goblinler

20: Goblin Ordusu

  • HiperTale
  • 5 Nisan 2024 07:57:28
  • 0 yorum
  • 8

“Ne yapıyorsunuz sizi aptallar!!!” Gark bağırdı. “Hemen düzene girin! Kalkanlar öne, okçular arkaya….”

Nehir gibi akan kan ve irin karşısında ilk etapta kimin şeytani yaratık olduğunu şaşırsalar da, hemen kendilerine geldiler.

“VvvuuuuuvvV!”

İlk etapta duyulan savaş borusu tekrar duyuldu ve goblinlerin korkularından kurtulmalarına yardım etti. Çirkin gözleri nefret ve açgözlülükle parladı ve hemen düzene girdiler.

“Dikkatli!!!” Adam başından beri normalden düzenli hareket etmeye başlayan goblinleri inceliyordu. Kısa sürede neyin peşinde olduklarını anladı.

Zekice… Aldıkları düzeni anlayınca düşündü. Hemen yanında hazırlanan Lilith’e döndü ve “Arka tarafa, okçulara doğru nişan al!” dedi.

“Biliyorum…” Lilith de planlarını fark etmişti. Ve böylece hemen asasını salladı ve kafası üzerinde zorlukla yoğunlaştırdığı 10 ateş topunu fırlattı.

Bunlar daha öncekine göre ‘ateş topu’ olarak adlandırmaya bile layık değillerdi. Çok küçüklerdi. Olsa olsa ‘ateş mermisi’ olarak düşünülebilirlerdi. Lakin gücünü toplama fırsatı olmayan Lilith’in başka seçeneği yoktu. Kısa sürede bir şey bulması gerekiyordu.

Ya tüm gücünü tek bir ateş topuna yoğunlaştıracaktı ya da bu şekilde bölecekti. Bu ateş mermileri küçük görünebilirdi, lakin Lilith tüm maharetini onlarda sergilemişti. Küçük olmalarına rağmen yoğun ve hızlıydılar.

Fiiuvv!

Fiiuvv!

Fiiuvv!

Boom!

Boom!

Ateş mermileri tıpkı gerçek birer mermi gibi çok hızlı uçtu ve hedeflerine ulaştı. Başlangıçta ciddiye alınmayan bu küçük ateş kütleleri bile goblinlerin ordusuna ciddi zarar vermeyi başardı.

“AHhhhha!!!”

Bir kaç tanesi ıskalasa ve bir kaç tanesi de öndeki kalkanlara çarparak etkisiz olsa da kalanı 5 tane okçuyu kızartarak öldürmeye yetmişti.

O sırada Tekeş de çoktan harekete geçmişti. Üzerine çullanmış 10 tane goblini sürüklüyor, karşılıklı itişiyorlardı. Onları biraz itiyor, sonra da geri itiliyormuş gibi yapıp, yavaş yavaş hedefine yaklaştırıyordu.

“Hah!” Bir noktada goblinleri kalkanıyla itti ve yapraklarla örtülmüş bir alanı, geriye doğru zıplayarak geçti.

“HİHİHİHİ!!!” İtilen goblinlerse iyice öfkelendiler ve hemen peşinden gitmek istediler ama yürüdüklerinde hemen acı içinde yere kapaklandılar.

“Hahaha!!!” Tekeş çılgınca güldü. “İşte bu!!!”

Burada önceden hazırladıkları basit bir tuzak vardı. Küçük guruplar için gerekli olmasa da zor durumlar için kullanmayı planlamışlardı.

Tuzak basitçe mağaranın kayalar ve aralarına sıkışan sert toprağa zorlukla açmayı başardıkları küçük oyuklardan ibaretti. Bu oyuklara sivri taşlar ve kemikler gömerek, yapraklarla kapatmışlardı.

“Sevgili Barbara, bu ziyafet senin için!” Tekeş yuvarlak figürüne aldırmadan, kalkanını arkasına aldı ve bir beyefendi gibi durarak zarif bir selam verdi.

Gözlerini açtığında ise kalkanındaki bıçaklar çoktan bir çiçek gibi açılmıştı. Hemen düz kayalara basarak tuzağa atladı ve kalkanı kanlı bir çiçek gibi görününceye kadar dans etmeye devam etti…

“Azman….”

Bu sırada Zebil, Azman’ın cesedinin başından hiç ayrılmamıştı. Gözleri kan çanağı idi. Azman’ın ölmesinin kendi suçu olduğunu biliyordu ve onu en çok rahatsız eden şey de buydu.

Onu suları test etmesi için yem olarak kullanmak istemişti. Sonunda en iyi adamını kaybetmişti ve kendinden başka suçlayacak kimsesi de yoktu.

Öfke ve nefretle goblinlere baktı. “Sizi ÖLDÜRECEĞİM!!!”

Kısa bir pişmanlık ve hayal kırıklığı anı yaşasa da nefreti hemen önündeki goblinlere kaymıştı. Bir hayalet gibi olduğu yerden kayboldu ve 2 metre ötedeki goblinin gövdesi belinden ayrıldığında, bir sonrakine çoktan ulaşmıştı.

Elinde tuttuğu hançer altın bir güneş gibi göründüğü noktaya iç güçle dolup taşıyordu. Yolda “Yeterli değil!!!” diye bağırdı ve kendisini daha çok zorladı.

“Şef sonunda çıldırdı!” Çataldil ilk defa ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Azman’ın ölümü çok ani olmuştu.

O düşüncelerinde kaybolmuş ve her seferinde bir goblinle ilgilenirken, şefin silahındaki değişiklikleri fark etti. “Olamaz! Neredeyse kendi başına bir taşkına dönüştü!!”

Zebil’in uzun bıçağı şimdi bir kılıç gibi görünüyordu. Bedeninden taşırdığı içgüç o kadar yoğunlaşmış ve katılaşmıştı ki form kazanma belirtileri gösteriyordu.

Hatta zaman zaman kestiği goblinlerin yeşil kanından bir miktar yuttuğu bile fark edilebilirdi. Ve bunu yaptıkça daha da güçlendiği açıktı.

“Ateş! Ateş! Ateş!” Gark, güçlü bir beşer olarak kabul ettiği Barbara ile yüzleşirken öfkeden deliye dönmüştü.

Henüz mağaralarından bile çıkmamış, diğer beşerlerle karşılaşmamış bir kabilenin bu kadar güçlü olmasına şaşırmıştı. Bilseydi daha fazla goblin ve hobgoblin getirirdi. Hatta ağabeyi Gork’tan birkaç ruhpan bile isterdi.

“Gücün bu kadar mı!?” Barbara, baltasını hiç durmadan savururken sordu. “Hadi, hadi!!!”

Gark’ın tek el baltalarıyla kendisine yaklaşmasına izin vermemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden başından beri ona vurmayı bırakmamıştı.

“Seni aşağılık dişi!!!” Gark kükredi ve çaprazladığı baltalarıyla bir darbeye dayandı.

“Uff!!”

Dayandığı darbenin gücü altında inlerken, yumuşayan dizlerine aldırmadan boyun eğmeyi reddetti ve “Nasıl cüret edersin!!” diye bağırdı.

“Daha nelere cüret edebileceğimi görmedin,” Barbara vurmaya devam ederken alay etti.

Bu dişi nasıl bu kadar güçlü!!! Gark düşündü. Abim Gork’tan daha zayıf değil!! Buna daha fazla dayanamacağını anladı. Geri gitmeli ve daha büyük bir ordu ile dönmeliydi. Hatta Küçük Prens’ten bile yardım istemelilerdi.

Adam yağmur gibi yağan oklara ve akan kana baktı. Her yerde çığlıklar duyuluyor; bağırışlar ve silahların sesleri birbirine karışıyordu. Tam bir karmaşaydı!

Demek savaş böyle bir şeymiş…

Bir an için talimat vermeyi ve savaşı izlemeyi bırakıp, gözlerini kapattı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu ama bir an için geri çekilirse, bu kaosta bir düzen görebileceğini hissetti.

Yanındaki yorgun Lilith’in aldığı kaba nefeslere odaklandı ve sakinleşti…

“Aaahhh!! Yardım….”

Sonra ince bir ses duyduğunu sandı, aldırmadı…

Barbara ve Gark’ın alıp verdiği güçlü darbelere kaydı kulakları, dikkat etmedi…

Bağırıp, etrafa saldıran ya da can çekişirken homurdanan goblinlere aldırmadı…

Zihni nihayet boşaldığında, odağının her şeyi kapladığını hissetti. Sanki tüm savaş alanı görüşündeydi. En ince detaylar bile gözünden kaçamazdı.

İnanılmaz oranda genişlemiş bir bilinçle neler yapabileceğini keşfediyor, sınırlarını test ediyordu. Ve bulduğu şey, onu gülümsetiyordu.

Örneğin şu an yanında duran Lilith’in atan kalbi, kulaklarına gümbür gümbür çalınan bir davul gibiydi. Yorgunluktan ve savaşın heyecanından olsa gerek, pürüzsüz cildi üzerinde kaymaya başlayan terin sesini bile duyabiliyordu.

Gerçekten de olağanüstü bir histi.

“Hmm?”

Tam da bu olağanüstü hal yüzünden sarhoş edilmişken, garip bir ses dikkatini çekti.

İçeri çekilen havayı ve aralanan dudakları görebiliyordu sanki… “Adam…” zayıf bir yakarış çıktı aralarından.

Bir süredir sessizce duran Adam birden derin bir nefes alıp gözlerini açtığında, savaşa odaklanan Lilith’i ürküttü.

“Ne oluyor?” diye sormaya kalmadan Adam’ın gözlerini açtığını ve yayını sonuna kadar gerdiğini gördü.

Lilith’in görüşünde ok serbest kaldığında, Adam’ın terlemiş gümüş saçları uçuştu ve uzaktaki asmaların arasında kayboldu.

“Khhggg!!!”

“Ahhh!!!!”

Anında yaralanmış ve nefes almaya çalışan bir goblinin iniltileri eşliğinde; ağzındaki el çekildiği için çığlık atabilen bir dişinin sesi duyuldu…

Goblin sürüsü belirip, savaş başladığında çok korkan Flam hemen saklanmıştı. Diğerleri gibi savaşmak için çok korkaktı. Lakin goblinlerin iyi koku aldığını, özellikle dişileri hedef aldığını nereden bilebilirdi?

Saklandığı korulukta iki goblin belirdiğinde bağırdı ve kaçmaya çalıştı ama kimse yardıma gelmedi. Goblinler onu öldürse iyiydi ama bu iğrenç yaratıkların daha kötü planları vardı. Birisi ellerini tutup ağzını kapatırken, diğeri çoktan bacaklarını ayırmıştı bile…

“Zorla yapacaklar!!!”

Hareketlerinden bunu ilk defa yapmadıkları belliydi…

Tam da tüm umutlarını yitirdiği son anda ihanet ettiği kişi aklına geldi. Onun yüzünden ağır yaralandığını ve istese bile yardım edemeyeceğini bilse bile sadece bağırmak istedi.

Gözyaşları içinde debelenirken bulduğu bir açıklıkta, biraz da pişman bir şekilde seslendi: “Adam!”

Bu aslında bir yardım çığlığı değildi. Sadece pişmanlıkla söylenmiş bir sözdü.

Her şey bitti. diye düşünürken bir anda kimliği belirsiz bir ok, ellerini tutan goblinin boğazını delmişti. Goblinin artık onu tutamadığını gören Flam’ın daha fazla düşünecek vakti yoktu.

Hemen şeyini açığa çıkarmış, savunmasız gobline sert bir tekme indirdi ve kaç yumurta ezdiğine aldırmadan, koruluktan fırladığı gibi çılgınca koştu.

Cennete girmeye çalışırken, cehenneme atılmış gibi hisseden zavallı goblin ise bağırmaya bile mecali kalmadan, bacaklarını çaprazlayıp yığıldı kaldı oraya…

Parçalanmış kıyafetleri, morarmış teni ve dağılmış saçları ile fırlayan Flam ise yayını indiren Adam ile göz göze geldi bir an için…

İçinde hiç bir duygu olmayan su gibi berrak gözleri görünce, kendisini kimin kurtardığını hemen anladı. Anladı ama çok geçti. Sadece başını indirip kaçabilirdi…

Lilith de tüm olayı duygusuzca izlemişti. Adam’ın ani hareketine anlam veremese de kaçan Flam’ı gördüğünde her şey netleşti.

“Hmph!” Küçümseyerek söylendi. “Onu kurtarmaya gerek var mıydı? Bıraksaydın da layığını bulsaydı…”

Adam yorum yapmaktan kaçındı ve bakışlarını köşeye sıkışan Gark adındaki hobgobline çevirdi. Zira bu savaşın sonucu belirlenmek üzereydi ama rahatlamak yerine, huzursuz hissetmekten kendini alamadı…

Dahası var mıydı? Düşündüğü buydu…

Sonraki Bölüm

No results available

Reset