dişi hobgoblin savaşçı, fantastik kitap oku

34: Goblin Yuvası 3

  • HiperTale
  • 7 Nisan 2024 12:19:38
  • 0 yorum
  • 1

Hayır!

Bonbon içinden sessiz bir çığlık attı.

Fırsatını bulur bulmaz intihar etmeliydi. Böyle yaşamaktansa ölmek daha iyiydi. Gebe kalıp, bu canavarların üreme aracı olmayacaktı.

Bonbon tam da umutsuzluğa kapılmış, gözleri donuklaşmaya başlamıştı ki, dev bir goblin odaya daldı. Hayır, büyük bir goblin değil, bir hobgoblindi!

“Hayır hayır hayır! Hobgoblin olmaz!” Hobgoblinler en kötüsüydü. Akılsız küçük goblinleri tercih ederdi. En fazla ölürdü ama hobgoblinler beşerlere işkence etmekten zevk alırdı. Bonbon buraya ilk getirildiğinde yaşadığı travmayı hatırladı. Bakireliği, vahşi bir hobgoblin tarafından parçalandıktan sonra bedeni çok çelimsiz olduğundan eğlenmeleri için goblinlere verilmişti.

“Gobuma!” Hobgoblin, bir dişiyi bastırmakla meşgul olan yaşlı goblini görünce hemen tanıdı! “Ne yapıyorsun! Beşerler saldırıyor? Çabuk yardım çağır, seni işe yaramaz bunak!”

“Ne!” İsmi Gobuma olan yaşlı goblin bir anda irkildi. Tam da yakaladığı dişiyi ihlal etmek üzereydi. Yaşlı aleti, eskiden olduğu kadar iyi çalışmadığı için şansızdı. Artık ısınması için daha çok zamana ihtiyacı vardı. Çubuğu tam da belini doğrultmak üzereydi ki, belki de tekrar uyanmamak üzere tekrar düşmüştü.

Lanet olsun! Neden şimdi, neden? Biraz daha dişini sıksan olmaz mıydı!?

“Ne beşeri?” diye yüzeyde soran Gobuma, içinden her türlü hakareti ediyordu ki; gelen hobgoblinin kötü bir şekilde yaralandığını fark etti. Üstelik bacaklarının arasındaki şey… gitmişti!

“Hmph!” Hobgoblin onun nereye baktığını görünce daha da öfkelendi. Orası aşırı derecede acıdığı için üzerine ellerini bile koyamıyordu.

Gobuma’nın eski şeyi artık çalışacak durumda değildi. Önündeki manzara yüzünden eskisinden bile daha küçük görünüyordu.

“Seni öldüreceğim!” Bu sırada dışarıdan bir ses geldi. Sonra da elinde yeşile bulanmış gümüş bir mızrak tutan, beyaz saçlı bir beşer odaya daldı!

“HAA!” Hobgoblin artık Gobuma ile uğraşamazdı. Bu odaya girdiğinde oluşan tepkisi onun yüzünden değildi. Zira burası yavrular için ayrılmış bir mağara olduğundan, tek bir giriş çıkışı olan korunaklı bir yerdi. Yani çıkış yoktu!

Adam, hızlıca yaralı hobgobline atıldı. Hobgoblin son anlarında bile şiddetli bir savaş vermekten geri durmadı. Bu sırada diğer beşerler de yardıma geldi ve mağara aniden karıştı.

“Al bunu!” Bonbon ne olduğunu idrak etmekte zorlansa da reflekslerini kaybetmemişti. Üzerine yatmaya çalışan Gabuma adlı goblini bir tekmeyle içeri giren savaşçıya doğru uçurdu.

Adam’ın dikkati hobgoblinde olsa da hala etrafına dikkat ediyordu. Zira odada hayli fazla dişi goblin vardı ve onlarda savaşmaktan geri durmuyordu. Söz konusu savaş olduğunda dişi veya erkek fark etmezdi. Hepsi vahşice savaşırdı.

Bu yüzden kendine doğru yalpalayan goblini mızrağının ucuyla kesti ve yere düşürdü. Yüzünde, özellikle de sağ gözünde korkunç bir kanlı çizik beliren yaşlı goblin olduğu yere yığıldı. Ölü mi diri mi olduğu belli değildi…

“Aaaahhhrrr! Kuuhhuurk!”

Kısa süre sonra hobgoblin de geberdi ve tam da Gobuma’nın üzerine yığılıp öldü kaldı. Karnı deşilmiş, boğazı delinmişti.

Savaşın şiddeti ile mağarada uyuyan ama daha sonra ağlamaya başlayan goblin yavruları ise birer birer ölmüştü. Bazıları savrulan silahlarla, bazıları ise doğrudan ezilerek! Özellikle de iri hobgoblin, pek çoğunu çiğnedi ya da satırıyla ikiye bölmüştü.

“Huf! Huf! Sonunda kazandım…”

Savaş bittiğinde, kan ve vücut parçalarından oluşan bir deryanın ortasında kalan Adam, derin nefesler alarak soluklanmaya çalıştı. Taze kan kokusu, boğazını yaksa da büyük bir açgözlülükle havayı içine çekmeye devam etti. Kalbi gümbür gümbür atarken, sakinleşmeyi zor buldu.

Ölümden döndüğü söylenebilirdi!

“İyi misin?”

Göz ucuyla fark ettiği dişiye sordu. Hemen ona yaklaşmadı, zira şu anki kötü görünümünü bir tarafa bıraksak bile, kızın kendisi çıldırmış olabilirdi.

Bonbon, önündeki beyaz saçlı beşer oğlana sakince baktı. Ondan sadece biraz daha uzun olsa da hobgoblin gibi bir canavarla umutsuzca savaşmaktan geri durmamış ve sonunda onu devirmişti.

Canavardan tek bir darbe almadan şimşek gibi hareket etmişti. Bonbon’un gözünde mızrağı ile dans eden bir kahraman gibiydi.

Adam’ın zırhının her yerinde kesikler ve yırtıklar vardı. Elleri ve yüzleri yaralarla doluydu ve tüm bedeni gerek kendi kanı, gerekse goblinlerin kanıyla kaplıydı. Beyaz saçları bile kırmızı ve yeşilin karışımı olan koyu kahve bir renge dönüşmüş, beyaz gözleri ile yürüyen bir ceset gibiydi.

Lakin bu görünüş Bonbon’in gözünde tamamen farklı bir anlama bürünmüştü. Onu kurtarmak için göklerden inmiş bir kahramana benzediğini düşündü.

“İyi… İyiyim…” Bonbon oturduğu yerden titrek bacaklarıyla kalktı ve Adam’a doğru yaklaşırken, elini uzattı. Yüzünü başka tarafa çevirmişken, bakışları yerdeydi. “Benim adım Bonbon, siz kimsiniz?”

Bonbon, Adam’ı ilk gördüğünde şaşırmıştı. Sonra ise belki de içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulma umudu yeniden alevlenmiş ve bu, başka tür bir duyguya dönüşmüştü.

Uzun kulakları dikleşmiş, kuyruğa pır pır ediyordu. Özellikle alnındaki tek boynuzu, yoğun bir şekilde zonkluyordu. Boynuzlu Tavşan Kavminde böyle bir tepki, ancak birisine karşı yoğun duygular geliştirdiğinizde ortaya çıkardı.

Bu hareketin anlamını bilmeyen Adam, sadece tutunmak için destek aradığını düşündü. Kana bulanmış ellerini üzerine sildi ve dişinin küçük elini yakaladı. “Güzel! Ben de Adam. Aklını yitirmediğine göre bundan sonra bana aitsin. Sakın kendini öldürmeye falan çalışma!”

Elimi tutmadan önce diz çökmesi gerektiğini bilmiyor mu? Bonbon elini bu şekilde uzatarak, onunla eş olma isteğini zaten açıkça belirttiğini düşündü ama Adam’ın kabilesinde böyle bir gelenek olmadığını nereden bilebilirdi? Yine de ona ait olduğumu söyledi. Yani kabul etmiş olmalı…

Adam bir iyilik meleği değildi. Sadece bir beşerdi… Yeni ele geçirdiği bir kölenin kendine zarar vermesini önlemeye çalışıyordu.

Zaten hazinelerini aldıkları için goblin yuvasını basmaya karar vermişti. Kişisel çıkarlarını korumak için hareket ettiği söylenebilirdi. Yolda kurtarabildiği kadar beşeri kurtarmaktan çekinmiyordu çünkü onlar savaş ganimetiydi. Tabi ki onları kurtardıktan sonra serbest bırakacak değillerdi.

Buradaki sefil durumlarından çok daha iyi olacakları kesin olsa da hala savaşta yakalanmış köleler ve hizmetkarlar olacaklardı. Alınıp satılabilirlerdi. Kabileleri onları ararsa fidye karışlığı serbest kalabilirlerdi. Bunlar, beşerlerin kendi aralarındaki gelenek ve görenekler, sözlü kurallardı.

Adam’ın kabilesi de başkaları tarafından istila edilse, aynı sonuçla karşılaşırlardı…

Bu sırada tünellerin ucuna yakın bir yerde, çeşitli sarmaşıklarla perdelenmiş meydana açılan bir oyuk vardı.

İçeride yirmi civarı iri yavru vardı. Bu yavrular sıradan goblin yavruları olamayacak kadar büyüktüler ve gözleri derin bir zeka parıltısı ile yanıyordu. Onlar yuvanın göz bebekleri olarak görülen hobgoblin yavrularıydı. Başlarında ise şişman bir hobgoblin ve iki güzel hobgoblin dişisi ile çok sayıda goblin vardı.

“Patron ne yapacağız?” Açık yeşil saçları ve koyu gözleri olan dişi bir hobgoblin sordu. “Beşerlerin buraya ulaşması an meselesi. patrona haber vermeliyiz…”

Dişi hobgoblinler güzelliklerini annelerinden alırlardı.

Buradaki iki dişi de bu söze uygun olacak şekilde gayet güzeldiler. Zarif figürleri, çok az kıyafet giydikleri için iyi sergileniyordu. Sert ama küçük kasları ile güç ve güzelliğin ahenkli bir buluşması gibi görünüyorlardı.

Tenleri ile aynı renk saçları ve hafifçe koyulaşmış kahverengi gözleri vardı. Yüz hatları gayet orantılı iken, bakanlarda vahşi bir kedi gibi, tehlike hissi uyandırırdı. İri göğüsleri ve şımarık kıçları vardı. Belki de ahlaksız nedenlerle doğdukları için, endişeli ifadeleri bile baştan çıkarıcı görünüyordu.

“Gobudev biliyor, merak etmeyin!” Şişman hobgoblin, kendisini kast ederek söylendi. Ne olursa olsun, hobgoblin yavrulara bir şey olmasına izin veremezdi. Yoksa patron canlı canlı derisini yüzerdi.

Az önce rahatsız olduğu için bağıran oydu ama şimdi bekledikçe endişesi artıyordu.

Durumu fark ettiği anda, ürkütücü dikenlerle dolu dev gürzünü alıp saldıran beşerleri ezmeyi düşünmüştü ama yanındaki dişiler onu durdurdu. Şimdi sakinleştiği için daha temkinliydi. Ah ah! Keşke yavruları boş verip, hemen kaçsaydım!

Buradan meydana sadece on metre vardı ve koşarsa muhtemelen yapabilirdi. Ama şimdi çok geçti…

Aslında çoktan bir kaç goblin göndermişti ama dışarıda beklemeye başlayan okçulardan kurtulamadılar. Bazı beşerler burayı çoktan fark etmiş görünüyordu ama muhtemelen onlar gibi hobgoblinler yüzünden acele etmediler.

“Eehhh! Yeter, ben gidip patrona haber vereceğim!” Gobudev artık dayanamadı. Dışarıda daha fazla beşer toplanmadan koşmalıydı. “Siz ikiniz, dışarıdaki ruhpanın dikkatini çekin!”

“Biz…” Dişi hobgoblinler bir adım geri çekildi. Ruhpanlar çok korkutucuydu. Üstelik dışarıdaki ruhpan, tıpkı kendi ruhpanları Gobumei gibi bir ateş kullanıcısıydı.

“Biz daha hızlıyız. Sen onları tut, biz meydana koşalım.” diyerek karşılık verdi, dişi hobgoblinler.

“Tch!” Gobudev hayal kırıklığına uğradı. Onları et kalkanı olarak kullanma planı işe yaramayacak gibi görünüyordu. Gök Yıldırım Mağarası’na yapılan baskına katılmadığımız için Şef Gork bizi cezalandırdı ve eğlenceye katılmamıza bile izin vermedi. Onun yerine bebek bakıcılığı yapmamız gerekiyordu. Neden beşerlerin intikamıyla yüzleşmek zorunda olan benim!?

Gobudev, bu beşerlerin intikam için burada olduklarını düşünüyordu. “Sen, kalkanını ver! Yalnız gideceğim. Siz yavruları koruyun. Ölseniz bile buraya tek bir beşerin girmesine izin vermemelisiniz anladınız mı?”

Dişiler kafalarını salladı. Hemen birisi sırtındaki eski kalkanı çıkartıp Gobudev’e teslim etti.

“Ahhhgggrrrr!”

Gobudev iri cüssesiyle mağaradan dışarı çıktığı anda hemen birkaç oku engelledi ama bir tanesi bacağına saplandı. “Sizi aşşağılık yaratıklar! Bu patrona ok atmaya nasıl cüret edersiniz!”

Canı acıyan Gobudev, çıkışa doğru koşmayı unuttu ve hemen beşerleri kovalamaya başladı. Büyük gürzü, burada kullanmaya uygun değildi ama rastgele bir kaç beşer ezmek sorun değildi. Hemen bir kaç ok daha saplandı ve bir mızrak ayağını yaraladı.

“S.ktir!”

Gobudev bir kaç beşeri yaraladıktan sonra, diğerlerini de korkutup kaçırdı ve hemen arkasını dönüp kaçmaya başladı. Ama hızı, ayağı topalladığı için ciddi oranda düşmüştü.

“Kaçmasına izin vermeyin!” Zebil ve ekibi de etraftaydı. Dev bir hobgoblinin koridorlarda koşuşturduğunu görünce hemen geldiler.

“Bana bırakın!”

Lilith topallayarak uzaklaşan yaratığa hemen ateş yağdırmaya başladı.

“Ahhhhrrrr! Yandım!!!”

Bedeni alevler içinde kalan Gabudev durmayı reddetti. Yürüyen bir meşale gibi çıkışı kapatan sarmaşıkları geçti ve aşağıdaki meydana yanan bir meteor gibi düştü.

“Hımm? Gobudev değil mi o?”

Koridorları uğuldatan derin ama güçlü bir ses duyuldu. Kendi zevklerine dalmış olan büyük patron; Ogre Gork, sonunda uyanmıştı…

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset