İnsanlar birçok şeyden korkar.
Karanlıktan, böceklerden, hayvanlardan, okyanusun derinliklerinden… Ölümden, açlıktan, hastalıktan.
Ama bu çağ da insanların en çok korktuğu şey tek bir kelimeyle özetleniyordu: Yaratıklar.
Festivalin ışıkları Safe Haven’ın taş sokaklarını altın bir ağ gibi sarmıştı. Balkabağı fenerleri iplerle yukarıdan aşağıya sarkıyor, mumların titrek ışığı rüzgârla birlikte dans ediyordu. Çocuklar ellerin de şekerlerle koşuşturuyor, insanlar pazarlıkların, kahkahaların ve falcıların sesleriyle dolup taşan sokaklar da vakit geçiriyordu.
Eren aldığı kılıç Lunar’ı kınıyla birlikte kemerine bağlamış etrafta yürüyordu alabileceği şeylere bakıyordu kendisine verilen 50lukatdan fazlasını talep edemezdi ama hepsini kullanasına da kimse bir şey diyemezdi 20lukat lunar a gitmişti şimdi alması gereken birkaç şey daha vardı. Dikkat dağıtmak için duman ve ses bombaları ve her ne kadar bu tür işlerden anlamıyor olsa da Rowan’ı bulup onun tavsiye ettiği bir yerden tek kullanımlık büyü kristalleri almalıydı. Zırh almasına gerek yoktu çünkü gerçekten koruma sağlayacak zırhlar çok pahalı ve ağırdı hafif olanları da takması veya takmaması canavarlar için pek bir şey fark ettirmiyordu. Yürürken bir silahçının önünden geçti geçerken bir yüz dikkatini çekti Dean ora da satıcıya meteor çekicinin fiyatını soruyordu.
Dean: “Buna 15lukat vermem mesela ben senden zincirli meteor çekici istedim bu halat kabzası bile yok.”
Satıcı: “Dediğim gibi 15 lukat bunu 15 lukattan aşağı veremem bir lukat indirirsem kar edemeyeceğim.”
Dean köşe de duran eski sandıktan sarkan zinciri fark etti.
Dean: “Peki şu sandığın içindeki ne?”
Satıcı: “Onu almak istediğine emin misin? O şey bir meteor çekici evet ama lanetli olduğunu falan söylüyorlar.”
Dean kendinden emin bir tavırla
Dean: “Alıyorum.”
Eren ve Dean yan yana yürümeye başladı Eren Dean in aldığı meteor çekicini inceliyordu.
Eren: “Vay be çok kaliteli gözüküyor sadece 10 lukata alabildiğin için gerçekten şanslısın. Peki o lanetli mevzusu?”
Dean: “Sanmam Hem lanetli olsaydı o adam çoktan nalları dikmiş olurdu. Cahilliği sayesin de kaliteli bir ekipmanı fiyatının çok altına aldım. Sen ne yaptın?”
Eren: “Ben de kendime bir kılıç aldım.”
Dean: “İyiymiş. Başka bir şey alacak mısın?”
Eren: “Şu sis ve ses bombalarından almak istiyorum çok anlamasam da büyü yapabilmek için tek kullanımlık kristal alacağım tabi bunun için Rowan ı bulmak lazım.”
Dean: “Hayır aslın da Rowan ı bulman lazım değil ben hepsinin nereden olduğunu biliyorum.”
Eren: “Neredeler?”
Dean: “Önümüz de duran büyük kırmızı çadırın için de büyüle ilgili zırvalar ve değişik ekipmanlar bulabiliriz ben de girecektim zaten. Gel beraber gidelim.”
Eren: “Tabi, gel gidelim.”
İkisi birlikte çadırın kapısına yöneldi. Kalın kırmızı kumaşın kenarların da rüzgârla kıpırdayan altın iplik işlemeleri vardı. İçeri adım attıkların da bambaşka bir dünya onları karşıladı. Havanın kokusu bile değişmişti; yanık tütsüyle karışmış keskin ot kokuları boğazı hafif yakıyordu.
Tezgâhların üzerin de parıldayan renk renk kristaller, esrarengiz semboller işlenmiş küçük parşömenler ve tuhaf biçimli şişeler diziliydi. Arka tarafta ise uzun boylu, tüllerle sarılı kadın satıcı gözlerin de karanlık bir parıltıyla müşterileri süzüyordu.
Eren doğrudan kristallerin olduğu tarafa yöneldi. Küçük, avuç içine sığan, farklı renkler de taşlar bir ipe dizilmiş gibiydi. Satıcı eliyle işaret etti:
Satıcı: “Bunlar tek kullanımlık kristaller. Kırdığınız an içlerindeki büyü açığa çıkar. Kırmızılar ateş büyüsü maviler su yeşillerin açık yeşil olanları rüzgar koyu yeşil olanları bitki büyüsü yapmanızı sağlar. Fiyatları gücüne göre değişir.”
Eren dikkatle baktı, parmaklarının ucuyla birkaçını çevirdi. Özellikle kırmızı parlayan bir tanesi ilgisini çekti.
Eren: “Bundan iki tane verin.”
Satıcı başını salladı, küçük bir kese çıkardı ve kristalleri içine koydu.
Dean bu sıra da çadırın için de gezinmeye başlamıştı. Parmak uçlarıyla eski bir miğferi yokladı, ardından masanın köşesin de duran paslı bir haritaya baktı. Ama yüzündeki dikkat dağınıklığı gerçek değildi; bakışları çok daha ötelere, çadırın karanlık köşelerine kayıyordu.
Eren ödeme işini hallederken Dean’in gözleri gölgelerin arasın da bir anlık kıpırtı yakaladı. İnsan formuna benzer, ama neredeyse sis gibi kayan bir silüet, sanki sadece onun görebileceği şekilde, per de arkasın da belirmişti.
Dean’in yüzündeki sıradan ilgisizlik bir anlığına dondu. Kaşları hafifçe çatıldı. Dudaklarının kenarın da belirsiz bir gülümseme kıvrıldı.
Dean: “Cidden şu an bile karşılaşıyoruz ha.”
Eren taşlarını ve bombaları aldıktan sonra Dean in yanına doğru yürümeye başlamıştı.
Eren: “Kimle konuştun deli.”
Dean Erene doğru başını çevirdi. Yüzün de neden olduğu bilinmez küçümseyici bir bakış vardı.
Dean: “Tanıyabileceğin biri değil.”
Eren: “O bakıştan sonra artık tanımak istediğim birisi de değil.”
Dean: “Onu gördüğün an da ağzının açık kalacağına eminim bay 2.”
Eren: “Tamam anladık. Hadi gel ekipmanlarımızı aldığımıza göre meydana gidelim zaten ora da buluşacaktık.”
Eren taşları ve bombaları alıp cebine koyarken, çadırın ağzın da beliren kalabalığın arasından tanıdık siluetler görünmeye başladı. Mira, hafifçe gülümseyerek ellerini salladı; yanındaki sepetin içinden bozuk, hasarlı ama işe yarar küçük düzenekler görünüyordu. Rowan ise elin de kısa, cilalı bir asa tutuyordu; gövdesin de nehir taşı parçasının minik bir kapsülü sabitlenmiş gibiydi. Dean arkadan geliyordu, zincirli meteor çekici omzuna asılı, yüzün de o soğukkanlı ifade; onu görmek etraftakilere güven veriyordu.
Mira Eren’e yaklaştı, çabuk çabuk konuştu:
“Ben aldım, ama hepsini yanım da taşıyamam. Fazla ağırlık olurdu, bu yüzden bazılarını sınav görevlisine verdim. Tuzağın temel parçaları ben de var — duman kapsülleri, küçük çengeller ve ses bombası kapsülleri. Gerekirse ben yerleşmeyi ayarlarım.”
Eren başını salladı, tam cevap verecekken Rowan asayı göstererek araya girdi:
“Ben de çırak asası aldım. Küçük bir mana taşı var içinde; uzun süreli büyüye yetmez ama bir-iki atak için fazlasıyla işe yarar. Ayrıca birkaç tek kullanımlık kristal daha aldım; biri rüzgâr, diğeri küçük bir koruma kalkanı için.”
Dean kısa bir selamla onları dinledi, sonra elindeki meteor çekiciye göz attı:
“Güzel seçimler. Herkes kendi görevini bilirse sınav daha kolay geçer. Hatırlayın; biz güçlü olduğumuz için üzerimize gelecekler. Hazırlıklı olmak zorundayız.”
Rowan kısa asasını gösterip sözlerini bitirdiğinde, meydanın gürültüsü bir an da değişti. Önce uzaklardan, taş sokakların arasın da ince bir uğultu duyuldu. Ardından havadaki sıcaklık hafifçe düştü. İnsanlar irkilerek gökyüzüne baktı.
Sokak lambalarının ve balkabağı fenerlerinin ışıkları hafifçe kısılır gibi oldu. Zeminden yükselen gri beyaz bir örtü, ağır ağır ayak bileklerine sarıldı. Önce kimse fark etmedi; ama birkaç saniye için de sis dizlere kadar çıkmıştı.
Kalabalıktan fısıltılar yükseldi:
“İlk sis… İlk sis çöktü…”
“Şans getirecek, bu gece dışarı da olan herkes için…”
Çocuklar sevinçle birbirlerine sarılıyor, yaşlılar başlarını eğip dualar mırıldanıyordu. Bazı satıcılar tezgâhlarının önüne küçük tılsımlar yerleştirdi, sisin uğurunu yakalamak ister gibi.
Eren, ayaklarının etrafın da dolanan gri dumanı izlerken derin bir nefes aldı. Sis keskin ya da rahatsız edici değildi; aksine, neredeyse tatlı bir serinlik getiriyordu. Rowan dudaklarının ucun da belli belirsiz bir gülümsemeyle fısıldadı:
“Bunu görmek… gerçekten de iyi şans demek.”
Dean kollarını göğsün de kavuşturdu, bakışları sisin için de kayboluyordu. “Şans mı, yoksa uyarı mı…” diye mırıldandı, sesi diğerlerinin duyamayacağı kadar kısıktı.
Ama meydanda, herkes için bu an, uğurlu bir işaret olarak kabul edilmişti. İlk sis, Safe Haven’ın üstüne çökmüştü.
Tam o sıra da kalabalığın ortasına doğru bir uğultu yayıldı; insanlar başlarını kaldırıp gökyüzüne baktılar. Ay, bulutların arasından sızarken ışığı daha soluk, daha soğuk bir ton aldı. Bir an her şey susmuş gibiydi; ay ışığı taş sokaklar da farklı bir soğukluk bırakıyordu. Eren’in içini, daha önce hissetmediği türden bir ürperti kapladı.
Gecenin sessizliğini bozan ilk ses, uzaktan gelen düşük bir kahkahaydı — çocuk kahkahası değildi; derin, çınlayan ve yabancı bir tınısı vardı. İnsanlar birbirlerine baktı; fısıltılar yükseldi. Ayın parlak yüzeyinde, hafifçe çökük, gölgemsiyen bir şekil belirdi. Önce sadece bir leke sandılar; sonra yavaşça uzadı, kenarları dalga dalga titreşti ve gökyüzünün yüzeyin de insan siluetlerini andıran, ama için de bir şeylerin hareket ettiği bir karaltı şekillendi.
Kalabalık panikle aralanmaya başladı. Bazıları gülüyordu baziları korkudan titriyordu çoğu sessizdi. Dean gözlerini kısarak gölgeye baktı, yüzündeki tebessüm bir anlığına dondu, sonra kayboldu. Derken arkadan tanıdık ciddi bir ses geldi.
Kael: “Çocuklar! Hemen yanıma gelin.”
Hepsi bir an da Kael e doğru baktı Eren yakasından çekildiğini hissetti koşmaya il başlayan Dean olmuştu. Sonra Eren, Mira ve son olarak Rowan koşmaya başlamıştı. Dean Kael in soluna geçerken Eren’ de kendisini Kael in soluna atmıştı diğer ikisi ise aka da duruyordu.
Kael: “Durum bayağı ciddi. Şu an yapabileceğimiz en mantıklı şey bir olay yaşanana kadar etrafı gözlemlemek. Bura da kalın yapmam gereken bir şey var.”
Herkes olayın şokunu atlatmaya çalışıyordu. Yapılabilecek en iyi şey Kael in dediğini yapmaktı çünkü başka bir şey kimsenin aklına gelmiyordu. Sis çöktükten sonra bu kadar şanssız olmamaları lazımdı. Derken o kan dondurucu kahkaha yeniden duyuldu sanki bir anlığına zaman yavaşlamıştı. O sıra da Dean yavaş yavaş arkasını döndü bir şey hissetmişti ama ora da hiçbir şey gözükmüyordu.
Bir an da sis hareket etti. Dean bir adım geri çekildi Eren’in omzuna dokundu.
Eren sessiz bir şekilde
Eren: “Ne oldu?”
Dean’ de aynı şekil de sesini diğerlerinin de duyması için biraz yükselterek.
Dean: “Eren tabancanı hazırla o sisin için de bir şey var. Savaşmamız gerekebilir. Ve ikiniz arkamıza geçin.”
4 ü de sis i dikkatli bir şekil de incelemeye başladılar. Sonra yeniden bir hareketlenme oldu Eren irkildi. Sis yavaş yavaş bir top halini aldı git gi de yükselmeye başladı. İrileşti irileşti ve sonun da bir bağırma sesi duyuldu. Kesinlikle oluşan sis bulutunun içinden geliyordu bir an da sisin yukarı kısmın da yatay bir çizgi oluştu çizginin üstün de biri sağ biri sol tarafa 2delik sis insan şeklini alıyordu. Bir an da Rowan geriye doğru savruldu. Sonra diğerleri sisten oluşan bir uzantının Rowan a vurduğunu fark ettiler.
Dean bir an da bağırarak konuşmaya başladı.
Dean: “Tüm siviller kapalı alanlara girin avcı birliğini çağırın bura da bir yaratık var!”
Demesiyle meteor çekicini zincirinden tutup salladıktan sonra yaratığa fırlatması bir oldu. Meteor çekicinin ucu sadece yaratığın içinden geçip gitmişti. Dean çekici geri çekmekle meşgulken Eren yaratığa ateş etmeye başladı babasından kalma olan altı patlar tabancasının içindeki 6 mermiyi de ardı ardına ateşledi. Yaratığın bundan rahatsız olduğu anlaşılıyordu ama pek bir zarar verememişlerdi. O sıra da Dean çekicin zincirini tamamen çekmişti yüksek bir ses ile
Dean: “Eren yaratığın etrafın da dolanalım birileri gelene kadar zararı azaltış oluruz.
Eren başını salladı ve ikisi zıt yönler de yaratığın etrafın da koşmaya başladılar Eren yolun yarısına geldiğin de sis yaratığı erene saldırdı eren yukarıdan gelen uzantıdan kaçmak için ileri doğru zıpladı. Eren yer de yatarken yaratık ikinci saldırıyı yapmak için uzantısını kaldırdı.
Dean: “Eren!”
Meydanı ağır ağır kaplayan sisin uğursuz sessizliği, kalabalığın üstüne bir ağırlık gibi çökmüştü. Ayın yüzeyin de beliren gölge hâlâ oradaydı, sanki kahkahası gökyüzün de yankılanıyordu. İnsanların gözlerin de korku ve merak birbirine karışmıştı.
Rowan elindeki asayı sımsıkı kavrayarak öne çıktı. Yüzü gergindi ama gözlerin de bir anlık kararlılık parladı. Asasını ileri uzattı, sesi meydanın sessizliğini delen bir yankı gibi yükseldi
Rowan: “Nehir de gezen yüce ruhlar, önüm de duran yaratığı yok etmem için bana güç verin! Su Topu!”
Asanın ucun da yoğunlaşan mana titreşti, ardından gürül gürül akan bir nehirden kopmuşçasına yuvarlak bir su küresi fırladı. Sislerin içindeki gölgemsi yaratığa çarptığın da patladı, etrafı serin damlalarla doldurdu. Kalabalık bir an umutla nefesini tuttu.
Ama yaratık… en ufak zarar görmemişti. Sisin içinden bir kez daha belirdi, gözlerin de boğucu bir boşluk vardı. Attığı çığlık, meydandaki insanların kalplerini sıkıştırdı.
Tam o an, gölgelerin arasından metalin sert tınısını andıran bir ses duyuldu. Çatının üstün de silüeti beliren Kael, ağır adımlarla yere atladı. Ay ışığı zırhının kenarlarına vuruyor, yüzündeki soğuk ifadeyi daha da keskinleştiriyordu. Gözlerini yaratığa dikti, sesi hem emir hem de lanet gibiydi
Kael: “Gecenin zinciri olan uyku, Demir Rahibe’yi çağırmamı sağla!”
Hava bir an da gerildi. Kael’in önünde, siyah dumanla çevrili devasa bir Demir Bakire — işkence aracı görünümlü bir mühür zindanı — yavaşça belirdi. İç yüzeyi çivilerle kaplıydı, açıldığın da koca meydanı karartan bir gölge yaydı. İnsanlar korkuyla geri çekildi.
Yaratık geri kaçmaya çalıştı ama Kael’in zincirleri, sanki gecenin kendisinden dokunmuş gibi, sisin içinden fırladı. Zincirler yaratığın kollarına, bacaklarına sarıldı ve onu sürükleyerek Demir Rahibe’nin içine hapsetti. Demir kapılar gürültüyle kapandı, metal çığlığı tüm meydanı doldurdu. İçeriden gelen boğuk bir inleme, ardından derin bir sessizlik…
Kalabalık nefesini tutmuştu. Sonra Demir Rahibe’nin şekli yavaş yavaş kayboldu, geriye sadece Kael’in soğuk varlığı kaldı.
Eren, Rowan ve Dean, gördüklerinden ne diyeceklerini bilemeden birbirlerine baktılar. Rowan’ın büyüsünün hiçbir işe yaramadığı, Kael’in ise tek hamle de yaratığı mühürlediği gerçeği tokat gibi yüzlerine çarpıyordu.
Kael gözlerini kalabalıktan çekip onlara çevirdi. Sesin de ne öfke ne de yumuşaklık vardı; sadece keskin bir gerçek
Kael: “Hepiniz bir başarı gösterip akademiye davet edildiniz. Ama olabilecek şeylerin daha %1ini bile görmediniz. Sis yaratığı yüksek seviyeli bir canavar olarak sayılmıyor. Umarım bu dediğim şeyden bu dünyanın ne kadar tehlikeli olduğunu anlamışsınızdır. Özel değilsiniz. Olabilecek şeylere hazırlıklı da değilsiniz.”
Ayın üzerindeki gölge hâlâ susmuyordu. Sanki biraz önce duyulan kahkahanın yankısı hâlâ meydan da dolanıyordu.
Ve Safe Haven, o gece Gölgelerden korkulması gerektiğini tekrar hatırladı.