Adam göl kenarına bağdaş kurmuş oturuyordu. Yüzü, önündeki göl kadar sakindi. Sanki nefes almayı bile unutmuşçasına, mekanla bütünleşmiş gibi hareketsizdi. Son derece odaklanmış halde meditasyon yapıyordu.
Yararlı olabileceğini düşündüğü için de etrafına bir sürü parlayan taş yığmıştı. Henüz renklerinin anlamını bilmediği için de her renkten getirmişti.
Gördüğü ikinci vizyonla şok olduktan sonra epeyce vakit geçmişti. Fakat üzerine ne kadar düşünürse düşünsün bir anlam çıkaramamıştı. Çılgın bir tahmin yürütmesi gerekirse, gördüğü yılan Lilith’in pan yılanına benzediği için (tabi yüzlerce kat büyük olması dışında), Yüce Pan’ı görmüş olabilirdi.
Bir Şeytan görmüştü! Üstelik en yüce şeytanı görmüştü!!!
Bir şeytan görmenin büyük bir şok ve kafa karışıklığı dışında pek bir faydası yoktu gerçi. Belki tek yararı zihni inanılmaz oranda genişlemişti. Taa bebekliğinden bu yana tüm hatıraları netleşmiş, her şeyi hatırlar hale gelmişti…
Annesi Ayakız’ı ve nasıl öldüğünü artık net bir şekilde hatırlayabiliyordu. Son anlarında alevlerin ortasında duran muhteşem bir çiçek gibi, güzel ve ulaşılmazdı. Bu pis ve karanlık mağaraya ait değildi, ki geriye bir ceset bile bırakmadan göçüp gitmişti…
“Pislikler!”
Adam’ın yumrukları sıkıldı ve annesine son anlarında nasıl davranıldığını hatırladığı için tekrar dikkati dağıldı. Bugüne kadar hep onu suçlamışlardı. Oysa eski şef ve adamları asıl suçlanması gerekenlerdi!
Annesi kendi intikamını aldığı için kalbinde kin tutmasına gerek yoktu belki ama artık diğerlerinin önünde de başını eğmeyecekti. Onların ne dediklerine aldırmaksızın, artık gerçeği biliyordu.
Adam artık her şeyin söylendiği ya da göründüğü gibi olmayabileceğini anlamıştı.
Bazı şeyleri kabul etmeden önce sorgulaması gerekiyordu…
“Huuuu… Fuuuuu…” Tekrar derin bir nefes verdi. “Sakinleş… Az kaldı…”
Kendisini tekrar sakinleşmeye zorlarken, düşüncelerini bastırdı. Şimdi bu düşüncelerin anlamı yoktu. Şu anda odaklanması gereken kendi yetişimiydi.
Artık yetişim yapmanın zamanı gelmişti!
Bu terim, canlıların kendilerini tıpkı bir bitki gibi görmelerini ve adım adım gelişmelerine atıfta bulunuyordu. Yetişim, tamamen yeteneğe ve anlayışa bağlıydı. Sert kuralları ve sınırları yoktu. Sadece genel geçer kabul görmüş, hayali aşamaları vardı.
Buna göre kişinin bedeni topraktı. Toprağı olabildiğince doğal enerjilerle doldurarak verimli hala getirmek gerekiyordu. Adam’ın bildiği doğal enerjiler temel elementlerle sınırlıydı ki bunlar; ateş, su toprak ve havaydı. Lakin algısı onları ayırt edecek seviyeye henüz gelmediği için hepsini emmeye çalışıyordu.
Sonra bir tohum olduğunuzu hayal ederdiniz. Tüm enerjinizi bu tohuma sıkıştırmanız gerekirdi. Adam’ın şu anda yapmaya çalıştığı şey de buydu.
Ne, hayal kurmanın basit olduğunu mu sandınız?
Şey… Bu çağdaki beşerlerin pek hayal gücü yoktu diyelim…
Hayal kurmak onlar için anlaşılmaz, büyülü bir durumdu. Sırf bu yüzden kendiliğinden gelen rüyalara da büyük önem atfederlerdi.
Çünkü beşerlerin hayatı yiyecek aramak, dinlenmek ve çiftleşmekle geçerdi. Hayal kurmak için pek çabaları olduğu söylenemezdi. Örneğin Adam şimdiye kadar doğru düzgün bir tohum bile hayal edememişti. Sadece şimdi sahip olduğu kaynaklar ve sakinlik ile bir hayaline süreklilik kazandırabilmişti.
“Bir tohum düşünmeliyim… Tıpkı buradaki mor üzümler gibi yuvarlak ve sulu….”
Gurul, gurul…
Adam’ın midesi guruldamaya başlamıştı yine…. Ama bu sefer kararlıydı. Bir başarı elde etmeliydi artık!
Sonra tohum yeterli doygunluğa ulaştığında çatlatılmalı ve tomurcuk aşamasına geçilmeliydi ki, bu dünyada bunu hayal edebilmek için bile ‘Ruhpan’ın Kutsaması’ adlı özel bir yardım gerekliydi. Ne yazık ki pan yılanı Adam’ı reddediyordu ve Lilith de kutsamayı tek başına yapacak kadar güçlü değildi.
Lilith’i de buraya getirirsem çabucak güçlenmez mi? Belki o zaman beni tek başına kutsayabilir. Adam’ın aklına bu fikir geldiği için hem sevindi hem de dikkati tekrar dağıldığı için sinirlendi. Hiçbir şey düşünmeden durmak ve doğal enerjiyi hissetmeye çalışmak çok zordu.
“Henüz Tomurcuk aşamasına bile geçemedim. Daha Filiz, Fidan, Ağaç ve Meyve aşamaları var. Bir taşkın uyandırmak için, en az Filiz aşamasına ulaşılması gerektiğini duydum. Efsanevi yetenekler olan ‘tezahürler’ içinse, 6. aşama yani son aşama olan Meyve aşamasına ulaşmayı düşünmek,” Derin bir nefes daha alıp, ciğerlerini son bir kez daha doğal enerjiyle doldurduktan sonra gözlerini açtı, “benim için uzak bir hayal…”
Gözlerini açmasıyla birlikte yüzüne gelen esintiyi hissetmesi ve görüşünde büyüyen dev bir et parçası görmesi bir oldu. Gelen koca bir dildi…
“Cehennem!”
Düşünmeye vakit yoktu ve Adam, uyuşmuş bacaklarıyla zar zor zıplayarak kaçabildi.
BOOM!
Kaçmasıyla birlikte az önce oturduğu yer, bir patlamayla parçalandı.
Küçük bedeni ile havada kendini dönmeye zorlayan Adam, biraz uzağa indi ve kendisine saldıran şeye daha dikkatli baktı.
“Ne kadar büyük bir kurbağa!” Sadece o zaman, suyun içine gizlenmiş ve kendisini gizlice gözetleyen yaratığı gördü. “Bir canavar!”
Adam ilk defa bir canavarla karşılaşıyordu ama mağaradakilerden duymuştu. Sıradan vahşi hayvanlardan farklı olarak canavarlar, yetişim yaparak güçlenmiş hayvanlardı. Canavarlar, sıradan beşerlerden çok daha güçlü ve tehlikeliydi. Zekâları, beşerlerden aşağı değildi ve doğuştan üstün bedenleri vardı.
Bir canavarla ancak yetişim yapmış güçlü bir beşer mücadele edebilirdi.
Gözün takip edemeyeceği bir hızda büyük dilini geri çekti ve gölün derinliklerinde kayboldu. Adam ona iyi bir bakış atamadı ama muhtemelen kör kurbağalara benzemesi gerektiğini düşündü.
“Aslında burada bir canavar vardı!” Adam, sırtındaki soğuk terle titredi. “Daha taşkın da kullanamam… Lanet olsun!”
Adam bunca zamandır burada kalıyordu. Yüzüyordu, taşları kaldırıp bırakıyordu, acıktığında üzümlerden ve kurbağalardan yiyordu. Ve nerede yorulursa düşüp, orada uyuyordu. Ama canavar sadece şimdi kendisini gösterdi. Nedeni ne olabilirdi?
“Yetişim!” Adam biraz önce göle çok yakın bir noktada yetişme odaklanmıştı ve doğal enerjiyi hareketlendirmişti. Canavarların doğal enerjiye karşı hassas oldukları demek ki doğruymuş diye düşünmeden edemedi.
Adam hemen sırtına iliştirdiği kısa kılıcı çekti. Neyse ki bunca zamandır kendini eğitiyordu ve hazırlanmıştı. Şu anda ketenden yapılmış dayanıklı kıyafetler ve üzerlerine iliştirilmiş plakalardan hafif bir zırh giyiyordu. Aşağıda daha iyi zırhlar vardı ama üzerine olan ve hareketlerini kısıtlamayan tek bunu bulabilmişti.
Kılıcı ise boyuna uygun, iyi bir kılıçtı. Aslında kılıçtan çok, uzun bir bıçağa benziyordu ama hafif ve esnek olması açısından iyi bir tercihti.
Göğsündeki parlak metalden plakayı okşadı ve “Kurbağa canavarından gelen darbelere dayanabilir değil mi?” diye mırıldandı. Canavar gözden kaybolsa da bir kere harekete geçmişti. Pes etmeyeceğini biliyordu.
Canavar, bir kör kurbağa ise gözleri kör olmalı değil mi? Adam düşündü ve test etmek için olduğu yere çökerken, bir kayayı uzağa fırlattı.
Tak!
Splaşşş!
Taş düşer düşmez gölden büyük bir karaltı fırladı. Kurbağa bu sefer dilini göndermekle uğraşmamış doğrudan hedefe atlamıştı.
“Eyvah!”
Kurbağanın cüssesine göre Adam hala çok yakındı. Hemen kalkıp kaçmak istedi ki, bu da ikinci hatasıydı.
Kurbağa canavarı beklendiği gibi sese tepki verdi ve havayı parçalayan güçlü dilini Adam’a doğru şimşek gibi gönderdi.
Puahhh!
Sırtına aldığı darbeyle uçarak gönderilen Adam kan kustu.
“Ahh!” Düştüğü yerde acıdan kıvranırken zorlukla ayağa kalktı ve canavarla yüzleşti. Zira sırtından bir darbe daha alırsa öleceğini hissetti. Sırtını koruyan metal plaka kırılmasa bile içe göçtüğünü hissedebiliyordu.
Gulp!
Bir metrelik beyaz ölümle karşı karşıya gelen Adam, sert bir şekilde yutkundu. Bacakları yumuşarken, elindeki kılıcı iki eliyle bile tutmakta zorlanıyordu. İlk defa bir canavarın terörü ile karşı karşıya kalıyordu. Adam’ın korku dolu beyaz gözleri, canavarın kör, beyaz gözleriyle karşılaştı. O gözlerde en ufak bir merhamet ya da acıma duygusu yoktu.
“Öleceğim!!!”
Canavarın kasları gerilmeye başlarken, orada öylece durması Adam’a tarifi mümkün olmayan bir dehşet hissettiriyordu. “Böylesine iyi bir mağaranın sahipsiz olacağını düşünmekle aptallık ettim.” Adam kendisini yine zor bir duruma düşürdüğü için lanetlerken kurbağa hamlesini yaptı.
VIRRRRR—–RAAAAAAK!
Önce ağzının altını şiddetle şişirdi ve cüssesini neredeyse iki katına çıkarttı. Sonra ise mağarayı sallayan bir gümbürtü kopardı.
“Kulaklarım!!!”
Adam anında kılıcını düşürdü, çünkü kanayan kulaklarını tutmak zorunda kaldı. Ani ses saldırısı kulaklarına zarar vermişti ki, kurbağa tekrar ölümcül saldırısıyla, yani uzun diliyle saldırdı.
“Bittim…”
Bu saldırıdan kaçamayacağını anlayan Adam son bir hamleyle acıyan kulaklarını boş verdi ve düşürdüğü kılıcına uzandı.
Boom!!!
Kılıcını aldığı anda ucu sert bir yumruk gibi olan dil göğsüne şiddetle çarptı ve onu arkasındaki kayaya vurarak, bir pelte gibi duvara yapıştırdı.
“Ahhh!” Göğüs plakası tamamen içe göçtüğü için kaburgalarını ezse de onu da ölümden kurtarmıştı.
Adam daha sıkıştığı yere bakamadan, yüzüne çarpan sert rüzgârdan kurbağanın ağzına doğru çekildiğini fark etti.
“Ahh! Beni yiyemezsin! “Hemen kılıcı kurbağanın diline saplamaya başladı. Yeterince güçlü olsaydı tek bir hamlede dili kesebilirdi ama şimdilik elinden gelen buydu.
Grrrguh!!
Canı yanan kurbağa onu çekmeyi bıraktı ve şiddetle bir köşeye savurdu. Şu anda kanamaya başlayan yaralı dilini tekrar ağzına çekmek istiyordu.
Adam havada süzüldü ve sertçe yere düştü. Kolunu kaldıracak hali yoktu.
Canavarların şakası yoktu!
Sadece bir kurbağa canavarı, onu ölümün eşiğine getirmiş, ona bir atıştırmalık gibi davranmıştı.
Adam bunca zamandır kurbağalarla besleniyordu. Sanırım kurbağaların da onunla beslenme zamanı gelmişti…
Tam ne yapacağını düşünürken, etraftan garip sesler gelmeye başladı.
“Hi-Hi-Hi-Hi!!”
“Hihihihih….!”
Tuhaf gülüşlere benzeyen garip sesler duyarken, dev kurbağa da seslere tepki verdi ve iyileşmeye fırsat bulamayan yaralı dilini asmaların arasına gönderdi.
Küt!
Gagaagaga!
Önce bir şeylere çarpma sesi duyuldu ve sonrasında dilin ucunda yakalanmış garip bir yaratık, asmaların arasından çekildi.
Küçük yeşil bir yaratıktı. Uzun kulakları ve çirkin bir yüzü olmasına rağmen kendi dilinde konuşabiliyor gibiydi. Beline dolanmış bir parça bezle, elinde ahşam bir mızrak tutuyordu.
“Bir beşer mi, yoksa başka bir canavar mı?” Adam şaşkınlıkla savaşan yaratıklara baktı. Ne olduklarını çıkaramadı.
Arrrh!
Grrrguh!!
Derken küçük yeşil yaratık, kurbağa tarafından yenmeden önce elindeki mızrağı canavarın gözüne saplamayı başarmıştı. Kurbağa, yaratığı şiddetle çiğnedi ve yuttu. Gözü yaralandığı için kaçmak istedi ama daha fazla yeşil yaratık ortaya çıkıp, önünü kapattı.
“Okları var!”
Bu yaratıklardan daha fazlası geldiğini ve canavara oklarla saldırdıklarını gören Adam ise yaralı bedenini zorlukla bir kayanın arkasına sakladı. Savaşı oradan izlemek daha iyiydi. Zira kim kazanırsa kazansın, sıradaki o olacaktı.
“Bu yaratıklar açıkça zeki. Bizim savaşımız tarafından çekilmiş olmalılar.” Adam fikir yürütüyordu. Sonra acı acı güldü. “Benden faydalandılar ve yaraladığım canavara saldırdılar.”
Kemik kırılma ve et öğütme seslerine, yürek parçalayan çığlıkların eşlik ettiği savaş bir süre daha devam etti. Bir süre sonrası ise mutlak sessizlikti.
Adam yaralı bedenini saklandığı yerden çıkardı ve topallaya topallaya oraya gitti.
Yaralı bir gazi gibi savaş alanında dolaştı ve kayıplara göz attı.
Sağa sola saçılmış vücut parçalarından anladığı kadarıyla o yeşil yaratıklardan 10 tanesi burada ölmüştü. Kurbağa canavarı çok acımasızdı. Son ana kadar savaşmayı bırakmamış, sert derisinde delinmeyen yer kalmamıştı. Sayısız ok ve mızrakla delinse bile etrafta zıplamaya devam etmiş, en sonunda dili kesildiğinde pes etmişti ki bölgesine giren tüm düşmanları da yanında götürmüştü.
“Canavarlar gerçekten de canavardır!”
Adam gördüğü kanlı sahne yüzünden, her zamankinden daha beyazdı. Bir süre kendisini tutsa da kusmadan dayanamadı. Kabilede her zaman karşılaştığı vahşilik, bu caniliğin yanında aile içi şiddet gibi kalırdı.
Sakinliğini tekrar kazandığında, yeşil yaratıklara daha yakından baktı. “Goblinler olabilir mi?”
Birden isimleri aklında belirdi. Lilith vaazlarında isimlerini anmış, bu zayıf jinlerden bahsetmiş olmalıydı. Üzerinde durmadığı için, şimdiye kadar hatırlayamamıştı.
Jinler de tıpkı beşerler gibi akıllı canlılardı.
Sadece beşerler gibi hayvandan değil, doğrudan doğal enerjilerden doğduklarını biliyordu. Detaylara hâkim değildi ama bir bedene kavuşmadan önce, uzun bir süre yeraltında büyümeyi beklediklerini hatırlar gibiydi.
Goblinler ise sayısız jin kavminden sadece birisiydi. En fazla 1 metreye varan boyları ile yeşil derili, çirkin şeytani yaratıklardı. Ya da kısaca ‘şeytaniler’ idi.
Şeytaniler, goblinler gibi doğası gereği kötü olan yaratıkları tanımlamak için kullanılırdı. Buna göre beşerler, ‘hayvani’ idi. Yani belirli bir doğal eğilimi olmayan, sadece yaşamak için her şeyi yapan canlılar.
Sonra ‘ruhaniler’ vardı ki Lilith bile henüz onlar hakkında yeterli bilgiye sahip değildi.
Goblinler hakkında fazla bilgisi yoktu belki ama bildiği tek bir şey varsa, o da asla yalnız olmadıkları idi.
“Eğer 10 tanesi ortaya çıktıysa kesinlikle daha fazlası vardır. Hazırlansam iyi olacak.” Adam canavarlarla ilk savaşında harap olmuş bedeni ile yavaşça uzaklaştı. “Ah acıyor! Lilith’i buraya getirmenin zamanı geldi…”