İnsanlar birçok şeyden korkar.
Karanlıktan, böceklerden, hayvanlardan, okyanusun derinliklerinden…
Ölümden, açlıktan, hastalıktan.
Ama bu çağda insanların en çok korktuğu şey tek bir kelimeyle özetleniyordu: Yaratıklar.
Gemiye bindiklerinden beri yağmur yağıyordu.
Yolculuğun bitmesine ne kadar kaldığını kimse bilmiyordu.
Gökyüzü griydi, deniz simsiyah; dalgalar geminin bordasına vurdukça paslı demir inliyordu.
Eren, geminin yan tarafında oturmuştu.
Yüzü bembeyazdı, midesi çoktan isyan etmişti.
Kusmaktan konuşacak hâli kalmamıştı.
Dean, yağmurun altında güverteye tutunmuş mürettebata yardım ediyor, arada bir Eren’e dönüp,
Dean: “Bu hâlinle sınavdan değil, kendi midenle dövüşüyorsun,” diye dalga geçiyordu.
Kayra, Eren’in sırtına vurdu,
Kayra: “Az kaldı, sabret. Kaptan, karaya ne kadar var?” diye bağırdı.
Kaptan, dümenin arkasından cevap verdi.
Kaptan: “Rüzgâr yön değiştirirse sabaha varırız! Ama adaya tam yanaşamayız! Kayalıklar gemiyi parçalar!”
Bu söz üzerine gemideki uğultu arttı.
Herkes farkındaydı: Adaya varacaklardı, ama son birkaç kilometreyi kayıklarla geçmek zorundaydılar.
Sabahın ilk ışığında kara göründü.
Sis, denizle gökyüzünü ayıran ince bir perde gibiydi.
“Ay Gözesi Adası.”
Kaptanın sesi titremişti. Kaptan: “Oraya gidip dönen çok azdır.
Gencecik çocukları her yıl ölüme gönderiyorlar. Sınav olması gerektiğinden çok daha sert.”
Kayıklar indirildi.
Eren, Dean, Rowan ve Mira aynı kayığa bindi.
Diğer adaylar ise kalan kayıklara binmeye başlamıştı. Her gemi 5 kayık ve 5 takım taşıyordu. Görünürde 6 gemi vardı. Yüksek ihtimalle birkaç tane daha gelecekti.
Dalgalar sertleşmişti. Her kürek darbesinde kayık sarsılıyor, denizin derinlerinden gelen homurtular duyuluyordu.
Rowan sessizce konuştu:
“Garip bir ses var.”
Dean arkasına baktı.
“Evet var. Göl fırtınalı bir okyanus gibi davranmaya çalışıyor. Onun sesidir.”
Sonra bir anda açıklanamaz bir şey oldu.
Bir kayığın altı aniden çöktü.
Bir çığlık yankılandı.
Su köpürdü. Bir çift devasa, mavi göz dalgaların altından belirdi.
Lake Serpent.
Bir başka kayığı da devasa ağzı ile ısırdı. Bıçak kadar büyük, bıçaktan keskin dişleriyle kayığı parçaladı, düşen adayları suyun altına çekti.
Deniz kanla karardı.
Eren küreğe asıldı, sesi kısılmıştı:
“Dean, hızlı! Daha hızlı!”
Dean var gücüyle kürek çekti, kolları kasılmıştı.
“Dakika bir gol bir, bu ne amına koyayım. Nefes alıyor mu onu bile bilmiyorum ama bizden nefret ettiği kesin!”
Kayra’nın kayığı birkaç metre ötedeydi.
Eren göz ucuyla baktı — Kayra ve ekibi mucize eseri karaya ulaşmayı başarmıştı.
Sonra gök gürledi.
Bir dalga kayığa vurdu.
Eren ve Dean’in kayığı da kıyıya savruldu.
Son bir darbeyle, kumlara çarparak durdular.
Arkalarına baktıklarında, göl yüzeyi sanki hiç bozulmamış gibiydi.
Ama suyun altından hâlâ bir şeyin nefes aldığı duyuluyordu.
Eren karaya doğru süründü, şiddetle öksürmeye başladı. Yuttuğu deniz suyunu kusuyor, öğürüyordu. Bu bir süre devam ettikten sonra ayağa kalkmaya çalıştı, kalkamadan yeniden yere düştü, yosunlar ayağına dolanmıştı. Eren ayaklarını yosundan kurtarmaya çalışırken Dean çoktan ayağa kalkmış, karaya çarpmaları ile uçan silah kemerine doğru gidiyordu. Kemerin yanına ulaştığında içinden bir mızrak çıkardı ve keskin ucunu kuma saplayıp üzerine yaslandı.
Rowan büyü kristallerini koyduğu çantaya uzanıp kavradı ve göğsüne doğru çekti. Elindeki asaya baktı, ucundaki büyü kristali çatlamıştı, etrafındaki metal kalıp sayesinde bir arada duruyordu. Mira hareket etmeden yerde yatıyordu, bunun sadece başlangıç olduğunu biliyordu, muhtemel olarak bu yüzden yerde hızlı hızlı nefes alıp vererek yatıyordu.
Rowan: “Eren, Dean! Bir sorunumuz var!”
Dean: “Lan daha adaya yeni ayak bastık, ne oldu!”
Rowan: “Benim asanın büyü kristali kırılmış, tamir etmem biraz sürecek.”
Dean Eren’e baktı, Eren de Dean’e bakıyordu. Dean dişlerini sıkmış, gözleri faltaşı gibi açılmış, göz bebekleri titriyordu. Korku ve sinir yüzüne öylesine işlemişti ki olayın ne olduğunu bilmeseniz ve Dean’e baksanız, onun hissettiği şeyin aynısını hissedersiniz. Eren’in durumu da Dean’den farklı değildi. Sonra ikisi birden Rowan’a döndü.
Rowan: “Tamam sakin olun. Asa olmadan da büyü yapabilirim. Bu sadece yüksek büyüleri yapmamı engelleyecek ve büyü kristallerimiz hâlâ çantada.”
Eren biraz rahatlamış gözüküyordu.
Eren: “Ben asasız büyü yapılabildiğini unutmuşum, bir an çok korktum.”
Dean’in yüzündeki korkuda en ufak bir azalma yoktu ama yine de kendini sakinleştirmeye çalışıyordu.
Dean: “Kesinlikle öleceğiz.”
Mira: “Sakin ol dedi ya, büyük büyüleri yapamıyormuş.”
Dean, öfkeyle dişlerini sıktı. Ellerini beline koydu, başını iki yana sallayarak konuşmaya başladı:
“Dinleyin! Savaş büyülerinin sıralaması basit — küçük büyü, büyük büyü, yüksek büyü, aziz seviye büyü. Bu kadar. Bunun üzerindeki şeyler şu an bizi ilgilendirmiyor.”
Parmağını Rowan’a doğrulttu.
“Rowan asasındaki kristali kırdı. Yani yüksek seviye ya da onun üzerindeki hiçbir büyüyü artık kullanamaz. Normalde bu adada karşımıza çıkacak yaratıklara karşı büyük büyüler fazlasıyla yeterli olurdu… ama şu an o bile yok.”
Eren tam araya girecekti ki Dean elini kaldırdı:
“Dur! Arkadan ne diyeceğini biliyorum — ‘Avcılar asasız da büyü yapabiliyor!’ diyeceksin, değil mi? Doğru, avcılar asasızken bile küçük büyülerle yaratıkları biçebiliyor. Ama Rowan avcı değil.”
Sesi biraz daha sertleşti.
“Rowan o saçma ‘nehir bilmemnesi’ iksirini içtiği için sadece sınırlı bir süre su büyüsü yapabiliyor. Avcılar yıllarca süren sert eğitimlerden geçer. Asasız bile büyülerini kontrol edip güçlendirebilirler. Rowan o eğitimi almadı! Büyüsünü sadece büyülü sözlerle yönlendirebiliyor, yani ne kadar çabalasa da yapacağı büyüler — özellikle asası olmadan — fazla hasar veremez! Üstüne üstlük, kırık asa yüzünden harcadığı enerji normalin üç katına çıkıyor. Yani her büyü attığında kendini daha da öldürüyor.”
Dean kısa bir nefes aldı, ses tonunu düşürmeden devam etti:
“Bir avcı grubunu büyücü yönetir. Diyelim ki büyük bir yaratık sürüsüyle karşılaştık — Mira birkaçını tek başına halledebilir, tuzakları işe yarar. Eren uzaktan nişancılığıyla güçlü olanları indirir. Ben yaklaşanları parçalarım. Ama büyücünün görevi bambaşkadır. Büyücü, takımı yönlendirir, yaratıklara doğrudan hasar verir. Büyücünün attığı bir tane ateş topu, nişancının on mermisinden değerlidir.”
Bir süre sessiz kaldı, sonra daha ciddi bir tonda ekledi:
“Ve eğer takımın büyücüsü zarar görürse… o takımın iki seçeneği kalır: ya destek gelene kadar direnir ya da büyücüsünü koruyarak geri çekilir.”
Dean’in konuşmasından sonra birkaç dakika boyunca sadece rüzgârın uğultusu ve yağan yağmurun sesi duyuldu. Ekip harekete geçmekte tereddüt ediyordu ama burada kalmaları da olanaksızdı.
Eren: “Tamam, olan oldu, yapacak bir şey yok, amacımız değişmedi. Şimdi akşam olana kadar kendimizi yağmurdan korumalıyız.”
Dean derin bir nefes aldı, başını kaldırdı. Yüzündeki korku kayboldu ve her zaman yüzünde olan o kendinden emin ifade geri geldi.
Dean: “Evet, gerçekten de kendimizi yağmurdan korumamız gerekiyor. Şimdilik dağılmayalım, beni takip edin.”
Dean önden yürüyordu. Eren ve Rowan peşinden geldi. Mira ise sonlarda, sırtındaki çantayı sımsıkı kavramıştı. Yağmur, ormanın üzerini gri bir perde gibi örtüyordu.
Her adımda çamur dizlerine sıçrıyor, hava; ıslak toprak ve yosun kokusuyla ağırlaşıyordu.
Dean eliyle ileriyi işaret etti.
Dean: “Orası.”
Ağaçların arasından dev bir kök çıkıntısı vardı, kökün altı neredeyse mağara gibiydi.
Eren: “Burası bizi idare eder.”
Mira: “Tuzak kuracağım. En azından biri yaklaşırsa duyarız.”
Rowan ise çömeldi, elindeki kırık asayı önüne koydu, çantasından büyü kristallerini çıkardı.
Rowan: “Kristalleri sabitleyeceğim. Şimdilik sadece küçük büyüler için yeterli olur.”
Dean: “Sen yeter ki patlatabildiğin kadar patlat. Gerisini biz hallederiz.”
Yağmur dinmemişti.
Gece, ormanın derinlerinde kurulan bu küçük sığınakta ağır ağır geçti.
Kimse tam olarak uyuyamadı.
Üç gün, geceleri ortaya çıkan zayıf canavarlar dışında nispeten sakin geçti.
Rüzgâr artık yağmur getirmiyordu, ama hava hâlâ nemliydi.
Takım, geçici kampı neredeyse düzenli bir üsse çevirmişti.
Mira’nın kurduğu tuzaklar çevreye yayılmış, Rowan’ın tılsımları kampın çevresine koruma halkası çizmişti.
Dean, taşlardan ufak bir duvar örmüş, Eren ise taze et asmak için ağaç dallarından çengel yapmıştı.
Akşamın erken saatleriydi. Güneş batarken ormanın içinden bir uğultu yükseldi.
Eren refleksle başını çevirdi.
Karanlık arasında kıpırdayan gölgeler vardı.
Dean mızrağını kavradı.
Dean: “Hazırlanın. Yalnız değiliz.”
Mira hemen alçak sesle konuştu.
Mira: “Tuzak hattına girmek üzereler…”
Bir saniye sonra, “çatırt” sesi duyuldu — Mira’nın kurduğu tuzaklardan biri tetiklenmişti.
Bir çığlık yankılandı.
Rowan ayağa fırladı. Gözleri kristallerin üzerinde parladı.
Rowan: “Büyü alanına girdiler!”
Rowan avucunu açtı, üç küçük kristal avuç içinde parladı.
Nefesini tuttu, kelimeler dudaklarından döküldü:
“Yanan ruhlar, alevin nefesiyle emrime gelin — ateş topu!”
Kristallerden biri çatladı, kırmızı bir ışık patladı.
Sıcak hava dalgası ormanı yaladı.
Ağaçların arasından fırlayan bir gölge, alev topunun çarpmasıyla yere savruldu — derisinin altı griydi, dişleri ince uzun, gözleri kızıl bir noktaya dönmüştü.
Dean öne çıktı, bir mızrağına bir meteor çekicine baktı, mızrağını kavrayıp gülümsedi.
Dean: “Vampirler.”
Karanlıkta üç siluet daha belirdi.
Rowan’ın yüzü soldu.
Rowan: “Dört tane var… dördü birden geliyor!”
Dean: “Dördünü de keseriz o zaman.”
Eren pişmiş kelle gibi sırıtmaya başladı.
Eren: “Arkadaşlar, benim bu kan emicilerle kişisel bir meselem var, içlerinden biri ile kendi başıma savaşmak istiyorum.”
O gün yaşananlar gözünün önüne gelmeye başlar.
Altıpatlarına uzanır.
Eren: “Hayır, bu sefer seni kullanmak istemiyorum.”
Altıpatları bıraktıktan sonra Lunar’ı sağ eli ile kınından tek hamlede çıkardı.
Eren: “Seni aldığımdan beri kınından çıkmak için kıvranıyordun, hadi görelim neler yapabildiğini. Arkadaşlar, ortadaki benim. Diğerlerinden daha güçlü gibi.”
Vampir lideri: “Bu avcı adaylarının kendilerine olan güveni artık sinir bozucu olmaya başladı. Hey Bage, kaç aday öldürdün?”
Bage dediği vampir gülmeye başladı.
Bage: “Ben kendi başıma tam 5 tane öldürdüm.”
Vampir lideri diğer iki vampire döndü.
Vampir lideri: “Ello, Axer, siz kaçar tane öldürdünüz?”
İkisi sırayla: “Ben 4 tane öldürdüm. Ben de 6 tane kestim.”
Vampir lideri: “Ben de sizden 10 tanesini kendi ellerimle biçtim. Anlayacağınız, siz aptal, zayıf insanlar burada yok ediliyorsunuz.”
Dean mızrağını iki eliyle tutmuş, Eren’in yanına geliyordu.
Dean: “Bunun gerçekten bizi korkutacağını mı sandınız? Biz bu adadaki en güçlü takımız. Günün sonunda kimin korkacağına karar verecek kişiler biz olacağız. Arkadaşlar, hadi şu kan emicileri parçalayalım!”
Eren kılıcını savurdu ve son hızda koşmaya başladı. Hemen sağında Dean, solunda arka kısımda Rowan vardı. Mira en arkadan geliyordu.
Vampir lideri ile göz göze geldiğinde ise sıçrayıp kılıcını kafasına doğru savurdu. Vampir lideri saldırıyı Eren’in sağına çekilerek kolaylıkla savuşturdu. Eren yere indi, parmak uçlarının üzerine çömeldi. Sonra o gün vampirin Luna ve Sahra’ya yaptığı saldırıyı hatırladı, vampir aynısını Eren’e yapmak üzereydi ama Eren son anda sıyrıldı ve sağa doğru sıçrayıp vampirin karnına derin bir kesik attı.
Eren: “Yenilenme yeteneğinize o kadar güveniyorsunuz ki neredeyse hiçbir saldırıya dikkat etmiyorsunuz.”
Vampir lideri: “Bu konuda haklısın çocuk ama böyle ufak bir kesiğin beni durdurabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun.”
Sözünün ardından vampir Eren’e doğru koşmaya başladı ve bir anda ortadan kayboldu. Yeniden belirdiği anda Eren’in karaciğerine öyle bir yumruk attı ki sanki tabanca ile bir el ateş edilmiş gibi bir ses çıktı. Eren birkaç metre ileriye savruldu, bir anda hareket edemez hale geldi.
Vampir lideri: “Küçük velet beni fazla uğraştırdı.”
Dean, Eren’in yere serildiğini görünce dişlerini sıkmaya başladı. Önünde duran Bage isimli vampirin karnına mızrağını saplayıp vampir liderine doğru koştu.
Vampir lideri: “Bir velet daha. Neyse, öbüründen güçlü değildir.”
Dean, vampir liderinin bu sözünden sonra sırıtmaya başladı. Mızrağını sağ eline alıp bir cirit gibi fırlattı. Mızrak Eren’in kestiği yere saplandı. Dean ile vampir lideri göz göze geldi, Dean boynuna yapılan saldırıyı son anda savuşturdu. Meteor çekicini sol eli ile kavradı ve tüm gücüyle vampirin kafasına vurdu.
Dean: “Özür dilerim ama ben Eren’den daha güçlüyüm.”
Dean, vampirin karnından mızrağını çıkardı. Yeniden mızrağını savururken ilk başta dövüştüğü vampir bir anda Dean’e doğru koşup karnına saldırdı. Dean her ne kadar savuşturmayı denese de karnının sol kısmından yaralandı ve kanaması vardı. O sırada Rowan ortaya çıktı, asası elindeydi, tam tamir edilmemişti ama Rowan kullanmak konusunda gayet kararlıydı.
Rowan: “Dean, uzaklaş oradan!”
Dedikten sonra cebinden küçük büyü kristalleri çıkardı.
Rowan: “Yanan yakıt halkası.”
Demesi ile ateşten bir halka oluştu, sağ eli ile bir işaret yaptı ve alev halkası iki vampire doğru uçmaya başladı. Alev halkası onlara çarptığı gibi vampirler alev aldı. Rowan asasını çekti.
Rowan: “Su ruhları, Deniz ruhları, Göl ruhları, Yağmur Ruhları bana gücünüzü verin—cataracta de caelo cadens (Gökten düşen şelale)!”
Rowan’ın burnu kanamaya başladı ve bir anda yere yığıldı. Sonra gök gürledi, vampirler kendilerini daha yeni söndürmüştü. Sonra sağanak halinde yağmur yağmaya başladı. Devasa bir gölge oluştu ve devasa bir su kütlesi vampirlerin üzerine düştü. Çıkan ses öyle yüksekti ki sanki bir meteor düşmüş ya da bir deprem olmuş gibiydi. Savaş alanının ortasında bir göl oluştu. Tam Dean kazandıklarını düşünürken uzaklardan bir vampir daha geldi.
Dean: “Gerçekten dahası mı var? Bekle! Öbürü nerede, nereye kayboldu? 4 tane olmaları gerekiyordu.”
Suyun üzerinde bir hareketlenme oldu ve Dean tam o anda vampir liderini gördü. Sürünerek suyun içinden çıkıyordu. Yeni gelen vampir, liderin yanına geldi.
Ello: “Lider, görevi tamamladık, bir kişi kaybımız bile var. Artık dönelim, amacımıza ulaştık.”
Vampir lideri çok sinirliydi, sağ kolu omuzundan itibaren kopmuştu. Bir anda bağırmaya başladı.
Vampir lideri: “Bana yaptıklarından sonra bu veletlerden hiçbirinin kaçmasına izin vermeyeceğim.”
Vampir lideri, kopan kolunu diğer eliyle tutarken uluyordu.
Sesi ormanı titretti.
“Aptal veletler… sizden nefret ediyorum! HEPİNİZİ—”
Cümlesi bitmeden Dean zincirli meteor çekicini omzuna aldı.
Yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Her adımında çamur sıçrıyor, metalin sesi gök gürültüsüne karışıyordu.
Dean mızrağını yere sapladı, mızrağın gövdesi titredi.
Belindeki zincir çözülürken metalin sesi yankılandı.
Gözleri artık insan gözü gibi değildi.
Işıkta yanıp sönen yeşil bir parıltı vardı. Sanki vücudunda yeşil damar gibi çizgiler oluşup parlıyordu. Zinciri tuttu. Yavaşça çekici yere sürükledi, sonra başını kaldırıp vampirlere baktı.
Dean: “Benimle oynamak istiyordunuz değil mi?”
Vampir lideri hırladı, kalan eliyle yere vurdu. Yerin içinden siyah damarlar gibi gölgeler fışkırdı.
Vampir lideri: “Beni mi korkutacaksın, velet?”
Dean gülümsedi — o sırıtış, insanın içini ürpertiyordu. Kendisi de korkuyordu, ama yüzünde korkuya yer yoktu. Bir anda zinciri savurdu. Çekicinin ucundan kıvılcımlar çıktı, zincir yıldırım gibi havada kıvrıldı. Vampir lideri eğildi meteor çekicinin ucu kafasını sıyırdı, darbe yanda duran ağaca isabet etti ve ağaç ikiye ayrıldı. Kütük, bir patlama sesiyle devrildi.
Diğer vampir ileri atıldı, Dean’in arkasına geçti. Ama Dean çoktan dönmüştü. Elini zincirin halkalarına geçirdi, bir tur çevirdi. Zincir çözüldü, ucundaki demir halka vampirin boğazına dolandı. Bir çekişte zinciri gerdi Vampirin boynu gıcırdadı. Bir çatırtı sesiyle kafası vücudundan koptu. Kopmuş baş çamura düştü. Dean zinciri çekti, gövdeyi savurdu. Yere çakılan ceset toprağı sıçrattı.
Vampir lideri ileri atıldı.
Vampir lideri: “Yeter!”,
tırnaklarını Dean’in göğsüne geçirdi. Ama Dean durmadı — zinciri elinden bıraktı, serbest kalan eliyle mızrağını kaptı. Bir hamlede mızrağı vampirin göğsüne sapladı. Sonra sol eliyle kemerini çekti. İlk kez kılıcını kınından çıkardı.
Kılıç gece gibi siyahtı. Üzerinde Dean in bedenindekine benzer yeşilimsi büyü damarları vardı.
Dean: “Bu kadar yaklaştığın için şanslısın.”
Mızrağı göğsünden çektiği gibi kılıcı yukarı savurdu. Bir yeşil parıltı göz kamaştırdı. Bir anda gök gürledi — ve vampir liderinin bedeni ikiye ayrıldı. Kestikten sonra Dean dizlerinin üstüne çöktü. Yağmur hâlâ yağıyordu. Elindeki kılıç sanki uykuya dalmış gibi parlamayı bıraktı. Dean o sırada zar zor ayakta duran Eren’i gördü.
Eren: “O neydi lan?”
Dean: “Guilliman klanı göksel hediyesi”