1. Cilt - Bir İblisin Doğası Değişmez

13. Bölüm - Ayın altında bambu ormanı, bir kar tanesi.

  • Muhterem Bedbaht
  • 29 Eylül 2024 23:54:16
  • 2 yorum
  • 22

Yaklaşık 300 yıl önce, Gu Yue klanında inanılmaz bir dahi ortaya çıkmıştı. Çok üstün bir doğal yeteneğe sahipti, genç yaşta beşinci aleme kadar kültivasyon uygulayabilmişti. Üstelik bundan daha yükseğe de ulaşma potansiyeline sahipti. Namı tüm Qing Mao Dağı’na yayılmıştı, önünde parlak bir gelecekle beraber klanının umudu olarak yüklendiği ağır bir sorumluluk vardı.

Bu kişi Gu Yue klanının tarihinde en çok bahsedilen kişiydi, dördüncü klan lideriydi.

Ne yazık ki halkını korumak için kendi canından feragat etti ve kendisiyle aynı seviyede bir güce sahip beşinci seviye bir Gu Ustası olan şeytani Çiçek Şarabı Keşişi’yle savaştı. Şiddetli bir savaşın ardından Çiçek Şarabı Keşişi’ni yenmiş olsa da şeytanı hemen öldürmeyip dizlerinin üstüne çöküp merhamet dilemesine izin verdi.

Sonunda ufak bir dikkatsizliğinden faydalanan Çiçek Şarabı Keşişi onu sinsi bir saldırıyla yaralamayı başardı. Dördüncü klan lideri öfkeyle Çiçek Şarabı Keşişi’ni öldürdü, ancak ağır yaralanmıştı. Kendisi de bu yaraları atlatamayıp zamansız bir şekilde hayata gözlerini yumdu.

Bu trajik olay bugüne kadar dilden dile dolaşmış ve Gu Yue klanı arasında popüler bir hikâye haline gelmişti. Ancak Fang Yuan bu hikayeye inanılmaması gerektiğini biliyordu çünkü hikayede çok büyük bir boşluk vardı.

Önceki hayatından hatırladığı kadarıyla, bundan bir ay sonra, sevgilisi tarafından terk edilmiş bir Gu Ustası köyün dışında yatıyormuş, o kadar sarhoşmuş ki sudaki balık misali sallanıyormuş olduğu yerde. Sonunda üzerinden yayılan şarap kokusu bir Şarap Kurdunun dikkatini kendisine çekmiş.

Gu Ustası Şarap Kurdunun peşine düşüp onu Çiçek Şarabı Keşişi’nden kalan kalıntıların bulunduğu bir yeraltı mağarasını bulana kadar takip etmiş. Ayrıca orada Çiçek Şarabı Keşişi’nin mirasını da bulmuş. Bu Gu Ustası hemen klana geri dönüp yaşadıklarını onlara anlatarak büyük bir heyecan yaratmış.

Oluşturduğu fırtına yavaş yavaş dinerken o da bundan kar sağlamış; Şarap Kurdunu elde etmiş, kültivasyon seviyesi artmış, bir zamanlar onu terk eden kız arkadaşıyla barışmışlar ve bir süreliğine köyde şöhreti artış yaşamış.

Hikayeler nesilden nesle aktarıldıkça değişmesi normaldir. Ancak Fang Yuan’ın anılarında, bu hikaye oldukça gerçekçi görünüyordu. Yine de hikayenin içinde hala bazı saklı kalan sırlar olduğunu hissediyordu.

“İlk başta bu his zayıftı ama son birkaç gün içindeki araştırmalarım dahilinde, bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyorum.“ Gecenin karanlığı tüm dağa çökmüştü. Fang Yuan köyün etrafındaki bambu ormanında yürürken kafasından şu ana kadar elde ettiği ipuçlarını gözden geçirdi.

“Kendimi o adamın yerine koyup düşünürsem, neden tüm mirası kendime almayıp da klana haber vereyim? Klan onurundan bahsetmeye gerek yok, herkesin kalbinde açgözlülük vardır. Bu Gu Ustasının kalbindeki açgözlülüğü bastırmasına, hatta tüm çıkar ve menfaatlerini bir kenara bırakıp Çiçek Şarabı Keşişi’nin mirası klanın üst düzey yöneticilerine bildirmesine sebep olan şey ne olabilir?“

Gerçek her zaman tarihin sisi içinde gizlenmiştir. Fang Yuan her ne kadar zihnini zorlasa da aklına bir fikir gelmedi. Ne de olsa elindeki ipuçları çok azdı. Bunlarında doğruluğu kesin değildi, o yüzden tam olarak güvenilemezdi.

Fang Yuan kendini düşünmekten alıkoyamadı. “Artık ne olursa olsun, bu yeşil bambu şarabını aldıktan sonra üzerimde yalnızca 2 ilkel taş kaldı. Eğer hazineyi bulamazsam başım büyük bir belada demektir. Bu gece son bir kere daha deneyeceğim, ya hep ya hiç!“

Zaten en başta bir Gu solucanını rafine edebilmek için yeterli ilkel taşa sahip değildi. Öyleyse neden elindeki parayı bu şaraba basıp başarı şansını arttırmaya çalışmıyordu ki?

Diğer insanlar söz konusu olsaydı, muhtemelen çoğu tedbiri elden bırakmaz ve ilkel taşlarını biriktirmeyi seçerdi. Ancak Fang Yuan için bunu yapmanın verimi çok düşüktü. O risk almayı ve kumar oynamayı tercih ederdi.

Gördüğünüz gibi, Şeytani Yol’un insanları risk almayı severdi.

Gece gittikçe siyaha bürünüyor, bahar ayı bir yayın şekline bürünüyordu. Bulutlar ay ışığını gizliyor, sanki hilal şeklindeki ay ince bir tül tabakasının ardında saklanıyordu.

Üç gün üç gece boyunca aralıksız yağan yağmur yeni bitmişti. Dağların arasındaki bulanık enerji temizlenmiş, geriye yalnızca en saf tazeliği kalmıştı. Bu temiz hava beyaz bir kağıt parçası gibi saftı ve şarabın güzel kokusunun etrafa yayılmasına karşı hiçbir engel teşkil etmiyor, hatta yardımcı oluyordu. Fang Yuan’ın bu geceye bahis oynamasının sebeplerinden ilki buydu.

Önceki yedi günlük arama süreci kazançsız geçmemişti. En azından Çiçek Şarabı Keşişi’nin o yerlerden birinde ölmediğini kanıtlamıştı. Bu, Fang Yuan’ın ikinci sebebiydi.

Bambu ormanının yemyeşil çimleri ve sonsuzmuşçasına yayılmış beyaz çiçek denizlerinin arasından birer mızrakmışçasına yükselen bambuları yeşim çubukları andırıyordu.

Fang Yuan kavanozun mührünü açtı ve anında etrafa yoğun bir şarap kokusu yayıldı. Yeşil bambu şarabının Gu Yue köyündeki bir numaralı şarap olduğu söylenebilirdi. Bu, Fang Yuan’ın kumarının üçüncü sebebiydi.

“Bu üç sebebinde bir araya gelmesiyle eğer bir gün başarılı olacaksam o bu gün olmalı!“ Fang Yuan şarap kavanozunu yavaşça eğip bir taşın üstüne damlatırken içinden neşeyle düşündü. Eğer handaki avcılar bu manzarayı görselerdi muhtemelen hüzne boğulurlardı. Ne de olsa bu şarap tam 2 ilkel taş değerindeydi.

Fakat Fang Yuan kayıtsızdı.

Güzel kokular hızla geceye karıştı. Hafif bir esinti eşliğinde bambu ormanına yayılıyordu. Fang Yuan olduğu yerde durmuş, havayı kokluyordu. Bir süre bekledi ama herhangi bir hareket göremedi.

Tek duyduğu, yakın mesafede öten bir bülbülün şakıyışıydı; bu ses bir dizi çanı andırıyordu. Bakışları sessizdi. Şaşkınlık hissetmeden birkaç yüz metre ötedeki başka bir noktaya doğru yürüyerek uzaklaştı.

Burada da aynı şeyi yaptı, birkaç damla şarap döktü ve yerinde bekledi.

Aynı şeyi tekrar tekrar yaptı, birkaç farklı yere daha gitti ve birkaç kez daha şarap damlattı. Tüm bunlardan sonra kavanozdaki yeşil bambu şarabından geriye sadece biraz kalmıştı.

Fang Yuan “Bu da sonu,“ diye iç geçirdi. Şarap kavanozunu, tabanı göğe bakacak şekilde ters çevirdi. Kavanozda kalan tüm şarap dışarı aktı. Şarap çimenlerin üzerine aktı ve yeşil çimenlerin sallanmasına neden oldu. Yabani çiçekler şarapla boyanarak başlarını hafifçe eğdi.

Fang Yuan göğsündeki son umut kırıntısına tutunarak ayağa kalktı ve etrafına baktı.

Şu an gece çoktan ilerlemişti. Kalın bir bulut ay ışığını gizlemişti. Karanlık gölgeler bir perde gibiydi, bambu koruluğunu örtüyordu. Her yer ölüm sessizliğine bürünmüştü, her bir yeşil mızrak bambu tek başına duruyordu ve Fang Yuan’ın gözbebeklerinde yukarıdan aşağıya doğru düz bir çizgi izi bırakıyordu.

Sessizce olduğu yerde durdu ve kendi nefes alışını dinledi. Ardından göğsünde taşıdığı küçük umudun yavaşça dağıldığını ve yokluğa dönüştüğünü hissetti.

“Her şeyden sonra başaramadım.“ Mırıldandı, “Bugün üç büyük avantajı bir araya getirdim ama yine de başarısız oldum, Şarap Kurdunun gölgesini bile göremedim. Bu da gelecekte başarı olasılığımın daha düşük olacağı anlamına geliyor. Şu anda elimde sadece iki ilkel taş var ve Ay Işığı Gu’yu rafine etmem gerekiyor. Artık daha fazla risk alamam.“

Risk almanın sonucu genellikle tatmin edici olmazdı. Ancak istenilen sonuç elde edilebilirse, ele geçen kâr gerçekten etkileyici olurdu. Fang Yuan risk almayı severdi ama bir kumar bağımlısı değildi ve daha da önemlisi kaybettiklerini kumardan geri kazanmayı düşünen birisi hiç değildi. Kendi sınırları vardı, kendi yeteneklerini biliyordu.

Şu anda, beş yüz yıllık yaşam deneyimi ona durma zamanının geldiğini söylüyordu.

Hayat bazen böyleydi. Çoğu zaman insanın gözünde mükemmel görünen, onu kendinden geçiren bir hedef olurdu. Çok yakın gibi görünse de, pek çok dönemeç ve engelle kaplıydı, erişilemezdi. Bu durum insanı huzursuz eder, gece gündüz onu düşünürdü.

“Bu, hayatın çaresizliği, ama aynı zamanda yaşamın çekiciliği,” diye acı bir şekilde güldü Fang Yuan ve arkasını dönüp uzaklaşmaya başladı.

Tam o anda.

Hafif bir rüzgâr esti, nazik bir elin etraftaki tozları yavaşça dağıtması gibi gökteki bulutları sakince uzaklara sürükledi. Bulutların gidişiyle saklanan ay artık ortaya çıkmıştı. Gökte bütün güzelliğiyle asılmış hilal şeklindeki ay, beyaz yeşimden yapılmış bir lamba gibi su berraklığındaki ışığıyla yeryüzünü yıkıyordu. Ay ışığı bambu ormanının üzerine döküldü, dağın kayalıklarına yayıldı, nehir ve dereleri yıkadı. En sonunda Fang Yuan’ın vücuduna vurdu.

Fang Yuan sade bir kıyafet giymişti; ay ışığının nazik dokunuşuyla genç yüzü daha da güzelleşmişti. Karanlık bir anda gecedeki gücünü kaybetmişti ve yerini karlı kır çiçeklerinden oluşan bir denize bıraktı. Sanki ay ışığından etkilenmiş gibi demin susan bülbül tekrar ötmeye başladı. Bambu ormanı boyunca yayılmış olan bütün bülbüller bu senfoniye katıldı.

Aynı anda, büyük dağlarda yaşayan bir böcek türü olan ve ay ışığı altında harekete geçen ejder hapı çekirgeleri hışırtılarıyla yaşam şarkılarını söylemeye başladılar.  Onlar sadece geceleri ortaya çıkan canlılardı. Vücutları soluk kırmızı ışık yayıyordu; o anda sürüler halinde dışarı fırladılar, her birinin vücudu kırmızı akik renginde parlayıp sönüyordu.

Fang Yuan ilk bakışta, bu ejder hapı çekirgelerinin bambu korusunda, ay ışığı altında zıplayan, yeşil çimenlerin ve kır çiçeklerinin üzerine konan kıpkırmızı su fıskiyeleri gibi olduğunu düşündü.

Bambu ormanı sanki bir bilince sahip gibiydi, ay ışığı altında mızrak bambularının yeşim yeşili gövdeleri pürüzsüz bir şekilde parlıyordu. Sık ağaçların ve baharın parlak çiçeklerinin büyüleyici görüntüs, Doğa Ana şu anda Fang Yuan’a muazzam güzelliklerinden bir ânı armağan ediyordu.

Fang Yuan adımlarını bilinçsizce durdurdu ve sanki cennetin içindeymiş gibi hissetti. Çoktan geri dönmek için harekete geçmişti ama o anda bilinçsizce etrafına bir bakış attı.

Şarabın son damlalarını üzerine döktüğü yabani çiçek ve ot yığını rüzgârda hafifçe titreyerek sallanıyordu. Fang Yuan kendi kendine güldü ve tekrar önüne dönüyordu.

Ancak!

Beklenmedik bir şekilde tam o anda beyaz bir kar tanesi gördü.

Bu kar tanesi çok uzaktaki bir bambu direğine konmuştu. Ay ışığı altında asılı duran yuvarlak bir inci gibiydi.

Fang Yuan’ın iki göz bebeği de şiddetle büyüdü, bedeni hafifçe titredi. Kalbi hızla çarpmaya başladı. 

Bu Şarap Kurduydu!

No results available

Reset