goblinler

21: Gark'ın Sonu

  • HiperTale
  • 5 Nisan 2024 07:58:50
  • 0 yorum
  • 1

“Olamaz!!!”

Köşeye sıkışan ve etrafında canı için kaçmaya çalışan üç beş goblin kaldığını gören Gark, ilk defa paniğe kapıldı.

“Huraaa!!” Barbara birbiri ardına güçlü darbelerini indirmeye devam ederken, Gark için yolun sonu görünmüş gibiydi.

Bir an için ayağı takıldı ve yere düştü. Hemen baltalarını kaldırıp saldırılara direnirken, sırtında soğuk mağara duvarını hissettiğinde daha fazla çekilecek yer kalmadığını anladı. Hemen bağırdı:

“DUUUURRRR!!!!” Gark gerçekten korkmuştu. Silahlarını kaldırdı ve “Beni öldüremezsiniz! Aptal maymunlar hemen gitmeme izin verin!”

“Yaa?” İlginç bir şey duyduğunu sanan Barbara, dev baltasını dayadığı Gark’ın boynunda yeşil bir çizgi oluşmuşken duraksadı. “O nedenmiş?” diye sordu. “Çünkü gördüğüm kadarıyla aptal bir maymunun yemeği olmak üzeresin de…”

“Beni öldürürseniz elinize hiç bir şey geçmez…” Ele geçirilmiş bir canavar gibi vurmayı bırakmayan bu tehlikeli dişinin nihayet durduğunu gören Gark için umut doğmuştu.

En kötüsü bu maymunların onu dinlemeyecek kadar aptal olmaları olurdu. Lakin konuşmasına fırsat verildiği sürece onları korkutabileceğinde emindi.

“Geberrr!!!!”

Gark tam rahatlayacaktı ki bulanık bir gölgenin üstüne atladığını fark etti.

“Durdur onu!!!” Adam uzaktan bağırdı.

Boom!!!

Son anda inen Barbara’nın büyük baltası saldırganı durdurmuştu. “Hooop…. Dur bakalım!”

Gelen Zebil’di. Gözleri dönmüş ve öldürmekten başka bir şey bilmez haldeydi.

“…İntikam!!!” Barbara’nın baltasını kavradı ve “Azman’ın intikamını almalıyım. Onu dinlemeye gerek yok!!!”

“Tsk!” Dilini tıklatan Barbara, vahşi bir canavar gibi ona geri baktı. Şiddetli ölüm kalım savaşının havasını henüz üzerinden atamamıştı.

Yoğun kan kokusu ve öldürme niyeti dolu çılgın bakışları gören Zebil bir an için geri çekildi.

Onu çılgına dönmeye zorlayan içgüdüleriydi. Aynı içgüdüleri şimdi de daha büyük bir tehlike sezdiği için onu sakinleştirdi ve soğuk kanlılığını tekrar kazanmasına yardımcı oldu.

“Bildiğim kadarıyla bu mağarada kararları sen almıyorsun.” Barbara baltasını tekrar Gark’a yöneltirken dedi.

O sırada Adam ve diğerleri de oraya geldi.

“Tüh!” Zebil onlara aldırmadan yere tükürdü ve “Şimdi de düşmanı mı koruyacaksın?” diye sordu.

Açıkçası Adam’ın şefliğini hala kabul etmemişti ve intikamını alacaktı.

“Koruyacağımızı kim söyledi?” Adam yaralı haline aldırmadan geri konuştu. Zira şu anda hem Barbara hem de Zebil oldukça ürkütücü görünüyordu.

“Hayır… Beni öldürmemelisiniz!” Gark işlerin kötüye gidebileceğini gördüğü için tekrar atıldı. “Yoksa bedelini çok ağır ödersiniz!”

Adam ona baktı ve “Konuş!” dedi.

Gark kendisine saldıran kişi ya da savaştığı dişi yerine zayıf bir beşerin söz sahibi olduğunu görünce, içinden küçümsemeden edemedi. Zira goblinlerde asla böyle bir duruma müsaade edilmezdi.

Sadece güçlü olanın sözü geçerdi.

Neyse benim için iyi, Gark düşündü. Onu korkutması daha kolay olmalı.

Sonra konuşmaya başladı: “Ben Yeraltı Diyarı’nın ordusunda şanlı bir askerim! Beni öldürürseniz sadece daha fazla asker gelmeye devam edecek…”

“Hmm…” Adam başını salladı ve ilgiyle, “Devam et” dedi.

Gark sonunda bu beşeri korkuttuğunu düşündü ve heyecanlandı.

Barbara ifadesizdi.

Lilith, Adam’ın korktuğunu düşündüğü için hayal kırıklığına uğramış gözüküyordu. Zebil’in ise yüzü öyle bir ekşimişti ki düşüncelerini okumak hiç de zor değildi. Lanet olası küçük piç! Onu bırakmayı düşünme bile…

Gark düştüğü yerden kalktı ve üstünü başını silkelerken, “İşte böyle….” diyerek konuşmaya başladı ama sonra da konuşmayı bir türlü bırakmadı.

Hatta Adam’ın ilgili tavrı ve diğerlerinin sesinin çıkmamasından öyle cesaretlenmişti ki; el, kol hareketleri yapıyor ve tehditler savuruyordu.” Söylediğim her şey doğru. Şimdi beni bırakın da acınası hayatınız bağışlansın.

Böylece dişileriniz haremimize katılabilir ve erkekler köle olarak hayatta kalabilir. Küçük Prens’e her türlü hizmet büyük bir onurdur,” dedi büyük bir heyecanla. “Zeten Küçük Prens’in ordusuna katılmış bir sürü beşer kabilesi var!”

“Tamam… Anlaşıldı…” Adam duyması gereken her şeyi duyduğunu düşündü ve Barbara’ya dönerek, “Şimdi onu öldürebilirsin.” dedi.

“NE!?” Gark ölümüne korkmuştu. “Hemen durmanızı emrediyorum!” Barbara’nın baltasını kaldırdığını görünce tekrar yere düştü ve “Tamam tamam, konuşacağım lütfen dur!” diye yalvarmaya başladı.

Adam yanına çömeldi ve tam gözlerine baktı. “Şimdi söyle… Anlattıklarının ne kadarı doğru?”

Adam, bu hobgoblinin her söylediğine inanacak kadar aptal değildi. Sadece mümkün olduğunca çok şey duymak istemişti ki, neticede kendi çıkarımını yapabilsin.

Gark, ancak şimdi nasıl bir beşerle karşı karşıya olduğunu anladı. Aslında hiç korkmamıştı!

Önceki sabırlı hali sadece bir numaraydı. Gark soğuk havayı içine çekti. Böyleleri en korkunç olanlarıydı. Tıpkı onlar gibi…

Öncesinde çok celallendiği için yalan yanlış çok fazla şey söylemişti. Şimdi pirincin taşını ayıklama vaktiydi. O herhangi bir duygudan yoksun görünen renksiz gözlere baktığında, tekrar yalan söylerse öleceğini gördü.

“Gob-Goblin Yuvamız üç günlük mesafede…”

“Kaç kişisiniz?”

“Burada ölenleri çıktıktan sonra 100 civarı olmalı…”

“Aranızda senin gibi hobgoblin ya da başka bir tür jin var mı? Peki ya canavarlar?”

Gark, Adam’ın hiç bir detayı atlamayan isabetli sorularından bunalmıştı. Lakin yalan söylemeye cesaret edemedi ve her şeyi anlattı.

Buna göre aralarında kabile reisi olan bir ogre vardı. Bu sıkıntılıydı. Ayrıca 10 civarında başka bir hobgoblin ekibi vardı. Tabii ruhpanları da vardı. Eğer söyledikleri doğruysa tüm güçleri buydu.

Adam başını eğdi ve bir an için düşündü. Sonra,” Peki şu bahsettiğin Küçük Prens, o kim?” diye sordu. “Adı ne demiştin, Diabolik mi?”

“Evet evet…” Gark, hemen tavuk gibi başını sallayarak onayladı. “Küçük prens, yeraltının bu bölgedeki prensidir. O bir ‘Demon’, ayrıca saf kan bir demondur. Bizim gibi aşağılık goblinler kadar basit değil. Geleceği çok parlak ve emrinde sayısız askeri var.”

“Bir prens…” Adam bu kelimenin anlamını bilmiyordu. Lakin bir çeşit şef olması gerektiğini düşündü.

Daha sonra korkudan pusmuş Gark, yerinde kıpırdandı ve daha fazla konuşup konuşmaması gerektiğini bilmiyormuş gibi tereddüt etti. “Hmm.. Şeyy…”

Adam’ın ona baktığını görünce devam etti. “Görüyorsunuz… Bu hazine Efendi Küçük Prens’e aittir. Yani onu tutmanızın bir yolu yok. Hatta tek bir altın ya da silah kaybolursa tüm kabileniz kılıçtan geçirilir…”

“Sana inanıyorum…” Adam sonunda kararını verdi ama hemen devam etmedi. Kenarda yumrukları sıkılan Zebil’e bir bakış attıktan sonra diğerlerine döndü ve “Zorlu bir savaş verdik ama sonunda kazandık… ”

“Hehehe!!!” diğerleri hemen gülümsedi. Ani bir baskını tek bir zaitle püskürtmek gerçekten de iyi bir başarıydı. Zira bu kadarı yukarıdaki Azmış mağarada bile her gün ölüyordu.

Sonra devam etti: “Ama hemen sevinmeyin. Tehlike henüz geçmiş değil!” dedi ve diğerlerinin düşünceli ifadeler almasına sebep oldu. Gerçekten de öyleydi. Hobgoblinin anlattıkları doğruysa, tehlike sandıklarından bile daha büyüktü. Zamanında başarabilecekler miydi?

“Gark’ın söyledikleri doğruysa, artık geri çekilmek için çok geç. Aldıklarımızı bıraksak bile hiç birimizi bırakmazlar. Yani bugün olduğu gibi tehlikeyle birlikte yüzleşmeliyiz.”

“Haklı!”

“Haklı!”

“Gerçekten de haklı…” Çataldil bile hak vermeden edemedi. Zira istemeden de olsa sıkıntılı bir durumla karşı karşıyaydılar.

“Bu yüzden herkes elinden geleni yapmalı. Ben de bir adım geri çekileceğim ve ayrı bir şef olmaktan vazgeçeceğim… Hem burası ayrı bir mağara olmak için Azmış mağaraya çok yakın. Bu yüzden ayrı bir şef olmak yerine, Zebil’le birlikte çalışmaya hazırım…”

“Ne!”

Herkes şaşkındı. Daha önce olmasa da şimdiki zaferden sonra Adam’ın iktidarı kesin gibiydi. Zebil bile şimdi söylene söylene kabul etmeye hazırdı.

“Burası ‘iç mağara’ ve yukarısı ‘dış mağara’ olarak anılsın ve birliğimiz bozulmasın. Ben hep yaptığım gibi burayla ilgilenmeye, hatta kardeşlerime silah ve yiyecek sağlamaya hazırım.” Şimdi Zebil’e bakıyordu. “Şefimiz Zebil de tüm Azmış mağara ile ve ÖZELLİKLE dış mağarayla ilgilenmeye devam edebilir ve umarım en kısa zamanda bize buradan bir çıkış yolu açar!”

Tam Zebil bir şey söyleyecekti ki Adam aniden harekete geçti. Kimsenin tepki vermek için yeterli zamanı yoktu.

“HAAYYIIIIRRR!!”

Elinde tuttuğu bir oku doğrudan Gark’ın kalbine saplamış ve canını almıştı. Geriye ise şaşkınlıkla feryat ederken yüzü çarpıklaşmış ölü bir hobgoblin kalmıştı.

Ve işte böyle; Azman’ın intikamı alınmış, Zebil’e itiraz etmesi için yer kalmamıştı.

“Hmph!” Zebil sadece soğukça ses çıkardı ve Çataldil ile birlikte uzaklaştı. “İyi oynadın Adam!”

Barbara, Adam’ın vahşi hareketinden etkilenmiş gözüküyordu.

Lilith ise Adam’ın ne zaman bu kadar kurnaz olduğunu merak ediyordu.

Adam belki eskiden zayıf olabilirdi ama şimdi değildi. Aptal, hiç değildi. Sözler etkileyici olsa da beşerler de goblinler gibi bir noktada sadece güce saygı duyarlardı. Bu yüzden Azman’ın intikamını bizzat almış, bu fırsatı Zebil’e bırakmamıştı.

Şimdi en sadık takipçisinin intikamını Adam almış, kan borcunu ödemişti. Diğerleri bunu öğrendiğinde Adam’ı hem övecekler hem de ondan çekineceklerdi.

Adam, daha fazla sıkıntı çıkarmadan uzaklaşan Zebil’e baktıktan sonra Tekeş’e döndü ve “Tekeş, git asmaların arkasında bayılan goblini bağla,” dedi. “Ona daha sonra ihtiyacımız olacak…”

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset