goblin yuvası, goblinlerin yaşadığı yerdir

28: Bir Şaka Bir Kafa

  • HiperTale
  • 6 Nisan 2024 14:24:37
  • 0 yorum
  • 6

Bu bölüm ve takip eden bölümer aşırı şiddet, kan ve cinsel vahşet içermektedir. Zayıf bünyelerin okuması tavsiye edilmez. 18 yaşından küçüklerin okuması yasaktır.

Goblinin karanlıkta birden bire kayboluşunu kimse fark etmemişti.

Kendisine çarpan ateş topu birden patlamış, çirkin ve yeşil bedeni bir anda tutuşmuş bir meşaleye dönüşmüştü. Hiç bir savunması olmayan zayıf bir goblin olarak (özellikle çıldırdığı için ateş topunu kafa atması nedeniyle) yanarak kömürleşmesi ve hemen ölmese de ağır şekilde yaralanması gerekirdi. Ama alevler tüm bedenini kapladığında, adeta bir şey tarafından emilmiş gibi, goblinin kendisiyle beraber yok olmuştu…

Bu gizemli olayı kaçıran beşelerse, “Hu! Hu! Hu!” sesleri eşliğinde, ağaçlardan inen ataları gibi karanlığa hücum ediyorlardı.

Herkes en öndeki Adam’ı takip ederken, onun neyi takip ettiği ise kaybolan goblinden bile daha gizemli görünüyordu.

“Kaybolmasına izin veremem!” Adam görüş alanından hızla sürüklenen, belli belirsiz bir varlığı kovalarken, “Hızlı olun!” diye arkasındakilere de bağırmayı ihmal etmiyordu.

“Sonunda çıldırmış olabilir mi?” diye söylenen Zebil, “Azman’ı gönderdiğimde kafasına fazla vurmaması için uyarmalıydım.” dedi pişmanlıkla. Kendisiyle beraber bizi de öldürtecek!

Zebil’in hemen önünden giden Lilith de Adam’ın hareketlerine anlam vermeye çalışıyordu. Zebil’in şikayetlerini de duyunca kaşlarını iyice çatmadan edemedi. Her ihtimale karşın, asasını daha sıkı kavrar olmuştu.

Uzun adımlarla sadece Adam’ın arkasında ama tüm sürünün önünde koşan Barbara ise Adam’ın bağırışlarıyla her seferinde ürperiyordu. “Çok heyecanlı be!” diye bağırırken, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

Adam’ın neyi, neden yaptığı ile hiç ilgilenmiyor; son derece tehlikeli yerlerde, çılgınca koştukları ve rastgele bağırdıkları için eğlenmekten kendini alamıyordu.

Elli beş kişilik beşer ordusu en fazla iki ila üç kişinin yan yana durabileceği nispeten dar tünellerde ileri geri koşuşturuyordu. Kıvrımlı tünellerde keskin dönüşler yapıyorlar, önlerinde parlayan taşların loş ışıltısıyla oluşan gölgeleri takip ederken, arkadan gelenler tarafından ezilmemek için var güçleriyle koşuyorlardı.

Hızlı tempolar nedeniyle bir başka yol ayrıma ulaşmaları uzun sürmedi. Bu sefer tereddüt edecek zaman yoktu. Adam sadece önünde süzülen ve görünüşe göre sadece kendisinin “görebildiği” gölgeyi takip etmeye devam etti.

“Hım?” Devriye sırası kendinde olduğu için yuvanın yakınlarında dolaşan iki küçük goblinden birisi, dikkat kesildi.

Eski püskü deri parçaları üzerlerine delik deşik metal parçaları geçirmişlerdi. Kafalarına geçirdikleri miğferlerse, daha çok iki parlak tencereye benziyordu.

Diğer goblin hemen işkillendi ve kafasına geçirdiği tencereye benzeyen miğfer yüzünden aşağı sarkmış, iki uzun ve sivri kulağını dikleştirdi. Birinde eski bir kılıç yarasına benzer yırtık vardı.

Elindeki basit mızrağı kaldırarak, “Bir şey mi duydun?” diye sordu.

“Şşşt!” dedi diğeri, elleriyle işaret etti. Sanki önemli bir şey fark etmiş gibi ciddi bir ifadesi vardı. “Yırtıkkulak, sen de fark ettin mi?” diye sorarken, pörtlek gözleri fıldır fıldırdı.

Goblinler karanlıkta oldukça iyi görürlerdi. Bu yüzden herhangi bir meşale ya da parlayan taşlar gibi şeyler taşımazlardı. Zira en başta karanlığın yaratıklarıydılar.

Goblin, çirkin yaşlı cadılarınkine benzeyen ve yüzünü neredeyse boydan ikiye ayırmış gibi görünen uzun burnuyla derin bir soluk aldı.

Etkileyici gece görüşlerinin yanı sıra, koku alma duyuları da oldukça keskindi. Özellikle kendilerinden olmayan şeyleri iyi koklarlardı. Kendilerini koklamamalarınınsa, iyi bir sebebi vardı…

“Nn… Ne var?” diye sorarken, diğeri kekeledi. Etrafına dikkat ederken, pörtlek sarı gözleri karanlıkta parlamaya devem ediyordu. Burun deliklerini sonuna kadar zorladı ama günlerdir dokunulmamış hayvan ölüsüne benzeyen kendi kokusu ve idrar gibi her türlü pis kokulu vücut artığını andıran diğerinin leş gibi kokusundan başka koku almayı başaramadı.

Orantısız yüzünde hemen ekşi bir ifade oluştu ama yabancı bir koku almadığı için de rahatladı.

Hele o merak ettiği yakınlardaki kara akreplerin, paslanmış metal gibi soğuk ve delici kokusunu hiç almamıştı.

“Hehe…” Onun iyice gerilen çirkin yüzüyle eğlenen diğer goblin ise kendini beğenmiş bir şekilde elini bacaklarının arasına götürdü. Orayı iyice bir ovuşturup, sonra da koklayarak sarhoş olmuş gibi davrandı. “Becerdiğim dişi beşerin kokusu hala burada! Kokusunu nasıl almazsın, Yırtıkkulak? Yoksa kulağın gibi burnun da mı kesildi? Tsk! Tsk!”

Diğeri onu duyduğunda, “İğrenç…!” diye salyalarını etrafa saçarken, hemen anlaşılmazı zor küfürler geveledi ve mızrağının sapıyla onu dövmeye yeltendi.

“O boynuzlu fahişeyle yattığından beri çok zaman geçti. Ne kokusundan bahsediyorsun!” diyerek onu tersledi. “Gören de tek seferde gebe bıraktığını sanır!”

“Burda burda,” diyerek elini ona doğru tuttu, “inanmıyorsan kokla!” diyerek onu kışkırtmaya devam etti.

“Bekle sen bekle…” derken, yırtık kulaklı goblinin yumrukları sıkılmıştı ama kanlanmış gözlerle diğerinin bacaklarının arasına bakmadan da duramadı.

Yakalanan beşer dişilerle çiftleşemediği için diğerlerini hep kıskanıyordu. “Gök Yıldırım Mağarası’na baskına gidemedim. Eğer yuvayı korumak için geride kalmasaydım beş, hatta on tane dişi yakalardım.” Yumruklarını sıktı. “Onları o kadar çok becerirdim ki en az yarısı gebe kalırdı! Hmph! Bir de kendine bak, hiç bir şey beceremedin! Tühh! Beceriksiz!”

“Tsk! Kıskanç sağır! Ne biliyorsun, becerdiğim dişi çok küçüktü bi kere!” derken haklı bir ifadesi vardı. ” Ama gebe kalması an meselesi!” Dişi kölelere sırayla hallendikleri için, şimdi o kıvırcık saçlı küçük fahişeyle başkası eğleniyor olmalı, diye aklından geçirdi.

Bu sefer geri döndüğümde kan gelinceye kadar durmayacağım, diye düşünürken ifadesi çarpıktı. Bakalım hala gebe kalmamaya cesaret edebilecek misin?

“Hehe! Daha çok beklersin!” Bu sefer dalga geçme sırası Yırtıkkulak’da idi. Onun çarpık sırıtışına bakarken, ne düşündüğünü nasıl bilemezdi? “Beşer dişilerinin de goblin dişileri gibi istedikleri zaman gebe kaldığını düşünüyorsan, aptalın önde gidenisin demektir!”

“Aptal sensin!” diye hemen karşılığını yapıştırdı ama sonra da meraklandı. “Peki nasıl gebe kalırlar?”

“Ben nerden bileyim aptal!” Ters ters bakmakla yetindi.

Bir de bana soruyor! Sanki bilsem sana söylerim! Sıram geldiğinde birini gebe bırakırdım ve tıpkı o kibirli yaşlı gibi benim de bir sürü hobgoblin yavrum olurdu.

Yuvada bu konuda bir şeyler atıp tutan yaşlı bir goblin vardı. Ondan bazı şeyler duymuştu sadece. Kendisinin beşten fazla hobgoblin yavrusu olduğunu iddia etmekle yetinmiyor, hatta şu anki Ogre Şef Gork’un bile kendi yavrusu olabileceğini ima ediyordu.

Kıçım! Şefimizn yaşı hepimizden büyüktür, diye düşünen Yırtıkkulak, a yaşlı bunağın pek çok konuda yalan osurduğunu biliyordu. Umarım beşer dişileri gebe bırakmak hakkında söyledikleri doğrudur.

Sadece, tohumlarını ekmesine müsaade edilmedi.

“Ahhrrrr!” hatırladıkça boğuk hırıltılar çıkarırken, çirkin ama güçlü dişlerini sıktı. İnce ama uzun diliyle arada sırada yaladığı upuzun köpek dişleri, ağzına zorlukla sığıyordu.

Savaşa katkı yapmadığı için yakalanan dişi kölelerle eğlenmesine izin verilmedi.

Neyse ki erkek kölelere aldırış eden yoktu.

Yırtıkkulak, yaptıklarını düşününce biraz olsun gevşedi. Henüz olgunlaşmamış genç oğlanlar bile goblin dişilerden daha iyiydi…

Elleri ayakları bağlanmış, sırtı kırbaç yaralarıyla delik deşik olmuş oğlanlar. Onları istediği gibi cezalandırabilirdi. Bir kayanın üzerine yatırarak domalttığı, çelimsiz beşer oğlanla nasıl eğlendiğini düşündü bir an için. Kanı bir kez daha kaynadı, aşağıda hararet hissetti.

Uğursuz gülümsemesi çirkin yüzüne tam yayılacakken, bok yemiş gibi ifadesi aniden karardı. Yumruğunu bacaklarının arasında yükselen şeye sertçe indirdi. “Bir işe yaramadın!” Bu küçük jinler kendilerine bile acımasızdı.

Bacakları gevşeyinceye kadar yaptığı ‘aktiviteyi’ düşününce, “Hepsi boşa gitti…” diye söylenmeden de edemedi yine. Anlık zevklere yenilmiş, değerli yeşil tohumlarını yine çorak araziye ekmişti.

Sonra tekrar dişi goblinleri düşündü. Bir an için o kadar da kötü olmadıklarını hissetti. En azından yeni yavrular doğurabilirlerdi.

Aslında dişi goblinlerde herhangi bir sorun yoktu. İstedikleri gibi gebe kalabilirler ve tek seferde birden fazla yavru doğurabilirlerdi. Beşerlere göre üretkenlik daha iyiydi ama doğurdukları yavrular, sıradan goblinler olurdu. Ama bu yine de sorun değildi. Zira yuvada sıradan goblinlere de çok ihtiyaç vardı.

Ayrıca şansı yaver giderse tıpkı şefleri gibi evrimleşebilirlerdi.

Sadece… çok çirkinlerdi. O kadar çirkinlerdi ki, Yırtıkkulak, kendisinin bile daha güzel olduğunu düşünüyordu.

Sadece hayatta kalan ruhpanları hariç. O istisnai bir goblindi…

Hayır hayır, beşer oğlanlar daha iyi!

Goblin düştüğü ikilem yüzünden çıkmaza girdiği için aniden öfkelendi. Küçük beyni, kimi becermesi gerektiği ile alakalı karmaşık soruları düşünmekten hararet yapmıştı.

Ayrıca sanılanın aksine goblinlerin şehvetinin anlamı sadece tatmin olmak kadar basit değildi. Her küçük goblinin şehvetinin arkasında aslında gizli bir içgüdü de vardı. O da bağlı oldukları yuvayı güçlendirme, bir şekilde katkı yapma güdüsüydü. Sadece yeni bir hobgoblinin doğmasına katkı yapabilirlerse, gerçekten tatmin olmuş hissederlerdi.

Belki aklı diğerlerine zorbalık etme, yok etme, bozma ve yozlaştırma gibi kirli düşüncelerle doluydu. Kendisinden daha güçlü, daha güzel ve daha “iyi” beşer dişilerini fethetmeyi, onları bastırmayı arzuluyordu. Ama tüm bunların arkasında en saf ve basit bir duygu vardı.

Babalık gibi saf duyguları yoktu elbette. Hatta doğan hobgoblin babasının kim olduğunu öğrenirse, bu küçük goblinin oracıkta öldürülme olasılığı hayli yüksekti.

Sadece güçlenme arzusuydu bu. Toplulukları ne kadar karmaşık, ilişkileri ne kadar çeşitli olursa olsun, arkasında hep bu basit nedenle hareket ederlerdi. Sıradan bir goblin olarak gelecekleri sınırlıydı. Kişisel güçlerinin limitleri vardı. Lakin bir araya gelerek oluşturdukları ve hep, “Büyük Goblin” olarak düşündükleri yuvalarını güçlendirebilirlerse, bu kendilerini güçlendirmekle aynı şeydi.

Yaptıkları her hareketi etkileyen bu basit duygu açsından, aslında beşerlerden o kadar da farklı değillerdi…

Evet, onlar belki de kötüydü ama kötülükleri, tıpkı her istediğini yapmaya alışmış ve sonucunu önemsemeyi henüz öğrenememiş küçük çocuklarınki gibiydi. Belki de hiç öğrenemeyeceklerdi. Belki de kaderlerinde hiç olgunlaşmamak vardı.

Belki de diğerlerinin olgunlaşması için varlardı…

Dalga geçilen gobline geri dönmek gerekirse, sanki birden fazla kişiliği varmış gibi duyguları bir süre inip çıkmaya devam etti. Kendi kendine mırıldandı, mutlu oldu sonra tekrar sinirlendi. En sonunda pes edip, merakına yenildi. Zayıf iradesi, bedenine galip gelmeyi yine başaramadı.

“Getir bakayım…” derken, uzun burnunu diğerinin avcuna gömdü ve derin bir fırt çekti. Dalga geçilmekten nefret etse de hala bir dişi beşerin kokusuna hayır diyemiyordu. Koklar koklamaz, “Öhöh! Öhe! Öhe!” diye öksürürken, geriye doğru sendeleyip düşmesi bir oldu. Sanki boğuluyormuş gibi elleri boğazındaydı.

“Yanlış, yanlış yer…” diyerek zorlukla konuştu. “Arka tarafına sürtmüşsün!”

“Hihihihihih Ha Ha Ha!” diğeri o kadar çok güldü ki, yere düştü. Azmış goblinler bu numaraya hep kanıyordu. Az önce kendisi koklarken nefesini tutmuştu. Arkasına sürttüğü elini kendisi koklasa bile bayılırdı. “Sana kokuyu vereceğimi mi sandın? Bokumu kokla! Tsk! Tsk! Tsk!”

Biri az önce kokladığı zehirli koku yüzünden yerde hala başı dönüyor, diğeri ise aşırı eğlenmeden yerde karnını tutuyordu.

Sonraki her şey, bir anda oldu…

Blob! Blob!

Büyük, güzel bir parlayan taş gözlerini geçici olarak kör ederken, onu tutan birisi aralarından şimşek gibi geçmişti. Gölgesini bile göremediler.

Daha ne olduğunu anlayamadan, önce “Vuvvv!” diye esen rüzgarın sesini duydular ve sonra boyunlarında hissettikleri metalin ürpertici soğukluğu ile havaya yükseldiklerini hissettiler.

“Beni bekle Adam!”

Son olarak da hep görmek istedikleri bir dişi beşer gördüler. Açıkta kalan uzun ve pürüzsüz bacaklarıyla koşuyor, yeşil kana bulanmış büyük baltasını sürüklerken, uzaklaşan parıltıya sesleniyordu. Sesi, az önce uçup giden ruhlar için melodi gibiydi.

Şangırt!

İki tencere yuvarlandığında bir sürü beşer yanlarından geçti. Boyunlarına astıkları kabuklu böceklerden yapılma düdükleri kullanma şansları bile olmaması üzücüydü.

Yırtıkkulak’ın aklından geçen son düşünce ise, kellesini alan o güçlü ve iri dişinin ne kadar güzel olduğu idi. Ahh… Tıpkı şefimiz Gork gibi, bir dişi böyle görünmeli…

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset