Tüm şehri sarmış kavurucu sıcaklar yerini Balkanlardan gelen soğuk hava dalgalarına bırakmaya başlamış, dışarısı gittikçe insanı cezbeden bir hal almıştı. Mehmet saatine baktı, yeni uyanabilmişti. Şirketin yeni projeleri için günlerdir sabahlıyordu, “Değecek,” diyordu kendi kendine. Hızla yataktan fırladı ve pencereye yapıştı. Önce dünden kalma dosyalarını derleyip topladı, ardından da kendine güzel bir kahve yaptı. Telefonu çaldı birkaç dakika sonra. Arayan özel şoförüydü:
“Mehmet Bey, günaydın. Yaklaşık 2 dakika sonra evinizin önündeyim efendim.”
“Günaydın Ufukcuğum, ben de hemen çıkıyorum şimdi.”
“Tamamdır efendim.”
Mehmet Bey üstünü giyer, saçlarına her zamanki etkileyici ahengini verir ve dışarı çıkar. Şoförü Ufuk çoktan evinin önüne gelmiştir. Mehmet Bey mahcup bir edayla:
“Kardeşim, çok bekletmedim inşallah.”
“Estağfurullah efendim, o nasıl söz? Ben de yeni geldim sayılır.”
Ufuk aracın kapısını açar ve Mehmet Bey’i buyur eder. Ardından yola koyulurlar.
“Bugün nasılsınız efendim, çok şıksınız her zamanki gibi.”
“Ah, çok naziksin Ufukcuğum, teşekkür ederim. Her zamanki gibi uğraşıyoruz; toplantılar, projeler, yeni hedefler vesaire. Bilirsin, bizim gibi şirketlerde pek de durmak yok.”
“Kesinlikle katılıyorum Mehmet Bey, doğru olanın da her zaman istikrarlı bir şekilde çalışmak olduğuna inanmışımdır. Biz de bu yolda emin adımlarla ilerliyoruz gördüğüm kadarıyla.”
“Aynen öyleyiz, ilerlemeye de devam edeceğiz.”
Karşılıklı gülüşürler. Şirkete gelirler. Mehmet Bey araçtan iner ve hızla yürümeye başlar. Şirket kapısında sekreteri Aylin Hanım kendisini karşılar. Kısa bir sohbetten sonra Mehmet Bey’in odasına geçerler. Mehmet:
“Evet Aylin, son notlarımızda neler var bakalım, seni dinliyorum.”
“Hemen başlayayım Mehmet Bey. Son çalıştığımız yeni teknolojik cihazımız olan ‘Sapherus’, Serdar Bey tarafından çok beğenildi. Hatta kendileri sunumu bizzat sizden dinlemek istiyormuş. Mümkünse en kısa zamanda diye de iletmemi benden.”
Mehmet Bey gülerek:
“Demek patronumuz beğendi ha? O zaman işleri biraz daha hızlandıralım ki çabucak sunum aşamasına geçebilelim.”
“Tabii ki efendim, çalışanlarımıza ileteceğim. Başka yardımcı olabileceğim bir konu var mı?”
“Yok Aylin, teşekkür ederim, çıkabilirsin.”
Aylin’in odadan çıkmasıyla beraber Mehmet Bey her zamanki azim ve istikrarıyla çalışmaya başlar. İşini aşkla yapan birisidir Mehmet. Küçüklükten itibaren annesi onu çok saygılı, özverili, vefakar bir insan olarak yetiştirmiştir. Oğlu için elinden geleni her zaman yapmış olan Hülya Hanım, Mehmet’i en iyi okullarda okutmuş, sevgi duygusundan hiç uzakta bırakmamış, ahlaklı bir birey olması için de özellikle bir alaka göstermiştir. Babasız büyümüş Mehmet. Annesinin anlattığına göre bir trafik kazasında kaybetmişler babasını. Fakat Hülya Hanım oğluna babasının eksikliğini hiç hissettirmemiş, yeri geldiğinde bir anne, yeri geldiğinde bir baba, yeri geldiğinde de bir dost olmuştur Mehmet’e…
Yeni sunumu üzerinde büyük bir şevkle çalışmaktadır Mehmet. Zira bu sunum onun hem şirketteki pozisyonu için çok önemlidir hem de tamamıyla kendi geliştirdiği ilk projesidir. Yıllardır emek verdiği “Düzgünler Şirketi”nde böylesine bir işi de başarırsa zaten iyi olan konumu çok daha iyi bir seviyeye gelecektir. Hem de çok sevdiği nişanlısı “İdil”le evlenebilmesi bu “Sapherus” projesinden geçmektedir. Tüm bu hayallerini düşünerek tam gaz bir şekilde çalışmaya devam eder Mehmet. O esnada telefonu çalar:
“Merhabalar, Düzgünler Şirketi CEO’su Mehmet Yenilmez ile mi görüşüyorum acaba?”
“Merhaba, evet buyurun benim.”
“Mehmet Bey, sizinle çok kısa ve çok açık konuşacağım. Eğer şirketinizin son 6 aydaki kârını bana vermezseniz olacaklardan ben sorumlu değilim. Lütfen bunu bir tehdit olarak algılamayın, sadece küçük bir rica.”
“Pardon, anlayamadım beyefendi, siz kimsiniz?”
“Dediklerimi ciddiye almanızı tavsiye ederim, iyi günler.”
Telefon kapanır. Mehmet ne olduğunu anlayamaz, bir anlığına afallar kalır. Sonra aklına gazetede gördüğü son dönemde telefon dolandırıcılarının sayısının ne kadar arttığına dair olan haber gelir. Telefonu bir kenara koyar ve işine devam eder.
Öğle molasında Şirket sahibi Serdar Bey’in odasına gider Mehmet Bey. Hem birlikte yemek yerler hem de sohbet ederler.
“Açıkçası son projeni oldukça merak ediyorum Mehmet’cim. Yaptığın işlerin hepsi takdire şayan ama bu son projen var ya, bambaşka bir şey olacağa benziyor.”
“Ben de öyle umuyorum Serdar abi, sunumu yetiştirebilmek için elimden geldiğince de çalışıyorum, güzel işler ortaya çıkacak gibi duruyor.”
“Çok güzel transfer teklifleri alıyorum sana dair, vermem diyorum ama, Mehmet benim gözüm, kulağım, bu şirketteki elim, ayağım diyorum.”
“Sen kovmadığın sürece ben de pek bir yere gitmeye niyetli değilim açıkçası.”
Gülüşürler. Sonra aşağı kattan bir ses yükselir.
Her ikisi de irkilir. Mehmet hemen odadan dışarı çıkar. Aşağıdaki manzara herkesi şok eder…
Mehmet’in şoförü Ufuk Bey yerde kanlar içinde yatıyordur. Mehmet aşağı koşar. Ufuk yarı baygın bir haldedir. Mehmet büyük bir öfkeyle:
“Kim yaptı bunu Ufuk’a, neler oldu burada?”
“Mehmet Bey, hiçbir şey görmedik. Ufuk Bey şirketin önüne arabayla geldi. Yarı baygın bir haldeydi. Bıçaklanmış belli ki, kapının önüne zar zor attı.”
“Hemen ambulans çağırın, derhal.”
“Aradık efendim, hemen şimdi gelir.”
Mehmet büyük bir şoktadır. Neler olduğunu anlayamamıştır. Sonrasında aklına bugün arayan ve şirketin son 6 aylık gelirini isteyen kişi gelir.
Mehmet olayın hala etkisindedir. Ambulans olay yerine gelir ve paramedikler ilk müdahaleyi yapar. Yoksa basit bir dolandırıcı gibi gördüğü adamlar çok büyük bir mafya grubu mudur? Koca şirketin içerisinde neden gelip de Mehmet’i tehdit etmişlerdir? Ya da o kadar zengin şirketin arasından para istemek için neden “Düzgünler Şirketi”ni seçmişlerdir? Mehmet kafasındaki soruları anlamlandırmaya çalışırken ambulans Ufuk’u hastaneye doğru götürür. Mehmet de etraftaki insanları bir nebze olsun sakinleştirir. Ardından aracına atlayıp hastane için yola düşer.
Mehmet hastaneye ulaşır.
“Pardon, merhabalar az önce buraya ambulansla bir hasta geldi ama, bıçaklanma vakasıydı hangi odada olduğunu biliyor musunuz?”
“Şu merdivenlerden çıkın sağ tarafa döndüğünüzde karşınıza çıkan ilk oda beyefendi.”
“Tamam çok sağolun.”
O esnada Serdar da hastaneye gelir ve Mehmet’le beraber Ufuk’un odasına giderler.
“Kardeşim iyi misin çok geçmiş olsun, kim yaptı nasıl oldu bu?”
“İyiyim Serdar Bey çok sağolun, kar maskeli uzun boylu iri yarı bir adam aracın önünü kesti, haraç istedi ben de vermek istemeyince bıçak çıkardı, ben de bıçağa müdahale edeyim derken durum bu.”
“Ah be kardeşim ne gereği vardı ne istediyse verseydin ya senden kıymetli mi sanki?”
“Problem yok efendim zaten ufak bir sıyrık sadece şirkete gelirken biraz kan kaybettim ama çok şükür başka bir şey yok.”
Mehmet de şakayla:
“Aman Ufuk’um kendine dikkat et sen bana da lazımsın şirkete de lazımsın bir daha böyle ölümcül işlere karışma lütfen.”
“Tabii Mehmet Bey bunu da bir emir olarak kabul ediyorum ve yerine getirmeye çalışacağım efendim.”
“Ha şöyle koçum benim çok geçmiş olsun sen biraz istirahat et biz Serdar Bey’le hastane evraklarıyla ilgili olan kısmı halledelim, buyurun Serdar Bey.”
“İyi dinlenmeler paşam tez zamanda ayağa kalkarsın inşallah.”
“Çok sağolun efendim her ikinize de ayrı ayrı çok teşekkür ederim.”
Mehmet ve Serdar Ufuk’un odasından ayrılırlar ve gerekli prosedürleri yerine getirirler. Sonrasında hastaneden çıkıp tekrar şirkete geçerler. Mehmet’in içinde ise garip bir tedirginlik vardır.
Hala arayan kişinin kim olduğunu düşünüyor, basit bir dolandırıcı mı yoksa çok daha fazlası mı diye kafasında türlü türlü düşünceleri dolaştırıyordur. Aniden Serdar Bey’e dönerek:
“Abi Ufuk’un yaralanması beni biraz kötü etkiledi, küçük bir olay da olsa içim bir tuhaf oldu. İzin verirsen İdil’le yarın akşama olan yemek planımı bugüne çekmek istiyorum.”
“Tabii oğlum tabii hem de kaç zamandır ekstra mesai yapıyorsun yorulmuşsundur, sen çık şöyle bir kafanı topla şirket tarafını ben hallederim.”
“Eyvallah abi çok sağolasın valla.”
“Ne demek Mehmedim benim.”
Serdar Bey Mehmet Bey’in buluşma planı üzerine onu evine bırakır. Mehmet de İdil’i arayarak yemek organizasyonunu erkene aldığını ve birkaç saate hazır olmasını söyler. Kendisi de bir taraftan hazırlanmaya başlar.
İdil onun hayatındaki en kıymetli kişilerden biridir. Hülya Hanım’ın anne şefkatinin yanında bir de İdil’in saf sevgisi onu tam anlamıyla hayata bağlamaktadır. Her geçen gün daha da çok sevmektedir İdil’i. Daha bir ayrı bakmaktadır ona. Akşam için de en güzel kıyafetlerini giymeye başlar. Saçlarına her zamankinden de özenli bir şekil verir. Kusursuz olmalıdır Mehmet. Çünkü İdil onun gözünde çok ama çok başkadır.
Aradan 2 saat geçer ve Mehmet İdil’i arabayla alır.
“Hoş geldin hayatım, çok şık olmuşsun, nasılsın bugün?”
“Ay hoşbulduk canım çok naziksin teşekkür ederim, çok iyiyim sen haber edince hemen hazırlanmaya başladım, hayrola neden bir anda fikrin değişti de bugüne aldın programı?”
“Bugün şoförüm Ufuk ufak bir kaza geçirdi de ondan etkilendim sanırım, içim biraz tuhaf, ondan ötürü.”
“Nasıl bir kaza nesi var Ufuk’un?”
“Dolandırıcının biri bunun önünü kesmiş, haraç istemiş bu da vermeyince arbede olmuş, Ufuk yaralanmış, küçük bir sıyrık gibi ama çok kan kaybetmiş, şirketin önüne zor atmış kendini geldiğinde kanlar içindeydi.”
“Yaaa çok geçmiş olsun benden de çok selam ilet Ufuk’a, çok üzüldüm şu an ya Allah kahretsin bu dolandırıcıları.”
“Amin bitanem, yarın ola hayrola bakalım.”
“Ay Amin aşkım.”
Mehmet ve İdil rezerve ettikleri mekana ulaşır ve masalarına geçerler. Ardından yemekler, sohbetler, kahkahalar dertleşmeler derken saatler geçer. Mehmet bir nebze olsun kendine gelebilmiş içindeki o garip hissiyat biraz daha azalmıştır.
“Hayatım müsaadenle ben bir lavaboya gideyim makyajımı tazeleyeyim olur mu?”
“Tabii İdil’im ne demek lütfen.”
İdil lavaboya doğru adımlarken Mehmet de manzarayı seyre dalar. Düne göre çok daha sıcak ve nemli olan havayı ta ciğerlerine kadar çeker. Yarının daha iyi geçmesi için temennide bulunur. Tam o esnada telefonuna bir mesaj gelir:
“2 sağındaki boş olan kırmızı renkli masaya git, orada bir not kağıdı var, notu aç, oku.”
Mehmet çok korkar. Bir anda elleri titremeye başlar. Çünkü sabahtan beri etkisinde olduğu bu garipliğin sebebi belki de budur. Ama o an korkusunu yenmesi gerektiğini düşünüp koşarak tarif edilen masaya gider. Notu görür ve açar. Notta ise:
“Yarın akşam 8’de Samancık Parkı’na gel. Bir miktar da para getir. Sonra tanışalım, konuşalım. Sevgiler.” yazılıdır.
Mehmet’in eli ayağı birbirine dolanır, ne yapacağını bilemez. Ya yarın o parka gidip her şeyi öğrenecek ya da bu adamlarla yasal yollardan dövüşecektir.
Gece yarısı… Mehmet İdil’le olan yemeğin ardından zar zor atmıştır kendini eve. Önce Ufuk’un yaralanması, ardından kafedeki gizemli not. Bunları ayarlayanlar aynı kişiler midir? Yoksa Mehmet iki farklı düşmanla mı çarpışma zorundadır?
Yarın o parka gidip gitmeme noktasında hala kararsızdır. Hem ölümden korkuyor hem de bu adamların kim olduğunu ve neden kendisini takip ettiğini bir hayli merak ediyordur. Bu durumu paylaşabileceği, onu anlayacağını düşündüğü kimse de yoktur Mehmet’in.
“Yarın o parka gitmezsem daha dün nasıl Ufuk’a zarar verdilerse bugün de bir başkasına zarar verirler, ne olursa olsun o parka gitmeliyim!” diye düşünür sonra. Gidecek ve bu meseleyi başlamadan bitirecektir Mehmet.
Ertesi gün… Sabahın yine erken saatleri. Fakat bu sefer Mehmet erken uyanmış değildir. Çünkü geceden beri bu mesele yüzünden doğru düzgün uyuyamamış sabaha karşı da yarı baygın bir halde kalmıştır. Alarmın çalmasıyla beraber bir anda kendine gelir. Başı zonkluyordur. Hemen ilaç dolabına gider ve bir ağrı kesici atar. Dünden beri neler olduğunu tekrar düşünür. Tüm meseleyi kökünden çözmek için akşam Samancık Parkı’na gideceğini hatırlar. Ardından şirkete geçmek için hazırlanmaya başlar.
Şirkete gelince kapıda Aylin Hanım tarafından karşılanır.
“Hoş geldiniz Mehmet Bey, bugün nasılsınız, dün Ufuk’u ziyaret ettikten sonra eve geçmişsiniz bir nebze olsun daha iyi misiniz efendim?”
“Teşekkür ederim Aylincim daha iyiyim bugün, dünkü olaylar biraz olumsuz etkiledi tabii ki ama toparlamaya çalışıyorum.”
“Olaylar derken efendim, yardımcı olabileceğim başka bir konu var mı?”
Mehmet az daha kafedeki not olayını ağzından kaçıracaktır. Hemen durumu toparlar.
“Ha yok, işte genel olarak dünden bahsediyorum. Serdar Bey neredeler?”
“Odasındalar efendim.”
“Tamam ben onun yanına geçeyim haberleşelim tekrar.”
“Tabii ki Mehmet Bey nasıl isterseniz.”
Serdar Bey’in odasına geçer Mehmet.
“Abi günaydın, beklettiğim için kusura bakma bugün biraz geç kaldım, dünden sonra ancak toparlanabildim.”
“Günaydın Mehmet, sorun değil kardeşim gel otur şöyle, kahvaltı yaptın mı?”
“Bir şeyler atıştırdım abi sağolasın.”
Serdar Bey bir yandan da çayını yudumlayarak:
“Ne yaptın bu senin yeni proje ‘Sapherus’ işini, dün biraz sekteye uğradı ama bugün devam değil mi, ne zamana hazır olur bir de var mı net bir tarih kafanda?”
“Devam abi devam bir sıkıntı yok çok şükür, aynı tempoyu tekrar yakalarsam haftaya sunumunu size yapmış olurum. Sonra siz de global pazarda sergilemeye çıkarabilirsiniz.”
“İnşallah kardeşim, maddi manevi bir ihtiyacın olursa biliyorsun kadar şurada, ben de buradayım.”
Gülüşürler.
“Eyvallah abi çok teşekkürler, bir durum olursa haber ederim ben.”
Mehmet odadan ayrılır ve işinin başına geçer. Aklı her ne kadar akşamki buluşmada olsa da odağını olabildiğince toplayıp çalışmaya devam eder. Ve saatler geçer…
Şirketin ardından eve geçer Mehmet. Buluşmaya 1 saat kalmıştır. Aklında hala deli sorular, tedirginlikler, korkular… Bu adamların kim olduğunu öğrenmek, sevdiklerinin canını tehlikeden uzak tutabilmek için gidecektir o parka. Evden çıkar, kapısını kilitler ve arabasına doğru adımlar. Kapıyı açmadan önce ne olur ne olmaz tehlikesiyle annesinin “babandan tek yadigardır oğlum sana” dediği bıçağını da alır. Ardından arabaya atlar ve yola çıkar…
Tam saatinde varır Samancık Parkı’na. Dakik bir insandır yıllardır böyledir kolay kolay hiçbir yere geç kalmaz Mehmet. Fakat ortada hiç kimse yoktur. Acaba bir tuzak mı diye düşünür. Neden geldim ben buraya, ne saçmaladım şimdi diye bir an çok öfkelenir kendine. Sağına soluna bakmaya devam ederken eli de bir taraftan bıçağına gider. Tam o esnada karanlıklar içerisinden bir ses gelir.
“Bırak o elindeki bıçağı evlat, konuşmaya geldim, vuruşmaya değil.”
1,65 boylarında, kirli sakallı pala bıyıklı, görünüşü itibariyle de 50 yaşının üzerinde olduğu izlenimini veren bir adam çıkar karşıdan. Yüzünde hem ufak bir gülümseme hem de sert bir bakış, büyük bir öfke vardır. Ardından bu ifade yerini sakinliğe bırakır. Derin de bir yara izi vardır yüzünde. Kimliği olmuştur adeta bu karanlık adamın. Ağır adımlarla üstündeki upuzun paltosunu da yere sürükleyerek yaklaşır Mehmet’e doğru.
“Kimsin sen?”
“Ben değil, asıl sen kimsin?”
“Manyak mısın be adam sen, hem beni gizli gizli gözetledin, hem oturduğum yere geldin not bıraktın, bir de buluşmaya çağırdın buraya. Üstüne bir de bana kim olduğumu mu soruyorsun?”
“Özel bileme mi bıçağın, hakkaniyetli bir ustanın elinden geçmiş belli ki, nereden aldın bunu?”
“Ne diyorsun lan sen, ne istiyorsun bizden söyle bak yaşlı başlı demem sokarım o bıçağı gırtlağına.”
“Sakin ol Mehmet, beni dinle şimdi. Sorduğum sorulara güzel cevap verirsen, istediklerimi layığıyla yerine getirirsen kimseye bir şey olmayacak. Anlaştık mı?”
“Beni nereden tanıyorsun, tefeci misin, mafya mısın kimsin sen?”
“Sen haddi aşmaya başladın Mehmet, tek soru daha sorma ve telefonuna bak.”
Mehmet’in telefonuna bir görsel düşer. Resimdeki annesidir. Mehmet o an öylesine öfkelenir ki karşısındaki adamı bıçaklamak için hemen harekete geçmek ister. Fakat bir an durmak zorunda kalır. Bu adamın annesine zarar verebileceği ihtimali gelir.
“Sakın anneme zarar vereyim deme, söyle ne istiyorsun?”
“Merak etme, kimseye bir şey yapacak değilim. Sadece senden 2 isteğim var, yerine getirirsen bırakacağım seni de sevdiklerini de.”
“Neymiş o iki istek.”
“Birincisi, daha önce de söylediğim gibi, ‘Düzgünler’ şirketinin son 6 aylık kazancını istiyorum. İkincisi de sizden bir araştırma yapmanızı istiyorum.”
“Ne araştırması istiyorsun, rapor mu finans durumu mu ne istiyorsun söyle lan artık söyle çıldıracağım bak.”
“Hişşş tamam, Düzgünler nasıl kuruldu, bir de onu araştır bakalım sen. Hem parayı hem de araştırma sonuçlarını olabildiğince erken hazır et. Seni bulacağım tekrar.”
Gizemli adam ağır adımlarla uzaklaşır. Mehmet’in artık çözmesi gereken daha çok soru vardır. Bu adam kimdir, kendisini, ailesini, sevdiklerini nereden tanıyordur? Düzgünler Şirketi ile nasıl bir bağı vardır? Yoksa Ufuk’u da mı bu adam yaralamıştır? Soru üstüne soru yığılır kafasına. O esnada adam arkasını dönerek Mehmet’e dönerek bağırır.
“Düşünme çok, sen üzerine düşeni yap gerisi kolay.”
Mehmet telaşlı ve heyecanlı bir şekilde arabasına doğru ilerler. Şimdi ne yapacağını iyice düşünmesi gerekecektir.
Mehmet eve gelir. Kendini hala parkta, o gizemli adamın karşısında hissediyordur. Bu durumun içinden nasıl çıkacağını bilemez. Şirketin yarım senelik emeğini boşa vermesi istenmiştir kendisinden. Nasıl yapabileceğini düşünür bunu?
Bir de üstüne adamın neden “Düzgünler Şirketi nasıl kuruldu, sen bir araştır.” dediğini anlayamamıştır. Bütün bunları birisiyle konuşması, birinin ona yol göstermesi lazımdır. Tam o anda beyninde şimşekler çakar ve bu konuyu açsam açsam beni her daim anlayan anneme açabilirim der. Sonra geç saat olmasına rağmen annesini arar.
“Annecim iyi akşamlar, saat biraz geç oldu üzgünüm ama bu haylaz oğlanın yardımına ihtiyacı var, birkaç gün sonra gelecektim yanına ziyarete ama bugün gelsem hem biraz laflasak hem de bana bir konuda yardım etsen olur mu?”
“O nasıl söz benim aslan Mehmet’im. Geleceksin tabii burası da senin evin. Hadi gel bekliyorum ne yapmış benim yaramaz oğlum anlatsın bakalım.”
“Sen var ol canım annem benim 10 dakikaya yanındayım.”
Mehmet iki gündür ne yaşandıysa baştan sona anlatacak, annesinden ne yapması gerektiğine dair fikir alacaktır. Bu iş artık daha farklı bir noktaya evrilmiş, Mehmet’in tek başına halledebileceği noktayı çoktan aşmıştır.
Annesinin evine gelir Mehmet. Hülya Hanım kapıyı açar ve oğluna sımsıkı sarılır. Her ne kadar çok sık görüşüyor olsalar da neticede bir ailedir bu insanlar, ne kadar da sık görüşseler yetmez onlara. Biraz havadan sudan sohbet ederler, biraz da Hülya Hanım’ın hazırladığı atıştırmalıklardan yerler. Sonra Mehmet başından geçenleri eksiksiz bir şekilde Hülya Hanım’a anlatır. Sadece parktayken gizemli adamın telefonuna kendisinin fotoğrafını attığını söylemez Hülya Hanım’a. Annesini daha fazla korkutmak, tedirgin etmek istememiştir. Hülya Hanım tüm bu anlatılanları dinler ve her zamanki soğukkanlılığını akılcılığıyla birleştirip cevap verir.
“Yavrum, Mehmet’im benim. Bu adamların belli ki hesabı büyük. Düzgünler’le de bir husumeti var benim anladığım. Ama korkma, sana bir zarar vermezler. Eğer dertleri sen olsaydın seni çoktan öldürürlerdi. Ver ne istiyorlarsa. Ver ki bu iş sana da dokunmasın. Sen şu yeni projeni yetiştirmeye bak. Zaten ondan hayli hayli para kazanacaksınız inşallah. Ne kadar açık verirseniz kapatırsınız. Ama sen bu parayı bu adamlara vermezsen yarın bir gün ölüm haberini alırsın maazallah şirketten birinin. Ne olur oğlum, ver o parayı.”
“Anne o kadar şey anlattım, hiç mi korkmadın, hiç mi tedirgin olmadın sen, ben dünden beri tir tir titriyorum.”
“Havlayan köpek ısırmaz oğlum, bir şey yapacak olsalardı çoktan yaparlardı, akıllarınca seni korkutmak istemişler, sen de korkmuşsun, ver parayı kurtar hem kendini hem de şirketi bu adamlardan.”
“Sen sağ ol anam, bana hem anne hem baba hem kardeş oldun Allah senden razı olsun bin kere.”
“Sen benim kuzumsun, babanın, Birol Bey’imin tek hatırasısın. Tabii ki her şeyin olacağım senin, haydi git dinlen biraz, korkma aslanım, duanı et mis gibi bir uyu, sonra ne istiyorlarsa ver gitsin şu itlere.”
“Tamam annecim, emrin başım üstüne.”
Mehmet kalbi biraz daha huzur bulmuş şekilde evine döner. Artık tek hedefi yarın sabah söylenen parayı hazırlayıp bir taraftan da Düzgünler’in nasıl kurulduğuna dair araştırma yapmaktır.
Ertesi gün… Mehmet her zamanki gibi şirkete gelmiş, Serdar Bey’in odasına doğru yürümeye başlamıştır. Normalde hep açık olan Serdar Bey’in odasının kapısı bu sefer ilginç şekilde kapalıdır. Mehmet tam kapıyı çalıp içeri girecekken konuşmaları duyar.
“Duydun mu,… Hapisten çıkmış baba, şimdi ne olacak, ya tekrar gelirse karşımıza, intikam isterse, ne yapacağız?”
Konuşan kişi Serdar Bey’in hem oğlu hem de avukatı olan Efe Düzgün’dür. Normal şartlarda pek uğramaz Efe şirkete. Ancak çok önemli gördüğü bir konu olursa o zaman gelir.
Konuşmalar devam eder.
“Yahu Efe, çıksa çıksın oğlum, kapandı, bitti o dava, biz kazandık. Gelse ne olur gelmese ne olur.”
Mehmet konuşmaları dinlemeye devam ederken bir an duraksar, ne yapıyorum ben diye düşünür ve kapıyı çalar, içeriye “girebilir miyim Serdar Bey” diye seslenir. Birkaç saniye cevap gelmez. Ardından “Tabii ki Mehmet’cim, buyur” der Serdar.
Mehmet içeri girer.
“Vaayyy Efe Beyy hangi rüzgar attı sizi buralara.”
“Seni özledim oğlum yav yoksa ne diye gelecez bu beton yığınına.”
“Yav git işine ne zamandır nerelerdesin sen?”
“Ee bir siz çalışmıyorsunuz, biz de sizin için uğraşıyoruz be kardeşim.”
Karşılıklı gülüşmeler ve sohbet devam eder. Efe ve Mehmet neredeyse 15 yıllık arkadaşlardır. Birbirlerini Mehmet’in şirkette çalışmaya başladığı ta ilk dönemden beri tanırlar, severler.
Mehmet bu kısa sohbetin ardından kendi odasına gider. Zaten Serdar Bey’in yanına uğrama amacı bu sefer farklıdır. Kasanın yerini kontrol etmek ve uygun anda paraları alıp parkta buluştuğu gizemli adama vermek için gitmiştir Serdar’ın odasına. Kendi odasına girdiğinde perdeler kapalı, ortam oldukça loştur. Hemen perdeleri açar, odayı havalandırır ve paraları ne zaman alması gerektiğine dair plan yapmaya başlar. Bir taraftan kafasında da Efe ve Serdar Bey’in kimden bahsettiği düşüncesi yatmaktadır. Hapisteki kimdi, neden bu adamla alakalı Efe çok tedirgin konuştu, hepsini de bir taraftan merak ediyordur. Derken masasındaki çekmecelerden birinin açık olduğunu fark eder. İçine baktığında ise ufak bir not kağıdı görür.
“Parayla işim yok, ben alacağımı aldım. Sen bundan sonra kimmiş o hapisteki adam bana onu araştıracaksın. Raporunu en kısa zamanda bekliyorum evlat.” yazılıdır.
Mehmet şoktadır. Ondan başka kim duymuştur Serdar Bey ve oğlunun konuşmalarını? Odasına nasıl girip de çekmecenin içine bu notu koymuştur? Böylesine güvenlik önlemi olan bir şirkete nasıl bu kadar rahat girmişlerdir? Mehmet her şeyi kısa sürede çözebileceğini düşünse de olay aslında çok daha derindir…
“3 gün sonra”
Mehmet tam 3 gündür neredeyse hiç uyumamıştı. Gizemli adamın dediği gibi sürekli Düzgünler Şirketinin geçmişini araştırıyor, hakkındaki bütün haberleri tarıyor, tüm röportajları takip ediyor ve Düzgünlerin olayını çözmeye çalışıyordu. Serdar ve Efe’nin konuşmalarını kendisinden başka bir bilen daha vardı ve o kişinin de şirketten bir köstebek olduğunu tahmin ediyordu. Ama kimin köstebeklik yapabileceği konusunda en ufak bir fikri yoktu. Ufuk yaralıydı, günlerdir hastanedeydi. Aylin desen o da uzun süredir kendi odasında ‘Sapherus’ projesinde çalışıyor, sunumun erken bitmesi adına olanca gücüyle Mehmet’e yardım ediyordu. Aklına Efe’nin köstebek olabileceği fikri gelse de bunu çok saçma buluyor ve oğlu babasına neden ihanet etsin deyip bu fikrini reddediyordu. Diğer taraftan araştırmaları hiçbir sonuca ulaşmıyordu. Ortada şirketin kuruluşu ile ilgili anormal gözüken hiçbir durum yoktu. Fakat Mehmet yılmayıp araştırmaya devam ediyordu.
Hafta sonu olmasına rağmen Serdar Bey o gün de şirkete gelmişti. Normale göre çok daha fazla düşünceliydi. Hapisten çıkan adamı her ne kadar geçiştirmiş olsa da aklını kurcalamıyor değildi bu mesele. Ayrıca Mehmet’in çalışma temposunun çok düşmüş olması hatta bundan dolayı Sapherus’un muhtemelen biraz daha geç vakitte bitecek olması canını fazlasıyla sıkıyordu. O gün Aylin’i de şirkete çağırdı ve Mehmet hakkında bir konuşma yaptılar.
“Aylin, Mehmet’in son dönemde odağı epeyce düştü, ailesiyle nişanlısıyla ya da başka bir şey, bir sorunu mu var bu çocuğun, sen sekreterisin onun neredeyse her gün görüyorsun ofiste, bilsen bilsen sen bilirsin var mı bir mevzu?”
“İnanın ben de bilmiyorum Serdar Bey, evet şu aralar biraz tuhaf Mehmet, yani tek bir tahminim var. Belki başka şirketlerden daha iyi teklifler almışsa gitmek istemiş ve bunu size söylemekte zorlanmış olabilir. Bence teklif almış olabileceği şirketlerle görüşebilirsiniz, faydası olabilir.”
“Haklısın sanırım, kaç yıllık çalışanım, evladım gibi Mehmet, gelip söyleyememiş olabilir, ben bir araştırayım bu durumu, sağ ol kızım, sen çıkabilirsin.”
“Siz de sağ olun efendim, kolaylıklar dilerim.”
Serdar diğer şirket patronlarıyla görüşmek için hazırlıklarına başlar. Bu esnada telefonu çalar. Arayan oğlu Efe’dir.
“Baba, sana çok önemli haberlerim var.”
“Nedir oğlum, hayır mı?”
“Hayır baba hem de ne hayır, bizim eleman var ya yurt dışına çıkmış direkt.”
“Sen ne diyorsun oğlum, daha geçen hapisten çıkmadı mı bu herif?”
“Öyle ama kayıtlara baktım, çıkış yapmış gözüküyor.”
“Vallahi içime su serptin, onca işin arasında bir de şu herifle uğraşmayacağız ya, ben daha ne isteyeyim, sağ ol oğlum haberin için.”
“Ne demek babam işimiz bu, kolay gelsin sana.”
“Teşekkürler paşam.”
Serdar Bey bu haberle beraber çok rahatlar ve daha keyifli bir şekilde işinin başına döner.
Mehmet ne kadar araştırmış olsa da doğru düzgün hiçbir bilgiye ulaşamaz. Tam o esnada telefonu çalar.
“Alo.”
“Dolapta muzlu kek var, en sevdiğinden aldım. Çok yoruldun git de onlardan ye biraz.”
“Alo, ne oluyor sen kimsin, parktaki adam mısın yoksa, Alo alo.”
Ses kesilir. Mehmet hemen buzdolabına koşar. Gerçekten de en sevdiği muzlu kekten vardır. Şirket odasına girmek neyse ama evine nasıl girmişlerdir? Mehmet nasıl bir kabusun içindedir?
Çok öfkelenir bir anlığına, keki yere fırlatır, kimsin lan sen diye olanca gücüyle bağırır. Kek yere düşüp parçalanınca içinden bir not çıkar:
“Düşman en yakınında, dostun ise kalbinde, nefesinde, az kaldı..” yazılıdır. Notun diğer yüzünde ise:
“Yastığının altında bir kulaklık var, onu hemen tak, sesleri dinle, sinyal bir süre sonra kesilecek, acele et.” yazılıdır.
Mehmet ne olduğunu anlayamasa da hemen yatağına gider, gerçekten de yastığının altında bir kulaklık vardır hemen dinlemeye başlar.
“Baba, babaaaa, tuzak”
“Efe, ne oluyor oğlum, nerdesin, iyi misin sen?”
Gelen sesler Serdar ve Efe’nin sesidir.
“Yurt dışına falan çıkmamış baba, hepsi hikayeymiş, canımı zor kurtardım.”
“Tane tane anlat Efe, ne oldu oğlum?”
“Birkaç yere gittim kontrol amaçlı, yurt dışına gitmiş mi diye.”
“Ee sonra?”
“Yurt dışı falan yalanmış baba, amaç ben oraya gelince beni kapana kıstırmakmış, zor kurtardım canımı adamlarının elinden. Bir yerden sonra kovalamayı bıraktılar. Ama sana bir mesajları var.”
“Ne mesajı, ne dediler bana?”
“Birol Varoğlu’nun selamı var, Serdar kendini iyi kollasın. Kim bu Birol Varoğlu baba?”
“Allah kahretsin, nasıl olabilir böyle bir şey ya?”
“Baba, sana diyorum, kim bu Birol Varoğlu?”
“Oğlum, hapisteki diye kodlayıp durduğumuz adam bu adam, Birol Varoğlu. Her şeyin başladığı adam.”
“Yani artık peşimizdeler mi?”
“Evet.”
“…. (cızırtı sesleri)”
Sinyal burada kesilir, Mehmet’in artık yepyeni bir isim üzerinde çalışması gerekecektir. Birol Varoğlu…
Birol Varoğlu. Kimdi bu adam? Serdar Bey’le ne ilgisi vardı, neden bu kadar çekiniyorlardı Birol’dan? Mehmet artık tamamen bu isme odaklanmalıydı. Çünkü bütün kilidi çözecek kişi belli ki buydu.
Serdar şimdi başına belayı almıştı. Hem şirketi, hem ailesi, hem kendisi büyük bir sorunla karşı karşıyaydı. Geçmişin derin defterleri daha fazla açılmadan çözülmesi gerekiyordu bu işin. Diğer taraftan da Mehmet’in neden bu kadar dalgın olduğunu öğrenmeli ve bu konuda da bir çözüm geliştirmeliydi.
“1 hafta sonra”
Yine bir mesai günüydü. Sapherus istenen zamanda yetişmemiş, yeni bir tarih planlanması için de Mehmet ile Serdar Bey’in bir toplantı yapması gerekmişti.
“Serdar abi, günaydın, gelebilir miyim?”
“Gel Mehmet gel, bekliyorum.”
“Abi kusura bakma, bir süredir ne yanına gelebildim ne projemin başında olabildim, biraz ailevi olarak halletmem gereken konular vardı, onlarla uğraşıyorum.”
“Oğlum ben senin abin değil miyim, niye bana söylemedin, beraber çözseydik, ben projeyi geçtim seni düşünüyorum yahu?”
“Senin de işlerin olduğunu, kafanın yoğun olduğunu fark ettim, belli ki ikimizin de hayatı şu ara biraz hareketli, sanırım bir süre daha böyle ilerleyeceğiz.”
“Aylin’le konuştum geçen gün, ona sordum ne olduğunu, belki yeni bir iş teklifi almış olabilir dedi, sen söylemeyince ben de sordum soruşturdum, teklif veren falan da yokmuş, dedim acaba ondan mı dolu kafan?”
“Yok abi, dediğim gibi ailesel, ama en kısa zamanda halledip işlerime odaklanacağım tekrardan.. Sana yardımcı olabileceğim başka bir konu var mı?”
“Yok, sen iç işlerini iyice bir hallet, Sapherus’u bir süreliğine Aylin yürütecek, öyle karar aldım, hazır olunca tekrar gelip işinin başına geçebilirsin.”
“Peki abi, sen nasıl istersen.”
Gergin bir görüşmeydi. İki taraf da bir şeyleri saklıyor, kaçak oynamayı tercih ediyordu. Mehmet Birol Varoğlu ile ilgili birkaç sonuca ulaşsa da hepsi sahteydi. Kimisi öldüğünü söylüyor, kimisi hala hapiste diyor. Kimse bu adamla alakalı net bir bilgi bilmiyordu. 1 haftadır da gizemli adamdan hiçbir haber yoktu. Tek gelişme Ufuk’un şirkete dönmüş olmasıydı. Serdar tarafında ise Birol’un nerede olduğu, ev adresleri, detaylı geçmişi araştırılıyordu. O da bir sonuca ulaşamamıştı. Belli ki Birol, kendini çok iyi kamufle ediyordu…
Ama Serdar’ın başka planları da vardı. Bir adam tutmuştu. İsmi Hüseyin. Hüseyin Karlı. Amacı Mehmet’i takip etmesiydi. Çünkü hayattaki her şeyini gelip Serdar’a anlatan Mehmet sözde ailevi problemlerinde ise susmayı tercih ediyordu. Serdar kaç yıllık çalışanından şüphe duymaya başlamıştı…
Mehmet mesai bitimi evine döndü. Bu hafta hem annesi hem de İdil tarafından “çok dalgınsın, durgunsun, bir şey mi oldu” sorularına maruz kalmış fakat bir şekilde geçiştirmeyi başarmıştı. Evine ve ofisine kimin ya da kimlerin girdiğini de bulamamış, gizemli adamı beklemekten başka çaresi kalmamıştı. Bu esnada telefonu çaldı.
“Alo”
“İyi akşamlar Mehmet, ben Birol Varoğlu.”
Mehmet bir anda koltuğundan fırladı. Günlerdir arayıp hakkında hiçbir şey bulamadığı adam bizzat kendisini aradı.
“Ne istiyorsun, kimsin sen, numaramı nereden buldun?”
“Beni arıyordun ya kaç zamandır, bari ben seni arayayım dedim, evinin önünde siyah bir cip var, ona bin, seni bana getirecek.”
Mehmet büyük bir korkuyla:
“Ne yapacaksın, öldürecek misin beni, benim Serdar Bey’le bir kan bağım yok, sadece çalışanıyım.”
“Merak etme, sen ne biliyorsan ben daha fazlasını biliyorum, hadi arabaya atla, yoksa bizzat evine girip seni götürmek zorunda kalırım, bunu da hiç istemiyorum.”
“Peki, tamam.”
Mehmet hemen üstüne bir ceket alır ve sokağa çıkar. Gerçekten de bir cip kendisini beklemektedir. Sonra aracın kapısı kendiliğinden açılır. Mehmet çaresizce arabaya biner. Nasıl bir oyunun içindedir, bu büyük bir kabus mudur henüz hala anlayamamıştır.
Aracı süren kişi kar maskeli, siyah montlu, dışarıdan bakıldığında çok sert birisidir. Yumuşak bir ses tonuyla:
“Mehmet Bey, canınız tehlikede değil, korkmanıza gerek yok, mekana gittiğimizde maskemi de çıkaracağım, ama biraz sabrınızı diliyorum, lütfen sakin olun.”
Mehmet sadece başıyla onaylar. Yine nereye gittiği bilinmez yollara girmiştir.
Birkaç dakika sonra kar maskeli adamın telefonu çalar.
“Buyurun Birol Bey.”
“Paket arkanızda mı?”
“Evet yola çıktığımızdan beri takipte, başka birisi mi müdahale edecek yoksa ben mi halledeyim efendim?”
“Ben adam yolladım merak etme, sen arabadakini bana sağ salim getir.”
“Tabii ki efendim, kontrol bende.”
Mehmet Birol ve adamının ne paketinden bahsettiklerini pek de anlayamaz. Ama çok da umrunda değildir. Zira artık daha önemli olan şey kaç gündür araştırıp hakkında hiçbir şey bulamadığı Birol Varoğlu ile bir araya gelecek olmasıdır.
Yaklaşık 10 dakikanın sonunda eski bir fabrika izlenimi veren bir yere gelirler. Hem Mehmet de hem de maskeli adam araçtan iner ve içeri doğru yürümeye başlar. Mehmet’in korkusu iyice artar. Maskeli adam “lütfen buyurun, Birol Bey de şimdi gelirler” der. Oldukça karanlık, eski kerestelerin olduğu, duvarların epey yıprandığı, çatının bile paramparça olduğu bu yere girerler. Sonra Mehmet’in yaklaşık 5 10 metre önünde bir ışık açılır. Sonra da yavaş yavaş ayak sesleri gelmeye başlar. Karşıdan biri geliyordur. 1,65 boylarında, 50’li yaşları geçmiş olduğu her halinden belli olan, takım elbiseli, fiyakalı bir adam o ışıkların altına gelir. Bu Birol Varoğlu’nun ta kendisidir. Fakat Mehmet şaşkınlığını gizleyemez. Yüzünü iki elinin arasına alır. Kendini tokatlar. Tekrar tekrar bakar, odur karşıdaki. Parktaki gördüğü adam, gizemli adam…
“Sen, sen osun. Parktaki adamsın.”
“Bravo Mehmet, ta kendisiyim.”
“Hadi artık, bak ayağına kadar geliyorum ikidir, anlat her şeyi, amacın ne, kimsin sen, ne istiyorsun Serdar Bey’den, şirketten, benden?”
“Daha zamanı var çocuk, sadece bana biraz yardımcı olman gerekiyor ki ben de istediğimi alayım, sen de..”
“Neyin zamanından bahsediyorsun sen, neden yapıyorsun tüm bunları Birol?”
“Belli ki sana daha fazla göstermem gerekecek gücümü.”
Birol bu diyaloğun ardından parmağını şıklatır ve maskeli adamını yanına çağırır.
“Sen, maskeni indir.”
Kar maskeli adam sonunda maskesini çıkarır. Mehmet yine çok ama çok şaşırır.
“U.. Uu.. Ufuk… Ama sen, ne oluyor, ne işin var bu adamla senin, ne yaptığını zannediyorsun sen!!!”
“Sakin olun Mehmet Bey, lütfen sadece Birol Bey’i dinleyin.”
Birol Bey parmağını yeniden şıklatır ve depoya eli yüzü kan içinde olan bir adam getirilir. Bu adam Serdar’ın Mehmet’i takip etsin diye peşine taktığı Hüseyin’den başkası değildir.
Birol Bey Hüseyin’e doğru yaklaşır ve silahını çıkarır. Zaten şoktan şoka giren Mehmet bu sefer iyice korkar, kaçmak ister bir anlığına ama kapıya döndüğünde Birol’un diğer silahlı adamlarını görür.
“Şimdi Hüseyin, ben soracağım, sen de ne biliyorsan Mehmet’e anlatacaksın tamam mı?”
“Tamam,.. Tamam ne olur öldürme beni.. Anlatacağım ne biliyorsam”
“Çok güzeeell, şimdi ilk soru, Mehmet’i takip mi ediyordun, yoksa yolda giderken öylesine denk mi geldin?”
“Takip ediyordum Mehmet Bey’i, görevim icabı…”
“Kim verdi sana bu görevi, kimden aldın emri?”
Hüseyin bir anlığına susar, Birol Bey hiddetle sorar:
“Kimin elinde tasman Hüseyin, cevap ver banaaa.!!”
“Serdar, Serdar Düzgün’ün elinde…”
Mehmet dizlerinin üstüne çöker, hayatında hiç bu kadar şaşırmamış, korkmamış, üzülmemiştir, oracıkta ağlamaya başlar, çok büyük bir kabusun içinde kafasında bir türlü çözülemeyen ve sayıları da gitgide artan sorularla mücadele etmektedir. Gözyaşları kendiliğinden dökülmektedir bile.
“Neden takip et dedi sana Serdar Mehmet’i?”
“Çünkü onun bu dalgınlığının, durgunluğunun altında başka bir şey olduğunu düşündü Serdar Bey, çok daha farklı bir şey, ondan takip ettirdi.”
“Güzeeell, şimdi duydun mu Mehmet hepsini, daha fazla duymak istiyor musun bir şey?”
Mehmet ancak kafasını sağa sola sallayarak hayır diyebildi. Ardından
“Birol Bey, nolur artık bana olduğunu anlatın, size yalvarıyorum, çok yoruldum artık, takatim kalmadı.”
“İntikam evlat, çok büyük bir intikam, bunu da sen yapacaksın, ben yapacağım, başkası değil, biz yapacağız biz?”
“Ama neden neden, neyin intikamı bu, ne yaptı Serdar sana, beni neden kullanıyorsun?”
Mehmet ardından Ufuk’a dönerek:
“Demek haindin he Ufuk, neden yaptın bunu sen, yaralandın da gelmedik mi, düştün de tutmadık mı Ufuk, neden?”
Ufuk cevap verir:
“Yaralanma olayı bir komploydu, ben kendi kendime sapladım o bıçağı, üzgünüm Mehmet Bey. Şu an anlayamazsınız ama her şey sizin için ve aileniz için.”
Birol tekrar lafa girer
“Şimdi zamanı değil, tartışmayı kesin. Mehmet, bize yardım etmekten başka çaren yok, Ufuk’un da belirttiği gibi, hem kendin hem de ailen için. Her şeyi yakında anlayacaksın, sana söz veriyorum, ama bize yardım edeceksin, başka yolu yok.”
“Bilmediğim bir yola sorgusuz sualsiz gir diyorsunuz bana, neden yapayım bunu, ben o şirketin kaç yıldır ekmeğini yiyorum, ihanet edemem..!
“İhanet değil, intikam Mehmet, intikam. Ben Birol Varoğlu, adım sanım belli, peki ya sen kimsin Mehmet Yenilmez, sen kimdin, bir düşün bakalım? Yarına kadar vaktin var, bu yolda benimle misin değil misin, bir düşün, ha bir de Ufuk’un sana atacağı belgelere bakmayı da unutma.”
Fabrikanın kapısı açılır, Mehmet koşarak oradan ayrılır, gözyaşları hala akıyordur. En güvendiği, dost bildiği adamlar bambaşka insanlara hizmet ediyor, yıllardır çalıştığı yere karşı düşman olması bekleniyordur. Her şeyi bir kenara bıraktı Mehmet, yürümeye başladı hiç bilmediği sokaklarda, sanki yavrusunu kaybetmiş bir baba gibi, annesini kaybetmiş bir çocuk gibi yürüdü. Sordu kendine, kimim ben, ne istiyor bu insanlar benden, nasıl çıkacağım bu kara delikten, sonra bisiklet süren küçük çocuklara baktı, kara terlikleri ve tozdan kirlenmiş çıplak ayaklarıyla misket oynayan gençleri seyretti, martılara baktı kaldı, daldı, daldı çok uzaklara daldı. Aklında tek bir cümle kaldı koskoca konuşmadan.
“Ben Birol Varoğlu adım sanım belli, peki ya sen kimsin Mehmet Yenilmez!!”
Mehmet fabrikadan tek ayrılan kişi değildi o akşam. Fabrikanın arkasındaki hurda eşyaların olduğu yerdeki kırık pencereden birileri tüm konuşulanları duymuş, her ne yaşandıysa şahit olmuştu. Efe Düzgün…
Koşar adımlarla kaçtı oradan Efe. Artık her şeyi biliyordu, Birol’un Mehmet’e yaptığı iş teklifini, Ufuk’un ihanetini, Hüseyin’in yakalandığını… Ama bu da Serdar Bey’in bir planlıydı. Nasıl Hüseyin’e Mehmet’i takip et dediyse Efe’ye de Hüseyin’i takip ettirdi. Takibin de takibini yaptırdı Serdar Bey. Öyle de kurnaz bir adamdı. Efe’nin tek amacı bir an evvel şirkete varıp olanları babasına anlatmaktı.
Tüm bunlar olurken ise Birol telefonunu açıp birini aradı.
“Birazdan başlıyoruz harekete geçelim…”
Zor bulmuştu Mehmet evinin yolunu, kafası balon gibiydi sanki, çok ağrıyordu. Daha bir şeyi anlayamadan bambaşka bir şey baş gösteriyordu. Yolunu kaybetmiş bir gemi kaptanı gibiydi, her taraf açık deniz ama ne tarafa gideceğini bilmeyen bir Mehmet…
Efe ise tüm konuşulanları duymuş, anlamış, büyük bir öfkeyle aracına binip yola çıkmıştı. Her şeyi tekrar tekrar kafasında oynayıp bir düzene koymaya çalışıyordu o da. Korkuyordu herkesten, her şeyden artık. Ne olacağını hiç bilmediği bir sona doğru emin adımlarla ilerliyordu adeta. Tek dileği ise hem kendisine hem de sevdiklerine bir zarar gelmemesiydi. Fakat öyle olmayacaktı…
Efe biraz daha ilerledikten sonra önüne yola park edilmiş başka bir araba çıktı. Efe her ne kadar kornaya bassa da içeride kimse yok gibiydi. Zaten sinirli olan Efe resmen çıldırdı. Hemen arabasından aşağı indi ve park halindeki araca doğru yürüdü. Birkaç adım daha atıp iyice araca yaklaştıktan sonra arabanın arka kısmından yüzü maskeli birisi çıktı ve Efe’yi gaz maskesiyle bayılttı. Efe direnmeye çalışsa da kurtulamadı. Maskeli kişi daha sonra Efe’yi aracına bindirdi ve yola çıktı, bu esnada telefonu açıp birini aradı.
“Efendim, operasyon tamam.”
Birol’un adamı Efe’yi almış ve Birol’a götürmek için çoktan yola çıkmıştı, Serdar’ın ise henüz hiçbir şeyden haberi yoktu.
Gece 2.30 – 3 suları… Mehmet bütün bu kargaşa içerisinde artık çok yorulmuş, neredeyse dayanacak gücü kalmamıştı. Televizyonun karşısındaki ufak kanepesinde uyuyakalmıştı. Derken telefona gelen bildirim sesiyle uyandı. Gelen mesaj Ufuk’tandı. Birol’un bahsettiği belgelerdi belli ki. Mehmet hemen ayağa kalkıp yüzünü yıkadı ve bilgisayarının başına geçti. Belgeyi bilgisayara aktardı ve oradan açtı.
Belge adı olarak “22 Eylül 1986 – Pazarkolu Hastanesi dünyaya gelen bebekler ve isimleri listesi” yazıyordu. Bu tarih Mehmet’in de dünyaya geldiği tarihti. Mehmet hemen belgeyi taramaya başladı. Bir yandan kendi ismini arıyor, diğer yandan da farklı bir ipucu bulabilirim ümidiyle diğer isimlere de göz gezdiriyordu.
Saat 4… Mehmet saatlerdir belgeyi tarıyor, her türlü uygulamadan açıyor, çıktısını alıp tek tek bakıyor isimlere fakat büyük bir eksik var. Mehmet’in kendisi yok. Mehmet buna bir türlü anlam verememişti. Başta devlet nüfusundan silindiğini düşündü oysa olay bambaşkaydı. Ne kadar kabullenmek istemese de adı yoktu o listede. Derken kapı çaldı, bir gece yarısı kim gelmiş olabilirdi. Mehmet pencereden baktı, gelen Birol Varoğlu idi. Neden gelmişti bu saatte?
Mehmet pencereyi açarak:
“Gecenin bir yarısı neden dikildin kapıma Birol Bey, yarına kadar düşünmek için süre vermedin mi sen, ne oluyor da şimdi geliyorsun, eşkıya mısın lan benim başıma, defol git evimin önünden!!!”
“Önce bir sakin ol Mehmet, evet biliyorum zor yaşadıklarını, hissettiklerini ama anlayacaksın, konuşmaya geldim, her şeyi anlatmaya, aç kapıyı konuşalım lütfen.”
“Eğer bunun da arkasından bir iş çıkarsa yemin ediyorum seni öldürürüm, kabrin olur bu ev.”
“Ailem üzerine yemin ederim ki hiçbir şey yok. Aç şu kapıyı, haydi evlat.”
Mehmet kapıyı açar, Birol Bey’i içeri alır. Oturma odasına geçerler.
“Belgelere baktığını biliyordum, gerçekleri öğrendiğini düşündüm belli ki daha tam oturmamış her şey.”
“Neyi öğrenecekmişim söylesene be, hayatımı mahvettin, seni basit bir dolandırıcı zannettim, bir beni öldürmediğin kaldı, yeter artık lan yeter, bırak boş konuşmayı, dökül ulan ne biliyorsan, dökül!!!”
“Bu listede hep ‘Mehmet Yenilmez’i aradın ama bir de başka bir isim ara bakalım.”
“Kimi!?”
“İhsan Varoğlu”
Mehmet hemen belgeyi taratır. O isimde biri gerçekten de vardır, dünyaya gelmiştir o tarihte. Sonra Birol’a sorar:
“Kim bu adam?”
“Oğlum, yavrum benim.”
“Şimdi nerede?”
“Yanımda, yakınımda, kalbimde.”
Mehmet bir an afallar.
“Ne diyorsun bey amca sen, ne saçmalıyorsun?”
“O beni hiç görmedi çocukken, doğduğunda yoktum ben yanında. Hapisteydim, bir kumpas kurmuşlardı bana. Tuzağa çekilmiştim, oğlumdan eşimden ayrı düştüm. Sonra da intikam için geri geldim.”
“Ben niye bey amca ben niye, niye beni kullanmak istiyorsun intikamın için?”
“Ona tek bir yadigârım var biliyor musun, küçük bir çakı, kendi ellerimle bilemiştim onu içine de güzel bir aslan resmi kazımıştım, çok da keskindir, eşime emanet etmiştim, Hülya’ya. Oğlumuz büyüyüp adam olunca ona ver, babandan bir hatıra kalsın demiştim. O da sağ olsun emanetimi yerine getirdi, kırmadı beni. En sevdiği oyun körebeymiş oğlumun. Kovalarmış hep arkadaşlarını, ama kör ya, göremezmiş işte hiçbirini, büyüyünce de öyle bir adam olmuş meğer. Ayırt edemiyormuş kim dostu kim düşmanı. Sebzeleri çok severmiş, diğer çocuklar gibi değilmiş benim oğlum, hele ki ıspanağı, bayıla bayıla yermiş, hep öyle anlattı Hülya’m.”
“Hayır, hayır… Sen o değilsin, ölmüş benim babam, trafik kazasında, ölmüş, cesedi bile bulunamamış. Yalan söylüyorsun, hayırrrr!!!”
“Şimdi bu kapıdan biri girecek içeri, bana inanmadın ya, en azından ona inan oğlum benim.”
Derken kapı yavaşça açılır. İçeriye giren Hülya Hanım’dır. Hemen Birol’a koşar. Sıkı sıkı sarılır.
“Beyim, can yoldaşım, bitti mi hasret, geldi mi kavuşma vakti?”
“Geldi ya Hülya’m, geldi, buluştuk biz, sen ben İhsan’ımız, buluştuk yine, Rabbime bin şükür…”
Mehmet (İhsan) gözyaşları içinde ayağa kalkar, koşar babasına doğru, sımsıkı sarılır. Ölmemiştir babası. İntikam için geri gelmiştir. Yıllar sonra dönmüş, yarım kalan hesabı kapatmak için gelmiştir.. Mehmet ağlamaklı bir şekilde:
“Baba, baba, babammmm.”
Birol Bey de ağlıyordur, kan ter içinde kalmıştır. Basar oğlunu bağrına doya doya.
“Oğluuummm, İhsanımmm.”
Mehmet (İhsan) yıllardır öldü bildiği babasına kavuşmuş, isminin dahi bir yalan olduğunu öğrenmiş, yepyeni bir hayatın tam ortasına düşmüştü. Sonra konuşmaya başladı:
“Neden baba, neden yaptın bunu, anlat her şeyiyle lütfen.”
“Oğlum, yıllar önceydi. Ben Serdar’ın yanında çalışıyordum. O zamanlar işleri böyle iyi değildi. İşleri büyütmek istedi. Kara para akladı o dönem. Suçu da bir şekilde benim üstüme yıkmayı başardı. Hapse girdim onun yüzünden. Yıllarca hapis yattım. Senin doğduğunu bile göremedim, büyüdüğünü göremedim, eşimi göremedim, herkesten, her şeyden uzak kaldım oğlum. Yemin etmiştim kendime. İntikam alacaktım. Hapisten bir başkasının yerine ben çıktım. Çok sevdiğim bir dostum tahliye vakti gelmesine rağmen bir oyun yaptı, isimleri değiştirdi, bana ‘çık ve intikamını al’ dedi. İçeride de boş durmadım. Şoförün Ufuk, sekreterin Aylin, hepsi benim adamımdı. Bana yardım ettiler yıllarca, şirketin en içine kadar yerleştiler. En büyük yardımı da Hülya yaptı. Sana gözü gibi baktı, korudu hep. En iyi okullarda okuttu. Şimdi gelinen noktada geriye tek bir şey kaldı oğlum, intikam.”
“Ne yapacağız baba, nasıl olacak bu intikam?”
“Serdar’ın oğlu, Efe elimde. Biz fabrikadayken dinlemeye geldi. Fark edilmediğini zannediyordu ama ben her şeyin farkındaydım. Tüm planı yapmıştım yine her zamanki gibi. Birazdan Serdar’ı arayacağım, oğlunu istiyorsa şirketin tapusunu senin üstüne yapmasını söyleyeceğim, mecbur kalacak, bitecek her şey..”
“Baba, ne olur Efe’ye dokunma, Serdar’a ne yapacaksan yap, ama sakın Efe’ye dokunma, o benim kaç yıllık dostum, arkadaşım, kardeşim.”
“Merak etme oğlum, kimseye bir şey olmayacak, sen sadece dinlen, uyu biraz. Yarın akşam tekrar buluşalım, ben Serdar’la konuşurum gerekeni.”
“Peki babam.”
Mehmet (İhsan) tekrardan babasına doya doya sarılır, annesi Hülya Hanım’ın yine gözleri dolar, sonra babası ve annesini uğurlar Mehmet. Bütün hayatı, kimliği, bildikleri, her şey değişmiştir artık. Tüm gece düşünür her şeyi. Babasını, ailesini, Serdar’ı, Efe’yi, İdil’i, şirketi… Ve daha nicesini.
Ertesi sabah…
Mehmet’in iki isteği vardır artık. Babası intikamını alsın ve Efe’ye de hiçbir şey olmasın. Serdar çok büyük bir sahtekar olsa da Efe’nin zerre suçu yoktur Mehmet’e göre. Her şey Serdar yüzünden olmuştur. Resmen babasını, mutluluk dolu olabilecek bir aileyi, geleceğini, hayallerini çalmıştır Serdar, Mehmet’ten. Ama artık intikam vaktidir. Bütün mesele bitecek, Mehmet de ailesiyle beraber huzur dolu bir hayatın içine girecektir…
Birol gece yarısı Serdar’ı aramış, Mehmet’i nasıl şirkete yerleştirdiğini, intikam almak için döndüğünü, içerideki adamlarını, Efe’yi kaçırdığını, kısacası her şeyi anlatır. Serdar tüm bu yaşananların en başta rüya olduğunu düşünse de gerçekler hiç de öyle değildir. İntikam, kapısına kadar dayanmıştır Serdar’ın.
Çaresizlik içerisinde ne yapacağını düşünmeye başlar. Sona geldiğine inanmak istemiyordur Serdar. Ama gün gelir, her günahın bedeli ödenir…
Yıllarını harcadığı, uğruna hırsızlık yaptığı, bugünlere getirmek için her şeyini verdiği o şirket artık avuçlarının arasından kaymak üzeredir. Serdar’ın kalbi ise hem şaşkınlık, hem öfke, hem hüzünle doludur. Yapacağı hiçbir şey kalmamıştır, evladı için o tapuyu Mehmet’in üzerine yapmak zorundadır…
Saat 11.00
Birol, Mehmet’i arar.
“Oğlum, bugün nasılsın, biliyorum çok zor geçti her şey senin için, ama bitiyor artık sana söz veriyorum. Ben intikamımı alacağım, sonra da hep beraber o hak ettiğimiz hayatı yaşayacağız.”
“İyiyim baba, içimde tuhaf bir his var sadece, ilk defa hissediyorum böyle bir şey, ama yine de iyiyim. Umarım her şey biter. Ne zaman yapacağız tapu ve Efe takasını?”
“Serdar bu akşam 9’da Samancık Parkı’na gelecek. Efe’yi de oraya getireceğiz. Sana söz verdiğim gibi, Efe’ye hiçbir şey olmayacak.”
“Bir de baba, Efe biliyor mu her şeyi, yani babasının yaptıklarını, benim senin oğlum olduğunu falan?”
“Evet oğlum, Efe’yi kaçıran Aylin’di. Ona her şeyi anlatmasını söylemiştim. Artık o da babasının nasıl bir adam olduğunu biliyor.”
“İşte buna çok sevindim baba. Efe benim için çok değerli. Çocukluk arkadaşım sayılır. Her şeyi bilsin istiyordum. Bir de baba, senden bir şey isteyebilir miyim?”
“Oğlummmm, iste tabii. Bu yaşına kadar hiçbir şey isteyemedin benden, bugün ne istersen yapmaya hazırım yavrum benim.”
“Takastan önce gidip son kez Efe’yi görebilir miyim?”
“Mehmet… Emin misin? Sonuçta babasının oğlu, neler yapabileceğini biliyorsun.”
“Sen meraklanma baba. Ben çok iyi tanıyorum Efe’yi. Şu an üzüntüden ağlıyordur. Babasının yaptıklarına hala inanamıyordur. İzin ver bir kez konuşayım.”
“Peki oğlum, git de konuş bakalım. Ufuk’u ara. O seni götürsün. Ama ne olur dikkatli ol.”
“Tamam babacım, çok sağ ol.”
Mehmet hemen Ufuk’u arar. Yıllardır dost bildiği, kardeş gördüğü adamla her şey açığa çıktıktan sonra en azından bir defa görüşmek hakkımdır diye düşünür. Ve Ufuk Mehmet’i Efe’nin tutulduğu yere götürür.
“Sen kapıda bekle Ufuk.”
“Ama abi, emin misin..?”
“Ufuk, lütfen, müsaade et iki kelime konuşup geleceğim geri.”
“Peki abi sen nasıl uygun gördüysen.”
Mehmet araçtan inip Efe’nin tutulduğu yere girer. Efe içeride gözleri yaşlı, mahzun bir şekilde yatmaktadır. Mehmet’i görünce hemen doğrulur.
“Mehmet, özür dilerim…”
“Kardeşim benim, Efem. Sen bir şey yapmadın. Babanın günahını sana yükleyecek değilim ya. İyisin değil mi, bu akşam çıkacaksın buradan. Şirketin tapusunu ben alacağım, seni de Serdar’a teslim edeceğiz. Bitecek bugün, merak etme.”
“Verme beni o adama, yüzüne dahi bakmak istemiyorum onun. Ne olur verme.”
“A, a, ama… Ama olmaz. Babam intikamını alacak. Ondan daha önemli hayatta hiçbir şeyim yok. Serdar her şeyimi çaldı benim, her şeyimi. Çaldıklarına karşı yetmez belki ama, babam da onun her şeyi gibi gördüğü şirketini alacak.”
“O zaman son bir istediğim var senden, yapar mısın benim için?”
“Söyle kardeşim, söyle. Üzme sen kendini. Ne istiyorsun?”
“Benim artık o babam olacak adamla bir bağım kalmadı, sana, babana, ailene yaptıklarını yüreğim kaldırmadı. Bu şekilde yaşayamam ben. Ne olur, vicdanımın biraz rahatlamasını istiyorsan bırak onu takas yapılırken oracıkta öldüreyim, bana bıçak olur, silah olur, bir şey bul.”
“Efe, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin, ne demek babamı öldüreceğim.”
“Mehmet, senin hayatın çocukluktan beri yok, benimki de bundan sonra olmayacak, ne olur. Hırsız, hem de bir ailesinin geleceğini çalacak kadar aşağılık olan bir hırsız adamın oğlu olmak istemiyorum ben. Lütfen.”
Mehmet çaresiz kalır, Efe’nin gözyaşları ona çok dokunur. Onun için hemen küçük bir çakı ayarlar. Ve Efe’ye verir.
Saat 20.45…
Artık son gelmiştir, Serdar çaresizce tapuyla beraber parka gelir, koca bir hırsızlık üzerine kurduğu şirketin başına hiçbir şey gelmeyeceğini düşünüyordur, oysaki hiç de öyle olmamıştır…
Efe, Birol ve Mehmet de parka gelir. İki taraf da karşılıklı geçerler. Birol başlar:
“Gördün mü sen, hey gidi Serdar Bey. Aslanlar gibi aldım geldim oğlumu. Ne silahlı adamlar, ne fiyakalı arabalar, nedendir bilir misin?”
“Neden Birol?”
“Çünkü bir babanın çaresizliğini dibine kadar yaşadım ben, işin ucunda oğlun varsa böyle çaresizce gelirsin düşmanın ayağına işte.”
“Eyvallah. Bak, ben de geldim. Kimsem yok. Bir oğlum kaldı. Onu almaya geldim. Her şeyim gibi gördüğüm şirketimi de evladına vermeye geldim. Oldu mu?”
“Oldu Serdar oldu. Yavaşça bu tarafa gel, Mehmet de Efe’yi getirecek sana. Sonra da tapuyu alıp dönecek.”
Her iki taraf da yavaş yavaş ortaya doğru gelir. Mehmet’in her yeri titriyordur. Çünkü onun için asıl mesele tapu değil, bir evladın babasını nasıl öldürdüğünü görmektir. Bıçak Efe’dedir ve son sözü o söyleyecektir…
Ortaya gelirler, önce Efe babasının elinden tapuyu alır, sonra da yüzüne tükürür.
“Senin oğlum olacağına bir köpeğin yavrusu olsaydım daha iyiymiş.”
Serdar sessiz kalır. Sonra Efe yavaşça bıçağına hamle yapar… Ardından bir anda geriye dönüp var gücüyle bıçağı Mehmet’in kalbine saplar. Hemen babasının kolundan tutarak “KOŞ BABAAA” diye bağırır. Birol’un dünyası başına yıkılır. Hemen oğluna koşar. Mehmet kanlar içinde yerde yatıyordur.
“Oğlummmm, neden, neden, neden verdin o bıçağı, nedeeennn..”
“Baba, bazen güvenir ya insan hani, güvendim ben de Efe’ye. Babasını öldürecekti sözde. Ama ona babasından bile daha çok faydası olan biricik dostunu öldürdü. Zaten ben hiç yaşamamıştım baba. Şimdi ölsem de gam yemem.”
Efe koşmayı bırakır. Birol ve Mehmet’e bakar uzaktan. Sonra Birol’a:
“Oğlun bu dünya için pek masummuş Birol, ben de yaşasın istemedim…”
Birol hiçbir şey diyemez. Bir taraftan Serdar ve Efe’nin kaçışını, diğer taraftan oğlunun ellerinde ölümünü izler. Mehmet son kez konuşur:
“İyi geldik iyi gideriz baba, üzülme sen, bir iyi ölürmüş, bin tanesi doğarmış.”
Ve Mehmet son nefesini verir…