hiper tales Türkçe novel oku, kitap oku, hikaye öykü

15: Çatışma

  • HiperTale
  • 4 Nisan 2024 11:37:06
  • 0 yorum
  • 6

“Geri çekilin!” Adam bağırdı. Zira Zebil ve adamlarının iyi niyetle gelmediğini biliyordu. Yukarıda çok daha azı için insanları öldürebiliyorlarsa, hazine dolu bir mağara için neler yapabilirlerdi.

Sırf bu hazine için bile tüm mağarayı katlederlerse şaşmam, diye düşündü Adam.

Zebil küçümseyici bir sesle, “Kaçmak mı istiyorsun?” diye sordu. “Bu sefer nereye kaçacağını göreceğim!”

Gerçekten de Zebil ve adamları hazırlıklı gelmişti. En iyi 3 adamını; Çataldil, Demirderi ve Azman’ı getirmişti. Hem daha fazlasına ihtiyacı olmadığın düşündü hem de Flam’dan duyduklarının doğru olma ihtimaline karşın, ilk etapta çok fazla kişinin burayı bilmesini istemedi.

Önce hazineleri ve yiyecekleri ele geçirmeli ve kontrolünü üzerlerinde kurması gerekiyordu…

Dişiler çok garip yaratıklardı. Zebil onları anlamak yerine bastırmayı tercih ederdi. Adam bir dişiye güvenmekle aptallık etmiş ve şimdi bedelini ödeyecekti.

Flam sadece Zebil’e yaklaşabilmek ve kanatları altına sığınabilmek için her şeyi anlatmıştı. Nedeni, Zebil’in güçlü ve otorite sahibi olması kadar basitti.

Mağaradan, içindeki yiyecek ve hatta hazinelerden tutunda, Lilith’in atılım yapmak üzere olduğuna kadar her şeyi anlatmıştı. Özelikle Lilith’le bir sorunu var gibiydi çünkü ellerini çabuk tutmalarını isteyecek kadar cesurdu.

Aptal kız, Zebil’in Lilith’i cezalandıracağını sanıyordu. Oysa Zebil’in gözünde Lilith’in ne kadar önemli olduğunu anlamıyordu. Çoktan burayı keşfettiler ama Lilith’in nasıl da asasını almaya yakın olduğunu gördükleri için dişlerini sıktılar ve beklediler.

“O şişkoyu öyle bir pataklayacağım ki, annesi midemizden çıkıp dirilse bile onu tanıyamayacak!” Azman özellikle Tekeş’e sinir olmuştu. Onlar bir parça yanmış et için kavga ederken, piçin nasıl da etleri kızarttığı ve meyvelerle ziyafet çektiğini izledikçe delirmişti.

Çataldil ise başka bir şeye odaklanmıştı. Flam’a bakarken dudaklarını yaladı ve “Şef, kızı istemiyorsan ilgilenmeme izin ver,” dedi.

“Eee!” Zebil sadece elini salladı ve “Umurumda değil… Önce Adam’ı yakalayın da!” diyerek sadece Adam’ın işini bitirmekle ilgilendiğini gösterdi.

“Hahaha” Hep bir ağızdan gülerlerken aşağı atladılar. “Şef en iyisidir!”

Mağarada sadece Zebil’in silahı vardı ama şartlar gerektirdiğinde her şey silah olarak kullanılabilirdi. Örneğin Çataldil, özenle yontulmuş iki taş bıçak tutuyordu. Demirderi ise uzun bir kemik mızrak kuşanmışken, Azman sadece yumruklarına güveniyor gibiydi çünkü sadece özel durumlarda giydiği dayanıklı kemik eldivenlerini giymişti.

Ve bu, özel bir durumdu.

Üç kişi yüksekteki tünelden bir hışımla havalandı ve sanki uçabiliyorlarmış gibi gölü geçerek sert bir şekilde Adam ve diğerlerinin önüne indiler.

BOOM!

İndiklerinde mağaranın sert zemininde çatlaklar oluşmuştu.

“Yediklerinin hakkını ver şişko!” Azman momentumunu kullanarak düştüğü yerden tekrar zıplarken bağırdı. Taş gibi sıkılmış yumruklarını, diğerleri gibi silahını kuşanmış Tekeş’e doğrultmuştu.

Aslında Adam’la başladığı işi bitirmek istiyordu ama önce onu sinir eden şişkodan kurtulmak istedi.

Güm!

Azman’ın sert kayaları bile un ufak edebilecek güçlü yumrukları, Tekeş’in yuvarlak kalkanına indi.

“Hhhııııssss!!”

Bedenini gölün dibindeki hazineden seçtiği büyük ve yuvarlak bir kalkanın arkasına gizleyen Tekeş, yumruğun gücü ile 10 metre öteye itilirken tekme yemiş bir öküz gibi tısladı. “Kolumu bile uyuşturdun ayı!”

“Haaa!”

İnatçı bir öküz gibi itilse de itildiği yerde duracak da değildi. İri bacakları gerildi ve bir kurbağa gibi hedefine atladı.

Güm!!

Bamm!!

Tekeş’i küçümsediği için gardını iyi almayan Azman, sert kalkan tarafından 5 metre öteye savruldu. “Şişko bir kurbağa için fena değil!” dedi. Kalkanın çarptığı iri bedeninde, şimdi bir kaplumbağa deseni oluşmuştu.

“Kaplumbağa Kalkanımın tadına bak!” Tekeş, Kaplumbağa Kalkanı olarak isimlendirdiği bu silahta en çok sevdiği şeyi sergiledi. İçindeki bir mekanizmayı harekete geçirdiğinde etrafında keskin bıçaklar belirmişti.

Kalkanın sertliği yüzünden gelen şoku atlatamayan Azman, açığa çıkan keskin bıçakları görünce gerilmeden edemedi. Anlaşılan şu hazine anlatıldığı kadar varmış diye düşünürken, ciddileşmeye karar verdi.

“Yeter!” Lilith yeni kavuştuğu görkemli asasını yere vurdu ve bağırdı: “Birbirinizle savaşmayı kesin!”

Özellikle karşısına dikilerek bıçaklarını yalayan Çataldil’e baktı ve “Gerçekten de asasına kavuşmuş bir ruhpanla savaşmak istiyor musun?” diye sordu. Eğer cesaret ederlerse, onlara ruhpanların ne kadar korkunç olabileceklerini göstermeyi planlıyordu.

“Hehehe…” Her zamanki gibi sinsice gülen Çataldil, “Cesaret edemem kutsal ruhpan.” önünde eğilmiş gibi yaparak söyledi. “Şef sadece size göz kulak olmamı ve savaşa karışıp yaralanmadığınızdan emin olmamı istedi.” dedi ve ekledi: “Siz karışmadığınız sürece ben de karışmam…”

“Sadece sen mi beni durduracaksın?” Lilith küçümsedi ama harekete de geçmedi. Sadece asasını daha sıkı kavrarken, etrafındaki hava bile öfkesinden dalgalanmaya başladı.

Önceki ateş topu yüzünden zayıflamamış olsaydı, üçünü karşı tek savaşabilirdi. Hepsi Adam’ın suçu! Onu uyarmama rağmen beni dinlemedi. Şimdi bu sorunla nasıl başa çıkacağını göreceğim diye düşünürken, Demirderi ile karşılaşan Adam’a baktı. Yine de gücünü tekrar toplamak için gizlice uğraşıyordu.

Adam hiç korkmadı. Zebil ve adamları onlardan daha büyük oldukları için doğal olarak daha güçlülerdi. Lakin ölümcül bir hata yapmış olabilirlerdi ki, o da tepeden tırnağa iyi silahlarla donatılmış onların karşısına basit silahlarla çıkmış olmalarıydı.

Bu uzun süre iktidarda kalmış ve halkını gözlerine sokmayan birinin kibriydi!

“Ne güzel bir mızrak!” Demirderi, buğday sarısı sertleşmiş derisini gerdi ve elinde alışkın olduğu kemik mızrağını çevirdi. Bu mızrakla uzun süredir eğitim alıyordu ve en çılgın hayallerinde bile Adam’ın ona rakip olabileceğini düşünmezdi. “Seni doğradıktan sonra benim olacak!”

“Gel!” Adam sakinliğini korudu ve Demirderi’yi daha da şaşırtacak şekilde herhangi bir pozisyon almadan orada dikilmeye devam etti.

Bunun iki anlamı olabilirdi. Ya savaşmayı bilmeyen bir aptaldı ya da rakibini küçümsüyordu.

Demirderi iki ihtimali de düşünüp, o güzelim kafasını meşgul etmek istemedi. Zihni çoktan Flam’la nasıl eğleneceğine dair görüntülerle doluydu.

Swish!!!

Hemen mızrağını Adam’ı doğrultarak, saplamaya çalıştı. Onu doğrudan delip geçmek istedi ki mızrak hedefine ulaştığında, hedef ortadan kaybolmuştu.

Pat!

Ne olduğunu anlamadan sırtına aldığı sert bir darbeyle tökezledi ve yere yığıldı.

Adam, saf güçte rakibinin kendisinden üstün olduğunu biliyordu. Onunla kafa kafaya çarpışmayacak kadar akıllıydı. Zira Demirderi’den alacağı tek bir darbeye bile dayanmayacağından korkuyordu.

Aslında bu beşerlerin fiziksel gücü oldukça etkileyiciydi. Tek zıplamada metrelerce ilerleyebilirler, sadece yumrukları ile kayaları parçalayabilirlerdi. Bedenleri içgüçle doluydu. Lakin hepsi bu kadardı. Kaba kuvvetin getirdiği avantajlar yüzünden, çeşitli taktik ya da tekniklere zaman ayırmamışlardı.

“Ahh! Siktir!” Demirderi hemen mızrağını arkasına savurdu ve çevik bir şekilde yeniden doğruldu. Sırtında Adam’ın mızrağından kalma kırmızı bir çizgi vardı. “Zıplayıp durma da benimle erkek gibi dövüş!”

Dedi benden oldukça büyük ve güçlü kişi, diye içinden geçiren Adam sadece gülümsedi. “Bir çocukla dövüşmekten utanmıyor musun?”

“Seni öldüreceğim!!” Adam’ın laf sokmasından hoşlanmayan Demirderi amansızca mızrağını sallamaya devam etti. Çünkü doğruydu, aralarındaki yaş farkına göre bir çocuğa saldırıyor gibiydi. Ama bu önemli değildi. Önemli olan tek şey, güçtü!

Adam da sağa sola zıplamaya devam ederken, anlaşılmaz hamlelerle karşılık vermeye devam etti.

Demirderi’nin bakış açısından Adam sadece mantıksız davranıyordu. Gereksiz yere hareket ediyor, anlamsız hareketlerle kendini yoruyordu. Lakin bunun Adam’ın kurbağa canavarından öğrendiği bir hareket tekniği olduğunu nereden bilebilirdi?

Adam bu hareket tarzına, ‘Zıplayan Adımlar’ adını vermişti ve uzun zamandır üzerinde çalışıyordu. Tahmin edilemez davranarak, rakibin kafasını karıştırmaya ve vur-kaç taktiği ile savaşmaya dayanıyordu.

Swish! Swish!

Clank! Çat! Çut!

Kemik ve metal çarpışmaya devam etti. Kemik mızrak da çok dayanıklı olsa da aynı zamanda bir sanat eseri olan, gerçek bir çelik mızrağın önünde şansı yoktu. Üzerinde yavaş yavaş biriken hasarın izleri belirginleşemeye devam etti.

“Ha!”

Doğru zamanı bekleyen Adam, aniden rakibine yaklaştı ve hızının getirdiği gücü de ödünç alarak, mızrağın zayıflayan yerine sertçe vurdu.

“Hayır!” İkiye ayrılan mızrağı ile silahsız kalan Demirderi bağırsa da, Adam soğuk çeliği karnına saplarken çaresizce izlemek dışında yapabileceği bir şey yoktu.

“Puah!!!” Aynı anda kan kusarken, karnına batan mızrağı kavradı ve kan çanağına dönmüş şaşkın gözleriyle Adam’a bakarken, mızrağın daha derine inmesini engellemeye çalıştı.

Bu zayıf veledin ellerinde mi öleceğim? Hayır kabul edemem! Adam’ın soğuk ve duygusuz gözlerine bakarken, gerçekten de burada ölebileceğini hissetti. Hemen bağırmaya başladı: “Bana yardım edin! Şef! Beni öldürecek!”

Adam, zaten herkesin sırayla geleceği ve teke tek karşılaşacağı, adil bir dövüş beklemiyordu. Ama yine de Demirderi’nin yardım isteyen çağırışları onu öfkelendirdi. Sadece rakibini yenmek istiyordu ama birden kontrolünü kaybetti ve tüm gücüyle mızrağa yüklendi!

Onu gerçekten öldürmek istedi!

“DUR!”

Zebil bağırırken durduğu yüksek yerden çoktan kaybolmuştu ve göz açıp kapayana kadar ikisinin yanında belirmişti.

“Hızlı” Adam daha tepki veremeden göğsüne inen sert bir yumrukla uçuruldu. Yumruk onu uçursa bile sıkıca tuttuğu mızrağı bırakmamıştı ve bu da Demirderi’ye batan mızrağın sertçe yerinden sökülmesine sebep olmuştu.

“Adam!!!” Lilith ve Tekeş aynı anda bağırdı. Diğer dövüşler durdu ve hemen ona doğru koştular.

Lilith hemen Adam’ın yanına geldi ve ağzından akan kanı gördüğünde Zebil’e dönerken, “Çok acımasızsın!” dedi.

“Asıl kısır olan o” Demirderi’nin kanayan karnına bastırırken, “Kendi kardeşine ne yaptığına bak!” dedi. Nedense bir anda mağaradaki herkesin kardeş olduğunu hatırlayıverdi!

Aslında içten içe Adam’ın ne kadar güçlendiğine şaşırmıştı ve aynı zamanda buna sinirlenmişti. Bedeninde akan içsel güçten hala tomurcuk aşamasına bile geçemediğini sezebiliyordu ama savaş taktikleri konusunda kesinlikte bir usta gibi dövüşüyordu.

Sanırım kendim yapmam gerekecek! Gözlerinde zalim bir bakış belirirken düşündü.

Bu sırada Adam da düştüğü yerden kalkmıştı. Mızrağını tutundu ve dik bir şekilde dururken, boyun eğmeyi reddetti. “Önce siz saldırdınız! Şimdi beni kısır olmakla mı suçluyorsun?”

“İyi iyi…” Zebil öfkeliydi. “Şefine karşı gelmeye kararlısın demek. Asi olmaya mı çalışıyorsun?!”

“Tsh!” Adam onun çarpık mantığından bunalmış hissetti ve küçümseyerek, “Yalanlarınla uyuyup kölen olmaktansa, asi olmayı tercih ederim!”

Lilith onların çekişmelerinden ve kendisi görmezden gelmelerinden sıkılmıştı. “Yeter!” diye bir kez daha bağırdı ve “İkiniz de kesin artık. Birbirinizle savaşmayı bırakın, burası size anlatıldığı kadar barışçıl bir yer değil!” derken, uzaktan onları izleyen hain Flam’a bir bakış attı.

Lilith’i fark eden Zebil’in ifadesi hemen yumuşadı, “Pekâlâ dediğini yapabilirim. Sadece Adam, bana meydan okuduğu için isteğini yerine getireceğim ve sonuç ne olursa olsun, bu kin burada bitecek.” dedi. Lilith’e baktı ve “Sadece kutsal ruhpanımızın hatırı için… Lakin ruhpanımız asasına kavuştuğu için işini yapmalı ve Demirderi’yi iyileştirerek, samimiyetini kanıtlamalı…”

Zebil kendisi için asıl önemli olanın, kan kaybeden adamı Demirderi kurtarmak olduğunu ima edercesine şartlarını söyledi ve sanki büyüklük onda kalıyormuş gibi davrandı. Sanki Adam’ı affetmeye hazırmış gibi görünüyordu.

Lakin Adam kesinlikle sözünde durmayacağını biliyordu.

Lilith ise düşünmeden reddetti. “Kesinlikle olmaz! Demirderi’yi iyileştirebilirim ama bu çatışma burada bitmeli!” Asasını daha sıkı kavradı ve “Hem Adam seninle nasıl savaşabilir? Kesinlikle adil değil…” dedi. Zira Zebil’in hangi seviyeye ulaştığını bilen birkaç kişiden biriydi.

Zebil çoktan Filiz aşamasına ulaşmış, içgüç bedeninde çılgın bir nehir gibi akar olmuştu. Artık öğrendiği bir taşkını kullanarak Adam’ı rahatça dövebilir, tek bir darbede kalbini bedeninin içinde patlatabilirdi!

Lilith onu savunduğu için iyi hissetmesi gereken Adam ise nedense rahatsız hissetmişti. Beni küçümsüyor mu?

Lilith ise bu sırada şifalandırmak için asasının ucunu, aldığı darbe yüzünden parçalanmış Adam’ın göğsüne tutarken, ona geri baktı. Bakışları, evet öyle yapıyorum, peki ne yapabilirsin? der gibiydi.

Hangi elemente yetenekli olursa olsun, tüm ruhpanlar aynı zamanda şifacıydı. Sadece saf doğal enerjiyi manipüle ederek, iyileşmeyi hızlandırabilirlerdi. Sonuçta her şeyin kaynağında doğal enerjiler vardı. Beşerlerin bedeni de bir istisna değildi. Ayrıca doğru uygulandığında ateş elementinin de iyileşme üzerine ekstra etkileri vardı.

Lilith’in ateş ile şifa uygulayabilmesi, onun doğal enerjiler konusunda ne kadar yetenekli olduğunu gösteriyordu.

Yarası gözle görülür hızlarda iyileşirken sanki dağlanıyormuş gibi bir acıya dayanmak zorunda kalan Adam ise bu kışkırtıcı bakışları ile gözlerinde hem melek hem de şeytan olan Lilith’e tahammül etmek zorunda kaldı.

“O zaman Adam bana boyun eğmeli ve herkes gibi emirlerimi dinlemeli. Onları sorgulamamalı!” Zebil konuştu. “Ya da en azından 3 darbeme dayanmalı…”

“Ama…” Lilith tekrar itiraz etmek istedi ama Adam sözünü kesti.

“Tamam ama sözünde dursan iyi olur…” Yarası neredeyse iyileşen Adam, en azından 3 darbe alabileceğini düşündü. Lilith’e baktı ve “Endişelenme, düşündüğün kadar zayıf değilim!” dedi.

“Hmph!” Lilith somurttu ve asasını çekti. “Kendini abartıyorsun…”

Lilith, Demirderi’yi iyileştirmek için hamle yaparken, Adam ve Zebil karşı karşıya geldi.

Demirderi’nin durumunu inceleyen Lilith yarasının ne kadar kötü olduğunu görünce, düşünceli bir hale büründü. Onu iyileştirebilirim ama muhtemelen tüm gücümü tüketecek. O zaman Adam’a istesem bile yardım edemem.

Asasını doğrultup işleme başlamadan önce Zebil’e bir bakış attı. Ne kurnaz bir adam, diye düşündü. Her şeyi en başından planlayıp planlamadığını düşünmeden edemedi…

Zira savaşmaya başlayan dört kişiden illaki birileri yaralanacaktı. Zebil ancak o zaman harekete geçti ve hemen Lilith’in elini bağladı.

Zebil, meşhur demir bıçağını bile çıkarmadan Adam’a baktı, “Hamlemi yapacağım…” diye sakince konuştu.

Mızrağını kavrayan Adam, onun bu provokasyonuna aldırmadan kendi silahını daha sık tuttu. Zira Zebil’in karşısında dururken bir beşerin karşısında değil de bir canavarın karşısında duruyor gibi hissediyordu.

Sanki yeniden kurbağa canavarı ile karşılaşıyor gibiyim. Hayır tehlike hissi ondan bile büyük!

Güm!

Herhangi bir özel hareket yapmadan doğrudan Adam’a atılan Zebil, tuttuğu mızrağa güçlü bir yumruk indirdi.

Adam sonunda durmadan önce 10 metreden fazla sürüklendi. Bunun yarısını ayakta sürdürebilse de yarı yolda yuvarlanmaktan kurtulamadı. Elleri zangır zangır titrerken, mızrağını tutmakta zorlanıyordu.

Onları izleyen Tekeş, “Ne Güç!” şaşkınlıkla ağzından kaçırdı. Şefleri bu kadar güçlü müydü gerçekten? Hangi aşamadaydı? Tekeş’in kendisi Tomurcuk aşamasındaydı ve Filiz aşamasına geçmeye çok yakındı. Ama böyle bir yumruk atamayacağını biliyordu.

Zebil çoğu durumda kendisi harekete geçmezdi. Ama bu tembel ya da zayıf olduğu anlamına gelmezdi. Aksine kabiledeki herkesten daha çok yetişim yapıyordu. Sadece güvendiği adamlarla antrenman yaptığı için kişisel gücünden diğerleri emin değildi.

“Hehe…” Azman kıkırdadı. “Bu daha hiçbir şey. Şefimiz sadece ısınıyor…”

Tekeş onları dikkate almadı. Sadece abarttıklarını düşünüyordu.

Çataldil de Tekeş’in ikna olmadığını görebilirdi. “Adam dayansa iyi olur. Böylece nihayet şefin gerçek gücünü görebiliriz…” dedi. “Belki iç gücünü kullandığını bile görebiliriz…”

Çataldil böyle söylüyordu çünkü Zebil kendi adamlarıyla yaptığı antrenmanlarında bile gücünü gizlemeye devam ederdi. Kimseye güvenmediği bir sır değildi.

“Fena değil…” Zebil çarpmanın etkisiyle uyuşan yumruğunu salladı. “Hiç, iç gücünü gerçekten kullanan bir savaşçı görmediğini düşünüyorum?”

“Olabilir mi?” Lilith’in bile dikkati çekilmişti. Sonunda yine de kullanacak!

Kollarını sallayarak hafif adımlarla yürümeye ve yavaş yavaş Adam’a yaklaşmaya başladı. Kollarıyla birlikte gövdesi de ileri geri gidiyor, sanki bedeninden bir dalga yükseliyor gibiydi.

“Şanslısın ki bugün bir tane göreceksin.” Dalgalanma belirginleştiğinde, sağ koluna doğru akan bir yanılsama görüldü ki yumruğu hafifçe parlamaya başladı. “Göreceğin son şeyin bu olması üzücü…”

“İç güç! Bu içgücün kullanılması! Bir Taşkın!”

Artık bir alev topu gibi parlayan yumruğunu kaldırdı ve henüz şokunu atlatamamış Adam’a acımasızca saldırdı.

“Şimdi ÖL!”

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

No results available

Reset