“Vay canına bu mağara çok iyi…”
“Sarhoş eden üzümler ve goblin etleri ile sonunda karnımız da doydu…”
“Çok yaşa Şef Adam!!!”
Beşerler lezzetli goblin etleriyle karınlarını doyururken eğleniyorlardı.
“Goblin etlerini yedikçe neden daha da güçlenmiş hissediyorum?” diye birisi sordu.
“Karnını doyurduğun için enerji dolu olman normal değil mi, aptal!”
“Doğru doğru…”
Önceden hep cılız mağara yosunlarını ve açlıktan ölmüş akrabalarını yiyerek yaşamaya çalışıyorlardı. Açlıktan ölmüş birisinin etinde ne kadar enerji olabilirdi ki? Bu yüzden et yemenin belirgin faydaları ancak şimdi, goblinler gibi enerji dolu yaratıkları yediklerinde ortaya çıkıyordu.
Goblin ordusu ile yapılan savaş bitmiş, üzerinden bir günlük bir süre geçmişti. Şimdi beşerler iç mağaranın her yerini doldurmuş, etrafta geziniyorlardı. Dış mağaradan buraya parlak taşlardan bir yol açılmıştı. Beşeler aşağı yukarı sürekli hareket halindelerdi.
O gün Demirderi de bir gurup destekle ortaya çıkmıştı ama çok geç kalmıştı. Sadece Adam’ın Azman’ın katilini acımasızca öldürüşüne şahit oldular ve etkilenmeden edemediler.
Zebil ve Adam biraz zorlama da olsa üstünkörü bir anlaşmaya vardıkları için geri gitmelerine de gerek kalmamıştı. Daha sonra hızlı hareket ettiler ve dış mağaradan buraya gelen yolu parlayan taşlarla aydınlattılar.
Beşerler artık özgürce iki mağara arasında gidip gelebiliyorlardı.
Şimdi buzu kazmak için sırası gelen bir gurup talihsiz dışında, herkes iç mağaraya doluşmuştu. Eski sakinliğini yitirmiş, her yer cıvıl cıvıldı. Barbara, Tekeş ve Lilith’in desteği ile karmaşa çıkması önlenmiş, kaynaklar eşit olarak paylaşılıyordu.
“Şu demirden yapılmış kılıca bak!” Simsiyah bir kılıcı sallayan bir kişi yanındakine bağırdı. Gölden yeni çıkarmış, herkese hava atıyordu. “Üzerinde tılsımlar bile var!”
“Tsk!” Çoktan tepeden tırnağa silahlanmış birisi onu hemen küçümsedi. “O da bir şey mi? Sen şu gösterişli zırhıma bak!” derken çok gururluydu. “Senin o küçük kürdanın bana ne yapabilir ha? Savunmamı arttıran tılsımlı zırhımı delip geçebilir mi?”
“Hmph!” Diğeri ayaklarını yere vururken, “Ben de zırh istiyorum!” dedi ve tekrar göle atladı.
“Ha, şu kurbağaya bak! Daha hızlı yüzmeliydin, son zırhı ben aldım… ”
Diğerlerinin karşı çıkmasına rağmen Adam, isteyen herkesin göldeki silahlardan seçmelerine izin vermişti. Tabii ki sadece silahlar ve zırhlarla sınırlıydı. Adam çoktan göldeki tüm parlayan taş ve altınları kendi özel mağarasına taşıtmıştı.
Eğer istediğinizi gölde bulamazsanız, iki seçeneğiniz vardı. Birincisi ona önceden sahip olan birinden zorla almayı deneyebilirdiniz.
Böylece sadece en güçlüler en iyi silah ve zırhlara sahip olacaktı. Adam’a göre bu doğal bir eleme süreci olacaktı. Nedenini ise şimdilik kimse bilmiyordu…
Diğer seçenek ise iç mağara şefinin, yani Adam’ın özel zulasıydı. Aslında en değerli silahlar oradaydı. Gölde sadece sıradan silahlar kalmıştı. Lakin topluluk henüz bunu fark etmemişti, çünkü taş ve kemiklerden sonra bronz, demir ve metal silahlar büyük bir ilerlemeydi.
Ne kadar yüce gönüllü olsa da yine de bir sınır vardı. Kimse göldeki tek bir altına ya da parlak taşa dokunmamalıydı.
Bu Adam’ın kırmızı çizgisiydi.
Altınların kabile için kullanılacağını söylemiş ve herkesi uyarmıştı. Etrafta gezen gözleri ve kulakları, kuralları çiğneyenleri dövmekten çekinmezdi. Tekeş bu işi özellikle sevmişe benziyordu…
Kimse Adam’ın ne düşündüğünü bilmiyordu.
“Duydunuz mu?” Başka bir gurup arasında fısıldaşıyordu. Biraz uzakta, göl kenarına yakın yüksekçe bir oyuğa, çaktırmadan bakıyorlardı. Buraya açılan tünellerden biri gibi görünüyordu ve ağzı, asmalarla perdelendiği için, içinde olup bitenleri göremiyorlardı.
“Bu mağarayı Adam bulduğu için, buranın şefi olmasına karar verilmiş…”
“Tüh tüh…” Başka birisi hemen dizlerini yumrukladı. “Tünelleri hep merak etmiştim. Keşke biraz daha cesur olsaydım ve burayı önce ben bulsaydım. O zaman ben şef olurdum ve Adam gibi istediğimi yapabilirdim…”
“Pat!” Yumruklarını yere vuran birisi, “Küçük piçe bile ‘şef’ mi diyeceğiz şimdi!?” yere tükürdü ve “Ben demem!” dedi.
Açıkçası buraya gelenlerin çoğu böyle düşünüyordu. Özellikle Adam iyileşmeye çalıştığı için kendisini henüz gösterememiş ve herkesin oyuğunda saklandığını düşünmesine sebep olmuştu.
“Doğru doğru…” Diğerleri de ona katılıyordu. Birisi, “Onu defalarca pataklamıştım. Benden zayıf birisine şef mi diyeceğim, hadi oradan!” derken, herkesin düşüncesini dile getirdi.
Başlangıçta küfür eden tekrar konuştu. Gölden çıkardığı altın saplı gösterişli bir hançeri, gurubun ortasında yere sapladı ve “Bize silah dağıtmakla aptallık etti. Her şeyi kendine almalıydı! Ben olsam öyle yapardım. Onu öldürüp yerine geçemeyeceğimizi mi sanıyor?”
“Sessizlik!!!” Diğerlerine göre daha iyi kuşanmış birisi sonunda daha fazla dayanamadı. “Ölmek istemiyorsanız sesinizi alçaltın!”
“Aman!” Altın hançerli kişi, konuşanın adını haykırdı. “Sen gerçek şefimiz Zebil’e sadık değil miydin?”
“Hiç bir şey bilmiyorsunuz…” Aman denilen adam derin bir nefes aldı. “O gün Demirderi’yi takip eden adamlardan biriydim. Adam’ın, şefle birebir kapıştığını duydum! Hatta Demirderi’yi yaralayan da oydu…”
Diğerleri ona inanılmaz bir şey duymuş gibi baktı.
Aman sesini alçaltarak devam etti. “Bunu bizzat görmedim ama o hobgoblin denen canavarı bitirişine şahit oldum. Korkutucuydu,” derken titredi. “Çok acımasızdı!”
“O kadar güçlü mü?” Diğerleri de meraklandı.
“Tabii ki…” Aman devam etti. “Hani şef Zebil nerede? Burada değil, değil mi?” Diğerleri başlarını salladılar.
Şef Zebil’in dış mağaradaki kendi oyuğunda kalmaya devam ettiği bir sır değildi. “Bu demek oluyor ki şef bile Adam’ın gücünü tanıdı. Yani ölmek istemiyorsanız acele etmeyin derim…”
Bunun gibi tartışmalar ve o gün olanlarla alakalı dedikodular her yerde yapılıyordu. İnsanların Adam’a dair anlayışı da yavaş yavaş değişiyordu…
Adam rahat asma yaprakları ve yumuşak hissettiren kürklerden yapılma yatağında oturuyordu. Mağarasının içi parlak taş ve altınlarla ışıl ışıldı. Gözleri kapalı ve zihni sakinken, iyileşmeye odaklanmıştı. Ama dışarıda olanlara da tamamen kör ya da sağır değildi.
Aksine, dikkat ettiği sürece yeni zihinsel yetileri sayesinde dışarıda olan hiçbir şey, konuşulan hiçbir söz, algılarından kaçamazdı. Hatta fısıldaşmalarına rağmen, az önceki konuşmaya bile dikkat ediyordu.
Ama umursamıyordu. Neden mi?
Öncelikle iyileşmeye odaklanmıştı. Sonrası içinse planları vardı…
“Nasıl? Acın azaldı mı?” O sırada Lilith’in sesi arkasından geldi ve onu düşüncelerinden uyandırdı.
Lilith başında beri arkasında oturuyor ve dışgücü ile onun iç yaralarını iyileştirmeye çalışıyordu. Adam aslında tüm zaman boyunca yarı sarhoştu. Her gün iyi miktarda sarhoş üzüm yiyor, kırılmış bacakları sarılmış halde yatıyordu.
Tüm zaman boyunca onunla ilgilenen Lilith sayesinde hızla toparlanabilmişti.
“Dizlerimdeki bağları bir süre daha çıkaramayacağım ama,” Adam gözlerini açtı ve dedi ki, “her şey için teşekkürler. Sayende daha iyiyim…”
“Hmph!” Lilith onu yumrukladı ve “Yine senin yüzünden tamamen boşaldım… Aiyah! Hiç dışgüç kullanacak halim kalmadı. Şimdi tüm gün uyuyabilirmişim gibi hissediyorum…” derken Adam’ın sırtına yaslandı ve uyuklamaya başlarken, mırıldandı: ” Bir daha bu kadar ağır yaralanmasan iyi edersin. Şifacı mıyım yoksa ruhpan mı artık bilmiyorum…”
Aslında sadece Adam, Lilith’den bu kadar özel bir muamele alabilirdi. Bu da onun gururunu okşamıyor değildi.
Çünkü Lilith’in işi şifacı olmak kadar basit değildi. Şeytanların elçisiydi. Yüce Pan’ın sesi. Böyle bir yetki ile diğerlerini sadece canı isterse tedavi ederdi. Kimsenin onun üzerinde gücü yoktu. Ne Adam’ın ne de Zebil’in. İşte ruhpanların gücü böyle bir şeydi.
“Çok çalıştın…” Adam uzandı ve boynuna sarılan elleri nazikçe okşadı. Resmi olarak bir çift olmasalar da tamamen birbirlerine dolanmışlardı. Artık ayrılmaları zordu. Daha doğrusu Adam’ın ondan ayrılması zordu.
İlk başta Lilith’in desteği ile şef olmuştu. Şimdi onun desteğini kaybederse, işi zorlaşırdı.
Zaten tam olarak şef olmuş da sayılmazdı. Sadece bu mağaradan sorumluydu ama bu istediğini yapması için şimdilik yeterliydi.
Bu yüzden iyice yaklaşmışlar, hatta diğerlerinin de gelmesiyle kalabalıklaşan iç mağarada, aynı oyuğu paylaşır hale gelmişlerdi.
Lilith’in açıkça onu kayırması, Adam’ın otoritesini Zebil’in önüne geçirmeye yeter de artardı. Sadece öne çıkmalı ve Lilith ile görüntü vermesi yeterliydi.
Adam bunu bildiği için hakkındaki huzursuz konuşmalara da aldırmıyordu. Sadece bu kızla ilgilenmesi ve onu memnun etmesi yeterliydi.
Ayrıca iyileşmesi dışında endişeleri vardı. Kalbi huzursuzdu…
Zira ilk kez birini öldürmüş gibi hissediyordu. Daha önce de canavarlarla savaşmış, yeterince goblin öldürmüştü ama ilk defa böyle hissediyordu. Çünkü o hobgoblin, diğer akılsız yaratıklardan farklıydı. Tıpkı onlar gibi akıllı bir varlıktı.
Ayrıca Azman konusunda da içi rahat değildi. Acaba onu kurtarabilir miydim? Düşüncesi adeta ona musallat olmuştu. Tıpkı Flam’ı kurtardığı gibi, belki Azman’ı da kurtarmaya çalışabilirdi ama yapmadı.
Neden?
Azman’ın geçmişte kendisine yaptıkları yüzünden mi tereddüt etmişti? İntikam almak mı istemişti? Bu yüzden mi ölmesine izin vermişti. “Hayır…” diye başını salladı.
Öyle değildi. Sonuçta onları uyarmıştı ve bu yeterli olmalıydı. Böyle düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı.
Lilith onun huzursuzluğunu hissetmiş gibiydi. “Neyin var?” diye mırıldandı. Gerçekten yorgun hissettiği için sadece Adam’ın sırtında uyuyabilmeyi diliyordu.
“Bir şey değil…” Adam tereddüt etti. “Sence…” diye eklemeden de edemedi. “Sence Azman’ın ölmesinde benim de suçum var mı?”
“Hmm?” Lilith yorgun gözlerini zorlukla açtı ve eliyle Adam’ın yüzünü kendisine çevirdi. O kadar yakındılar ki birbirlerinin nefesini yüzlerine hissedebiliyorlardı.
Adam, Lilith’in kızıl saçlarına ve kırmızıya çalan koyu gözlerine baktı. Kıpkırmızı muhteşem dudakları hemen önündeydi. Belki de o dudakların kölesi olmaya başlamıştı ki, onlardan içini rahatlatacak bir teselli çıkmasını bekliyordu…
Lilith, Adam’ın inanılmaz yakışıklı yüzüne baktı. O kadar güzel ki diye düşünmeden edemedi.
Gerçekten de neredeyse mağaradaki pek çok kızdan bile iyi göründüğünü kabul etmesi gerekiyordu. Böyle bir yüz, lekesiz beyaz saçlar ve gümüşi kutsal gözler, bu karanlık mağaraya ait renkler değildi.
Ona sahip olmalıydı!
Yanından ayırmamalı ve her şeyini kontrol etmeliydi. Bu Lilith’in kendisinin bile henüz farkında olmadığı en derin arzusuydu. Bu arzu, özellikle Adam güçlenmeye başladığından beri giderek yoğunlaşan bir dürtü gibiydi.
“Hiç bir şey için pişman olmana gerek yok…” dedi usulca, sıcak nefesi Adam’a ulaştı.
Adam o dudaklardan çıkan her bir sözün, üzerinde adeta bir tılsım gibi etkili olduğunu henüz fark etmemişti. Lilith iyice yaklaştı ve dudaklarını ıskalayıp, kulaklarını hedef aldı. “Hatta izin vermiyorum. Ben yanındayken istediğini yapabilirsin. Artık güçlü bir mağara şefisin. Yakında hepimizin şefi olacaksın ve koca bir kabileyi yöneteceksin!”
“Öyle düşünmeye başla ve diğerlerini umursamayı bırak artık!”
Doğruydu. Lilith yine Adam’ı başarıyla ikna etmiş, kalbindeki düğümü çözmüştü. Artık güçlü ve otorite sahibi biriyim, diye düşündü. Diğerlerinin hayatları o kadar da önemli değil. Zebil gibi umursamaz ve soğuk olmaya alışsam iyi olur.
“Haklısın…” dedi. “Güçlü biri olarak yaptığım şeyler için bile pişmanlık hissetmeme gerek yokken, yapmadığım şeyler yüzünden endişeleniyorum.”
“Güzel…” Lilith tekrar Adam’ın yüzüne yaklaştı, kollarını boynuna sıkıca sardı ve ateşli dudaklarını ona bastırırken, “İşte bu da ödülün…” dedi. İçinden İşte benim Adam’ım diye geçirmeden de edemedi.
Adam, şimdiye kadar Lilith’in alaylarına alışmalıydı ama her seferinde kontrolü kaybederdi. Hemen ağırlığını verdi ve kaçmaya çalışan Lilith’i altına aldı. “Ödül böyle olacaksa, daha fazlasını öldürsem iyi olacak…”
“Oynaşma, dur! Daha tam iyileşmedin bile…” Lilith cilveli bir şekilde Adam’ı uzak tutmaya çalışıyordu ki, onun ciddi ifadesini fark etti. “Aklında ne var?” diye sorarken, az önceki şakasının basit bir alay olmadığını anladı.
“Bir Ruhpan Meditasyonu yapmana ve herkesi toplamana ihtiyacım var.” dedi. Gözlerine bakarak, “Sonra da Ateş Dansı yapacağız…”
“Ne?” Lilith bir anda duyduğuna inanamadı ve Adam’ın ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. “Ateş Dansı, kabilemizin kutsal bir geleneğidir. Sadece en önemli olaylarda yapılır. Savaşa giderken ya da mağaradan çıkışımız gibi…”
Adam sadece ona bakmaya devam etti. Sanki, ‘Hadi kızım bundan daha iyisini yapabilirsin’ der gibi tahmin etmesini bekliyordu.
Sonunda Lilith’in gözleri büyüdü ve Adam tarafından tekrar mühürlenmeden önce dudakları kocaman açıldı. “Sakın bana söyleme…”