Hazırlıklarını tamamlayan beşerler, beşer kişilik gruplar halinde goblin oyuklarını basmaya başladılar. Önce en yakın oyuklara sızdılar. Barbara gibi savaş çığırtkanları hariç, herkes sessiz olmaya çalışıyordu.
Zaten goblinlerin çoğu ya derin uykudaydı ya da oyuklarda değildi. Burası özellikle esirlerin ve zayıf goblinlerin yaşadığı, nispeten ücra bir yere benziyordu.
Adam ve diğer güçlü kişilerin harekete geçmek için acelesi yoktu. Adam, öncelikle goblinlerin taşıdığı talihsiz dişiyle ilgilenmek istedi.
Bu sırada Mine adındaki narin dişi, sanki diyecek bir şeyi varmış gibi utana sıkıla Adam’a yaklaştı. Gözleri Adam’ın yeşile bulanmış iki parmağındaydı.
“Mmm… Şey, bana kalmadı…” dedi önce. Sonra ise Adam’ı olduğu yere sabitleyen bir şey yaptı.
İnce bir buz parçası gibi tutulduğunda kırılacak ince elleri, Adam’ın sıcak ellerine tutundu. Bu ani davranış Adam’ın aniden kaskatı kesilmesine sebep oldu.
Şimdiye kadar sadece üç dişinin eline dokunabilmişti. Barbara’nın elleri bu kadar nazik değildi. Lilith’e dokunabilse de onun bir şeyler düşünmesini engelleyen mesafeli bir mizacı vardı. Sadece Lilith, canı istediğinde Adam’a dokunabilirmiş gibiydi.
Böyle bir dokunuşu en son Flam ile hissetmişti. Lakin onunla ilgili hiçbir şeyi artık düşünmek istemiyordu.
Adam, onun daha ne yaptığını anlamadan parmakları kavrandı. Mine, Adam’ın iki parmağını alnına götürdü ve aşağı doğru çizdi.
Tabi ya, Adam düşündü. Yüzünü boyamak istiyor!
Kendini bir an için parmak uçlarından gelen yumuşak hisse kaptırmıştı ki, çekingen görünen dişinin işi henüz bitmemiş görünüyordu. Daha da cesur olmaya başladı. Çünkü parmak uçları zarif burnu boyunca seyahat etmeye devam etti ve küçük ağzını mühürleyen, kiraz dudaklara ulaştı.
Dudakları, Lilith’den aşağı değil! diye düşündü bir an için Adam. Dolgun ve nemli bir histi. Sıcacık, hatta alev gibi yanıyordu.
Sanki kasıtlı olarak Adam’ın yüzünü keşfetmesine izin veriyor, güzelliğini fark ettirmeye çalışıyordu.
Adam zaten Azgın Alev Kabilesinde kısa boylu kabul ediliyordu ama Mine de kabiledeki dişilere göre kısa ve minnoştu. Bu yüzden Mine ondan sadece bir baş kısaydı. Küçük yüzünü boyamayı bitirdiğinde, mahcup gözlerle yukarı baktı ve Adam’ın şaşkın gözleriyle karşılaşırken, son hamlesiyle karşısındaki bakir ve acınası ruha acımadı.
Bir genç kızın muzip bakışlarından zevk alan Adam, parmaklarının daha nemli ve sıcak bir yere girdiğini hissettiğinde titredi. Bakışlarını, Mine’nin gözlerinden çekmeyi başardığında ise parmaklarının onun tarafından emildiğini gördü.
Parmak uçlarındaki yeşil goblin kanı, temiz yalanmıştı. Şimdi parmakları ışıl ışıl parlıyor, tek bir leke bile kalmamıştı.
Adam parmağının önce nazikçe emilişini izledi. Sonra ıslak bir dil tarafından çevik hareketlerle kavrandığını ve dışarı atılmadan önce zarif dudaklar tarafından küçük bir öpücükle ödüllendirilmiş gibi hissetti.
“İşte senin için temizledim…” dedi Mine, tüm bunları yaparken bakışlarını Adam’dan hiç ayırmamıştı. En sonun dudaklarından taşan az miktarda salyayı eliyle temizleyip, her şeyi yutuşunu gördü. Sahne bir an için oldukça erotik hale gelmişti.
“Azman’ın intikamını aldığın için teşekkürler…”
Gulp! Adam bile farkında olmadan o kadar sert yutkunmuştu ki, ağzı kupkuru kalmıştı. Parmağım yerine başka bir organım olsaydı…
“Ön… Önemli değil!” diye zorlukla karşılık verebildi Adam. Elini bu küçük ama azgın dişiden kurtarınca ne yapacağını bilemedi. “Azman bu şekilde ölmeyi hak etmedi…”
Mine’nın yaptığının iğrenç olduğu da düşünülebilirdi, sonuçta yutulan çirkin bir goblinin iğrenç kanıydı.
Ama şimdilik karanlık mağaralarda kapana kısılan beşerlerin, kendi hemcinslerinin ölülerini bile bırakmadıklarını hatırlamak gerekiyordu. Üstelik bu beşerler uzun bir süredir, Gark’ın getirdiği goblin ordusuyla beslendiği için goblinler, menüde hemcinslerinin yerini almıştı.
Goblinler, belki de beşerlere karşı tarifi mümkün olmayan şeyler yapmışlardı. Ama bu çılgın ekip burada olduğuna göre, belaları da gelmişti…
“Siz ne söylerseniz, Kutsal Savaşçı!”
Mine son olarak, sadece Adam’ı dinleyeceğini belirterek, haylaz küçük bir kız gibi yaptığının sorumluluğunu reddederek uzaklaştı.
Adam parmaklarına şaşkınlıkla bakıyordu ki, Zebil’in bir parça goblin derisini yüzüne geçirirken kendine baktığını fark etti. Kaşları çatılmış, yüzü gerilmiş, yumrukları sıkılmıştı.
Bu kız sonuçta adamlarına yakın birisiydi. Sinirlenmesi normal, diye aklından hızlıca geçirdi, Adam. Sonra oku ve yayıyla uzaklaşan Mine’ye tekrar baktı. Azman’ın intikamını aldığı için mi, yoksa son zamanlarda yükselen popülaritesi yüzünden mi kendisiyle ilgilendiğine karar veremedi.
Eliyle yine saçını düzeltirken, şaşkın görünümünden de bir an önce kurtulmaya çalıştı. Artık daha iyi göründüğümü neredeyse unutuyordum. Sırtı dikleşirken, bir an için daha gururlu göründü. “Sebebi önemli değil, kabilemde erkeği olmayan bir dişiyle ilgilenmem doğru bir davranış olur.”
“Hala yaşıyor!” Bu sırada Tekeş, yanında belirmişti. Az öce goblinlerin taşıdığı acınası dişiyi kontrol ediyordu. “Adam, şuna bak!”
Mine ile ilgilenirken ya da tam tersi Mine, Adam’la ilgilenirken, zaman durmuş gibiydi. Bu yüzden tüm sahne ağır çekimde yaşanmış gibiydi ama aslında birkaç saniyelik bir olaydı. Etrafı inceleyen Lilith bile onları fark etmemiş gibiydi.
Adam hemen baktı. İlk bakışta artık bir beşer gibi görünmüyordu bile. Kolları omuzlarından, bacakları neredeyse kasıklarından kesilip alınmıştı. Goblinlerin etlerle ne yaptığı belliydi!
Başlangıçta berrak bir mağara gölü gibi tertemiz olması gereken genç bedeni, kesikler, ısırıklar ve morluklarla doluydu. Güzel boynuna ulaşmış, açık mavi saçlarının çoğu çekilmekten yolunmuştu. Kafa derisi bile yararla doluydu.
Artık bir beşerden çok deforme edilmiş bir yaratığa benziyordu. Karnında kanayan deliğe rağmen hala yaşadığına inanmak zordu.
Adam dikkatlice yaklaştı ve nefesini dinledi. Zayıf olsa da hala yarım nefesi vardı. Adam, içler acısı durumuna rağmen yaşama tutunmasından etkilenmeden edemedi.
“Bu hangi kabileden biliyor musun, Tekeş?” diye sordu. Çünkü kendi kabilelerinden görünmüyordu. Onlar gibi uzun ve iri yarı değildi. Ayrıca ellerinde ve ayaklarında hala görülebilen beyaz tüylere dair izler vardı. Özellikle ayakları bir dişi için fazla büyük görünüyordu. “Azman Kavmindeki herhangi bir kabileye benzemiyor…”
Tekeş, “Bilmem ki,” derken alnına işaret etti. “Alnından kesilmiş bir şeyler de var. Canavarlarda gördüğümüz boynuz köklerine benziyor.”
Adam daha dikkatli baktı. Dövülmüş ve şişmiş yüzünün hemen üstünde, gerçekten de küçük bir yumru vardı. Gerçek, sert ve kalın bir boynuzdan çok, süse benzeyen küçük bir şeydi. Atalarından miras kalmış, artık kullanımı olmayan bir uzuv olabilirdi.
Örneğin Lilith’den, Azman Kavmindeki pek çok kabilede hala ‘kuyruk’ bulunduğunu duymuştu. Adam’ın kabilesi bu tür soya özel fiziksel nitelikleri kaybetmiş, zamanla zayıflamış bir kan hattıydı. Belki de bu yüzden, beşer kabileleri arasında en zayıf kabilelerdendi. soylarının kesilmek üzere olduğunu düşünmek yanlış değildi.
“Çevirin de arkasına bakayım!” Hiç bir duygu içermeyen güzel bir ses arkalarından geldi. Gelen Lilith’di. Zarif kırmızı elbisesi ve gizemli kara asasıyla arkalarında dikiliyordu. Bu yeni elbise göldeki hazineden alınmıştı. Son derece iyi bir malzemeden yapıldığı belliydi. Ayrıca belini saran altın bir kemer, kulaklarını süsleyen hafif parlak küpeler de hazineden özenle seçilmişti. Tabi ki sadece gösteriş değildi. Her bir aksesuar ruhpanlar için yardımcı araçlardı. Ama bunlara rağmen yüzü solgundu. Bu dişinin durumundan mı yoksa etrafta devam eden savaşlardan mı etkilendiği belirsizdi.
Adam ve Tekeş hemen denileni yaptı ve yaralı dişiyi yavaşça yan çevirdiler.
Lilith’in ince bacakları birbiri üzerine katlanırken, eteğini toplayarak çömeldi ve sırtını incelemeye başladı. “Burada görüyor musunuz?”
İkisi de meraklı gözlerini çevirdiler ama ilk başta gözlerini dikmek istemediler. Çünkü Lilith, dişini poposuna bakmalarını istiyordu.
Diğerlerinin tuhaf hareketlerini fark etmeyen Lilith ise konuşmaya devam etti: “Kuyruk sokumundaki şu derin yarayı fark ettiniz mi? İşte burada bir kuyruk olmalıydı. Öyle maymun kuyruğu gibi ince uzun değil; küçük ve yuvarlak bir tane…”
“Diyorsun ki?” Adam meraklandı.
“Evet. İlk başta anlamadım ama alnındaki kesilmiş boynuzu görünce tahmin ettim. Kuyruk yarasını da görünce, sanırım onları tanıdım. Yanlış tahmin etmiyorsam, Boynuzlu Tavşan Kavmi olmalı.”
“Demek öyle…” dedi Adam yüzünde kaybolmuş bir ifadeyle. “Böyle bir kavimden bahsettiğini hiç duymamıştım.”
“Çünkü onlar Azman Kavmimize göre çok küçük ve zayıf bir kavimdir. Burada onlarla karşılaşmamız beklenmedik. Ayrıca onlar, Azman kavmimize düşman ‘Qilian Kavmi’ne boyun eğmiş bir kavimdir. O yüzden geçmişten gelen bilgiler kısıtlı…”
“Peki güçlüler mi?” Tekeş hemen araya girdi. Zira bu kız deforme olmadan önce çok güzel görünüyor olmalıydı. Eğer güçleri de iyiyse, o zaman tamamen yenilmiş hissederdi.
“Çok güçlüler!” Lilith’in ifadesi ciddiydi. “Qilian Kavmi, Azman Kavmi ile aynı güçte olabilir ama gördüğüm kadarıyla bu dişinin soyu son derece güçlü. Boynuzlu Tavşan Kavminde asil bir kabileye mensup olmalı… Bizim Azgın Alev Kabilemiz statü olarak onlarla karşılaştırılamaz bile!”
“Asil bir kabile!” Adam ve Tekeş, ikisi de derin bir nefes aldı.
Asil bir kabile, adından da anlaşılacağı üzere asil bir kabileydi. Kavimleri içerisinde asil kabilelerin durumları çok yüksektir. Soyları, türedikleri atalarına son derece yakındır. Böyleleri saf kan olarak düşünülürler ve kendi kavimlerinde yönetme hakkına sahip olurlardı.
“Pan yılanımdan miras aldığım bilgiler henüz kısıtlı olsa da, mağaramızdaki kayıtlardan Boynuzlu Tavşan Kavmi beşerlerinin yıldırım ve rüzgar enerjilerine yatkın olduğunu biliyorum. Ruhpanları yok edici yıldırımlar çağırabilir ve savaşçıların bedenleri şimşek gibi hızlıdır.” Lilith, diğerleri dişiyi tekrar çevirirken konuşmaya devam etti.
“Bu kadar güçlü bir kabile bile bu goblinlerin eline düştüyse, bence saldırıyı tekrar düşünmeliyiz.”
“Çok geç!” Bu sırada çoktan yanlarına gelen Zebil de söze girdi. Teminden beri konuşmaları dinliyordu ve öğrendikleri hiç hoşuna gitmemişti.
Adam ve diğerleri ona döndüğünde, sadece başıyla tünelleri işaret etti.
Diğer kabile üyeleri çoktan tünellere sızıyordu. En yakın oyuklara girmeye başlamışlardı bile. Beşerler sessizce dağılırken, gittikleri her yerden boğuşma ve çarpışma sesleri yükselmeye devam ediyordu.
Boom!
Bu sırada oyuklardan birinden, çıplak bir yaratık fırladı. Uzun boylu ve güçlü bir bedeni vardı. İlk başta gobline bile benzemiyordu.
“Bir hobgoblin!” Adam, açık yeşil tenini gördüğü anda söyledi. “Kaçmamalı!” diye bağırdı ve ileri atılmak istedi ama çok geç kalmıştı.
Çünkü hobgoblini dışarı fırlatan Barbara zaten gelmişti. Dev baltasını kaldırıp savururken, kükredi: “Pislik! Nasıl yaparsın!”
Barbara baltasını aşağıdan yukarıya doğru özellikle savurmuş gözüküyordu. Zira hobgoblinin kan ve pisliğe bulanmış, belli bir ‘sertleşmiş ‘ organını hedef alıyordu. Çoktan yeşile bulanmış, dev baltanın keskin kenarları, erkek hobgoblinin bacaklarının arasından yükseldi ve kemiklerin çatırdaması eşliğinde, yaratığın bedenini ikiye ayırdı.
“Vay canına!” Tekeş, kalın bacaklarının titrediğini hissetti. Bu manzara karşısında bir an için bacakları halsizleşti.
Zebil ve Adam’ın da sert ifadeleri vardı.
“Hey! Siz küçük kızlar eğlenceye katılmayı düşünmez misiniz?” Barbara onlara bakıp söylendi. “Bu pisliklerin burada neler yaptığını bilmiyorsunuz. Acele edin!”
Adam tekrar Zebil’e baktı. Şimdi ne demek istediğini anlamıştı.
“Gerçekten de çok geç…”