6: Lilith ve Adam

  • HiperTale
  • 28 Mart 2024 11:59:06
  • 0 yorum
  • 7

Bu sefer kesin öldüm…

Bunlar zorlukla yürümeye çalışan Adam’ın düşünceleriydi. Mağara duvarlarına tutuna tutuna, kimseye görünmeden gölgelik yerlerden yürüyordu. Mağara, tavandan sarkan bir kaç parça parlayan taşla zorlukla aydınlandığı için de işi zor değildi.

Burası, tavanda erimeye başlamış buz sarkıtları ve zeminde yavaş yavaş birleşen su birikintileri ile rutubetli ve karanlık bir mağaraydı.

Nispeten geniş kabul edilebilecek ortak salon dışında küçük bir mağaraydı. Salona bağlanan çok sayıda küçük oyuk vardı. Diğer çocuklar bu oyuklarda uyurlardı.

Adam’ın böyle bir oyuğu yoktu. O sadece kimsenin gitmediği yerlerde, zeminde uyurdu. Lakin şimdi böyle bir oyuğa gitmeye çalışıyordu…

Bugün yine şefin emriyle mağaranın girişini kapatan buzda çalışmaya gitmişti ki, şefin adamlarından Azman ortaya çıkmış ve sebepsiz yere ona saldırmıştı. Zaten istenmeyen birisi olduğunun farkındaydı. Bu yüzden yalnızlığa, alaylara ve küçük sataşmalara alışkındı.

Neden mi istenmiyordu?

Öncelikle herkesten farklı görünüyordu. Herkesin canlılık fışkıran kıpkırmızı saçları ve güzel, koyu gözleri vardı. O ise tüm canı içinden çekilip alınmış, yürüyen bir hayalet gibi ak gözleri ve ağarmış saçlarıyla ortalıkta bir hayalet gibi geziyordu. Diğer çocuklar ondan korkmadığında ya alay ederler ya da kavga etmek isterlerdi.

Diğer neden ise annesi, eski ruhpan Ayakız’dı. Normal şartlarda bir ruhpan çocuğu olarak kutsal çocuk kabul edilmeli ve saygı duyulmalıydı. Lakin annesi büyük suçlar işlemiş, hayatta kalan yaşlıları öldürmüştü. Üstelik eşini de kabile dışından seçtiği için eleştiriliyordu.

İster görünüşü yüzünden ister geçmişi yüzünden olsun; küçümseyici, nefret ve bazen de korku dolu bakışların onu takip etmesi sıradan hayatıydı. Bu bakışlar iyiydi, çünkü onlar yaralasa bile öldürmezdi. Lakin şu anda aldığı gibi fiziksel yaralanmalar gerçek sorunuydu.

Keşke karşı koyacak gücüm olsaydı diye düşündü Adam.

Mağarada en son doğan çocuk olduğu için herkesten küçük ve daha zayıftı. Tüm sorunlarının asıl kaynağı da buydu. Eğer yeterince gücü olsaydı, kimse görünüşüne ya da geçmişine aldırmaz, hatta şef bile onu kabul edebilirdi.

“Beni niye bu kadar geç doğurmak zorundaydın sanki!” Adam yaşadığı tüm sorunlar için içten içe annesini suçluyordu. “Keşke babam eski şef olsaydı, hatta sıradan bir kabile adamı olsa bile iyi olurdu. O zaman belki bu kadar dışlanmazdım…”

Yüksek sesle konuşmasalar da herkes fısır fısır annesi hakkında dedikodu yapardı. Onun nasıl bir fahişe olduğundan ve önüne gelenle çiftleşmek için kabileyi nasıl terk ettiğinden bahsederlerdi. Sırf bu dedikodular yüzünden herkes ona ‘küçük piç’ diyordu.

Gerçi burada kimsenin babası doğru düzgün belli olmadığı için herkes birbirine böyle küfür etmeye alışmıştı.

Sorun babasının belli olmaması değildi. Zira kabiledekilerin çok azı babasının kim olduğundan emindi. Sadece kabile dışından bir babası olması sorundu.

Çıplak teni kana bulanmış, kan ve irinden bir yaratık gibi yata kalka, söylene söylene ilerlerken hedefine ulaşmıştı. Diğerlerinden biraz uzakta, sessiz küçük bir oyuktu. Girişi oldukça küçük olsa da içerisi epey genişti. Söylentiye göre eskiden burası annesine aitti. Lakin şimdi yeni ruhpan Lilith tarafından kullanılıyordu ve kimsenin ruhpan yaşamasına izin verilmezdi.

Lilith, bu mağaradaki birkaç arkadaşından biriydi. Zaten onların desteği de olmasa çoktan ölmüş olurdu. Lilith yaralarını tedavi ederdi ve diğer arkadaşı Tekeş ise yiyecek bulmasına yardım ederdi. Flam ise son zamanlarda onlara katılan bir dişiydi. Memeleri küçüktü ama uzun, güzel bacakları vardı. Soluk kırmızı saçları, neredeyse pembe renkteydi. Çiftleşmeye hazır, çapkın bakışlarıyla Adam’ı kızdırmayı hep severdi…

Oyuğun kenarına geldi ve içeriye baktı.

İçeride kan gibi kırmızı saçları, şelale gibi sırtına dökülen güzel bir genç kız, gözlerini kapatmış sessizce oturuyordu. Flam güzel bir dişiydi. Ama içeride oturan dişiyle karşılaştırılamazdı bile…

En maharetli ustaların elinden çıkmışçasına pürüzsüz yüzü, bazen durgun su kadar sakin bazen de dalgalı bir deniz gibi karışıktı. Anlayışını zorlayan şeylerle karşılaşmış gibi arada kaşları çatılır, yumrukları sıkılır ve bedeni gerilirdi.

“Çalışıyor mu?” Alnında biriken soğuk ter tanelerine bakan Adam, onun meditasyon yaptığını anladı. Şimdi onu rahatsız etmek için iyi bir an olmadığını düşündü ve zorlukla yaslandığı soğuk kayanın dibine çöktü.

Ölmek üzere olduğunu düşünse bile bekleyebilirdi. Lilith’in de çok çalıştığını biliyordu. Herkesin kendi zorlukları vardı…

Zaten buraya kadar gelmekte bile zorlanmış, nefes nefese kalmıştı. Şimdi içeri girip onu rahatsız etmek istemedi. Önce biraz soluklanmak ve ruhpanın meditasyonundan yararlanmak iyiydi.

Bu kadar kötü yaraları olması talihsizdi. Çünkü iyi durumda olsaydı, biraz içgüç hissetmeye çalışabilirdi. Gerçi Lilith bile teyit etmişti ki, içgüç geliştirmek konusunda son derece yeteneksizdi. Sanki bedeni bir çamur yığını gibi olduğundan fazla gelişmemeye yeminli gibiydi.

Üzerine düşen ani yorgunlukla, yediği dayaktan şişmiş göz kapaklarının düşmesine daha fazla engel olamadı. Lakin gözlerini kapattığında bile görüşü değişmezdi. Ne zaman gözlerini yumsa, içeride sakince oturan güzel kızı görmeye devam ederdi.

Daha yeni doğmuşken onun yanına yerleştirilmişti. Gözlerini açar açmaz gördüğü en güzel ikinci şeydi. İlki annesiydi ama o sadece yarım bir hayaldi.

Lilith ise onun bitmeyen rüyasıydı. Hayatındaki tek iyi şeydi. Bebekliğinden bugüne, görünüşü aklına kazınmıştı.

Adam şimdilerde 11-12 yaşlarında gösteriyordu. Lilith ise daha hızlı olgunlaşmış çoktan 13-14 yaşlarında genç bir kız gibi görünüyordu. Tabi ki o devran o kadar dönmemişti ama beşerler de tıpkı diğer hayvanlar gibi oldukça hızlı büyürlerdi.

Şimdi ikisi de büyüdüğü için her geçen gün onun güzelliğini biraz daha fark ediyordu. Sanki her gün yeniden boyanan, bakmaya doyamadığınız bir tablo gibiydi. Kan gibi saçları göz alıcıydı. Ateş gibi dudakları yakıcıydı. Yavaş yavaş olgunlaşan kıvrımlı figürü ise Adam için en büyük zehirdi.

Küçükken uzak durmak istediği uslanmaz bir veletti. Biraz daha büyüdüklerinde ve Adam yavaş yavaş istenmeyen çocuk olduğunu idrak etmeye başladığında ise umutsuzca tutunmak istediği arkadaşı. Şimdi ise Lilith, rüyalarının dişisiydi. Lakin Adam, bu düşüncelerin asla rüyalardan taşmaması gerektiğini bilecek kadar akıllanmıştı.

Lilith tüm kabilenin el üstünde tuttuğu bir üyeydi. Geleceği parlak bir ruhpandı. Kimsenin bilmediği şeyleri, kutsal hayvanı pan yılanından öğrenir ve diğerlerine anlatırdı.

Buradaki beşerler dış dünya hakkında bir şeyler biliyorsa sebebi Lilith idi. Üstelik şimdi olmasa da gelecekte çok güçlü birisi olacaktı. Muhtemelen hiçbir erkeğe ihtiyacı olmazdı, olsa bile Şef Zebil gibi güçlü ve yakışıklı bir erkeği eşi olarak seçerdi.

Adam ilk seçeneği tercih ederdi… Yani Zebil gibi kibirli biri yerine hiçbir erkekle birlikte olmamasını yeğlerdi. Belki de ondan hoşlandığı için bencilce bir düşünceydi bu.

Adam ise kabilenin en değersiz üyesiydi. Zayıftı, çirkindi ve küçüktü. Hemen hemen Lilith ile aynı yaşta olmalarına rağmen, o ruhpan olduğu için çabucak güçleniyordu.

Sıradan birisi için yaş farkından doğan, güç eşitsizliğini aşmak zordu. Güçlenmek istiyorsa iyi beslenmeli, iyi uyumalı ve sık sık kavga etmeliydi. Lakin bunların hiç birisini yapamıyordu. Bırakın bedeninde içgüç biriktirmeyi, kasları bile yoktu. Sadece ince kemikler ve deriden yapılmış gibiydi.

Temelde umutsuz vakaydı. Yaşamak için başkalarına güvenen bir ezikti…

“Adam?”

Tam da kendine acıması yüce dağlar kadar büyümüş, kendisini dipsiz uçurumlara gömmüşken; ferahlatıcı bir esinti gibi adını çağıran nazik ses, imdadına yetişti.

İçeriye baktığında, gözlerini yeni açmış kendisine bakan Lilith ile göz göze geldiler. İşte içinde boğulmak istediğim o gözler!

Lilith, titreşen küçük kırmızı noktalar etrafında uçuşurken hala aynı yerinde oturuyordu ki bu da yine son adımda başarısız olduğu anlamına geliyordu.

Bu küçük kırmızı tanecikler, yoğunlaşan ateş enerjileriydi. Ateş enerjisi, doğal enerjiler arasındaki 4 temel elementten biriydi ve Azgın Alev Kabilesi, bu enerjiye kullanmaya yatkındı.

Lilith, meditasyonunda bu noktaya kadar iyi idare etse de onları tutuşturmakta hep başarısız oluyordu. Söylediğine göre, asası olsa bu aşamayı çok daha kolay geçebilirdi…

Lilith kaşları iyice çatılmış şekilde Adam’a bakıyordu. “Sana ne oldu?” diye sordu.

Adam ise “Başarısız mı?” diye soruyla karşılık vererek, cevap vermekten kaçındı.

Çok kötü görünmesine rağmen hala konuşabildiğini gören Lilith ise biraz rahatlamıştı. “Peki bu kimin suçu?” diye gülümseyerek sordu ve Adam’ı içeri taşımak için ayağa kalktı. Hiç kızgınlık göstermiyordu.

Kalkar kalkmaz terden ıslanmış bedeni, sudan yeni çıkan bir yılan balığı gibi kıvrıldı ve yeşim gibi parlayarak Adam’ın tüm görüş alanını doldurdu.

Ne yazık ki Lilith’in mağaradaki diğer dişilerden daha fazla kıyafeti vardı ve önemli yerlerini kapatmıştı. Ona rağmen hala çok fazla et açıktaydı. Çünkü mağaranın içi cehennem kadar sıcak ve beşerlerin ahlak anlayışı sığdı. Bu yüzden kıyafetler gereksizdi. Örneğin Adam’da hiç yoktu. Diğer pek çok erkek gibi anadan üryan gezmeye alışkındı…

Adam, yardımını istediği değerli arkadaşı tarafından yanlış anlaşılmamak için hemen bakışlarını kaçırdı ve etrafa bakıyormuş gibi yaparak, “O lanet olası yılan hala asaya dönüşemiyor mu?”

“Tsss!!!” Adam’ın yorumunu duymuş gibi, içeride bir yerlerde uyuyan pan yılanının tıslaması duyuldu.

“Hehehe” Lilith de ona yardım ederken gülmeden edemedi. “Sadece sen, bir kutsal hayvana böyle seslenirsin. Diğerleri onu gördüğü yerde donakalıyor.”

“Offf!” Her yeri çürüklerle dolu ve muhtemelen birkaç kırığı da olan Adam, Lilith’in tutuşu sonucu acı içinde inledi. “Yavaş yavaş…”

“Bu sefer ölümüne dövülmüşsün!” Lilith, Adam’a deri serilmiş düz bir kayaya uzanması için yardım ederken yaralarını dikkatlice inceledi. Adam zaten sık sık yaralanırdı ama bu kadar kötü dövülmesi nadirdi.

Suçlunun kim olduğunu tahmin etmesi uzun sürmedi. Bu yüzden de başka bir şey sordu; “Diğer taraf ne durumda peki?”

Adam ise acı içinde uzanırken zorlukla gülümsedi. “Ne düşünüyorsun?” dedi. Lilith onu kendi yatağına yatırdığı için en azından morali daha iyiydi. “Ağızlarını burunlarını kırdım. Ama kalabalıktılar, üzerime çullandılar”

“Bir kişiydi değil mi?” diye sorarken bir kaşı kalkmıştı. Adam’ı çok iyi tanıyordu. Onun gibi zayıf birisine kimsenin grup halinde saldırmasına gerek yoktu. “Bu sefer karşılık verdin mi bari?”

Lilith, güçlü olmaya inanıyordu. Ruhpanların prestiji bile, özünde güçlü olmalarından geliyordu. Örneğin şu anda güçlerini kullanamadığı için sadece üstünkörü bir saygınlığı vardı. Aslında kimse ondan korkmuyordu ya da ciddiye almıyordu. Adam gibi alay konusu olması sadece zaman meselesiydi.

Bu yüzden Adam’ın da güçlü olmasını umuyordu. Ona sataşanlara karşılık vermesini ve günlerini göstermesini, her seferinde şiddetle öneriyordu. Sonunda dövülse bile en azından zorluk çıkartmalıydı ki diğerleri onun kolay lokma olmadığını anlayabilsinler. Onun güçlü olmasını neden istediğini ise bilmiyordu. Arkadaş oldukları için mi?

Adam sadece acı içinde gülümseyebildi. Şefin adamlarına nasıl direnebilirdi? Henüz yaşamaktan sıkılmamıştı.

“Bu sefer çok ileri gittiler.” Lilith bir parça deriyi, odanın köşesinde eriyen sularla dolmuş bir kuyuya batırırken ve sıkarken öfkeyle konuştu: “Sana kaç defa söyledim! Sen kutsal çocuksun, şefe boyun eğmek zorunda değilsin! Eğer sana vuruyorlarsa karşılık vermelisin!”

Pan yılanı da bu serin suyun içinde tembelce yatıyordu ve Adam için rahatsız edilmekten hoşnutsuzdu. Boyu çoktan 50 cm’i geçmişti. Simsiyah pullar ve başının üzerinde de kutsal bir pan yılanı olduğunu belirten iki kırmızı boynuz büyütmüştü.

Hala Adam’dan hiç hoşlanmıyordu ama saldırmaya da niyeti yoktu. Uzak durmakla yetiniyordu ve sadece kendi kendisine ölmesini umuyordu. Tıpkı Zebil gibi; geçmişte yaşadığı travması, bugün harekete geçmesini engelleyen prangasıydı.

“Yavaş ol, yavaş…” Adam sadece Lilith’in yaralarını öfkeyle silmesine dayanabilirdi. Bir ezik gibi davrandığının farkındaydı ama yapabileceği bir şey yoktu. “Şefin benden kurtulmak için bahane aradığını biliyorsun. Korkarım direnirsem istediğini alır.”

Şefin hem kendisi hem de etrafına topladığı çocuklar güçlüydü. Pratikte Adam’ın onların insafında olduğunu söylemek yanlış değildi. Sadece kafasını aşağıda tutabilir ve dayanmaya çalışabilirdi. Eğer yanlış bir hareket yapar da olduğundan fazla şefi kızdırırsa kimse Adam’ı kurtaramazdı.

Böyle bir durumda Adam’a kim yardım edecekti? Lilith mi? Henüz kendisini savunacak gücü bile yoktu.

Aslında başka biri daha vardı ama belirli nedenlerden dolayı Adam, o seçeneği değerlendiremiyordu…

Lilith, her zamanki gibi Adam’ı ne kadar zayıf olduğu ve bir şeyler yapmadığı için azarladıktan sonra sakinleşti ve ona biraz fazla yüklendiğini fark etti. O zaten ağır yaralanmıştı ve bu sefer iyileşip iyileşmeyeceği belirsizdi. Bir süre tereddüt ettikten sonra bir köşeye uzanıp, kırmızı bir boncuk çıkardı.

Adam ne yaptığını görür görmez hemen elini yakaladı. “Böyle değerli bir şeyi üzerimde harcamaya gerek yok. Kendin için saklasan daha iyi…”

Pan yılanı da ne yaptığını gördü ve Adam’la aynı fikirdeymiş gibi tısladı. Doğru doğru, değerli kan hapımı bu ezik için harcama!

“Sen sus!” diye pan yılanını düşüncelerinde azarladı Lilith. Kararlıydı ve diğer eliyle Adam’ın elini çekemeye çalışırken, “Diğerleri bu şeyin çok değerli olduğunu düşünmekte haklılar ama ikimiz de biliyoruz ki, bu şey sadece pan yılanının dışkısı gibi.” dedi.

“Hayır!” dedi Adam, kararlılıkla. Toparlayabildiği azıcık kuvveti kollarında kullanarak Lilith’in iki kolunu da tuttu. “Hem geçen sefer ne olduğunu bilmeden yedirmiştin, sonunda ne oldu? Tekrar dövüldüm ve ilaç boşa gitti. Değerli ilacını kendin için saklamalısın.”

Lilith teoride haklıydı. Kan hapı gerçekten de de pan yılanı için dışkı gibiydi. Her seferinde sindirebileceğinden fazla kan emerdi ve fazlasını kan hapı olarak geri kusardı. Bu hap inanılmaz miktarda canlılık içerirdi ve bu da yaraların iyileştirilmesinde, hatta içgücün arttırılmasında kullanılabilirdi.

Kesinlikle değerli bir ilaçtı. Tabi ki bu soğuk kanlı yaratık bunu diğerlerine yardım etmek için değil, daha sonra aç kaldığında yiyebilmek için yapardı.

Adam genelde zayıf olabilir ve ezikler gibi başını eğebilirdi ama yeri geldiğinde de katır kadar inatçıydı. Bu hapın ne kadar değerli olduğunu artık biliyordu ve Lilith’in onu ikinci kez üzerine kullanmasına izin vermeyecekti. Hem o insanların kanını emerek öldüren sözde ‘kutsal’ ama gerçekte uğursuz yaratığın herhangi bir şeyini istemiyordu.

Lilith ise ölüm döşeğindeki bir oğlanın kollarının nasıl bu kadar güçlü olabileceğini anlamıyordu. Ruhpanların bir işi de şifacılıktı. O yüzden ölmek üzere olan pek çok oğlan görmüştü. Sonra Adam’ın cansız görünen gümüşi gözlerine baktı.

Kararlı olduğunda gözlerinde tutuşan o dünyayı yakmaya hazır iradeyi gördü yine…

Lilith de bu bakışları biliyordu. Adam’ın zaman zaman ortaya çıkan inatçı karakterine yabancı değildi.

Göz göze geldiler ve bakışlarını kaçıran Lilith oldu. Yanakları kızarmıştı ve odanın sıcaklığı artmış gibiydi. Biraz utangaç hissediyordu ama onun gibi zayıf bir oğlanın yanında neden böyle hissettiğini anlamıyordu. Normalde güçlü erkekleri severdi. Adam ise zayıflığın somutlaşmış, ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi.

Ama bir şekilde ona bağlanmış hissetmekten kendisini alamıyordu. Henüz anlam veremediği karmaşık duyguları vardı onun için. Belki de bu yüzden Adam’ın güçlenmesini istiyordu. Böylece kendisiyle çatışmış hissetmek kurtulabilirdi. Eğer güçlü olursa belki de, belki de…

Birbirlerini tutarak kilitlendikleri için oldukça yakın duruyorlardı. Hatta dışarıdan bakıldığında Lilith, Adam’ı kendi yatağına yatırmış, üzerine çıkmış ve onu öpmeye çalışıyor gibi görünüyordu. Sıcak nefes alışverişleri birbirine karışıyordu. Utandığı için gözlerini istemeden kaçıran Lilith, hemen kendine geldi ve niye zayıf bir oğlanın onu durdurmasına izin verdiği için kendisine kızdı.

“Bunu sen istedin!”

Adam onu kilitlemişti ama tam tersi, Lilith de onu kilitlemişti. Lilith başını eğdi ve birbirine kenetlenmiş elleri arasından kırmızı hapı ağzına aldı. Hiç çekinmeden, istediğini yapan karakterine uygun şekilde, ağzını Adam’ın ağzına bastırdı ve şaşkınlıkla donan Adam’ı hapla besledi.

Şangırt!!!

Aynı anda oyuğun girişinde bir çömleğin kırılma sesi duyuldu.

Lilith ve Adam hemen girişe baktılar ve orada şaşkınlıkla durup ve ikisini işaret ederken donmuş Zebil’i gördüler…

“Ss-Siz!?…”

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset