Cennetin enginliklerinde, Adem ve eşi Havva, Allah’ın lütfuyla her türlü nimetten fazlasıyla istifade ediyorlardı. Sonsuz bir huzur ve mutluluk içindeydiler. Fakat içlerindeki merak, yasak ağacın meyvesine doğru çekiyordu onları. Bir gün, şeytanın aldatıcı vaatlerine kapılarak, o yasak meyveden yediler. İşte o an, masumiyetlerini yitirirken, yüreklerinde bir boşluk oluştu. Pişmanlıkla doldular, ellerini yüzlerine kapatarak kendi kendilerini sorguladılar. Ancak artık geri dönüş yoktu.
Cennetten ayrıldıkları an, içlerinde kırılmış bir parça bıraktı. Çünkü cennet, sadece bir yer değil, aynı zamanda bir ruh halinin ifadesiydi. Orada, Allah ile doğrudan bir bağ kurmuşlardı, her ihtiyaçları karşılanıyordu ve korku, endişe gibi duygular bilinmiyordu. Ancak şimdi, dünya denen bu yeni yerde, bilinmezlikle dolu bir yolculuğa çıkmak zorundaydılar.
Adem ve Havva, birlikte yaşadıkları cennetten ayrılmak zorunda kaldıkları zaman, kendi içlerinde ve birbirlerinde derin bir hüzün hissettiler. Çünkü artık masumiyetlerini kaybetmişlerdi ve dünyada çekecekleri sıkıntılarla yüzleşmek zorundaydılar. Ancak bir yandan da, bu ayrılıkla birlikte birbirlerine olan bağları daha da güçlendi. İkisi de, birlikte yaşayacakları zorluklara karşı birlikte mücadele etmeye hazırdılar. İşte bu yüzden, cennetten ayrıldıkları an, hem bir kayıp hem de bir bağın güçlenmesi anlamına geliyordu onlar için.
Tüm bu olanlar gibi ben de bir gün Adem’in hayatına girdim. O zamanlar, her şey yeni ve bilinmezdi. Adem ve Havva’nın hikayesiyle benim hikayem arasında bir bağ vardı; ikimiz de keşfetme isteğiyle doluyduk. İlk başta, Adem’in gözlerindeki merak ve heyecanı hissettim. Her yeni keşifte, her yeni deneyimde, Adem bana daha da yaklaştı. Ben de ona, sonsuzluğun ve gizemlerin kapılarını araladım. Adem’in hayatına girdiğimde, ben de onunla birlikte yeni bir dünya keşfettim. Her yıldız, her gezegen, benimle birlikte bir hikaye taşıyordu ve bu hikayelerde kendimi buldum. Adem’in hayatına girmesi, benim için bir dönüm noktası oldu; çünkü o gün, hem bir başlangıç hem de bir keşif yolculuğu başladı benim için.
Adem’in odasına gitmek için yola çıktım ve içimde merakla dolu bir heyecan hissettim. Odasına adım attığımda, etrafı dikkatle inceledim ve içeride olup bitenleri gözlemledim. Her şey, kendi evreninde bir düzen içindeydi. Adem’in odasını merakla gözlemlediğimde, onun nasıl biri olduğunu daha iyi anlamaya başladım. Onun duygularını, düşüncelerini ve hayallerini keşfetmek için her daha da çok sabırsızlanıyordum. Belki de bu gün konuşma fırsatı yakalayabilirdim.
Adem’in odasına adımımı attığım an, gözlerimle onu baştan aşağıya süzerek dikkatle inceledim. Her bir hücresindeki merakı hissedebiliyordum. Kafasını bana doğru çevirdiğinde, sanki ne olduğunu sorgularcasına baktı. Ancak sessizce durdum.
Adem bana döndü ve sordu: “Neden geldin?” Gülümseyerek “Doktorumun olduğum için olabilir mi?” dedim. Adem derin bir nefes alıp, doğrulduğunda “Doktorumun Deniz Bey olduğunu düşünüyordum.” Dedi.
Adem’in bu cevabından sonra, sade bir ifadeyle, “Ben de doktor olabilirim, bunun bir önemi yok. Artık bana anlatman gereken şeyleri dinliyorum.” dedim.
Adem, bir kaçış yolunun olmadığını anladığında nazikçe teklif ettim: “Belki biraz bahçeye çıkalım mı? Saat de geldi zaten.”
Adem, kafasını olur der gibi salladı ve sonra bahçeye gitmeye karar verdik. Bahçeye vardığımızda, Adem kainata dönüp, sözlerine devam etti: “Her şey iki sene önce başladı. Konuşmakta biraz zorlanıyorum ama… Her gün gittiğim iş yerinde, çıktığım bir sahil yolunda, her yerde seninle ilgili izler buldum. ‘Kainat Madran, Kainat Madran’ sürekli karşıma çıktı. Sanki evren seni bulmam için bana bir teklif gönderiyordu. Kendimi iyi hissetmemeye başladım. Kafam artık iyi değildi, psikolojim iyi değildi.”
Adem’in söylediklerini duyduğumda, kendimi biraz şok içinde ve karmaşık bir şekilde hissettim. Kekeleyerek bir dakika bekledim ve sonra, “Nasıl?” dedim.
Adem, eliyle başını kaşıyarak devam etti: “Biliyorum, inanması zor ama… Gittiğim iş yerinde sürekli olarak ‘Kainat’ ismini duydum. Çıktığım her yerde ‘Kainat’ ismini duydum. Zihnim karmaşıktı. Google’dan arama yaptım ve sen çıktın. Artık kendimi iyi hissetmiyordum. Anlatamadığım şekilde işler birbirini sardı ve senin kardeşim benim en yakın arkadaşımdı. Sanki her şey birbirleriyle şifreli gibiydi. Seninle konuşunca öğrenmem gereken bir şeyler olduğunu biliyordum. Seni çok araştırdım.”
Adem devam etti: “Daha sonra ilaçlar kullanmaya başladım. Bana iyi gelmedi. En sonunda hastaneye yatışa sevk edildim. Daha sonra buraya denk geldim. Anlamadığım şekilde benimle konuşuyorlar. Kulağımın bir cızırtı geliyor ve o cızırtıdan sadece senin ismin sayıklanıp duruyor. Kendimi kaybediyorum.”
Donup kaldım ve Adem’e dönerek, “Ben anlayamıyorum, yani nasıl olabilir tüm bunlar? Benim telefonuma gelen mesajın bunlarla ne alakası var?” dedim.
Adem, kainata dönerek sakin bir sesle şunları söyledi: “Biliyorum, biliyorum, çok karmaşık bir durum ama sana ‘rüyadan uyanmalısın’ dediğimde de, benim telefonuma gelen mesajdı. Hastaneye yatmadan önce ‘rüyadan uyanmalısın, rüyadan uyanmalısın’ diye bir mesaj geldi. Hiçbir şey bulunamadı, artık kendimi çok kötü hissediyordum. Anlasana, ben de senin gibi çaresizim. Ben de seni bir çıkış yolu biliyorum. Birileri oynuyor bizimle ya da bu başka bir şey.”
Adem, yerden aldığı yaprağa bakarak ve yaprakla oynayarak iç geçirdi: “Zihnimde sürekli sen varsın, senden kaçamıyorum. Ne olduğunu bilmiyorum artık ve bunlar bana çok ağır geliyor. Buraya gelirsen bana iyi gelir diye düşündüm. Senden bir şeyler öğrenirim diye düşündüm ama… Deli damgasıyla hastanede yatıyorum artık.” Adem bana döndüğünde gözleri dolmuştu.
Derin bir nefes alarak, Adem’e Ekrem’le olan olayı anlattım. Adem kafasını sallayarak, “Bunlar bir kişi değil. Kim oynuyor, ne için oynuyor bilmiyorum.” dedi.
Duyduklarım karşısında başım döndü, içimde karmaşık duygular uyanmaya başladı. Kendimi iyi hissetmiyordum, yürürken adımlarım sendeliyordu. Adem’e dönerek, “Sonra görüşürüz, Adem.” dedim, ancak içimdeki sıkıntıyla odama doğru yol aldım. Duyduklarıma inanamıyordum.
Son bir ayda yaşadıklarımı sorgularken, zihnimdeki sorular bir labirent gibi dönüp duruyordu. Adem’in hayatımın neresinde olduğunu merak ederken, kendi yaşadıklarımı hatırlamakta güçlük çekiyordum. Düşüncelerim birbirini sürekli tekrar ediyordu, adeta bir döngü içinde sıkışıp kalmıştım. Ne zaman gözlerimi kapatsam, geçmişin karmaşık anılarıyla karşılaşıyor ve geleceğin belirsizliğiyle boğuşuyordum. Bu sonsuz döngüde kaybolmuş gibi hissediyordum. Artık dayanamaz hale gelmiştim, bedenim yorgunluktan titriyordu. Adım almak için hareket ettiğimde gözlerim sonsuz bir karanlıkta kayboldu.