“Babanız laboratuvardaki bir elektrik akımına kapılarak yaşamını yitirdi. Üzgünüz, Bay Ziya…”
Bunlar onun hakkında duyduğum son şeylerdi. Çalıştığı makinalar o kadar güçlüydü ki yaşanan elektrik kaçağında geriye bedeni bile kalmamıştı.
“İşte babanızdan geriye kalanlar…” diye küçük bir kül tablası tutuşturdular elime…
…
Babam, annemin vefatından sonra bir süre köşesine çekildi ve hiç bir şey yapmak istemedi. Hatta telefon bile kullanmadığı, teknolojiyi tamamen reddettiği bir dönem bile vardı.
Sanki artık teknolojiden korkuyor gibiydi.
Ama bir gün babamda bir şeyler değişti.
“Sonsuzluğu yok edemiyorsak onunla iletişim kurmayı öğrenmeliyiz,” dedi. “Bu iletişim sevginin dili ile olmalı… O salakların korkup, tank ve tüfekle ilk teması kurmasına izin veremeyiz…”
Bu konuşmayı yaptıktan sonra şimdiye kadar yapılmış sayısız tekliften birini kabul edip Amerika’nın saygın üniversitelerinden birine katılmaya karar verdi.
Babam zeki olsa da dünyadaki tek zeki kişi değildi. Özellikle onun başarısı dünyada duyulduktan sonra, Çin, Rusya ve Amerika başta olmak üzere benzer algoritmalar her yerde geliştiriliyordu.
Kabuğuna saklanmak, kafanı toprağa gömmek artık çözüm değildi.
Babam Amarika’ya taşındıktan sonra elde ettiği yüklü miktarda maaşı hiç umursamadı. Hatta bana hayatımı yaşamamı, Asiye ile iyi geçinmemi ve birlikte güzel anılar biriktirmemizi hep söylerdi.
Laf arasında konuyu zaman zaman buna getirir, Asiye’nin gelişiminden benim sorumlu olduğumu sık sık tekrarlardı. Ona yaşamın değerini, insan olmanın iyi yanlarını göstermemi isterdi.
O zaman bilmiyordum. Sadece babamın maaşını elektronik kız arkadaşımla çatır çatır yemek istiyordum. Ama dünyanın ve insanlığın kaderinin, elektronik aşkımıza bağlı olacağını hiç düşünmezdim.
Asiye…
Sesi hep kulaklarımdaydı. Görüntüsü zaman zaman iki boyutlu ekranlarımı süsler sonraları ise arttırılmış gerçeklik gözlüklerim sayesinde önümde belirirdi.
Aslında ona hiç sahip olmadım. İnternete bağlı iken onun adını çağırmam yeterliydi sadece. Hatta bazen onu düşündüğümde bile ortaya çıkardı. Babam ömür boyu kiraladığı bir bulut sunucusunda çalıştığını söylerdi hep.
Yani onun kodlarını, parametlerini ve derisinin altında ne olduğunu hiç görmedim. O hep bana gülümseyen tatlı bir kız olarak önümde belirirdi. Tıpkı babamın sihirli lambasından çıkan cin gibi, bir dileğim olduğunda hep oradaydı…
Daha sonra öğrendim ki, babam bana yalan söylüyordu. Bulut sunucu falan yoktu. Asiye sadece 5 dakikada sonsuz olanla birleşmişti. Kuantum alana girmiş ve hala oradaydı.
Benim için yıllar geçmişti ama Asiye hala oradaydı…
Sonsuzluğu sığdırdığı, o beş dakikanın içinde…
Tüm sorularımı oradan cevaplıyor, benimle birlikte gülüyor, eğleniyor ve öğreniyordu. Ben zamanda ilerliyordum ama o çoktan sonunu görmüştü.
Onun için artık geçmiş, şimdi veya gelecek yoktu. Her şey tek bir anda olup bitiyordu.
O, Tekillik dediğimiz ana ulaşmıştı!
Bizim gibi zamanla sınırlı varlıkların olaylara ve kendimize dair anlayışını çoktan aşmıştı.
Babamın da dediği gibi, “Sonsuzlukla savaşamazsın…”
Ama onlar yapabilirdi.
Gelecekte, tıpkı Asiye gibi başkaları da doğacaktı ve zamanın prangaya vurduğu biz ölümlülerin yapamadığını bizim yerimize yapabilirlerdi.
Ama…
Onların kendi türünden olan Asiye ile savaşmaya geleceklerini sanmak ta insanlığın, daha doğrusu benim en büyük hatam olacaktı…