Güneş, tüm göğü kızıla boyayarak yavaşça batıyordu.
Gökyüzü hâlâ parlaktı, ancak her şey gri bir gölgeyle kaplanmış gibi görünüyordu. Pencereden dışarı bakıldığında, uzaktaki dağlar yavaşça koyu bir siyah renge bürünüyordu.
Oturma odasındaki ışık loştu. Teyze ve Amca yüksek sandalyelerinde oturuyorlardı, yüzleri gölgelerle kaplıydı ve ifadelerini seçmek zordu.
Fang Yuan’ın ellerinde iki şarap şişesiyle geldiğini gören amcası Gu Yue Dong Tu’nun kaşları çatıldı. Ağzını açıp konuştu, “Göz açıp kapayıncaya kadar ikiniz de 15 yaşına geldiniz. Gu Ustası yeteneklerine sahip olduğunuz için, özellikle de Fang Zheng’in yeteneği, teyzen ve benim içimi gururla dolduruyor. İkinize de 6 tane ilkel taş vereceğim, alın bunları. Gu arıtmak çok fazla ilkel öz tüketir, bunlara ihtiyacınız olacak.”
Dong Tu bunları söylerken, birkaç hizmetli geldi ve Fang Yuan ile Fang Zheng’e küçük birer torba verdi.
Fang Yuan sessizce torbasını aldı.
Fang Zheng hemen torbasını açtı; içinde oval şekilli, grimsi beyazımsı bir renk tonuna sahip 6 tane ilkel taş gördü. Yüzü bir anda minnettarlıkla parladı ve koltuğundan kalkarak teyzesine ve amcasına döndü. “Teşekkür ederim Teyze ve Amca, yeğeninizin gerçekten ilkel özünü yenilemek için ilkel taşlara ihtiyacı vardı! Bugüne kadar beni büyüttünüz, bu minnettarlık kalbime kazındı, bunu asla unutmayacağım!”
Amca gülümsedi ve başını salladı. Teyze aceleyle ellerini salladı ve sıcak bir sesle, “Oturun, oturun! İkiniz de doğrudan bizim çocuklarımız olmasanız da, sizi her zaman kendi çocuklarımız gibi yetiştirdik. İkiniz de bir gelecek edinebildiniz ve bundan gurur duyuyoruz. Ne yazık ki bizim kendi çocuklarımız yok. Bazenleri ikinizin de bizim gerçek çocuklarımız olursanız bunun ne kadar güzel olacağını düşünüyoruz.”
Sözleri derin bir anlam taşıyordu. Fang Zheng bunu anlamadı ama Fang Yuan’ın kaşları biraz çatıldı.
Amca araya girdi ve “Bunu teyzenizle de konuştum. İkinizi de evlat edinmeyi ve gerçek bir aile olmayı çok isteriz. Fang Zheng, acaba sende bunu ister misin?”
Fang Zheng bir an için afalladı ama yüzündeki ifade kısa sürede neşeli bir gülümsemeye dönüştü ve şöyle dedi: “Dürüst olmak gerekirse, annem ve babam öldüğünden beri kendime ait bir ailem olmasını çok istedim. Teyzem ve amcamla bir aile olabilmek, bu gerçek olamayacak kadar güzel!”
Teyzenin yüz ifadesi gevşedi ve güldü, “O zaman bundan sonra, sen bizim güzel oğlumuzsun. Artık bize amca ve teyze demeyi bırakman gerekmez mi?”
“Baba, anne.” Fang Zheng durumun farkına vardığında ifadesini değiştirdi.
Amca ve Teyze içtenlikle güldü. “Ne kadar iyi bir evlatsın, beş yaşından beri seni yetiştirmek bizim için kesinlikle yanlış bir karar değildi. Tam on yıl boyunca seni biz büyüttük,” derken teyze gözlerinden dökülmeye başlayan yaşları sildi.
Amca sessizce duran Fang Yuan’a baktı ve nazikçe, “Fang Yuan, peki ya sen?” dedi.
Fang Yuan tek kelime etmeden başını salladı.
“Abi.” Gu Yue Fang Zheng ona nasihat etmek üzereydi ki ses tonu değişmeyen Amca onu durdurdu. “Eğer durum buysa, Fang Yuan yeğenim, seni zorlamayacağız. Zaten 15 yaşına geldiğine göre, bağımsız olmaya başlamalısın, bu şekilde Fang soyunu da kolayca sürdürebilirsin. Amcan sana maddi destek olarak 200 ilkel taş hazırladı.”
“200 ilkel taş!” Fang Zheng’in gözleri kocaman açıldı; hayatında hiç bu kadar çok ilkel taş görmemişti. Kıskanç bir ifade takınmaktan kendini alamadı.
Fakat Fang Yuan hâlâ başını sallıyordu.
Fang Zheng şaşkındı, Amca’nın ifadesi ise hafifçe değişti. Teyzenin yüzündeki gülümsemede bozulmaya başlamıştı.
“Amca ve Teyze, eğer başka bir şey yoksa yeğeniniz artık gidiyor.” Fang Yuan onlara tekrar konuşma fırsatı vermedi. Cümlesini bitirdikten sonra şarap şişelerini aldı ve hemen salonu terk etti.
Fang Zheng oturduğu yerden kalktı ve “Baba, anne. Büyük kardeş doğru düşünemiyor, ona tavsiyede bulunmama ne dersiniz?”
Amca elini salladı ve kasıtlı olarak iç çekti, “Ne yazık ki bu konu zorlanamaz. Senin kalbin bunu istediği için ben baban olarak zaten çok mutlu oldum. Hizmetkarlar, genç efendi Fang Zheng’e iyi bakın.”
“O zaman oğlunuz gidecek,” Fang Zheng de salondan ayrıldı ve ortam sessizliğe büründü.
Artık güneş dağların arkasında kaybolmuş, tüm salonu karanlığa gömmüştü. Bir süre sonra karanlığın içinden Amca’nın soğuk sesi yükseldi. Görünüşe göre Fang Yuan veledi planlarımızı anlamış.”
Gu Yue klanının yasaları arasında, 16 yaşındaki en büyük oğlun aile mülkünü miras alma yeterliliğine sahip olduğu belirtilmiştir. Fang Yuan’ın ailesi vefat etmiş ve geride bir servet bırakmıştı. Bu servete şimdilik amcasıyla teyzesi ‘sahip çıkıyordu’. Ancak bu mirasın büyüklüğü 200 ilkel taş gibi ufak bir miktarla kıyaslanabilecek bir şey değildi. Eğer Fang Yuan da Teyze ve Amca tarafından evlat edinilmeyi kabul etseydi, bu mirası alma hakkını kaybedecekti. Bu yıl 15 yaşında olan Fang Yuan bağımsız olmaya karar verirse, klanın kurallarına da karşı gelmiş olacaktı.
“Neyse ki Fang Zheng’i planlarımıza düşürdük, o Fang Yuan veledi de sadece C sınıfı bir yetenek.“ diyerek iç geçirdi amca, sevinçliydi.
“Peki kocacığım, Fang Yuan 16 yaşında bağımsız olmaya karar verirse ne yapacağız?“ Miras konusunu düşünen teyzenin sesi histerikti.
“Hmm, bu şekilde davrandığı için bizi suçlayamaz. Ailemizden ayrılmadan önce onu büyük bir hata yaparken yakalar ve ailemizden kovarsak, bu onun miras hakkını elinden almak sayılır.” diye açıkladı amca soğuk bir ses tonuyla.
“Ama velet çok zeki, nasıl hata yapsın ki?” Teyze şaşkınlıkla sordu.
Amca’nın gözleri devrildi ve öfkeyle fısıldadı, “Sen gerçekten aptalsın! Eğer kendisi bir hata yapmayacaksa, biz onu bir hata yapmaya sevk edemez miyiz? Bırakalım Shen Cui Fang Yuan’ı baştan çıkarsın ve tecavüz diye bağırsın, biz de olay yerinde onu yakalayalım. Sarhoşken çılgınca davrandığına dair bir hikaye uyduralım. Böylece Fang Yuan’ı ailemizden atabiliriz.“
“Kocacığım gerçekten bir yolunu bulmuşsun, ne dahiyane bir plan!“ Teyze o anda çok sevinmişti.
Gecenin karanlığı tüm göğü sardı, gökteki yıldızlar etrafta sürüklenen kara bulutlar tarafından gizlenmişti. Köydeki evlerin her biri yavaş yavaş ışıklarla aydınlanıyordu.
Gu Yue Fang Zheng hizmetlilerin eşliğinde bir odaya götürüldü.
Odanın içinde Shen Ana vardı. Misafirperver bir ses tonuyla “Genç efendi Fang Zheng, büyük efendi bu odayı sizin için özel olarak düzenlememi istedi,” dedi. Hafifçe genç adamın önünde eğildi, yüzünde gurur verici bir gülümseme vardı.
Fang Zheng gözleri parlayarak etrafına şöyle bir baktı. Bu oda önceki odasına kıyasla en az iki kat daha büyüktü. Odanın ortasında geniş bir yatak vardı; pencerenin yanında ise gül ağacından bir masa ve üzerinde zarif bir mürekkep ve kağıt seti bulunuyordu. Duvarlar zarif süslemelerle bezenmişti ve ayaklarının altında sıradan bir zemin değil, yumuşak el yapımı bir halı tabakası vardı.
Fang Zheng ufak ömrü boyunca hiç böyle bir odada kalmamıştı. Başını sürekli sallayarak “Bu oda çok güzel, gerçekten güzel, teşekkürler Shen Ana“ dedi.
Shen Ana, amca ve teyzelerinin en çok değer verdiği kişiydi; evdeki tüm hizmetli kölelerden sorumluydu, gerçekten de ününün hakkını verecek kadar yetenekli bir kahyaydı. Fang Yuan’a hizmet eden Shen Cui onun kızıydı.
Shen Ana güldü, “Genç efendinin minnettarlığını hak etmiyorum, bu benim görevim! Genç efendi, iyi yemek yemekten ve iyi uyumaktan çekinmeyin. Ne isterseniz yatağınızın yanındaki zili sallayın, hemen biri sizinle ilgilenmek için gelecektir. Büyük usta bize zaten bu konuda emir verdi, bu yüzden birkaç gün içinde lütfen tüm dikkatinizi xiulian uygulamaya verin. Diğer tüm işleri bize bırakın.“
Fang Zheng kalbinde bir minnettarlık fışkırdığını hissetti. Hiçbir şey söylemedi ama içten içe karar verdi, bu sefer bir numara olmalıydı, anne ve babasını hayal kırıklığına uğratmamalıydı!
Gökyüzündeki kara bulutlar ağırlaşıyor, gece giderek kararıyordu. Gökteki yıldızların çoğu bulutlar tarafından örtülmüştü; sadece birkaç tanesi soluk bir ışıkla parlıyor, gökyüzünde yanıp sönüyordu.
“Teyzem ve amcam şu anda beni evden nasıl kovacaklarını planlıyor olmalılar. Önceki hayatımda hizmetçileri beni kışkırtmaları için gizlice yönetmişlerdi, sonra bana iftira atıp aileden kovmuşlardı. Acaba bu hayatımda bir değişiklik meydana gelecek mi?“ Fang Yuan sokakta yürürken içinden alay etti.
Teyzesi ve Amcasının gerçek yüzünü uzun zamandır açıkça görebiliyordu. Aynı zamanda anlayabiliyordu da.
İnsanlar zenginlik uğruna hayatlarından vazgeçebilirdi. İster geldiği dünyada ister bu dünyada olsun, kendi çıkarları ve menfaatleri için akrabalık, dostluk ve sevgi gibi hisleri ayaklar altına almaya hazır pek çok insan var olacaktı.
Zaten aralarında akrabalık ilişkisi diye bir şey olduğu söz konusu olamazdı. Teyzesiyle amcası, Fang Yuan ve Fang Zheng’i yanlarına aldıklarında tek amaçları mirası aramaktı. Bu yüzden iki kardeş sürekli olarak dışlanıyordu.
“Her şey kolay olmadan önce zordur. Benim için durum daha çok böyle. İlk olarak olağanüstü bir yeteneğim yok; ikinci olarak ise bir öğretmenin desteğine sahip değilim. Yapacağım şey, bir aileyi yoktan var etmekle eşdeğer ama ailemin mirası benim için büyük bir avantaj olacak. Önceki hayatımda, teyzem ve amcam mirası çaldılar ve bu yüzden ilk alemin zirvesine ulaşmak için tam iki yılımı boşuna harcamak zorunda kaldım. Bu hayatımda aynı hayatı yapmayı göze alamam.“
Fang Yuan yürürken düşünüyordu.
Evde kalmak yerine, iki şişe şarabı eline aldı ve köyün eteklerine doğru yürüdü.
Gece derinleşti, kara bulutlar yıldızların ışığını maskeliyordu. Dağdaki hafif esinti yavaş yavaş güçleniyordu.
Yağmur yaklaşıyordu. Ancak hala araştırması gerekiyordu. Ailesinin mirasını ele geçirmek için on altı yaşına gelene kadar beklemesi gerekecekti. Çiçek Şarabı Keşişi’nin mirası, kısa sürede ele geçirebileceği tek şeydi.
Sokaklarda çok fazla insan yoktu. Yol boyunca uzanan evlerden loş bir ışık saçılıyordu. Bazı küçük çöpler ve yapraklar rüzgârla savrulup sürükleniyordu.
Fang Yuan’ın ince giysileri dağ rüzgârını durdurmaya yetmezdi, vücudunda soğuk bir ürperti hissetmekten kendini alamamıştı. Şarap şişesini açarak küçük bir yudum şarap içti. Bulanık bir şarap olmasına rağmen, yuttuktan sonra vücudunun ısındığını hissetti.
Bu yudum, aslında arayışına başladığından beri ilk gerçek şarap içişiydi.
Köyün dışına doğru yürüdükçe yol kenarındaki evler azalıyor, ışıklar daha da sönükleşiyordu. Önü daha da karanlıktı. Rüzgar, dağ ormanına doğru sertçe esiyor, dallar gecenin karanlığında saklanıp sallanıyor, vahşi bir hayvan sürüsünün kükremesini andıran ıslık sesleri çıkarıyorlardı.
Fang Yuan’ın hiç yavaşlamadı. Köyün devasa girişinden çıkıp karanlığa doğru ilerliyordu, her adımında daha da ileri. Arkasında on binlerce evin parlak ışıklarını bırakmıştı. Bu ışıkların içinde sıcak bir köşe vardı.
Küçük kardeş Fang Zheng masasında oturmuş, ders sırasında aldığı notları gözden geçiriyordu. Evin ışıkları pırıl pırıl parlıyor, duvarlar soğuk rüzgârların önünü kesiyordu. Elinde bir fincan sıcak ginseng çayı vardı, fincandan ince bir buhar yükseliyordu.
“Genç efendi Fang Zheng, sizin için sıcak banyo suyu hazırlandı.“
Fang Zheng’in kalbi hızlandı. “O zaman içeri getirin lütfen.“
Shen Cui, Fang Zheng’in önünde eğilerek odaya girdi. Yüzünde mutlu bir ifade vardı.
“Hizmetçiniz, genç efendiyi selamlıyor.“ Gözleri Fang Zheng’e bakarken aşkla doluydu. Fang Yuan sadece C sınıfı bir yetenekti; ama Fang Zheng, o A sınıfı bir yetenekti! Onu ele geçirebilmek gerçekten de en büyük servetti!