Yorum morum yazın da sohbet edek la.
Genç adamın göz kapakları kıpırdadı. Gözlerini açtığında ilk hissetiği şey, göğsündeki tarif edilemez acıydı. Gözleri titredi.
En son göğsüne bir hançerin saplandığını hatırlıyordu. Ama ölmemişti. Üstelik göğsünde yaraya dair hiçbir şey yoktu. Feci acı hariç tabii…
Gözlerini etrafa çevirdi. Onunla birlikte yaklaşık sekiz kişi daha vardı. Bunlardan birisi siyah bir cübbe giymiş kambur biriydi. Çatlamış bir platformun önünde duruyordu. Platfromun üzerinde ise mermerden devasa bir tabut vardı.
Kale yıkıntısının içerisindeydiler. Duvarların çoğu yıkılmıştı. Eskiden soylu gözüken yer, şimdi ıssız ve rutubet kokuyordu. İçerisi topraklanmış ve çimler bitmişti.
Kieron siyah cübbeli kambura baktı. Arkasına ona dönüktü ama genç adam ona baktığı anda o da genç adama dönmüştü.
Cübbenin altında gördüğü şeyi anlatmaya hiçbir kelime yeterli değildi. Üzerine ne yazılırsa yazılsın eksik kalacaktı. Kieron’un yaşadığı şey, kelimelerle anlatılamazdı.
Kieron kendini sersemlemiş hisseti. Geriye doğru birkaç adım attı. Göğsündeki acı daha da kötüleşti, kalbi sanki göğüs kafesini yırtmak istiyorcasına çarpıyordu. Yaşadığı en kısa tabirle, aklını kaçırmakla anlaşılabilirdi.
Görüşü kızıllaştı. Daha sonra yüzünde sıcak bir sıvının aktığını hissetti. Yavaş yavaş uyuşan elini yüzüne götürüp dokundu. Bu, kandı.
Genç adam yere oturup başını elleri arasına aldı. Artık geri dönüşü olmayan bir yola girmişti. Siyah cübbeli kambur ise önüne dönüp tabutla ilgilenmeye devam etti.
Kieron kendine geldiğinde diğerlerine baktı. Beyaz zırhlıları hiçbir yerde görememişti. Yine de siyah cübbeli ona beyaz zırhlılardan daha fazla korku veriyordu. Kendisi gibi diğer mahkumlara baktı. Görüşü hala düzelmemişti.
Şişman ve iyi giyimli adam yere oturmuştu. Yaşama sevincini kaybetmiş gibi görünüyordu. Gözlerindeki yağlı parıltılar sönmüştü.
İyi giyinimli kadın ise yeri yığılmıştı. Sara krizi geçiriyor gibi duruyordu. Gözleri sonuna kadar açılmıştı ve odaksız bir yere kilitliydi, ağzından köpüklü salyalar çıkarken kısık sesle anlaşılmaz şeyler fısıldıyordu. Elleri ile yüzünü çiziyordu. Yanaklarına açtığı yaralardan eti hatta kemikleri gözüküyordu.
Favorili, ince yapılı adam bir taşa sırık gibi oturmuştu. “…Buna değecek. Her şey buna değecek…Değecek…” diyerek sayıklıyordu. Gözleri ve çevresindeki damarlar şişmiş, patlayacak gibi duruyordu.
Diğer insanlara bakınca hepsinin böyle olduğunu gördü. Herkes anlamsız şeyler sayıklıyordu. Herkes aklını yitirmiş gibiydi. Bu Kieron’u daha çok korkuttu. Çünkü aklı başında olan tek kişi kendisiydi.
Favorili adam ile şişman adamın arasına oturdu. Kaçmayı düşünmedi.
Cübbeli adam tabuta biraz baktıktan sonra cübbesinin içinden birkaç şişe çıkardı. Birisinde tiksinç bir yeşil toz, diğerinde yoğun gözüken kan rengi bir sıvı, diğerinde de sürekli hareket halinde olan göz yuvarları vardı.
Hepsinin kapağını açıp tabuta döktü. Yoğun gözüken sıvı tabutla temas ettiğinde havaya, ağır renkli bir duman yayıldı. Göz yuvarlarını tabuta dökünce yuvarlar çıldırarak odada tüm kızıl dumanı kendi içlerine çekti. Çektikçe boyutları biraz daha büyüdü, damarları çarpıklaştı. Boyutları bir avuç büyüklüğüne ulaştığında odadaki tüm dumanları içine çekmişlerdi. Bazı yuvarlar dumanları kaldıramamış ve patlamıştı. İçlerinde biriken dumanlar, diğer yuvarlar tarafından aç gözlülükle sömürülü. Gözler büyüdükçe daha da çok cinnet geçiriyorlardı.
Delirmiş gibi etrafa bakarlarken hepsi birer birer cübbeli kambura baktı. Hepsinin odak noktasının kendisi olduğunu teyit edince tiksindirici yeşil tozu üzerlerine serpiştirdi.
Hepsinin hareketleri giderek yavaşladı ve en sonunda durdu. Eğer bir göz kapakları olsaydı hepsinin gözleri kapalı olurdu.
Kambur, göz yuvarlarını alıp duvarlara doğru fırlatmaya başladı. Bazıları tek eline sığmıyordu, o yüzden iki eliyle tutup fırlatıyordu.
Duvara çarpan şişmiş göz yuvarları patlayıp iğrenç sesler çıkardı. İçlerinden çıkan koyu renkli sıvı duvarlara yapıştı. Birkaç saniye sonra sıvı yanardöner bir renge bürünüp iç içe geçmiş geoemtrik şekillere dönüştü. Sanki birisi duvarlara bunları elle çizmiş gibiydi.
Tüm yuvarlar patlayıp çemberleri oluşturduğunda, kambur adam birkaç adım geri çekilip ellerini havaya kaldırdı ve tabuta doğru baktı, “Nuntius!”
“Tenebras!”
“Horreō!”
Kambur adam sözlerine devam ettikçe kale yıkıntısı titredi. Hava bozdu, yağmur yağmaya başladı. Gökgürültüsü kaleyi sarsıyordu. Sarsıntıya dayanamayan birkaç sütun yıkıldı. İçeridekiler olayı korku dolu gözlerle izliyordu. Kieron kulaklarını elleriyle kapamıştı ama gürültü dışarıdan değil de içinden geliyor gibi hissetmesine neden olmuştu. Favorili adam “Değecek.” diye sayıklamaya devam ederken kulaklarından kan gelmeye başlamıştı.
Beş dakika sonra siyah cübbeli kambur sözlerinin doruk noktasına gelmişti. Etraf kıyamet günü gibiydi. Birkaç sütun daha yıkılmıştı, içeri yağmur yağıyordu. Duvarlardaki geometrik şekiller nahoş bir şekilde parlıyordu. Sesini iyice yırtarak son üç kelimeyi bağırdı, “Malefidelis!”
“Venenoluctus!
“Obscuraterror!”
Gökten bir yıldırım çaktı. Bu yıldırım, doğruca tabuta düştü. Tabutun kapağı parçaladı ama hiçbir şey yanıp tutuşmamıştı. Kambur da bir zarar görmemişti. Cübbesinden dolayı yüzü gözükmüyordu ama terlediği aşikardı. Nefes nefeseydi.
Birkaç saniye bekleyip soluklandı. Sonra hızlı adımlarla tabuta doğru ilerledi. “Sonunda.” dedi keyifli bir şekilde, sesi az önceki söylediklerinden dolayı kısılmıştı, “Hepsi benim nihayetinde!”
Kambur gülmeye, kahkaha atmaya başlamıştı. İleri geri sarsılıyordu tabuttan aşağıya doğru bakarken. Kahkaha attıkça sesi gençleşiyor gibi geliyordu.
Tabutun içerisi, sonsuz bir çukurdu. Gidenin asla geri gelemeyeceği, sınırsız bir boşluk.
Kambur adam tabutun içine eğildi, o kadar eğilmişti ki sanki biraz daha ileri gitse dibsiz çukura düşecekti. Kahkahaları hala kesilmemişti.
Geri çekildi ve en yakınındaki insana baktı.
Bu, bir deri bir kemik kalmış bir kızdı. Yarı baygındı. Kısa bir süreliğine kambura bakma cüretinde bulundu. Kambura baktığında gözleri yerlerinden çıkacakmış gibi açıldı, içlerine kan doldu. Dehşete düşmüş bir ifadeyle gerisin geri çekilirken bakışları odağını kaybetti. Artık yaşayan bir çuvaldan farksızdı.
Kambur derhal zayıf kızın yanına gidip onu kollarından tuttu. Hala gülüyordu. Zaten hafif olan kızı kaldırıp dipsiz çukurun içine atmak hiç zor olmamıştı. Kambur, zayıf kızın aşağıya doğru düşmesini büyük bir beklentiyle izledi. Kızın bedeni giderek kararıp küçültüyordu. O anda çukurun içerisinden, derin, tok ve ürkütücü bir ses duyuldu.
“Yutamoth.”
Kamburun yüzündeki gülüş dondu.
Çukurun içerisinde beliren sayısız uzantı, bir anda zayıf kızın bedenini sarıp onlarca parçaya ayırdı. Çukurdan yükselen kemik kırılmaları ve parçalanma sesleri tüm kale yıkıntısında duyulmuştu.
Uzantılar bununla kalmadı, sanki itilen bir piston gibi çukurdan yukarıya doğru son sürat ilerliyorlardı.
Kambur artık gülmüyordu. Sessizce bir küfür savurdu. Ellerini yere dayayıp aniden kaldırdı. Bu hareketiyle, zaten yıkılmış olan yekpare bir sütun havaya kalkıp dipsiz çukurun içine fırlattı. Bu en azından biraz zaman kazandırırdı ona.
Arkasına döndü ve kale yıkıntısında çabucak ayrılmaya karar verdi. Ama yeteri kadar hızlı değildi. Arkasını döndüğü anda uzantılar çukurun dışına çıkmışlardı bile. Yekpare sütun hiçbir işe yaramamıştı.
Kambur etrafına baktı, getirdiği altı kurbanın altısı artık işe yaramazdı. Biri hariç…
Kieron’a doğru baktı. Ona baktığı anda kafasında bir ampul yanmıştı. Bu esnada uzatılar çukurdan çıkmış, hızla etrafa doğru yayılıyorlardı.
Birkaç adımla korkudan donakalan Kieron’un yanına ulaştı. Onu tuttu ve delicesine bağırdı, “Eksik olan sensin!”
Genç adamı uzatılara doğru fırlattı. Böylece eksik parça tamamlanacaktı.
Kieron için o an çok yavaştı. Artık hiçbir şeyi idrak edemiyordu. Aklını kaybetmek üzereydi.
Kambur beklentiyle uzatılara ve genç adama baktı. Bu, O’nu sakinleştirecekti.
Genç adamın bedeni sayısız uzantılar tarafından yutuldu. Bu her şeyi bitirecek olandı.
Ama bitiremedi.
Uzantılar bir an bile hız kesmeden kale yıkıntısında yayıldılar. Favorili adam, iyi giyinimli kadın, şişman adam… Hepsi uzantılar tarafından vahşice parçalandılar. Sadece yaşayanları değil, cansız olan her şeyi de onlarla beraber parçaladılar.
O kadar çoklardı ki görüş açısının tamamını kaplıyorlardı. Bir böceğin uzun bacakları gibilerdi ama çokça keskin kısımları, yapışkan, kısa ve zehirli tüyleri ve baktıkça kusma hissi veren bir dokuları vardı.
Kambur ise başı gövdesinden ayrılırken neyi ters teptiğini düşünüyordu. Elbette ki O’nu yenemeyeceğini biliyordu. Ama ihsanından da mahrum kalmak istememişti… Belki “seçilmiş insan” safsatalarına kaptırmıştı kendini… Belki de gerçekten seçilmişti… Bir kurban olarak.