novel oku, bölüm oku, roman oku, hikaye oku, kitap oku, sosyal, akış

7: İniş Başlar

  • HiperTale
  • 28 Mart 2024 12:04:42
  • 1 yorum
  • 2

Adam yattığı yerde doğrulmuş, oturuyordu. Biraz önce şaşkınlıkla yediği kan hapı yüzünden şimdi daha iyiydi ama ütülenmiş hissediyordu.

Çünkü biraz önce Zebil gelmiş ve sahneyi tamamen yanlış anlamıştı. “Sen daha ölmedin mi küçük piç!!” diyerek odaya dalmış ve Adam’a saldırmak istemişti.

Neyse ki Lilith tam zamanında kontrolünü kaybetmiş ve dengesiz bir alev fırtınası koparmıştı.

Şimdi onlar dışarıda tartışırlarken, Adam sadece içeride saklanabilirdi. Konuştukları her şeyi; Zebil’in onun nasıl zayıf ve işe yaramaz olduğuna dair hakaretlerini, sonunda Lilith’î de nasıl aşağı çekeceğine dair bağırmalarını duyabiliyordu.

Lilith’in ise nasıl “Adam’ı öldüremezsin” diye çırpındığını duyabiliyordu.

Lakin şu an hiçbiri umurunda değildi. Aklı şu anda tamamen az önceki sahnedeydi. Elleri istemeden dudaklarına uzanmış, arada hala hissedebildiği Lilith’in dudaklarından kalan ısıyı ve birbirine değerken ki o hissi düşünüyordu. Demek bir dişiyi öpmek böyle bir şeydi?

Adam zihni az önceki sahneyi ağır çekimde tekrar tekrar canlandırırken, dışarıdaki sesler de azalmaya başlamıştı.

Zebil, “Tamam. Daha fazla demeyeceğim. Artık büyüdün ve kendi kararlarını alabilirsin. Sadece yeni olgunlaştığın için bir erkekle çiftleşmek istemeni anlayabilirim ama ruhpanlar bedenlerini saf tuttukça daha da güçlenebilirler. Güçlenmek istiyorsan acele etmemeni öneririm.

Daha sonra illa bir erkek bulmak istiyorsan içerideki zayıf, küçük piçten daha iyisini bulabilirsin. Sadece seni engelleyecek, görmüyor musun?” Sesi artık eskisi kadar yüksek olmasa da hala öfkeli olduğu belliydi. Sıkılmış yumruklarından gelen çatırtı sesleri hala duyulabiliyordu.

Normal bir dişi olsaydı başkası ile çiftleşmesine aldırmazdı belki ama kabilenin ruhpanı, bilinçaltında kendine ait olarak gördüğü birisiydi.

Kimseyle çiftleşmek istemiyor mu? Tamam, ama yine de onun yanında durmalı ve gücünü onun için kullanmalıydı. Arkasından başka erkeklerle oynaşmasına kesinlikle izin veremezdi. Tüm ruhpanlar dişi olduğu için, eğer onların gücünü istiyorsanız, kalplerini kazanmalıydınız.

Zebil’in bu kadar sinirlenmesinin bir başka nedeni ise babasının yolundan gidiyormuş gibi hissetmesiydi. Babası eski şef Yanlı da ruhpanının kalbini kazanamamıştı ve daha sonra tüm kabile ruhpansız kalmıştı.

İşin kötü tarafı ise sonunda aynı ruhpanın elinde düşmüş olmasıydı. Lilith’in şu an gücü olmayabilirdi ama gelecekte işler değiştiğinde, babası gibi onun elinde düşmek istemiyordu.

Lilith’in sesi ise bıkkın geliyordu. Zebil kıskançlık krizine girdiği için laftan anlamıyordu. Bıkkın bir sesle, “Sana kaç kere söyledim! Onu sadece tedavi etmeye çalışıyordum. Üstelik hepsi senin ve adamlarının suçu! Adamlarına söyle Adam’ı rahat bıraksınlar yoksa onu tedavi etmeye devam etmekten başka çarem yok…” dedi ve arkasını dönerek oyuğa girdi.

Zebil, onun gidişini izledi ve yumruklarını sıkarak orada durmaktan başka bir şey yapamadı. “Sen bekle küçük piç! Seninle kesin olarak ilgilenmenin zamanı çoktan geldi de geçiyor!” dedi ve arkasını dönüp gitmeden önce yere tükürdü ki bu hareket, burayı kendi bölgesi olarak ilan ettiği ve buradaki erkeğe meydan okuduğu anlamına geliyordu.

Lilith ise oyuğuna geri döndüğünde, ellerini dudaklarına götürmüş aptalca gülümseyen Adam’ı gördü.

“Sen!” Lilith bir an için ne diyeceğini bilemedi. “Ne düşünüyorsun!? Zebil’in saçmalıklarına aldırma. Sadece beni sinirlendirmek için söylüyordu. Asla senin gibi zayıf biriyle çiftleşmeyi düşünmem!”

Açılan bir çiçek gibi yanakları kızarmış küçük Lilith, Adam’ın yanına geldi ve onu aptalca şeyler hayal etmemesi için yumrukladı.

Acı içinde kolunu tutan Adam ise kendine geldi ve Lilith’in söylediklerini duyduğunda üzülmek yerine, aslında sevindi. Lilith görünüşte onu reddediyormuş gibiydi ama aslında güçlü olursa reddetmeyeceğini ima ediyordu.

Güçlü olmalıydı!

Yoksa tıpkı Zebil’in söylediği gibi sadece Lilith’i aşağı çeken ölü bir ağırlık olarak kalırdı. Bunu yapmak yerine, ondan uzak durmayı tercih ederdi. Kararlılığı perçinlense de bunu yüzünde belli etmeyen Adam, “Evet. Haklısın…” demekle yetindi ve hiç bir şey düşünmüyor gibi ifadesiz kalırken, boynunu büktü.

Onun ifadesiz yüzünü gören Lilith ise üzüntüsünü maskelediğini düşündü ve “Tamam tamam, bunları konuşmayalım şimdi. Yaraların nasıl, daha iyi mi?” diyerek, hala onunla ilgilendiğini göstermeye çalıştı ki bununla teselli bulmasını umdu. Tüm konuştuklarımızı duymuş olmalı. O daha çok küçük ve gelişmek için yeterli zamanı olmadı. Umarım umudunu yitirmez…

“Bak! Sapasağlam oldum bile.”” Adam yavaşça bedenini döndürdü ve yataktan kalktı. “Senin şu işe yaramaz yılanın hapı gerçekten bişey ama asıl işe yarayan senin olağanüstü şifa yeteneklerindi. Buna ne diyorsun, ‘Şifacının Öpücüğü’ falan mı?”

“Hmph!” Lilith artık hayati tehlikeyi atlattığını gördüğüne sevindi. “Sadece konuşmayı biliyorsun…”

“İyileştiğime göre ben artık gideyim. Sen de çalışmana devam et.”

Adam kısa ama kararlı adımlarla oyuktan çıkmak istedi. Lilith onu durdurmaya ve biraz daha kalmaya çağırsa da Adam çoktan kararını vermişti. Küçük ve sıska bedenini oyuktan dışarı sürükledi ve mağaranın loş karanlığında gözden kayboldu.

Lilith onun gidişini izledi. O küçük sırta her baktığında, yükselmeye can atan bir dağ görürdü sanki. Ondan başka kimsenin Adam’ı böyle görebildiğini de sanmazdı.

Belki de birlikte büyüdükleri için içinde saklı cevheri görebiliyordu. O sıçramaya hazır, çömelmiş bir kaplan gibiydi. “Eminim bir gün çok güçlü birisi olacaksın. Zebil sadece seni kıskanıyor ve küçük olmanı fırsat bilip, seni ezmek istiyor. Pes etmemelisin ve güçlenmelisin. Seni kabul edebilmemin tek yolu bu…”

Adam topallaya topallaya Lilith’i arkasında bırakarak mağaranın loş karanlığında uzaklaştı.

Lilith’in oyuğu zaten salonun kenarındaydı ama Adam’ın yaşadığı yer, daha da uzaktaydı. Kimse onu etrafta istemediği için, o da kimsenin gitmek istemediği sessiz bir yer bulmuştu kendine.

Annesinin Mezarı…

Bir mezar, ne kadar da garip bir düşünce diye düşündü Adam. Burada ölenlerin etleri hemen yendiği için mezarlık diye bir kavram yoktu. Sadece geriye kalan kemiklerin akıntıya bırakıldığı ve yemesi için verildiği ‘karanlık’ vardı.

Azmış Mağara iki tünelin ortasındaki geniş bir salondan ibaretti. Bir tünel çıkıştı ve şu an buzla mühürlenmiş durumdaydı.

Diğer tünelse inişti ve şu anda Adam’ın eviydi. Orası annesinin yutan karanlığın eviydi. Kimse o cehenneme açılan dipsiz karanlığa yaklaşmak bile istemiyordu.

Girişi kapatan buz eridikçe, eriyen sular mağaranın ortasından akar ve tavandan damlayan diğer birikintilerle birleşerek, küçük bir akıntıya dönüşürdü. Bu küçük derede gittikçe derinlere giden diğer tünele dökülürdü. Mağarada ölenlerden geriye kalanlar da bu akıntıyla annesinin mezarı dediği bilinmeyen yere giderdi.

Adam yaşadığı karanlık tünelin ağzına yaklaştı. O bile içeri çok fazla girmeye cesaret edemiyordu ve sadece ağzında yaşıyordu. Orada kurumuş yosunlardan yaptığı yatağın üzerinde oturan iki kişiyi hemen fark etti. Onu bekliyor olmalıydılar.

Birisi her zaman gülümsediğini düşüneceğiniz bir yüz ifadesi olan tombul bir çocuktu. İnsanların açlıktan öldüğü, böyle bir yerde nasıl tombul olabildiği ise sadece iri kemiklerle açıklanabilecek bir fenomendi.

Onun adı Tekeş’ti. Bir keresinde onu pan yılanı tarafından defalarca emilmekten kurtardıktan sonra arkadaş olmuşlardı.

Şu anda yanında oturan bir dişiyle konuşuyorlardı. Bu dişi ise basitçe karnı doyduğu için buraya gelen Flam’dı. Tıpkı Adam ve Lilith gibi geç doğan çocuklardandı. Diğerlerinin sahip olduğu koyu kırmızı saçlardan ziyada onunkiler, açık renkliydi. Daha çok pembe gibi.

Rengi atmış saçlar dendiğinde akla ilk gelen Adam olduğu için Flam ile aralarında bir benzerlik vardı diyebiliriz ve bu da yakınlaşmalarını kolaylaştırmıştı.

“Hmm?”

Adam’ın topallayarak yaklaşmasını ilk fark eden de Flam oldu. “Adam burada!”

Hemen sevinmiş bir şekilde ayağa kalktı ve Adam doğru koşmak istedi ama onu daha iyi görünce “Ah!” hemen şaşkınlıkla bağırdı. “Sana ne oldu?”

“Uzun hikaye…” Adam kan hapı yüzünden kendine gelse de görünüşü hala berbattı.

“Önce otur.” Tekeş de tombul bedeninden beklenmeyecek bir çeviklikle yerinden zıpladı ve Adam’ın oturmasına yardım etti. “Yine şefle karşılaştın sanırım?” Zebil’in Adam’ı hedef aldığı bir sır değildi sonuçta.

Adam, bu arkadaşlarının ilgisine minnettardı. Onlar da olmasa hayatta kalsa bile kalbi çoktan ölürdü. Diğer yürüyen ölülerden bir farkı kalmazdı.

Başını sallayarak geçiştiren Adam, daha fazla detay vermek istemedi ve gülümseyerek, “Bu sefer hem gerçekte hem de mecazi olarak hapı yutmuş olabilirim…” demekle yetindi.

Çünkü ilgilendiği Flam’ın önünde, nasıl dayak yediğini ya da Lilith ile yaşadığı sıcak anlardan ve kesinlikle ‘şifacının öpücüğünden’ falan bahsetmek istemiyordu.

Adam, Lilith’e karşı hisleri olduğunu kabul etse de onu takip etmeye güveni yoktu. Ama yanındaki Flam, tamamen uygun bir hedefti.

Güzel ve sevimli bir kızdı. Pembe saçları ise ona ayrı bir cazibe katıyordu. Biraz saf olması ve samimi tavırları ile Adam’ın kalbini çoktan eritmişti.

Üstelik karnını zaten Adam sayesinde doyuruyor sayılırdı. Dişilerin eve ekmek getiren erkekleri tercih ettiği bir sır değildi. Dolayısıyla onunla çiftleşmek için hamle yaptığında skor elde etmesi muhtemeldi.

Tabii bunlar, Tekeş onu istemediği takdirde mümkündü. Tombul ve sevimli görünüşüne rağmen oldukça güçlü, dayanıklı ve çevikti oğlandı Tekeş. Kolları muhtemelen Adam’ın beli kadardı. Yani onunla bir dişi için mücadele etmesi, pratikte imkansızdı.

Hem zaten böyle bir durumda Flam, onun yerine Tekeş’i seçerdi muhtemelen.

Neyse ki Tekeş’in gözleri, Flam gibi küçük bir kızı göremeyecek kadar büyük bir kıza odaklanmıştı. Gerçekten büyük bir kız…

O kadar ki bir saplantı haline gelmiş, ondan başka bir dişiyle ilgilenmeyi reddediyordu. Hatta bu dişi, özellikle Adam gibi zayıf ve kibar görünen çocukları sevdiği için bu mağarada kilo vermeye çalışan tek kişi olabilirdi.

Adam olanları, detaya girmeden üstünkörü özet geçti. Tekeş düşünceli bir hal almışken, Flam çok endişelendiği için Adam’ın elini tutmuştu.

“Lanet olası Azman!” Tekeş sonunda söyleyecek bir şey bulamadı ve dişlerini sıkıp homurdandı. “Bir gün onunla çok fena güreşeceğim!”

“Orda dur bakalım koca oğlan,” Adam onun omzunu tuttu ve “benim yüzümden şef ve adamlarıyla asla kavga etmemelisin,” dedi.

Zira onunla arkadaş olmaları yeterince iyiydi. Tek dertleri karınlarını doyurmak olan bu arkadaşlarını da bu işe karıştırmak istemiyordu. Adam zaten doğduğundan beri şef ve diğerleri tarafından hedef alınıyordu. Saçları bile en baştan sanki yaşayacağı hayatı önceden haber veriyormuş gibi ağarmıştı.

Adam, yine de Tekeş’in ne demek istediğini biliyordu. “Korkarım artık zor bir hayatım bile olmayabilir.” dedi. Lilith’in tedavisi yüzünden şimdilik iyileşse de aynı nedenle bardağı da taşırmış, sütü dökmüş olduğunu sadece kendisi biliyordu.

Şef zaten onu ruhpandan uzak durması için birkaç kez uyarmıştı. O yüzden son gidişi hayra alamet değildi. Muhtemelen kalemini kırmıştı.

Üçü orada bir süre sessizce oturdu ve şırıl şırıl akan, berrak buz suyuna baktılar. Su soğuktu ve mağara sıcaktı. Bu da sürekli bir buhar üretilmesine sebep oluyordu. Adam ve diğerleri, gökyüzünü hiç görmediği için bulut nedir bilmiyorlardı. Ama şimdi yükselen su buharını, tıpkı bulutları izler gibi seyrediyorlardı.

“Neyse ne…” dedi Adam ve sebep olduğu sessizliği dağıttı. Karamsar olmaya gerek yoktu.

Doğduğundan beri böyle bir hayata alışmış ve umudunu koruması gerektiğini öğrenmişti. “Gelecek olan gelir,” dedi ve “en azından karnımızı doyurabiliriz.” diyerek, diğerlerini heyecanlandırdı.

gurul gurul…

Tekeş’in guruldayan midesi de aynı fikirde görünüyordu. “Hehe…” Başını kaşırken aptalca gülümseyen Tekeş, Adam can derdindeyken hala guruldayan midesi yüzünden utanmıştı. “Haklısın.” dedi ve “Dayak yemekten daha kötüsü varsa o da aç karınla dayak yemektir.” diyerek, utancını gizlemeye çalıştı.

Adam, elini tutan Flam’a yaslanarak ayağa kalkmaya çalıştı. Flam, “Dikkatli ol!” diyerek ona destek olmaya çalıştı ve bu da birbirlerine iyice sokulmalarına neden oldu.

Kan hapı, inanılmaz miktarda canlılık içerirdi. İçgüç geliştirmek ve yaralanmaları kurtarmak için çok iyi bir ilaçtı. Lakin bir yan etkisi varsa, o da yine içerdiği aşırı canlılık yüzünden, libidoyu, yani cinsel arzuyu körüklemesiydi. Bu ilaç özünde, yaraları iyileştirme gücü olan bir afrodizyak gibiydi.

Adam bu güçlü ilacın etkisi altındayken, ilgilendiği Flam’a bu kadar yaklaşınca bir tepki alması son derece normaldi.

Flam ise Adam’ın bacakları arasındaki küçük solucanın sıcak demir gibi olduğunu gördüğünde ise gülümsedi ve ona yardım etmeye devam etti.

Zira bu onlar için doğal bir tepkiydi. Ona kızmak yerine sevindi çünkü bu bir dişi olarak arzulandığının göstergesiydi. Onların nazarında çıkma teklifi gibi algılandığını söylemek yanlış olmazdı. Sadece çıkma teklifi yerine çiftleşme teklifi demek daha doğru olurdu.

Sorun şu ki Adam çok küçüktü. Bir erkek olarak dişilere ilgi duymaya başlasa da gerçekten yapıp yapamayacağı başka bir konuydu. Flam’da bu konuda üzerine atlayacak değildi.

Öhöm!

Adam hafifçe öksürdü ve Flam’ın tutuşundan kurtularak serin suya girdi. Su buz gibi soğukken, mağarada aynı oranda sıcaktı. Bu da rahatlayıp, gereksiz ısıyı vücuttan atmak için çok iyiydi.

“Her zamanki gibi yapalım. Ben gidip kör kurbağaları kovalayayım. Tekeş, sen de onları yakalamak için pusuya yatarsın. Flam da yakaladıklarını tutsun.”

Adam, ayaklarını örten ve bileklerine kadar gelen soğuk suya girince titredi ve zihninin açıldığını hissetti. Mağaradaki en güçlü kişi değildi belki ama aklını en çok kullanan kişi olduğunu söyleyebilirdi. Örneğin kimse bu tünelde akan suyun içinde yaşayan kurbağaları fark etmemiş ve onları nasıl yakalayacağını akıl edememişti.

Gerçi bu tipik hayvan doğasıydı. Karanlıktan korkmak…

Korku en güçlü duyguydu. Karanlık ise bilinmeyen demekti ve bilinmeyenin korkusu, en güçlü korkuydu. Tüm hayvanları durduran yegane güç buydu.

Daha önce kimse bu karanlık tünele girip, içinde ilerlemeyi cesaret edememişti. Aslında etini yemek için eski ruhpanın cesedine ulaşmayı istemişlerdi ama tüneldeki karanlık çok yoğundu.

Zaten karanlıkta görmek konusunda beşerler, diğer hayvanlar kadar iyi değillerdi. Özellikle Azmanlardan türemiş Azman Kavmi beşerleri ve onların soyundan gelen Azgın Alev kabilesi daha soyu zayıflamış beşerlerin görüşü daha da kötüydü.

Pratikte hiçbir şey göremediklerini söylemek doğruydu.

Hal böyle olunca içeri girenler bir süre sonra karanlığın sesiz çığlığına dayanamaz ve korku içinde çıkmaya çalışırlardı.

Oysa Adam farklıydı. Aklıyla, karanlıktan korkması gerektiğini söyleyen içgüdülerini bastırmayı uzun zaman önce öğrenmişti.

Tabii ki kolay olmamıştı…

Tekeş, “Tamam.” derken, tombul bedeni ile tünelin girişine tıpkı yediği kurbağalar gibi çöktü ve tüm vücudunu atılmaya hazır bir ok gibi gerginleştirdi. “Sen sadece onları bana yönlendir.”

Bir kurbağa kadar çevik Tekeş sayesinde Adam’ın sadece karanlığa girmesi ve küçük kurbağaları, büyük olana doğur sürmesi gerekirdi.

Bu kurbağalara, ‘kör kurbağalar’ demeye karar vermişti. Zira karanlıkta yaşayan küçük, beyaz kurbağalardı. Görüşleri çok kötüydü ama sese duyarlıydılar. Muhtemelen gerçekten de kördüler. Çünkü Adam arkalarına geçip onları sürdüğünde, Tekeş’in dev bedenini göremiyorlardı.

Tekeş’in yerini aldığını gören Adam da arkasını döndü ve dipsiz karanlığa baktı. Karanlığa her baktığında içinde bir ürperti olur, sanki karanlıkta ona bakıyor gibi hissederdi. Sadece orada hiçbir şey olmadığına kendini ikna etmesi gerekirdi. Böylece değerlerinin korktuğu bu yere girebilirdi.

Aslında farkında olmadan kendine yalan söylüyordu. Annesinin oralarda bir yerde öldüğünü biliyordu. Hep gizlice onu koruduğunu, onu çağırdığını düşünürdü. Sadece kurbağalar için giriyormuş gibi yapsa da her seferinde karanlık yüzünden boğulmadan önce daha ileri gitmeye çalışırdı.

Aslında annesinin arıyordu. Ama her seferinde fazla ileri gidemezdi. Çünkü bulmaktan da korkuyordu. Çoktan ölmüş olduğunu bilse de görmek başka şeydi…

Zaten başka şansı da yoktu. Sanki doğduğundan beri böyle karanlık bir tünelde ilerlemeye çalışıyor gibiydi.

Bir keresinde ölüp, annesine katılması için onu dövdükten sonra buraya bırakmışlardı. Adam, o gün gerçekten de ölmek istemişti. Küçük bedenini serin akıntıya bırakmış ve cansız bir nesne gibi karanlığa sürüklenmesine izin vermişti. O zamanlar, böyle bir hayatı yaşamaktansa sadece ölmek daha kolay gelmişti.

Karanlık tünelde daha önce kimsenin inmediği bir derinliğe sürüklendikten sonra umudun sesiyle uyanmasa, muhtemelen de ölürdü. O zaman annesinin sesini duyduğuna yemin edebilirdi ama duyuları keskinleştiğine üzerinde zıplayan kurbağaların sesi olduğunu fark etmişti.

Kendisi gibi bembeyaz kurbağalar her yerdeydi. Sanki annesi tarafından onun için gönderilmiş, küçük sulu et tatlılarıydı. Ölen kardeşlerinin etini yemektense bu kurbağalarla beslenmek, Adam’a yaşamaya devam etmek için umut vermişti. Daha sonra sırrını Tekeş’le paylaşmış ve bugünlere kadar birbirlerine güvenerek gelebilmişlerdi. Ama artık sona ulaşmış gibiydi.

Adam’ın içindeki ses, karanlığa bu seferki girişinin farklı olacağını söylüyordu ki, arkalarından yaklaşan sesler duyuldu.

Flam, “Onlar!” diye çığlık attığında ikisi de sese dönmek üzereydi.

En önde Azman vardı. Taşkafa, Kocakafa ve Mankafa hemen arkasında yürüyen dağlar gibiydi. En arkada ise Demirderi ve Çataldil geliyordu. Zebil bu sefer tüm adamlarını Adam için göndermişti. Niyetleri belliydi.

Tekeş, “Adam çabuk kaç! Senin için geliyorlar.” dedi. Ama bu küçük mağarada önlerindeki dipsiz karanlıktan başka kaçacak neresi vardı?

“Zebil hiç vakit kaybetmiyor!” Adam’ın yumrukları sıkılmıştı. Arkasına döndü ve onu yutmaya hazırlanan karanlığa kararlı bir şekilde baktı. Arkasını dönmeden, “Siz ayrılın çocuklar. Sizinle ilgisi yok. Bırakın beni istiyorlarsa, takip edecek cesareti de göstersinler!!!”

“Adam sen!?” Flam’ın elleri titrerken Adam’a uzanmak istedi ama Tekeş tarafından sürüklenmekten kurtulamadı. “Bırak gidelim. Tüneli Adam’dan iyi bilen yok.”

O sırada iyice yaklaşan çocuklar, Adam’ın tünelin ağzında durduğunu gördü ve “Adam orada dur!’ Şef seni çağırıyor!’” diyerek bağırmaya başladılar. Normalde hızlı yürüyorlardı ama şimdi Adam’ın umutsuzca kaçmaya çalışacağından korktukları için koşmaya başladılar.

“Şef beni istiyorsa peşimden kendisi gelebilir!”

Son sözlerinden sonra Adam, onu bekleyen korkunç bir canavarın ağzı gibi olan karanlığa adım attı ve hemen gözden kayboldu. Buradaki ışık zaten olabildiğine azdı ve tünel, kapkaranlıktı. Sanki karanlık onu bir anda yutup, kaybedivermişti.

Adam’ın küçük adımı hem kendisi hem de kabilesi için büyük şeylerin başlangıcı olacaktı…

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset