Adam az önce geçtiği goblinleri hiç umursamadı, çünkü takip ettiği gölge gittikçe hızlanıyordu ve kaybolmak üzere gibiydi. Artık her köşede, her dönüşte ucu ucuna yetişiyor, her seferinde biraz daha aranın açıldığını hissediyordu.
“Beni bekle Adam!”
Barbara’nın sesi arkasından geldiğinde, tüm dikkati önünde giden gölgedeydi. Sırtına doğru esen rüzgarı hissettiğinde, Barbara’nın dev baltasını salladığını çoktan anlamıştı.
Daha hızlı koşmalıyım! diye düşündü. “Kesinlikle hızlandı. Gittikçe geri kalıyorum. Bu gidişle onu kaybedeceğim!”
Barbara’yı bekleyecek zaman yoktu.
Adam bir elinde mızrak, diğer elinde parlayan taşla soluk soluğaydı ama gölgeye ayak uydurmakta gittikçe zorlandığını fark etti.
Adam kendi boğuk nefesi ve patlayan kalp atışları yüzünden kulağında bir uğultuyla koşarken, gölge gittikçe hızlandı ve bir nokta da görüş alanını terk ederek tamamen karanlığa karışıp, kayboldu.
Gitmişti! Öylece hızlandı ve yok oldu…
“Hayır!” Adam nefes nefese yavaşladı ve elleri dizlerinde iki büklüm durmak zorunda kaldı. Diğerlerinin de yetişmesi için beklerken, “Tekrar kaybolduk mu?” diye düşünmeden de edemedi.
“Hayır, çoktan iki goblin gördük bile! Yuvalarına yakın olmalıyız.” Adam tekrar düşününce rahatladı.
Sadece kaba solukları hafiflediğinde etrafına bakabildi ve hemen bazı ipuçları yakaladı. Zaten gelmişiz, diye düşündü. Demek hayalet bu yüzden kayboldu… Ama o şey de neydi?
Adam sadece şimdi, goblin yuvasının yerinden emin olduktan sonra kendisine yol gösteren garip varoluşu düşündü. Çok tehlikeli bir şey yaptım değil mi? diye kendini sorgulamadan da edemedi.
“Hey Güzel Çocuk! Beni bekle dedim, duymadın mı?” İlk yetişen Barbara’ydı. Görünüşü, Adam’ın bitkin haliyle tam bir uyumsuzluk içindeydi. Sanki etrafta gezintiye çıkmış gibi bir hali vardı. “Hem neden bu kadar hızlı koşuyorsun? Goblin öldürmek için acelen varsa beni de beklemelisin!”
Adam, Barbara’yı görünce sevinmeden edemedi. Onları bekleyen savaşta ana güçlerden biri olacağına şüphe yoktu.
Şimdi o varlığı düşünmenin anlamı yok, diye düşündü tekrar, kafasını toplaması gerekiyordu. Önce bir plan yapmalıydı.
“Merak etme, hedefimize ulaştık,” diyerek onu rahatlatmaya çalıştı.
Zebil, Demirderi, Çataldil ve Aman’dan oluşan elit ekip de Lilith’le beraber yetişti hemen. Hızlı tempoya rağmen, Lilith’i korumayı unutmamışlardı.
“Ne oldu?” Zebil’in bakışları Adam’a kilitlenmişti ama sözleri herkes içindi. “Goblinleri bulduk mu? Eğer hala emin değilsek, geri dönebiliriz. Derinlerde goblinlerden daha tehlikeli şeyler olduğunu bilmiyorsunuz…”
Sadece Zebil ve Lilith gibileri yaptıkları bu gezinin ne kadar tehlikeli olduğunu biraz biliyordu. Bir de buralarda başıboş koşturmak mı? Yaşamaktan sıkılmış olmalıydılar.
“Gelmiş olabilir miyiz?” Lilith de sordu hemen. Yüzü biraz solgundu. Bedenine göre dikilmiş deri kıyafeti vücuduna yapışmış, baştan çıkarıcı figürünü iyice vurguluyordu. Beli basit bir metal plakayla sarıldığı için daha da ince görünüyor, çoktan büyümeye başlamış göğüslerini ve poposunu abartıyordu. Altına giydiği savaş eteği sayesinde, taşıdığı asayla bile özgürce koşabiliyordu.
Adam, cevap vermeden önce figürüne tekrar bakmadan edemedi. Açıkta kalan pürüzsüz bacaklarından aşağı süzülen ter damlaları bile onun ne kadar yorulduğunu göstermeye yetiyordu.
Şimdi belli belirsiz bir umudun peşinden koşmak için onu terk ettiğini hatırladı. Kaşları çatıldı, yüzü düştü.
Bir an için kendi yorgunluğunu unuttu ama başka türlü bir yükün altında ezildiğini hissetti. Bir an için, ona nasıl olduğunu sormak istedi ama boğazı düğümlendi.
Ona ne demeliyim, diye düşünürken kayıptaydı. “Geldik…” diyebildi sadece.
Ayrıca burada her saniye daha fazla insan toplanıyordu. Özel şeyler konuşmak iyi değildi.
“Hey Şef, zaten fark etmediniz mi?”
Bu sırada Çataldil’in sesi de duyuldu. Hazineden seçtiği iki bıçağı, belinin iki yanına asmış ve tıpkı Adam gibi hafif bir zırh seçmişti. Başını örten kalın kapüşon, alnına kadar sarkıyor, fıldır fıldır dönen gözlerini ve yüzünün geri kalanını gölgeliyordu. Artık daha bir gizemli göründüğünü kabul etmek gerekiyordu.
“Bir şey mi anladın kardeşim?” diye sordu Zebil.
Adam da ona konuşması için bakıyordu. Kendi açıklamasını yapmadan önce tam olarak ne keşfettiğini bilmek istedi.
“Cidden kokuyu almıyor musunuz? Burun deliklerim alev almak üzere… Aslında nasıl bu kadar rahat dinlendiğinize şaşırıyorum.” derken, yorgunluktan ağız dolusu havayı içine çekmeye çalışan kalabalığa göz gezdirdi.
Zebil, Lilith ve diğerleri hemen şaşkınlıkla ağızlarını kapatıp burunlarıyla nefes almaya başladılar. Kısa bir süre koşsalar da çok hızlı koştukları için nasıl nefese kalmaları normaldi.
“Demek böyleydi…” Zebil, tüneli dolduran iğrenç kokuyu aldığında yüzü çarpıtılsa da gözleri anlayışla parladı.
Lilith de derin bir nefes aldı ama hemen “Öhö öhö! Ne iğrenç bir koku bu! Leş gibi; kan, irin ve kokmuş ceset gibi her şeyin bir karmaşasına benziyor.” Zorlukla yükselen midesini bastırmakta zorlanıyordu. Kusmamak için direnirken yüzü yeşile döndü.
Akındaki erkeklerin yüzleri ekşirken, dişilerin durumu daha da kötüydü. Mine ve bazıları çoktan kusmaya başlamıştı bile…
Hava gerçekten ağırdı. Göğüslerindeki yanma geçer geçmez Adam da kokuyu fark etmişti. Aslında beşerlerde biraz kokardı. Sonuçta temizlik anlayışı kıttı. Fakat buradaki tamamen başka bir seviyedeydi. Sanki koku, kimsenin yaklaşmaması için bir silah olarak kullanılıyordu.
“Öhö! Öhe! Geldim… beni bekleyin….” Bu sırada toplanan kalabalığın arkasından bir ses duyuldu. Son gelen, adeta yürüyen demir bir topaca benzeyen Tekeş’ti. “Sonunda yetiştim,” derken, kendini Adam’ın önüne zar zor atmışa benziyordu.
“Dur bi soluklan!” dedi Adam, hızla koluna tutundu ve oturmasına yardım etti.
“Ahh, Adam çok hızlı koştun! Harekete geçtiğinde neden bu kadar vahşisin! Biraz daha sakin olamaz mısın?” Tekeş, düşen bir boğa gibi yere çöktüğünde zemin hafifçe sallanmıştı. “Sizin için bu kadar kalın giyinmemeliydim….”
Tekeş, her zaman iri cüssesine güvendiği için koruma işini yapmaya karar vermişti. Belki de canı tatlı olduğu içindir, abartmış görünüyordu. Bulabildiği an ağır zırhı, en dayanıklı kalkanı ve en güçlü baltayı kuşanmıştı. Sıradan yürüyüş ya da hafif tempo sorun değildi ama depara kalkmak, kesinlikle şu anki içgücü ile kaldırabileceği bir şey değildi.
Adam’ın akıncı ordusu iyi donanımlı olsa da gelişim açısından kötüydü. Kendi güçlerini geliştirecek zamanları olmadan tehlikeli bir maceraya atılmışlardı.
Adam, nefes almakta zorlanan arkadaşına baktı. İri cüssesi nedeniyle yuvarlak görünümüne aldanmamalı, diye düşündü. Boyu çoktan iki metreyi geçmişti. Şimdilerde iki buçuk metreye ulaşan Barbara’ya yaklaşıyordu ve bu gidişle onu geçmesi de uzun sürmeyecekti.
İri kolları ve güçlü bacakları vardı. Belki de kafası kocaman olduğu için boynu da çok kalındı. Nefes alıp verişleri özellikle güçlüydü. Tıpkı bir boğa gibi ağzından çıkan buhar, birkaç metre öteye ok gibi püskürüp, kendi üzerine kıvrılıyordu.
Tembel bir kurbağadan yavaş yavaş azgın bir boğaya dönüşüyor gibiydi…
“Hehe… Birazcık koşmaktan zarar gelmez. İçgücün daha iyi dolaşır!” dedi Adam, omzunu tutarken. “Bak eğitimin şimdiden işe yaramış gibi…”
Tekeş’i iç mağaraya getirdiğinden beri kendi eğitimini ona da öğretmişti. Tekeş’in çok tembel olması üzücüydü. Akından önce sadece birkaç kez zorlukla uygulamıştı. Ama sonuçlar şimdiden iyiydi.
“Hiç bahsetme!” Tekeş, Adam’ın eğitimi gibisini görmemişti. Cehennem azabıydı resmen. Sadece düşünmesi bile daha yorgun hissetmesi için yeterliydi. Hemen geriye doğru devrilip, iyice yatmaya karar verdi. “Bensiz gidebilirsiniz millet! Ben biraz kestiriyorum…”
Onun için sadece yemek yemesi ve uyuması yeterliydi. Eğitime falan ihtiyacı yoktu. Hem onu kandırdığı gibi zayıfladığı falan da yoktu. Daha da irileşmiş gibiydi. “Hmm…? Bu da ne?”
Yere uzandığı sırada bir şey fark etti. “Bunu duyuyor musunuz? Sesler var, çok yakında…”
Adam da meraklandı ve kulağını yere bastırdı.
“Sessizlik!” Zebil herkese bağırırken, kokunun üstesinden gelmeye çalışıyordu.
Adam, zayıf titreşimler duydu önce. İyice dikkatini verdiğindeyse bazı boğuk iniltiler duymayı başardı.
“Şimdi…” Hemen ayaklandı ve kalabalığa baktı. “Yavaşça yaklaşıp durumu göreceğiz. Düşmanımızı tanımadan saldıramayız.”
“Hmm.” Zebil de başıyla onayladı. İşler şimdi ciddileşmişti. Tıpkı yolda savaştıkları canavarlar gibi belki de en tehlikeli canavarla yüzleşmek üzerelerdi.
“Taşları değişirin!” Adam, harekete geçmeden önce talimat verdi. Artık topyekûn savaş moduna giriyorlardı.
Hemen bütün ordu en parlak taşları keselerine doldurdu ve her beş kişiden sadece birisi loş bir taş tutmaya devam etti.
Mağara hemen daha da karardı. Herkes gözlerinin alışması için bir kaç dakika daha dinlendikten sonra hareke geçildi.
Adam, Zebil ve Çataldil gibi ses çıkarmayan bir kaç kişi en önden gitmeye devam ederken, Lilith, ordunun ortasına geri çekildi. Asasını hazır durumda tutuyordu.
Çok geçmeden leş gibi kokunun yayıldığı her türlü pislikle dolu, rutubetli bir mağaraya gelmişlerdi. Burası yeraltı suları, kan ve irin gibi her türden sıvıdan oluşmuş bir birikintinin içinde her çeşit kemik, dışkı ve artık olan son derece kokmuş bir yerdi.
“Etrafından dolanın!”
Burası yuvanın pisliklerini attığı bir yere benziyordu. Çeşitli hayvan artıkları, ölü goblinler hatta beşer kemikleri dahil her şey vardı.
“Aaahhh!” Bir dişinin boğulmuş çığlığı duyuldu hemen. “Orda… Orda beşerler de var!”
Adam da baktı. Bağırıp düşen Mine adındaki minyon dişiydi. Her beşer gibi güçlü bir midesi olması gerekiyordu ama önündeki manzara karşısında bir an için kendini kaybetmişti. Düştüğü yerde hemen ağzını kapatsa da olan olmuştu bir kere.
“Cehennem! Bu cesetler daha taze sayılır!”
“Kazığa geçirilirmiş o kadar çok kafa var ki…”
“Sessizlik!” Barbara konuşanlara şiddetle baktı. Önündeki vahşi manzara karşısında sadece kaşları çatıp, sakin kalabilen bir kaç kişiden biriydi.
Adam ve diğerleri hemen eğilip, etrafı kolaçan ettiler. Kimse görünmüyordu. Bu iyiydi. Henüz yuvaya tam girmemiş olmaları muhtemeldi.
Sonra bu çöplük gerçekten de sinirlerin gerilmesine sebep olmuştu. Burası bir çöplük değil, Adam’ın tabiriyle bir mezarlıktı!
Sorun kemikler değildi elbette. Orada her türlü kemiğin yanında, bir bütün olarak kazığa oturtulmuş beşerler olmasıydı. Üstelik bedenleri daha taze görünüyordu. Belki de canlı canlı, acı çekmeleri için kazığa oturtulmuşlardı.
Yüzlerindeki korkunç ifade nasıl bir dehşet içinde öldüklerini göstermeye yetiyordu.
Ayrıca mızrakların ucuna asılmış sayısız kafa da vardı. Bazıları Adam’ın hiç görmediği çeşitli canavar kafaları olsa da çoğunlukla beşer kafalarıydı. Bir bakışta elliden fazla vardı.
“Korkutmak için olmalı…” Adam sakin kalmaya çalışırken düşündü. Eğer tüm girişler bu şekildeyse…
Pis koku, öldürülen çeştli canavarların artıkları hatta beşerler… Hepsi goblin yuvasını çeşitli tehlikelerden korumaya yarayan doğal bir savunma hattı olabilir diye tahmin etti.
Adam daha fazla bu manzaraya dayanamadı. Yumruklarını sıktı ve sessizce etrafından dolanmaya devam ederken, ifadesi soğudu.