetle bir şeyler anlatıyordu. Sanki onun ilgisi için yarışıyor gibiydiler. “Çok garip…” diye düşündü Yulin…
“Kabileniz fena görünmüyor. Yolunuzu kapatan buz da neredeyse kırılmak üzere.” dedi önce. Sonra, “Şu zayıf beşer kim peki, kabilenizde önemli birinin çocuğu olabilir mi?” diye sordu.
Lilith onun kimden bahsettiğini hemen anladı. “O birlikte büyüdüğüm çocuk. İsmi, Adam. Ayrıca önceki ruhpanın çocuğudur.” diye açıkladı henen.
“Demek bir Kutsal Oğul…” Usta Yulin biraz düşündü. “Peki neden bu kadar zayıf?”
Lilith hemen somurttu. Adam hakkında kötü konuşulmasından hoşlanmadığı belliydi. “O zayıf değil! Sadece henüz tohumunu çatlatamadı. Çok zayıf olduğum için bu benim suçum…”
Usta Yulin, Lilith’in bu kadar sert tepki vermesine şaşırmıştı. Bu çocukta özel bir çekicilik var mı? Belki özel bir fiziği vardır diye düşündü. “Senin için durumuna bir bakayım…” dedi ve Adam’a yardım edebilir mi bir bakmak istedi.
Dünyada özel fizikler ve kökler ile doğmuş sayısız kişi vardı. Bu kişiler ilk başta yavaş gelişirdi ama potansiyelleri sınırsızdı. Adam’ın özel bir fiziği varsa iyiydi ama yoksa Lilith’e zamanını onun için boşa harcamaması gerektiğini öğütlemeye karar verdi.
“Hmm… Çok garip, içini göremiyorum.” Usta Yulin, tüm algısını ona yöneltti ve güçlü bir şekilde ona baktı. Ama bunu yaptığı anda bir şeylerin ters gittiğini hissetti. “İyi değil!!”
Bir anda kendisinden çok daha güçlü bir şeyin de kendisine baktığını hissetti. Hatta iki farklı güç hissetti.
“Tüh!”
Odasında kan kusarak uyandı ve tüm algısı bedenine geri çekildi. Lilith ile aralarındaki bağlantı aniden kesildi. Adam denen beşere bakmaya çalışırken görmemesi gereken bir şey gördü!
İki güçlü varlık öne çıkıp, algısını kovmadan önce bir görüntü görmeyi başardı!
Cayır cayır yanan bir ağaç… Hemen sonrasında ise alevden bir gözün kendisine baktığını gördü.
Sonra ufka uzanan devasa bir kanat gördü. Sonunu görmek imkansızdı. Boyutlarını ölçmek olanaksızdı.
“Yüce Pan Aşkına! Böyle bir hissi en son Pan’ın Gözü’nde en dibe bakmaya çalıştığımda hissetmiştim. O beşer de neyin nesi öyle…”
Usta Yulin daha olayın şokunu atlatamamıştı ki odasındaki hava aniden titremeye başladı. Üzerine bir ağırlık çöktüğünü hisseden Yulin hareket edemediğini fark etti.
Sonraki saniyede odada birisi belirdi. Beyaz desenli, siyah bir cübbe giyen orta yaşlı bir kadındı. Kara cübbesinin üzerine düşen beyaz saçları dikkat çekiciydi ama birisi beyaz birisi siyah olan gözleri kadar değil. Yulin’den daha kısaydı ve kesinlikle bir beşerdi.
Yulin kendisinden daha kısa olan kadını fark ettiği anda hemen başını eğdi ve şok olmuş bir ifadeyle, “Ruh Alevi Ustası!” diye bağırdı.
Evet, odasında aniden beliren ruhpan, ruhpanların ölüm ve yaşamlarını takip eden ruh alevi kulelerinin ustasıydı. O bilinen 30 inişin ötesine geçmiş ve son 3 inişe ulaşmış bir Bilge idi.
Bilgelere akıl sır ermezdi. Tüm yeryüzü diyarını dolaşsan bile onlardan fazla bulamazdınız. Ve işte onlardan bir tanesi şimdi tam da Yulin’in önünde belirmişti. Sadece varlığı bile onu hareket edemez hale getirmişti.
Ruh Alevi Ustası, odaya girdiğinde havayı hafifçe kokladı. “Hiç şüphe yok, Yüce Pan’ın kutsal aurasını bu odadan hissettim. Ayrıca başka bir güçlü aura daha var…”
Birbirleriyle zıt yönlerde dönen siyah ve beyaz göz bebeklerini Yulin’e dikti ve “Söyle bana kızım ne yaptın?” dedi. Bakışları, madde ve uzayı aşıyor, doğrudan ruha nüfuz ediyordu. Yalan söylemek ya da bir şeyler gizlemek imkansız gibiydi.
Yulin, karşısında zayıf bir meclisin lideri olsa da sonuçta bir kule ustası ve Bilge Ruhpan idi. Onu yok etmesi için tek bir düşüncesi yeterdi. O yüzden Yulin ertelemeye cesaret edemedi ve hemen konuştu: “Sadece yeni bir çırak kabul ediyordum Bilge! Onun yaşadığı mağaraya ve kabilesine göz atarken ilginç bir beşerle karşılaştım…”
“İlginç bir beşer mi?” Ruh Alevi Ustası’nın ilgisi artmıştı. Devirlerdir hiç bir duygunun yansımadığı yüzünde bir merak ifadesi belirdi. “Bana daha fazlasını anlat.”
“Dışarıdan bakıldığında sıradan bir beşer gibiydi. Hatta soyu da oldukça zayıf. Tek öne çıkan özelliği belki Kutsal Oğul olmasıdır…”
“Sonra ne oldu? O beşere algınla bir hamle mi yaptın?”
Yulin biraz utanmıştı. Bir usta ruhpan olarak zayıf bir beşerle ilgilenmesi gereksizdi. “Evet, sadece gelişememesi ilginç göründü. Özel bir fiziği olup olmadığını kontrol etmek istedim. Belki yeni çırağıma faydalı bir kutsal savaşçı olabilirdi.”
“Onu iyice hissettiğimde algım bir anda başka bir alana çekildi ve göklere ulaşan yanan bir ağaç gördüm…”
“Yanan bir ağaç mı! Hayat Ağacı!” Ruh Alevi Ustası’nın dönen göz bebekleri bir an için dönmeyi bıraktı. Kendi kendine konuşmaya başladı. “Olabilir mi? Seçilmiş olanı hemen bulduk mu? Hem de daha güçlenmeden? Ama daha kehanetin gerçekleşmesi için çok erken değil mi…”
Bir süre mırıldanan Bilge, “Hangi mum onunki?” diye sordu. “Şuradaki mi?”
Ruh Alevi Kulelerinin ustası olarak, Yulin cevap veremeden Lilith’in mumunu doğru tahmin etmişti. “Evet” diye tekrar etti Yulin.
“Dumanı hala üstünde…” Ruh Alevi Ustası hemen cübbesinin altına uzandı ve muhteşem asasını çıkardı. Lilith’in mumuna doğru garip bir enerji üfledi ve etrafını görünmez bir bariyerle kapladı. Bariyer katman katman yoğunlaştıkça gözden kayboluyordu.
Bilge asasını yere vurdu ve odadaki tüm mumlar havaya zıplayıp yerleri ışık hızında değişti. Artık Yulin bile hangisi Lilith’in mumu olduğunu anlayamıyordu. Havası tamamen gizlenmişti.
İşlemleri hızlıca yapan Bilge, “Fazla zamanımız yok. İsmin Yulin değil mi? Görüyorum ki sen de bir beşersin. Bugün gördüklerin beşerler için çok önemli. Kimseye anlatmamalısın. Kendi ustan Mavi Bilge’ye bile! Anladın mı?”
“Anladım.” Yulin büyük bir olaya bulaştığını artık anlamıştı. “Bilge, bu tam olarak nedir? O beşer kim olabilir?”
“Şu anda hiç kimse ama gelecekte…” Bilge Ruh Alevi Ustası durakladı, “Belirsiz…” diye tamamladı sözlerini. Bitirmeye o bile cesaret edemedi. “Sadece ona biraz daha zaman tanımalıyız…”
Sonra “Geliyorlar!” dedi ve hemen sessizleşti…
Bir anda hava tekrar titremeye başladı ve odada başka bir güçlü nefes belirdi. Muhteşem bir kırmızı desenli cüppe giyiyordu. Bir baltayı andıran, keskin kenarlı bir asa tutuyordu.
‘Cennetler!’ diye şok oldu Yulin. Bu sefer gelen Savaşanlar Meclisi lideri Kızıl Bilge idi. Kızıl Bilge bir jin idi. Ama en güzel beşer kızından bile daha güzel görünüyordu.
Odaya girer girmez odayı taradı ve kaşları çatıldı. Tüm deliller gitmişti. Ruh Alevi Ustası’na baktı ve “Gri Bilge, görüyorum ki ilk sen gelmişsin. Efendimizin aurasını burada hissettim. Bizim için bir talimatı var mı?”
Ruh Alevi Ustası aynı zamanda Gri Bilge olarak da anılıyordu.
O sakinliğini koruyarak cevap verdi: “Ben de aynı şeyi hissettiğim için geldim. Ama sanırım ikimiz de yanılmışız. Mavi Bilge’nin bu yetenekli öğrencisi bir atılım yapmaya yaklaştı ve efendimizden bir bakışla ödüllendirildi.”
“Öyle mi?” Kızıl Bilge beyaz yüzündeki kan kırmızı gözlerini Yulin’e dikti ve onu dikkatlice süzdü. “Öyle görünmüyor…”
Bu sırada başka bir güçlü kişi odada ortaya çıktı. Mavi bir cübbe içerisinde yaşlı, beli bükülmüş bir kadın görünümündeydi. Sadece alnından çıkan küçük boynuzlar onu farklı kılıyordu. O ne bir beşer, ne de bir jin idi. Gelişimini akıl almaz bir seviyeye yükselttikten sonra beşeri form alan bir canavardı.
Bir ejderha!
“Özür özür, geç kaldım… Tam da yeni bir rün keşfetmek üzereydim…” dedi, yeni gelen. “Yaşlı bir kadına aldırmazsınız değil mi?”
“Mavi Bilge de geldiğine göre işin özüne inebiliriz” diye devam etti, Kızıl Bilge.
“Hepiniz… Öğrencimi sıkıştırmaya başlamadan önce, ” diye araya girdi Mavi Bilge, “yolda gelirken ustamızdan haber aldım. Gecikmemin bir sebebi de budur. Bizi büyük salona davet ediyor…”
“Kutsal Ruh bizi mi çağırıyor?” Diğerleri de şaşırmıştı.
“Sadece bizi değil, tüm Bilge ve kule ustalarını…” Yulin’e bakan Mavi Bilge, “Ayrıca sen de geliyorsun Yulin…”
Yulin daha ne olduğunu anlayamamıştı ki, çevresi aniden değişti. Şimdi büyük bir salonda, yüzlerce güçlü ruhpanın arasında duruyordu. Buradaki en zayıf kişi, bilgeliğe yaklaşmış üstatlardı. Gücünü hissedemediği diğerleri ise Bilge olmalıydı.
Salonun üstünde üç koltuk vardı. Sağda ustası Mavi Bilge, Solda ise Kızıl Bilge oturuyordu. Ortada ise ortamın ciddiyetine uymayan küçük bir kız oturuyordu.
Tüm bu güçlü ve olgun kadınların arasında en yüksekte oturan küçük kız oldukça komik görünüyordu ama kimse gülmüyordu. Herkes saygıyla eğiliyor ve fazla bakmaya cesaret edemiyordu.
Çünkü o Ruhunşad’ın efendisi, Yüce Pan’ın bu devirde yeryüzünde yürüyen elçisi, Kutsal Ruh, Ruhuşah idi.
Ruhuşah, toplanan meraklı kalabalığa gülümseyerek baktı ve konuşmaya başladığı anda herkesin ağzını açık bıraktı.
“Seçilmiş kişi ortaya çıktı…”