Odanın sessizliğini bozan hafif bir esintiyle birlikte uyanırken, gözlerimi odamın sakin atmosferinde açtım. Pencerelerden içeri süzülen güneş ışıklarıyla aydınlanan oda, içimi huzur ve dinginlikle doldurdu. Ancak bu huzurlu anlar, içimde derin bir hüzün bulutunun geçmesini engelleyemedi. Kardeşimin trajik ölümü, artık her sabah uyanırken kalbimde bir ağırlıkla hatırladığım bir gerçekti.
Onunla olan anılarımız, çocukluk günlerimizden başlayarak, hep içimde bir boşluk bırakmıştı. O, neşeli ve cana yakın bir ruha sahipti, hayat dolu enerjisiyle herkesi etkisi altına alırdı. Ancak ansızın olan olay, onu aramızdan koparıp götürdü. O günden beri, her sabah uyanışım bir parça eksik ve hüzünlü oluyor. Ancak bu acı, aynı zamanda onun hatırasını yaşatma ve hayatımı daha anlamlı kılma fırsatı da sunuyordu. Belki de Adem’in notları, onunla olan anılarımı canlandırarak, ruhumu iyileştirmeme yardımcı olabilirdi. Bu sabah, bir kez daha kardeşimin hatırasıyla yüzleşme ve onun ruhuyla bağlantı kurma fırsatı sunuyordu.
–
Yoğun bir günün ardından hastane bahçesinde dinleniyordum. Gözlerim bahçedeki insanları izlerken, biraz uzakta Adem’i fark ettim. Onun sessizce oturduğunu görünce, yanına gitmeye karar verdim. Adım adım yaklaştım ve yanına oturdum. Bir süre sessizce yan yana oturduk, sonra içimdekini tutamadım ve sordum: “Adem, Ahmet’in ölüm gününde neden oradaydın?”
Adem, uzun bir süre sessiz kaldı, gözleri derin bir hüzünle uzaklara bakıyordu. Nihayet, yavaşça başını kaldırarak konuşmaya başladı. Sesindeki titreme ve duygusal yük, anlattığı acı dolu geçmişi yansıtıyordu. “Ahmet benim en yakın dostlarımdan biriydi,” dedi derin bir iç çekerek. “Neşeli biriydi. Ancak kimsenin bilmediği bir sırrı vardı. Sen, baban annen kimse bilmiyordu. Ahmet, uyuşturucu bağımlılığı ile mücadele ediyordu. Ben, onun bu savaşında yanında olmak istedim. Çok kez battı çıktı, sana çok kez söylemek istedi. Ama yapamadı. Ölüm gününde oradaydım, çünkü ona destek olmaya gelmiştim. Ama olamadım.”
O karanlık gün, adeta zihnimde yeniden canlanıyordu; her anı, her detay gözlerimin önünde beliriyordu. Ahmet’in kendini ipe astığı o korkunç günün izleri, ruhumun derinliklerine kazınmıştı. Rüzgarın hafif esintisi, o günkü sessizliği hatırlatıyordu bana ve içimdeki acıyı daha da arttırıyordu. Anılar, beni sıkıca sarıp boğuyor, sanki o gün tekrar yaşanıyormuş gibi hissettiriyordu. Sonra, bir şekilde, Ahmet’in nedenini öğrendim. Kendini ipe astığını duymak, adeta bir yıldırım çarpmış gibi geldi. Nasıl olabilirdi ki? Nasıl böyle bir çaresizliğe düşebilirdi? Sorular, zihnimde bir labirent gibi dolaşırken, içimdeki boşluk giderek büyüyordu.
Ahmet’in bu çaresiz ve trajik sonu, sadece beni değil, tüm çevremizi derinden etkilemişti. Bu trajedi, hayatımızı kökten değiştirmiş ve uzun bir süre boyunca hepimizi etkilemişti. O günden sonra, hiçbir şey eskisi gibi olamamış ardından annem ve babam vefat etmişti.
Adem’e dönerek, “Neden bana söyleyemedi..” karmaşık duygular içimdeydim. Ahmet’in neden bana hiçbir şey söylemediğini anlayamıyordum. Belki de ona daha çok destek olabilirdim, belki de daha iyi dinleyebilirdim. Gözlerim doldu ve içimdeki hüzün daha da derinleşti. Ahmet’in bana neden bir şey söylemediğini anlamak için içimde bir fırtına kopuyordu ve ben bu soruların cevaplarını bulana kadar huzursuzluk içinde olacağımı biliyordum.
Bilmiyorum der gibi kafasını sallayıp yüzüme odaklanarak bana doğru döndü. Onun yüzündeki acı dolu ifade, içinde bulunduğu duygusal çıkmazı açıkça yansıtıyordu. Bir an için ikimiz arasında derin bir sessizlik oluştu, bu sessizlikte sadece kalplerimizin çaresiz çığlıkları yankılanıyordu. Ne söyleyeceğimi ya da ne yapacağımı bilemiyordum, çünkü Adem’in yüzündeki acıyı görmek, kendi içimdeki karanlık duyguları da uyandırıyordu.
“Belkide senin için buraya geldim, Kainat.”
Adem’in bu sözleri üzerine içimde bir karışıklık ve huzursuzluk belirdi. Gözlerimi ona dikerek şaşkınlıkla sordum: “Belki de senin için buraya geldim?” Bu sözler, içimde bir dalgayı harekete geçirdi ve öfkeyle karışık bir endişe hissettim. Nasıl böyle bir şey söyleyebilirdi?
Adem’in sözleriyle birlikte içimdeki öfke yükseldi ve sinirle kalktım. Adeta kalbim hızla çarpıyordu ve kafamda bir sürü düşünce dönüp duruyordu. Adem’in kendi başına alacağı kararlara müdahale etmeyecek kadar güçsüz olduğumu fark ettim, bu da beni daha da sinirlendirdi. Derin bir nefes alıp kendimi toparladıktan sonra, sessizce Adem’in yanından uzaklaştım.
Yavaş adımlarla, Doktor Deniz’in yanına doğru ilerledim. Yüzümde hala Adem’in sözlerine duyduğum öfke yansıyordu.
Doktor Deniz’in yanına vardığımda, onun nasıl olduğunu sormak için hazırlıklıydım. Ancak hala Adem’in sözleri zihnimde yankılanıyordu ve içimdeki öfkeyi bastırmak için kendimi zorluyordum. Yavaşça, içsel çatışmalarla dolu bir ruh haliyle, Deniz’in yanına yaklaştım. “Nasılsın?”
İyiyim der gibi kafasını salladı ve devam etti. “İyiyim de, senin bu yüzünün hali nedir?” Derin bir nefes alarak söze girdim. “Deniz, Adem Aral’ın naklini talep ediyorum.”
Sonunda, kendimi toparlayıp Adem’in naklini istemeye karar verdim. Onunla olan karşılaşmamızın benim için çok zorlayıcı olduğunu ve şu anda onun yanında olmak istemediğimi anladım. Bu kararımın doğru olduğunu hissediyordum, çünkü Adem’in yanında kalmak, içimdeki karmaşık duyguları daha da derinleştiriyordu.
“Bu..zorlu olacak ama, gerekli işlemleri talep ederim.”
Deniz, isteğimi anlayışla karşıladı ve gerekli işlemleri yapacağını söyledi. Bu sözleri duymak biraz rahatlama sağladı, ancak içimdeki karmaşık duyguları tamamen yatıştırmak için daha fazla zamana ihtiyacım vardı.