“Hıcckkk!” Aylak bir goblin, pislik yığının başında kendini rahatlatıyordu. “Öff!” diye söylendiğinde rutubetli mağara duvarına yaslanmadan ayakta durmakta zorlandı. Sanki sarhoş gibi gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu.
Çataldil ise gölgelik bir yerde avını tartarken, iki soğuk ışıltı eşliğinde bıçaklarını çıkardı. Birini fırlatmak için ucundan tutarken, diğerinin kabzasını zarif bir şekilde kavramıştı.
“Eh?” Çekilen bıçakların soğuk ışıltısı, goblinin dikkatini çekmişti ki aniden nefesi sert bir cisimle kesildi.
Zıp!
“Arrghhh!” Goblin, aniden boğazına saplanan bıçak yüzünden havasız kaldı. Kabilenin arka tarafındaki helada saldırıya uğramayı beklemediği, aniden netleşen sarhoş gözlerinden belliydi.
Zıp!
İkinci bıçak doğrudan kalbini hedef almıştı. Çataldil aniden önünde belirip, bıçağını saplarken ağzını kapatmasaydı, belki boğulma sesleri çıkarmaya devam edebilirdi.
“Devam edelim!” Arkadan gelen Adam, eliyle diğerlerini çağırdı. “Dikkat edin, daha fazlası olabilir.”
Çöplüğü geçtikten sonraki köşeyi döndüklerinde ise en adi parlayan taşlarla zayıfça aydınlatılmış koridorlara ulaştılar. Pek çoğu vardı. Etrafta kimse görünmüyordu ama koridor boyunca zayıf iniltiler duymak mümkündü.
Cehennemin derinliklerinden geliyormuşçasına ağlayan sesler ve onlara işkence eden kahkahalar birbirine karışmış gibiydi. Sonu yokmuşçasına uzanan alacakaranlık tünellere bakanlar, ürpermeden edemedi.
Adam hemen yanında çömelen Zebil ile bakıştı. Aynı şeyi düşünüyor olmalıydılar.
Tam hareke geçip etrafa bakacakları sırada bir tünelde hareket oldu.
İki goblin, hemen köşedeki tünellerden birinde, ellerinde bir şeyler taşırken belirdi. Loş ışıklar yüzünden belli olmasa da, tünellere açılan pek çok oyuk varmış gibi görünüyordu. Goblinler bir şeyler sürüyüp homurdanırken, oyuklardan birinden çıkmışlardı.
“Geri…” Adam fısıldadı. Burası oldukça iğrenç olduğu için herkes bir an önce ayrılmak istiyordu. Ama da bu seferi yöneten Kutsal Savaşçı olduğu için herkes emrine uymak zorunda kaldı. Bazıları geri çekilmek için pisliğin içine saklanmaktan bile geri durmadı.
Özellikle gelen goblinlere oldukça yakın olan Çataldil, sessizce öldürdüğü goblinle birlikte kendini pisliğin içine gömmekten bile çekinmedi. Üzerine oldukça goblin kanı da bulaşmış ve bu şekilde oldukça iyi gizlenebilmişti.
Elli beş kişilik grupları, iki goblinden korkacak değildi tabii ki. Adam sadece taşıdıkları şey yüzünden saklanmaya karar vermişti.
Evet, iki çirkin goblin kanlar içinde baygın bir dişiyi, bir beşeri sürüklüyordu. Sürüklenen dişinin, çoğu yolunmuş mavi saçlı başa öne düşmüştü. Ölü mü yoksa baygın mı olduğu tam belli olmuyordu. Sadece sürüklenirken geçtiği yerler kana bulanıyor, kan daha çok bacaklarının arasından ve karnından sızıyor gibiydi.
Daha da kötüsü, bu dişinin kolları ve bacakları kesilmiş ve yaraları dağlanmıştı! Kasıtlı yapıldığı belliydi!
Adam tam da çöplükte karşılaştıkları manzaradan daha kötüsünü görmeyeceğini düşünüyordu ki, şimdi yanıldığını anladı.
Adam da sık sık dayak yediği için dövülme yaralarını tanıyabilir, acıya aşina hissedebilirdi. Ama bu dişi sadece dövülmemişti. An ağır işkencelere maruz kalmış olmalıydı. Az önce kazığa geçirilerek öldürülenlere üzülmüştü ama şimdi yaşayanlar için daha endişeliydi.
Karşısına aldığı kötülüğün, ne kadar kötü; karanlığın ne kadar derin olabileceğini henüz idrak edememiş görünüyordu.
“Ahhrrr!”
Dişinin, neredeyse omuzlarından kesilmiş kollarına zorlukla tutunarak sürükleyen goblinlerden, sıska olanı homurdandı. “Çok ağır! Hemen de ölüyorlar. İşe yaramaz beşerler!”
Adam, zorlansalar da yeryüzünün ortak lisanını konuşmalarına şaşırdı. Ama bu sayede yuva hakkında daha çok şey duyabileceklerdi.
“Hmhp!” Beşeri taşıyan diğeri, burnundan soludu. ” Doğru söylüyorsun! Şuna bak, yavruyu doğurmayı bile beceremedi. Karnını kesip, çıkartmak zorunda kaldık!”
Sonra homurdanmaya devam etti. Açıkça bu işi yapmaktan memnun görünmüyordu.
“Bu beşer dişileri henüz çok genç. Güçlü hobgonlinleri doğurmaya nasıl dayansınlar? Çoğu ilk doğumda ölüyor. ilk doğumu atlatanlarsa… hehe…” Büyük bir kafası olan diğer goblin sırıttı. Anlaşılan aklına bir kötülük gelmişti. “Neyse ki etleri hala işe yarar. Öğütüp, çorba yaptıktan sonra diğerlerini besleyebiliriz. Hihihi…”
“Bunu şuraya atalım da bir an önce geri dönelim.” Sıska olanın acelesi var gibiydi. “Yaşlı adam, cesedi atarsak hızlı bir tur daha atabileceğimizi söyledi…”
“Tsk! Tsk! Bu kadar sıska olmana şaşmamalı, hiç bir fırsatı kaçırmıyorsun…” Kaca kafalı ona gülerken aniden zemindeki kan damlalarını fark etti ve duraksadı. Yeşil renkli goblin kanıydı ve hala buharı üzerindeydi.
“Hmm? Bu kan da nereden geldi?” Hemen etrafına bakacaktı ki önünde bir karaltı belirdi.
“Artık dayanamıyorum!” Barbara daha fazla saklanamadı. Bir kızın ki gibi narin ve güzel elleri şimşek gibi uzandı ve az önce acele eden sıska goblini, bir oyuncak gibi boynundan tutup kaldırdı. “Kimin işe yaramaz olduğunu söyledin?”
Bu bir soru gibi görünüyordu ama Barbara’nın goblinin cevap vermesini beklemeye niyeti yok gibiydi. Bir çatırtı sesiyle goblinin korkmuş bakışları donuklaşırken, boynu anında ezilmişti. Fırsatı olsaydı belki de, sana demek istemedim!, gibi bir şeyler söyleyebilirdi.
“S… Ss_Sen!” Koca kafalı goblin o kadar korkmuştu ki bir an için kaçmayı unuttu, hala dişi cesedi tutuyordu.
Şap!
Barbara ne ona baktı, ne de silahını kullandı. Hatta elini bile tam olarak kullandığı söylenemezdi. Elinin tersinin bir savruluşu ile goblinin ayakları yerden kesildi ve koca kafası, karpuz gibi havada dağıldı!
Bir kızın nazik elleri, şimdi Azrail’in soğuk tırpanına dönüşmüş gibiydi. Eceline susayanları, yollarına gönderiyordu.
“Eh?”
Goblin yuvası ilk başta sessiz değildi. Ayrıca sayısız tünel ve oyukla dolu, karmaşık bir yer olduğu şimdiden belliydi. Ama takat sesiyle uyarılan illa ki bir kaç goblin olacaktı.
“Hızlıca burayı temizleyin!” Adam saklandığı yerden çıkarken söyledi. “Sessiz olmayı unutmayın. Bütün yuvayı uyandırmamaya dikkat edin.”
“Haaa!”
Barbara, dev baltasını savururken yüksek bir savaş narası attı ve tünellere daldı.
“Bu kız!” Adam ne diyeceğini bilemedi. Az önce sessiz olun demedim mi?
Bir foşurtu ile Çataldil de saklandığı pislikten zıpladı. “Öf öf, Püf! Ne kadar iğrenç!”
Çataldil, tuttuğu goblini bir tarafa attı ve yüzündeki yeşil kanı silerken, iğrenmiş bir ifadesi vardı. İğrenç koktuğuna şüphe yoktu ama görünüşü Adam’a bir fikir verdi.
Özellikle goblinlerin yabancılara karşı hassas olduklarını hatırladığında, düşünceleri hızlandı. Hemen Barbara’yı takip etmeye hazırlananlara seslendi:
“Üzerinize biraz goblin kanı sürün!” Adam az önce ölen gobline doğru eğildi ve iki parmağını yeşil kana buladı. “Bu şekilde yüzünüze ve kollarınıza sürün. Kokumuzu gizleyebilir.”
“Tıpkı savaş boyalarımız gibi!” dedi hemen kalabalıktan birisi.
Adam gibi pek çoğu, akına başlarken yüzlerini çeşitli çamurlarla boyamışlardı zaten. Bu vahşi bir görünüm kazanmak ve canavarlara yaklaşırken kokuyu gizlemek amacıyla yapılan ve Savaş Boyası olarak bilinen bir şeydi. Ama düşmanın kanını kullanmak kesinlikle yenilikçi bir fikirdi.
Gerçi şu anda hepsi çeşitli canavarların kanıyla kaplıydı. Yol boyunca pek çoğuyla savaşmak zorunda kamışlardı. Goblinler onların kokusu alsa bile beşer olduklarını düşünmezlerdi. Sadece bir grup canavarın yuvaya saldırdığını düşünerek panik içinde kaçışırlardı.
Sonra herkes ölen goblinlerin başına üşüştü. Sahne aniden şiddetli bir hale dönüştü. Yeni öldürülen üç goblin, kanları için hızlıca parçalarına ayrıldı. Bu cılız goblinlerin kanları, elli beş kişiye nasıl yetsin?
Tekeş boynuna doladığı uzun bir goblin bağırsağı ile kalabalıktan çıktığından, Adam’ın daha fazla söyleyecek bir şeyi yoktu.
“Hadi şu tarafa gidelim…” Zebil’in adamı Aman da bir gurup savaşçıya önderlik ederken, “Oyuklarda daha fazla goblin olmalı!” gibi bir şeyler söylüyordu.