Daha sonra gölden çıktılar ve bu mağaradaki yeni hayata çabucak adapte oldular.
Adam Lilith’den bir ateş yakmasını istedi ki nihayet pişmiş canavar etini istedikleri kadar yiyebilsinler.
“Mımmm…Mımmm…”
Bu sesler pişmiş canavar etini denedikten sonra parmaklarını yalayan Lilith’e aitti. Gözleri fal taşı gibi açılmış, hayatında hiç bu kadar güzel bir şey yemediğini haykırıyordu.
“Nasıl bu kadar lezzetli olabilir?”
Pişmiş canavar etleri tek kelime ile muhteşemdi. Sonuçtan Adam da memnundu.
“Sen yokken ateş yakamadım ama tadı iyileştirecek bir şey keşfettim. Gölün dibinden topladığım şu bembeyaz toza bak! Eti pişirirken üzerine biraz ekmek yeterli, fazla olursa acı oluyor…”
İkisi bir süre burada yalnız yaşadı. Birlikte uyudular, yediler ve yetişim yaptılar. Lilith yeterince güç topladığında Adam’ı karşısına aldı.
“Hazır mısın?” diye sordu.
Şu anda Adam’ın da önerisiyle parlayan taşlardan bir çemberin içinde oturuyorlardı. Adam, parlayan taşların yetişime faydalı olduğu konusunda ısrarcıydı. Lilith sadece kabul edebilir ve Adam için elinden geleni yapabilirdi. Bugün nihayet Adam’ın kutsamasını yapacaktı.
Adam başını salladı ve gözlerini kapattı.
Lilith hemen önünde durdu ve Adam’ın keskin yüz hatlarına bakarken, odaklanmakta zorlandı.
Sakin ol kızım… Kendi kendini sakinleştirdi ve dışgücü Adam’a doğru zorlarken gerekli ilahileri mırıldandı…
“Ey Tüm Ruhların Efendisi, Yüce Pan! Önünde diz çökmüş kuluna kutsamanı bahşet! Yüce Pan’ın iradesi ile etrafımdaki tüm elementlere emrediyorum! Bu bedeni kutsayın!”
—
—
—
“Lilith bugün başaracak mı dersin?” Tekeş sordu.
Asma yapraklarından yaptığı rahat bir yatakta uzanıyordu. Yanında sıkılmış üzümlerden bir kâse içecek tutarken, önünde harıl harıl yanan ateşe tuttuğu şişteki kör kurbağaları kızartıyordu.
“Başaracak!” Yanında aynı şeyi yapan Adam, kararlı bir şekilde cevap verdi. Biraz ileride, göl kenarında sakince oturan Lilith’e bakıyorlardı. Kuyruğunu, Lilith’in omurgasından aşağı salmış, gövdesi omuzlarından aşağı sarkarken, sağ koluna dolanmış pan yılanı ile meditasyon yapıyordu. İkisi sanki birleşmiş, tek vücut olmuşlar gibiydi.
Lilith’in Adam’ı kutsaması bir kere daha başarısız olmuştu…
Lilith ne yaparsa yapsın, Adam’ın hayalindeki tohum çatlamayı reddediyordu. Bir taş kadar sağlamdı. Tüm süreç boyunca üzerinde sayısız çatlak oluşmuştu ama Tomurcuk aşamasına dair en ufak bir iz yoktu. Sonuçta kutsama başarısız olduğu için Lilith’in asasına kavuşmasını beklemekten başka çareleri yoktu…
Adam, Lilith’i getirdikten sonra dediğini yapmış ve en azından Tekeş ve Flam’ı buraya getirmenin bir yolunu bulmuştu. Mağarada görünmeye henüz cesaret edemediği için tünelde saklanarak uzun süre beklemek zorunda kalsa da sonunda bu aptal şişman açlığa daha fazla dayanamamış ve kendini göstermişti.
“İçkilerinizi tazelememi ister misiniz beyler?” Hoş bir ses duyuldu ve bir dişinin yaklaştığını gördüler. Gelen Flam’dı. Burada biraz zaman geçirdikten sonra güzelliği iyice ortaya çıkmıştı. Cildi parlamış, saçları ışıl ışıldı ve sürekli gülümsüyordu.
Gölde pek çok hazine olsa da silahlar ve zırhlar dışında giyecek pek bir şey yoktu. Neyse ki Adam, savaştığı devasa kurbağa canavarının derisinin çok sağlam bir materyal olduğunu görmüş ve saklamaya karar vermişti. Goblinlerle girdiği savaşta delik deşik olması üzücüydü.
Lakin kızlar geldiğinden beri, asmalardan yaptıkları ipleri kullanarak basit kıyafetler yapmayı başarmışlardı. Çok kaliteli ve esnek bir deri olduğu için hem savaşlarda hem de gündelik olarak giyilebilirlerdi.
Flam da kurbağa canavarının beyaz derisinden dikilmiş basit bir savaşçı elbisesi giyiyordu. Sadece hassas kısımları kapatmaya yeten iki parça olsa da önceki tamamen çıplak halinden iyiydi. Ayrıca üzerine giyebilecekleri zırhları da vardı.
Lakin bu kıyafetlerin, kızları önceki çırılçıplak hallerinden bile daha çekici yapmaları beklenmedikti!
Adam ve Tekeş, açıkta kalan uzun bacaklarını sergilerken, adeta süzülerek yürüyen dişiye göz atmadan edemediler. Özellikle önünde deri kıyafeti tarafından köşeye sıkıştırılmış, yeni gelişen iki kartopu, gözler için tam bir ziyafetti.
Burada birkaç gün geçirdikten, karnını doyurduktan ve kirinden pasından arındıktan sonra; bu müstehcen kıyafetlerin de tahriki altında, gerçek güzelliği iyice ortaya çıkmıştı.
“Boş ver şimdi içeceği,” Adam ona el salladı ve heyecanla “Gel otur. Lilith asasına kavuşmak üzere!” dedi.
Flam,” Öyle mi?” diyerek yanlarına gelip dizlerini karnına çekerek oturdu. Meraklanmış gibi yapsa da karmaşık ifadesini güzel, uzun bacakları ile gizlemişti. Gözleri Lilith’e baksa da aklı Adam’daydı. Bugünlerde Adam’ın gözü Lilith’den başkasını görmüyor diye içinden geçirdi.
Adam gittikten sonra çok üzülmüştü ve bir süre tüneli gözlemeye devam etti. Lakin kendisine tarif edemediği bir baskı hissettiren Lilith ile sık sık karşılaştığı için bir süre sonra gitmeyi bıraktı. Adam’dan umudunu kesmişti. Artık karnını doyuran Adam da olmadığı için diğerleri gibi yiyecek kavgasına dalmıştı.
Belki yeterince yiyip güzelleşirsem, güçlü bir erkek bulabilirim diye düşünür olmuşken, bir anda Tekeş çıkagelmişti. İlk etapta Tekeş’ın fikrini değiştirip, nihayet onu arzuladığını düşündüğü için sevinse de gerçeği öğrendiğinde şok olmuştu…
Adam yaşıyordu ve geri dönmüştü!
Sonrasında Tekeş ile birlikte soluğu bu muhteşem yerde almışlardı. Flam için burası adeta bir cennet bahçesiydi. İstediği her şeye kavuşmuş ve yukarıdaki acımasız hayatı çabucak unutmuştu.
Aslında dişiler de erkeklerden farklı değildi. Burada bir süre geçirip rahatladığında güçlü bir erkeğe olan arzusu yeniden alevlenmişti.
Tabi ki ilk hedefi Adam’dı. Üstelik şimdi çok daha iyi görünüyordu ve en çılgın hayallerinin ötesinde bir zenginliğe kavuşmuştu. Vücudu büyümüş ve güçlenmişti. Eskiye göre daha sakin ve çok şey biliyor gibiydi. Adam’ın hemen yanında oturduğu için onun temiz ve ferahlatıcı kokusunu bile alabiliyordu.
Yakışıklılık, güç ve zenginlik; sanki bir erkekte aranan tüm özellikler Adam’da toplanmış gibiydi…
Tam da Flam’ın her şeyden çok istediği türden bir erkeğe dönüşmüştü. Lakin Adam artık onunla ilgilenmiyor gibiydi. Buraya davet etmesi, ona yeterince değer verdiğini kanıtlasa bile sadece… yeterli değildi.
“Şşt!” Tekeş, yaramaz bir şekilde Adam’ı dürttü.
Bakışları ile Adam’a aptal aptal bakan Flam’ı işaret ederek, “Dostum, bir hamle yapmak için çok geç değil,” dedi ve “arkamı dönebilirim biliyorsun…” diye ekledi. “Hazır ruhpanımız da meditasyona dalmışken, şuradaki sarmaşıkların arkasında gerçek bir azman olabilirsin…”
Adam, refleks olarak işaret edilen yere baktı ve kendisine bakan Flam’la göz göze geldi. Flam’ın gözleri şehvetle buğulanmış gibiydi. Adam’la göz göze gelse bile fark etmemiş, sanki az sonra yiyeceği pişmiş ete bakıyor gibiydi.
“Öhöm!” Adam tekrar Lilith’e dönmeden önce boğazını temizledi ve Flam’ı ıslak rüyasından uyandırdı. Flam da ne yaptığını fark etmiş olacak ki hemen kızarmış yüzünü, tekrar bacaklarını arasına gömdü. Lakin açıkta kalan kıpkırmızı olmuş kulakları için daha derine saklanabilmeyi diledi ve içinden şöyle geçirdi:
Düşündüğüm gibi artık beni umursamıyor. Yaptığım şey için kötü hissetmeme gerek yok…
Adam ise dikkatini tekrar Lilith’e verdi. Yumrukları sıkılmış bedeni gerilmişti. Onun başarılı olmasını gerçekten istedi. Hem Lilith için hem de kendi yetişimi için önemli bir andı.
Ayrıca Lilith tüm odağını yetişimine verip çok çalışıyorken, kendi rahatlığını düşünemezdi.
Elbette Flam gibi güzel bir dişi tarafından arzulanıyor olmak, Adam’ın gururunu okşuyordu. Eskiden onu arzulayan Adam’dı. Ama şimdi roller değişmiş gibi duruyordu.
Flam sadece tatmin olmak için çiftleşmek istiyorsa sorun değildi ama daha fazlasını talep etmesinden korkuyordu. Sonuçta Zebil ve diğerleri gibi dişilerle özgürce çiftleşip, bir kenara atabileceğinden hala emin değildi.
Düşünceleri durulmadan önce şimdilik sadece Lilith gibi, o da güçlenmeye odaklanmıştı. Yeterince güçlü olduğunda bazı sorunların kendiliğinden düzeleceğini umuyordu. Duygusal meseleler bekleyebilirdi. Şehveti bekleyebilirdi.
Lilith’in bir anda gözlerini açması, Adam’ı düşüncelerinden uyandırdı.
“Dönüş!” diye bağırdı Lilith.
Pan yılanı bir anda çıplak bedeni üzerinde yağ gibi kaydı ve sağ eline aktı. Yılan anlaşılmaz bir varlık gibi bulanıklaştı ve Lilith’in eli üzerinden kaymaya başladı.
“Bana gel!” Lilith bir kere daha bağırdı.
Adam ve diğerlerinin gözünde artık bir yılan olarak tanımlanamayacak bu bulanık şey, Lilith tarafından yakalandığında kaçmak istiyor gibiydi. Lilith onu cesurca ve kararlı bir şekilde tuttu.
Kaşları çatılmışken, sanki kontrol etmesi zormuş gibi alnında ter boncukları yuvalanmaya başladı. İradesini zorlayan bir sınav veriyor gibiydi.
Lilith’in elinde bulanık şeyin bir süre çırpındığını gördüler. Sanki kontrol edilmek istemiyor, ince havaya karışıp gitmek istiyor gibiydi. Pan Yılanı bu noktada, yarı materyal, yarı süptil bir forma kavuşmuştu ve ortamdaki doğal enerjiyle uyumlanmıştı. Sadece bu sonsuz enerjiyle bir olmak, ince havaya karışıp gitmek istiyor gibiydi.
Tıss!!!
Yılan bir süre daha kurtulmaya çalıştı. Tısladı, çırpındı ve formunu sürekli değiştirdi ama Lilith üstünlüğü elde etmiş gibi ayağa kalktı ve elini sarsmaya başladı. Yumuşamış bulanık yılan, Lilith elini sarstıkça yavaş yavaş cisimleşti ve simsiyah, yılanın pulları ile aynı desenlere sahip ahşap bir asa formunda katılaştı.
Lilith şimdi elinde yılan başlı, muhteşem desenleri olan siyah bir asa tutuyordu. Asa, ilk bakışta donmuş bir yılan gibi görünse de formunun gerçek bir odun barçası gibi serleştiği görülebilirdi. Yılanın iki kırmızı gözü bile donuklaşmış, asayı süsleyen değerli yakutlara dönüşmüştü.
“Hehehe…” Lilith nihayet rahatlarken, içten içe gülmeden edemedi. “Sonunda başardım!”
Sonra elindeki asa ile seyircilere döndü ve kutsal bir hava ile orada durdu. Bir şey bekliyor gibiydi…
Başında sonuna kadar soluksuz bir şekilde izleyen seyirciler olarak Adam ve diğerleri, onu duyduğunda kendilerine geldiler. Adam, “Hadi dene! Bize ne yapabileceğini göster!” diye bağırdı.
“Evet evet! Görmek istiyoruz!” Tekeş’de tezahürat yaptı.
Hemen yanına gidip onu tebrik etmek istediler ama son anda hareket edemediklerini fark ettiler. Çünkü Lilith şu anda biraz… ürkütücü ve baskıcı mı görünüyordu?
O asayı tutmaya başladığı anda havası değişmiş gibiydi.
Sanki tanıdıkları inatçı ve kibirli kız gitmiş, yerine saygı duyulması gereken kutsal bir varlık gelmişti. Normal şartlarda Adam dışında diğerleri tarafından çekilmez bulunan kibri bile, şimdi haklı bir gurura dönüşmüş gibiydi.
“Ehem!” Lilith başını salladı ve sakinleşti. Ama harekete geçmedi. Hala bir şeyleri unutuyormuş gibi arkadaşlarına bakıyordu. Gözleri duygusuzdu.
“Pat!”
İlk harekete geçen Flam oldu ve hemen dizlerinin üzerine çökerek, Lilith’e eğilidi. Lilith’in doğal baskısı ile kendine geldi ve önceki vaazları hatırladı. Buna göre asasına kavuşmuş bir ruhpan, artık saygı duyulması gereken gerçek bir ruhpandı. Önceleri sadece bir adaydı. Şimdi ise dünyanın yaratıcısı Büyük Evren Yılanı Pan’ı temsil eden gerçek bir elçiydi.
Onun ne yaptığına şaşkınlıkla bakan erkekler ise hemen duyularına kavuştu ve Flam’ı tekrarladılar.
“Selam sana Kutsal Ruhpan! Yüce Pan’ın Elçisi…” Hep bir ağızdan, Lilith’in onlara öğrettiği gibi konuştular.
Adam her zaman Lilith’e hayran olsa da önünde diz çökmeyi garip buldu. Hatta rahatsız edici, mide bulandırıcı bir histi. Lilith ondan daha yetenekli, bilge ve çok güzel birisi olabilirdi ama arkadaşıydı. Ve arkadaşlar birbiri önünde böyle diz çökmemeliydi!
Diz çökse de diğerleri gibi başını eğmemiş, doğrudan Lilith’in gözlerine bakmıştı. Duygusuz görünüyorlardı, sanki normal olan buymuş gibi. Lakin Adam orada başka bir duygu gördüğünü sandı.
Sanki bundan zevk mi alıyordu?
Lilith ise şu anda hiç olmadığı kadar keskinleşmiş algılarına ve mekânı dolduran doğal enerjilere odaklanmıştı. Sanki hiç olmadığı kadar rahat bir şekilde temas kurabileceğini hissetti.
Sanki elementlerle konuşabilecek kadar yakınlaştık…
Bunun nedeninin tuttuğu asa olduğunu biliyordu. Hayır, bir asa tutmuyordu. Ona göre sanki yeni bir uzuv kazanmış gibiydi. Bir şey tuttuğunu söylemek gerekirse, doğrudan ortamdaki saf doğal enerjiyi, avuçlarında tutuyormuş gibi üstün ve yüce hissediyordu.
“Ne kadar büyülü…”
Pan yılanı ile tamamen kaynaşmış, düşünceleri birbirine dolanmış gibiydi. Artık onun fısıltılarını kulağı ile dinlemek yerine doğrudan zihninde duyabiliyordu. Bu sayede mağarayı dolduran doğal enerjiyle de tam bir uyum yakalamıştı. İsterse ortamdaki tüm enerjiyi tutuşturup, cehennemi buraya indirebileceğini bile hissediyordu.
“Hadi bakalım…”
Elindeki asaya yavaşça başının üstüne kaldırdı ve sallamaya başladı. Sanki görünmez bir kazanı karıştırıyor gibiydi. Kendisi de döngünün ritmine kapıldı ve yavaşça dönmeye başladı. İlk etapta boşlukta sopasını sallıyor gibi görünse de çok geçmeden üzerindeki hava ağırlaşmaya başladı.
Seyircilerin sanki boş havayı değil de viskoz bir sıvıya bakıyor gibi hissetmeleri uzun sürmedi. Hava hızla sıvılaştı ve kızıl bir renge bürünmeye başladı. Bu sefer daha önceki denemeleri gibi küçük kırmızı noktalar yerine, doğrudan devasa bir güneş yoğunlaştırıyor gibiydi.
Tekeş hafifçe terlemeye başladı ve Adam’ı dürterken, “Hey Adam, bu-bu… biraz fazla değil mi?” diye endişeyle sordu. Zira Lilith’den çok da uzakta değillerdi. Lilith o şeyin kontrolünü kaybeder ve bu tarafa düşürürse, yediği kurbağalar gibi kızarması muhtemeldi.
Adam da bir sorun olduğunu fark etti. Lilith kendini kaptırmışa benziyordu. Bu kadar güçlü olması normal mi? diye düşündü ve “Hey çaylak! Bu kadarı yeter!” diye seslendi. Asasına yeni kavuştuğu için çaylak bir ruhpan olduğunu söylemek yanlış değildi.
Aslında ruhpanların çoğu daha bebekken, asalarına kavuşurlar ve onu akranlarına vurmak için bir değnek olarak kullanırlardı. Adam’ın müdahalesi olmasaydı, Lilith’den yiyeceği çok sopa olurdu.
Lilith daha küçük ve safken, zihni daha berraktı ve pan yılanı ile bütünleşmesi daha kolay olmalıydı. Lakin fırsatı kaçırması kötüydü.
Ayrıca pan yılanın kendisi de sorunluydu. Adam’la çözülmemiş dertleri varken bir de üstüne Lilith ve Adam sanki yapışmış gibi hep beraber takılırlardı. Dolaysıyla zihin ve beden bütünlüğüne erişmeleri uzun zaman aldı.
Aslında Adam, Lilith’in gelişimini engellemiş gibi görünse de farkında olmadan ona görülmemiş bir fırsat bahşetmişti. Lilith küçüklüğünden beri doğal enerjiyi hissetmek ve kendi dış gücü olarak kullanabilmek için kendi bedenini zorluyordu. Diğerleri gibi en başta asa ile çalışmaya başlamış olsaydı, algıları ve yeteneği bu kadar gelişemezdi.
Şimdi asasına kavuştuğuna göre kapakları açılmış bir baraj gibiydi. Doğal enerjiyi kontrol etmiyordu, adeta hükmediyordu.
Mağarada ılık bir rüzgâr esmeye başladı ve Lilith’in başı üzerinde bir girdap belirdi. Girdabın dibi, Lilith’in asasını çevirdiği yerdi. Çok geçmeden orada devasa bir ateş topu belirdi ve büyümeye devam ediyordu.
Lilith, “Şey… Nasıl duracağımı bilmiyorum ki…” derken çaresiz görünüyordu. Durmak istedi ama duramadı. Zira birden durur ve bu dev ateş topu dengesizleşirse kendine ve onlara zarar vereceğinden korktu.
Adam da sorunu fark etti. Aklını hızla çalıştırdı ama bir çıkar yol bulamadı. En sonunda, “Suya at, suya!” diye bağırabildi. “Hadi bizde uzaklaşalım!”
Adam ve diğerleri, diz çöktükleri yerden geri çekilirken Lilith başını salladı. Ateş topu o kadar büyümüştü ki, altındaki su bile kaynamaya başlamıştı. Adam, şayet o ateş topu atılırsa, onu ölüme yaklaştıran, savaştığı korkunç kurbağa canavarının bile küle dönüşeceğini hissetti.
“Atıyorum!” Lilith daha fazla tutmakta zorlandığı için bağırdı. Asasını yavaşlattı ve gölün ortasına doğrulttu.
Devasa ateş topu, asanın çizdiği yörüngeyi izledi ve cüssesiyle uyumlu, yavaş bir hızda süzülerek nazikçe su yüzeyine kondu.
BOOOM!!!
Nazik dokunuşu, kulakları sağır eden bir patlama takip etti. Patlamanın gücüyle savrulan Lilith ise zaten hazırlanan Adam, yumuşak kucağına güvenle indi.
FOOOOŞŞŞŞ!
Hemen arkasında büyük miktarda göl suyu havalandı ve bunu romantik bir yağmura dönüştürdü.
Lilith ve Adam birlikte ıslanmaktan kurtulmadı. Bir an için ikisi de ne diyeceğini bilemez bir halde birbirlerine baktılar ve suyun onları ıslatmasına izin verdiler.
“Hahahahahha!!!”
Sonra ikisi de mutluluktan gülmeye başladı. Lilith sonunda başardığı ve beklediğinde bile güçlü olduğunu keşfettiği için mutluyken, onu tutan Adam’un boynuna sarıldı. Adam da mutlu atmosfer yüzünden önceki düşüncelerini unuttu ve Lilith’le birlikte dönmeye ve kutlamaya başladı.
Yağmurda ıslanana yemeklerine üzülen Tekeş bile gülümsüyordu. Küçük gurupları nihayet güçleniyordu.
Sadece Flam, yağmur gibi üzerine düşen suda somurtuyordu. Birbirlerine sarılan ve çok mutlu görünen Adam ve Lilith’e baktıkça yumrukları sıkılıyordu. Yağmurlu hava onda diğerlerinden farklı bir ruh hali yaratmıştı ki bir anda kulağına gelen alkış seslerini duyduğunda, yumrukları gevşedi.
Şak Şak Şak!!!
Sevinç kahkahaları atan ve suda çocuklar gibi eğlenen Adam ve Lilith de sesleri duydu ve durdular.
“Kötü!” Gökten yağan kızarmış kurbağaları toplamakla meşgul Tekeş, bir şey fark etti ve hemen Adam ve Lilith’e yaklaştı. Burada onlardan başka kimse yokken, yabancı sesler hayra alamet değildi.
“Sanırım doğru zamanda geldik…”
Yukarıdaki mağarayı, buraya bağlayan tünelde şimdi 4 kişi duruyordu. Konuşan kişi yavaşça ilerledi ve aydınlığa çıktı.
“Zebil!” Adam ve diğerleri hep bir ağızdan dedi.
“Evet benim,” Zebil mağaranın muhteşem manzarasına göz atarken hem memnun şekilde basını sallıyor hem de hayal kırıklığına uğramışçasına iç çekiyordu. “Yukarıda açlıktan kıvranan kabile üyeleriyle ilgilenmeye çalışan, ŞEFİNİZ!”
“Flam buraya gel.” Adam yanındaki Tekeş ve Lilith ile uzaklaşırken, uzakta hala gelenlere bakan Flam’a seslendi. Sırtı onlara dönüktü.
Adam’ın sesini duyan Flam’ın omuzları titredi ama yerinden kıpırdamadı.
“Hey Flam?” Tekeş de seslendi. “Bu tarafa gel, tehlikeli!”
“Tsk!” Zebil aşağıdaki dramaya bakarken dilini tıklattı.
Yerinde kıpırdamadan duran Flam’a bakan Lilith ise bir şeyleri çözmüş gibiydi. “Boşuna seslenmeyin. Burayı nasıl buldular sanıyorsunuz?”
Adam’ın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Tekrar Flam’a baktı ve “Flam?” diyerek istemsizce tekrar seslendi.
Flam ise geriye dönmeden, “Üzgünüm…” demekle yetinde ve titrek adımlarla Zebil ve adamlarına doğru yürüyerek onlardan uzaklaşmaya başladı.
Tekeş çok sinirlenmişti. “Orospu!” derken tombul elleri titriyordu. “Sende bir değişiklik olduğunu biliyordum!”
Neticede Flam onlara ihanet etmeyi seçmişti…