Yetisim Nedir.jpeg

YDE 60: Yetişim Başlıyor!

  • 13 Şubat 2025 16:42:22
  • 0
  • 5
  • 0

Beşerler yeryüzüne yakın olan kendi mağaralarına döndükten sonra nihayet rahatlama fırsatı elde etmişlerdi. Bu akında kayıplar olsa da kazançlar kesinlikle daha büyüktü.

Geri getirilen sayısız kaynak ve hazinenin yanı sıra pek çok esir de vardı. Yakalanıp köle haline gelen goblinler, mağaranın girişini kapatan buzu kazmaları için görevlendirildi.

Kurtarılan Azure Yıldırım Kabilesi beşerleri de savaş esirleri arasındaydı ama mevcut güçleri ve sayıları Azgın Alev Kabilesi’nden bile fazla olduğu için goblinlerle aynı muameleyi görmediler. Sadece başlarını eğmeleri ve şimdilik hizmetkar gibi davranmaları yeterliydi.

Başlangıçta kendi mağaraları olan Gök Yıldırım Mağarasına geri dönebileceklerini düşündüler ama bu kurtarıcıları ile gereksiz bir çatışmaya neden olabilirdi. Ayrıca cehennem mağaraları sadece geçici sığınma yerleriydi. Bahar gelmişken tüm beşerlerin asıl amacı bir an önce yeryüzüne ulaşmaktı.

Böylece iki kabilenin beşerleri ortak bir amaçta ve Adam’ın zimmi önderliğinde birleştiler. Azure Yıldırım kabilesinin eklenmesiyle Adam’ın prestiji hiç olmadığı kadar yükselmişti.

Çünkü bu yeni kabilenin şefi ve ruhpanı da Adam’a oldukça yakındı…

Baskından beri devran döndü. Geçen süre boyunca beşerler dinlenmiş, eski yaralar sarılmıştı. Azure Yıldırım kabilesi beşerleri pratikte iç mağaraya yerleşmiş, Azgın Alev kabilesi beşerleri ise dış mağaraya sürülmüş gibiydi. Sadece Adam’a yakın olan beşerler burada kalmaya devam ediyorlardı.

Şimdi iç mağarada her zamanki gibi bir eğlence havası hakimdi.

Azure Yıldırım kabilesinin güzel beşerleri, iç mağaranın gölü etrafında kıvrak bedenlerini sergileyerek dans ediyordu. Uzun tavşan kulakları ve ponpon kuyrukları, çaldıkları müziğin ritmiyle hareket ediyordu. Çok az kıyafet giydikleri için vücutlarını cesurca sergiliyorlardı.

“Demek bunlara rünler deniyor…”

Bu sırada özellikle kendisi için sergilenen dans gösterisini izlemekle pek ilgilenmeyen Adam, elinde çok eski bir deri parçasına ilgiyle bakıyordu. Üzeri garip şekiller, desenler ve semboller ile doluydu. İlk bakışta bir şeyler anlamak zordu ama yeterince dikkatli bakarsanız bir düzen içinde çizildiklerini fark edebilirdiniz.

Adam bu parşömeni Orkas’un yüzüğünden zorlukla çıkarmayı başarmıştı. Henüz doğru düzgün bir yetişimi olmadığı için depolama eşyalarını kullanamamalıydı. Ama gördüğü vizyonlar sayesinde ruhu biraz güçlenmiş gibiydi.

Hemen yanında oturan Alaeddin, ona rünleri anlatıyordu. “Rünler her şeyin kaynağıdır. Doğada normal olarak, tüm elementlerin içinde rünler vardır. Rün ustaları doğadaki rünleri okumaya ve onları anlamaya adanmış kişilerdir.”

“Bu rünleri alıp, belirli geometrik şekillerin içine yerleştirirsen güçlerini harekete geçirecek desenler elde edersin. Buna da tılsım çizmek denir. Basit tılsımlarda genellikle bir kaç desen bulunur. Tılsımın seviyesi arttıkça içerdiği rün ve desen miktarı artar.”

Bu konu Adam’ın önünde kıvrak bedenleriyle dans eden birbirinden güzel dişilerden daha çok ilgisini çekiyordu belli ki. Zira sormaya devam etti.

“Tılsımları nasıl çizersin peki?”

“Bu o kadar kolay değil,” dedi Alaeddin. O dans eden dişilerden gözünü ayıramıyordu. İçtiği üzüm suyu sayesinde keyfi yerinde, yanakları kırmızıydı. Üstünkörü cevap verdi, “Eğer havada rünler çizebilen güçlü bir ruhpan değilsen, özel malzemeler lazım. Her tılsımın farklı malzemeleri vardır. Savunma amaçlı rünler çizebilirsen, seni pasif olarak korur. Sadece üzerinde taşıman yeterli, ki bunlara ‘muska’ da denir.”

“Ayrıca doğrudan saldırı yapan rünler var. Tıpkı ruhpanların saldırılarını taklit edecek şekilde doğal enerjileri harekete geçirebilirsin. Birinin yerini bulan tılsımlar, uzaklardan mesaj gönderen tılsımlar… Kullanımları sonsuzdur. Biz cüceler onları eserlerimize çizeriz. Böylece tılsımlı eserler doğar. Hatta büyüklerden bazı vahşi beşer kabilelerinin rünleri ve tılsımları kendi bedenlerine kazıdığını bile duymuştum. Acı dayanılmaz olmalı…”

“Ama tılsım çizmek zordur. Bunun için Tılsım Ustası olman gerekir. Benim o kadar bilgim yok.” dedi Alaeddin Derincüce. “Eğer Göçük Şehir’de olsaydık etrafta rünler ve tılsımlarla ilgili pek çok kitap bulabilirdik…”

Adam elindeki parşömene daha dikkatli bakıyordu. Üzerine çizilmiş tılsımlardan ziyade, onları oluşturan rünleri daha çok merak ediyordu. Bu rünlerin çok fazla gizem barındırdığını belli belirsiz hissediyordu.

‘Bu rünler neden hayal ettiğim tohumun üzerinde belirsin ki? Tohumumun rastgele çatladığını düşünmüştüm ama şimdi rün biriktirdiğini fark ettim.’

Daha doğrusu gittikçe çatlamaya yaklaşan tohumunun üzerinde neden rünler belirmişti? Rünleri ilk kez şimdi öğreniyordu. Daha önce onları duymamıştı bile..

Bu sırada onun hala deri parçasını incelediğini gören Tekeş, “Hey, bırak artık şunu da kızlara bak. Bu cücenin saçmalıklarıyla daha fazla meşgul olma!” diye onu dürttü. O da diğer beşerler gibi bu tür gereksiz şeylere ilgi duymuyordu. Sadece saf savaş gücüne önem veriyordu.

Alaeddin, “Hey! Soran oydu tamam mı ben sadece bildiklerimi anlattım,” diye tepki gösterdi. Sonra hala dalgın olan Adam’ı dürtüp, “Hey dostum rünleri o kadar çok merak ediyorsan yanındaki güzel ruhpanlardan birine sorabilirsin değil mi? Özellikle arkanda oturana… Muhtemelen benim gibi sakallı bir cüceden daha çok biliyordur.” dedi.

Ruhpanların gizemli bir şekilde rünleri öğrendiğini biliyordu. Her ruhpan tılsım ustası değildi ama rünler hakkında çok kapsamlı bilgileri vardı.

Adam hemen arkasında oturan ruhpan Kirin ve kardeşi Şef Tor’a baktı. Şef Tor, savaştan beri yanından ayırmadığı balyozu ile ilgileniyordu. Kirin ise soğuk ve gururlu ifadesiyle sessizce oturuyordu.

Kirin, diğer tüm dişiler gibi çok az kıyafet giyiyordu. Baştan çıkarıcı kıvrımları ve halihazırda olgunlaşmış vücudu, Adam’ın hemen yanında koparılmaya hazır bir meyve gibi sergileniyordu. Ama güç ile dolup taşan mavi gözleri, onun bakılacak ama koparılamayacak yasak meyve olduğunu gösteriyordu.

Başından beri onların sohbetini dinleyen ama müdahil olmayan Kirin, Adam’ın kendisine baktığını görünce hemen cevap verme hissiyatı duydu ve “Şey, bu doğru…” dedi önce.

“Ama rünler hakkında bilgim sınırlı. Daha yeni öğrenmeye başladım. Sonuçta daha sadece 1. inişteyim. Sadece temel şeyleri biliyorum. İstersen sana rünleri kullanarak okumayı ve yazmayı öğretebilirim. Rünlerin basit versiyonları ayrıca okuma yazma için kullanılır.”

“Ama sen güçlü bir ruhpan değil misin? Rünleri iyi bilmiyorsan, doğal güçleri, özellikle yıldırım gibi şiddetli bir elementi nasıl bu kadar ustalıkla kontrol edebiliyorsun?”

Ruhpan Kirin sadece gülümsedi. Kendi gücünün rün bilgisine dayanmadığını çok iyi biliyordu. “Unuttun mu biz ruhpanız. Ruhpan olduğumuz anda rünlerle aramızda garip bir bağ oluşuyor ve onları bilmesek bile Yüce Pan’ın yardımıyla güçlenen ruhumuz, onları tahakküm altına alıyor.”

Adam’ın dikkati bu sırada başka bir konuya kaydı. “Sen ve Gobumei 1. inişe ulaştığınızı ve Lilith’in ise henüz ulaşamadığını söylediniz. Bu nedir tam olarak?”

“Bu ruhpanların Yüce Pan ile olan ilişkisini içeriyor. Detayları paylaşamam zira Kutsal Ruhpanlık yolunun sırlarını içeriyor. Sadece bir Ruhpan olarak mertebe almamızın, güçlenmemizin ve daha çok bilgiye erişmemizin bir ölçütü diyebilirim. 1. inişle başlar ve toplam 33 basamaktan oluşur…”

“Ve Lilith şu anda ilk inişine gerçekleştirip, ilk basamağa adım atmak üzere olmalı…”

Bunu söylediğinde onu dinleyenlerin hepsi iç mağaradaki bir kovuğa baktı. Girişi sarmaşık dallarıyla kapatılmış olsa da içeride meditasyon yapan bir dişinin belli belirsiz hatları görülüyordu.

Kirin ve Gobumei geldikten sonra onlarla çalışmaya başlayan Lilith, nihayet bugün gelişiminde önemli bir adım atmak üzere gibi görünüyordu.

Bu sırada kavuğun içi.

Lilith’in kaşları sımsıkı çatılmıştı. Pan yılanı 2 metrelik dev bir yılan halini almış, vücudunun etrafına dolanmış, sanki onu gittikçe daha çok sıkıyordu. Lilith gittikçe uzayan meditasyonları boyunca hep rahatlardı. Rahatladıkça bilinci derinleşir, kendini ve çevresini unutma seviyesine gelirdi.

Bilincinin derinleşmesinde bir son olmamalıydı. Ama hep bir noktada tıkanır, sanki geçilmesi imkansız bir duvara toslardı. Kaşlarını çatması, kendini zorlaması bundandı. Daha ilerisi için ruhu yeterince güçlü değildi sanki.

‘Bu sefer başarmalıyım…’ diye düşündü. “Ulu Pan’a, beni krallığına kabul etmesi için yalvarıyorum…” diyerek dualarına devam etti.

Onu engelleyen şey bir duvar gibi sert bir yapı değil, zihninde ortaya çıkan esnek bir zar gibiydi. Ne kadar güç uygularsa uygulasın, zar sadece esneyerek gücünü emer ve etkisiz hale getirirdi. Sadece Pan’a yapılan amansız yakarışlar işe yarıyor gibi görünüyordu.

Gobumei için bu süreç çok basit ve doğal bir şekilde gerçekleşmişti. O yüzden Lilith’e faydalı bir bilgi verememişti. Sonuçta o bir jindi. Doğal enerjiler üzerine doğuştan bir kontrolü vardı.

O yüzden sadece Kirin’den tavsiyeler alabildi. Ama Kirin’in yeteneği de çok yüksekti ve bu aşamayı ilk denemesinde geçmişti.

‘Çok mu aptalım yoksa çok mu yeteneksiz?’ Lilith, başarısız oldukça yeteneğinden şüphe duymaya başlamıştı.

“POP!”

Tam bu sırada zihninde bir şeylerin patladığına, yırtıldığına dair bir ses duydu. Sonrası serbest düşüş gibi karanlığa doğru sonsuzca bir düşüş gibiydi. Lilith hazırlıksız yakalandığı için bir anda kendini kaybetti ve bilinci tamamen karanlığa gömüldü.

“Burası da neresi?” diye sayıklarken buldu kendini Lilith.

Şimdi elinde pan asası, üzerinde özel bir cüppe giyiyor; bilmediği karanlık bir yerde yürüyordu. Ne zaman buraya geldiğini, ne kadardır yürüdüğünü ya da nereye gittiğini bilmez haldeydi.

“Mağaramda meditasyon yapmıyor muydum?” Sanki bir şeyler hatırlar gibi oldu. “Bir dakika! 1. İniş’e ulaşmaya çalışıyordum. Diğerlerinin bahsettiği ruhsal alana girdim mi?”

Lilith bir anda sersemliğinde kurtulup kendine geldi. Yürümeyi bıraktı. Artık bu karanlık çölde amaçsızca yürümeyecekti. Durdu ve önüne baktı.

“İşte orada… Uçurum…. Ruhun Kadim Uçurumu…”

“Pan’ın Gözü!”

Bir kaç adım daha attı ve muazzam bir yapıyla karşılaştı. Bu sonu belirsiz bir çukurdu. bu çukur o kadar büyüktü ki, ne çevresi ne de dibi görünüyordu.

Aşağıya doğru devasa basamakların olduğu dipsiz bir kuyu gibiydi. Lilith, Uçurum’un dipsiz karanlığına baktı. Uçurumunun dibinde sadece karanlık vardı. Ve o karanlık da ona bakıyordu!

Bir ara karanlığın içinde ateşten bir gözün açıldığını sandı. Ama bu sadece bir yanılsamaydı.

Önündeki basamağa bakan Lilith hiç korkmadan aşağı atladı.

İlk İniş’e ulaşıyordu…

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset