1.Bölüm
Kitapçı
Elleri kitaplığın tozlu raflarında gezinirken tıknaz bir adam yanına geldi. Boğuk sesiyle, “ Yardımcı olabileceğim bir şey var mı beyefendi?” diye sordu. Arat şapkasını çıkarıp koyu kumral saçlarında elini gezdirdi, adama dönüp baktı. Adamın suratında tanıdık bir gülümseme belirdi.
“Ah sen miydin? Şapkan varken tanıyamadım delikanlı. Ne arıyorsun bakalım, yardımcı olayım.”
Arat, “Teşekkürler Jefferds, ama sanırım aradığımı buldum,” dedi, raftan soluk mürdüm renkli, kalınca bir kitabı alırken.
“O zaman kasadan yardımcı olalım Arat Bey. ” Adamın suratında yine o samimiyetsiz gülümseme belirdi.
Labirenti andıran kitap raflarının arasından çıkıp, kasaya yöneldiler. Kasada, daha önce görmediği sarışın bir kız vardı. Arat kitapları uzatırken, kızın yaka kartındaki isme gözü takıldı.
“Teşekkürler, Helin,” dedi.
Adını duyan kızın yanakları kızardı. Fakat Jefferds araya girip, kızın konuşmasına fırsat vermeden homurdandı.
“Helin’in buradaki ilk haftası, pek becerikli sayılmaz. Onu hala kovmadığım için bana şükretmeli.” kızın yüzündeki gülümseme sönmüş, yerini çekingen bir sessizliğe bırakmıştı.
“Ne yaparsın, iş için başvuran olmayınca iki kişi idare etmeye çalışıyoruz,” diye devam etti Jefferds, bozuk aksanıyla. “Üniversite sağolsun, son günlerde iş iyice yoğunlaştı. Kitapçıyı kafe olarak da kullanma fikri dahiyaneydi ama bu kadar yoğun olacağını tahmin etmemiştim.”
Helin’e dönerek, “Ah, sen de buradaki üniversitede öğrenciydin. Farelerle ilgili bir deney yapıyoruz demiştin. Bir üniversite öğrencisinin farelerle ne işi olabilir ki? ”
Helin, sesinden de belli olacak ki alınmıştı. “Moleküler Biyoloji, Bay Jefferds. Bölümüm Moleküler Biyoloji,” sesi giderek kısılırken, “Fareleri deney yapmak için kullanıyoruz.” Cümlenin sonunda Helin’in sesi artık hiç çıkmıyordu.
Jeffers’ın suratı asıldı, kendisine geri cevap verilmesinden hiç hoşlanmazdı. Arat devreye girerek, “Çok güzel bir bölüm okuyorsun, Helin. Daha sonra daha fazla dinlemek isterim. Ama şu an biraz acelem var kitaplar ne kadar tuttu?”
Jefferds homurdanarak kitap raflarını düzenlemeye geri döndü. Arat kıza teşekkür edip dışarı çıktı. Yağmur çoktan bastırmıştı. Kitapları paltosunun altına sıkıştırarak pas tutmuş kırmızı Chevrolet kamyonetine doğru koşmaya başladı.
Koltuğa yerleşip ıslak paltosunu arkaya, av malzemelerinin yanına fırlattı. Kalın kapaklı kitabı kucağına alıp üzerini kaplayan toz tabakasını silmeye yeltendi. Havaya karışan toz zerrecikleri ve eski kağıt kokusu genzini yaktı. Camı açarken küfrediyordu. Açık camdan içeri giren yağmur damlaları kapaktaki soluk mürdüm rengini belirginleştiriyor, silik altın varaklı yazıyı daha okunaklı hale getiriyordu. Elleri kitabın sararmış sayfalarında gezinirken içini tuhaf bir tatmin hissi kapladı.
Yıllar önce değersiz görüp elden çıkardığı kitaplardan biriydi. Şimdi elindeydi. Bunca zaman sonra yeniden elinde tutmak garip bir huzur veriyordu. Birden daldığı düşüncelerden kurtulup kitabı yan koltuğa bıraktı. Arabayı çalıştırdığında gürleyen motor sesi yağmur damlalarının ritmiyle dans ederken eve doğru yola koyuldu.
Menteşeleri pas tutmuş ön kapıyı aralayarak, çamurlu ayakkabılarına aldırış etmeden hole girdi. Paltosunu gelişigüzel askıya astı. Anahtarları ve cebinde buruşmuş birkaç tur broşürünü şifonyerin üzerine bıraktıktan sonra, koridorun sonundaki dar merdivenlere yöneldi.
Ahşap basamaklar her adımında farklı melodilerle gıcırdayarak onu tek odacıktan oluşan bodrum kata, eski eşyalar topluluğuna götürüyordu.
Tepedeki isli pencereden odayı aydınlatmayı başaran birkaç ışık hüzmesi, havada uçuşan binlerce toz zerresini de fark edilir hale getiriyordu. Çalışma masasının üzerinden uzanıp ağır aksak pencereyi güçlükle yarıya kadar araladı.
Odada adeta dans eden toz kümesi, yağmur sonrası içeri dolan bahar meltemiyle dağılmaya başladı. Pencerenin tam altında duran sedir masa, odanın kasvetli havasını kırıyor, mekana az da olsa sıcaklık katıyordu.
Karşı çaprazında, akvaryumu andıran devasa bir fanus duruyordu. İçi boştu, üzeri paçavra kumaşlarla örtülmüştü. Varlığı gizlenmek istercesine odanın en uç köşesine yerleştirilmişti. Önüne sandalyeler ve koliler yığılmıştı, dikkat edilmediği takdirde bir fanus olduğu anlaşılmıyordu.
Kucağındaki kitapları dağınık masanın üzerine koydu, ardından sigara yanıklarıyla kaplı eski haki koltuğa kendini bıraktı. Gözlerini kapattı, birkaç saniye boyunca hareketsiz kaldı. Odayı dolduran kuş sesleri, zihnine hafif bir dinginlik katıyordu.
Kasvetli kış geride kalıyordu. Baharın gelişiyle denizdeki dalgalar da durulacak, sonunda yeniden tekneyle açılabilecekti. Bunu düşündükçe içindeki ağırlık biraz hafifledi.
Derin bir nefes alıp doğruldu. Ellerini saçlarında gezdirerek gözlerini ovuşturdu. Uykusuz geçen geceler… Belki de artık azalacaktı. Günlüğü bulmuştu. Elinde, araştırmalarına ışık tutacak güçlü bir parça vardı.
Kalkıp mürdüm renkli eski günlüğe uzandı. Parmakları kapağın köşelerindeki yıpranmış dokuyu hissetti. Sayfaları araladığında, mürekkeple yazılmış isme gözleri takıldı.
İsme bir süre baktı, gözlerinde hafif bir dalgınlık belirdi. Eskiden sadece bir isim olan bu harfler, şimdi ona çok daha fazlasını anlatıyordu.
Bir zamanların masalları artık hayatının gerçeği, yegâne amacı olmuştu. Zihni tekrar düşüncelerle doldu.
Yetimhaneden ayrıldığı zamanlardı. Gerçeği öğrenmenin ağırlığı altında ezilmiş, ne yapacağını bilemez bir halde savruluyordu. Alkol en yakın dostu olmuştu, çevresi ise onu daha da dibe çekecek insanlarla doluydu.
O dönemlerde yaşlı adam yanında olmasaydı, hâlâ o cevapsız soruların girdabında başıboş dönüp duruyor olabilirdi.
Ona çok şey borçluyum, diye düşündü.
Geçmişi zihninde canlandıkça, içini huzursuz bir sıkıntı kapladı. Kaşları çatıldı, bir anda hışımla elindeki günlüğü masaya savurdu, eski sayfalar sertçe açılarak yayılıverdi.
Fırlatmanın etkisiyle, pencerenin altına yamuk asılmış mantar panodaki çizelge havada süzüldü, ardından yere düştü.
Çizelgeyi eline aldığında hışımla koltuktan fırladı. Elini arka cebine attığı anda üst kattan tanıdık bir melodi kulağına çalındı.
Paltosunun cebinde bıraktığı telefon aralıksız çalarken, merdivenleri hızla tırmandı. Ahşap basamaklar aceleyle atılan her adımda hafifçe esniyor, çatırdayarak karşılık veriyordu.
Islak paltonun ceplerini karıştırıp sağ iç cebinden telefonu çıkardı.
“Alo, ben de tam seni arayacaktım.” Eliyle alnına vurdu, “Ha siktir, biliyorum… Eee benim için onları biraz oyalayabilir misin?”
Holde bir ileri bir geri yürüyordu. “En fazla 15 dakika… Hatta 10 dakikaya kesin oradayım. Çıkıyorum şimdi.”
Konuşurken bir yandan şifonyerde duran anahtarlarını kaptı, ardından maun vestiyerden yaka kartını aldı. Telefonu kapatıp paltonun düğmelerini hızla ilikledi, ardından kapıyı açıp dışarı fırladı.
Birkaç denemede kamyoneti çalıştırmayı başardı. Motorun gürültüsü, ormanı kaplayan sessizliği yırtarak ağaçlar arasından yankılandı.