Tren durmuştu. Bay Freidel ağır adımlarla kapıya yaklaştı. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Kendi kendine “Hiç bile bile ölüme gider mi insan, gidiyormuş.” diye düşündü. Gerçekten resmen ölüme yürüyordu. Ama son kaçınılmazdı…
Kapı kendiliğinden açıldı. Çok korktu Freidel. Çok yakınında hissetti ölümü. Dışarıdan bir ses duyuldu:
“Değerli yolcularımız, yarım saat yemek ve ihtiyaç molası verilmiştir. Bilgilerinize.”
Freidel bir anlığına sakinleşti. Çünkü kapıyı açan, duraktaki bir personeldi. Aşağı indi Freidel. Tatlı tatlı esen rüzgâr, işkenceden kalan yara izlerine dokunurcasına geçti yanından. Etrafına bakındı. Kimse görünmüyordu. Kahve içmeye bayılırdı Freidel. Son kahvesini içmek istedi o an. Kafeteryaya doğru adım attı. Bir kahve sipariş etti. Hızlı adımlarla, bir yandan da kahvesini yudumlayarak kafeteryadan ayrıldı. Hâlâ kimse yoktu ortalıklarda. İçinden “Ya ne olacaktı Musa, ölüm görünmez hiçbir zaman, sen ne bekliyordun?” diye geçirdi. Derken bir ses duydu, kafeteryanın arkasından. Bu gerçekten ölümün sesine benziyordu. İlerlemeye başladı…
Rüzgâr iyice şiddetlenmişti. Hava birden soğumuştu sanki. Bir hüzün çöktü içine Freidel’in. Çünkü karşısında babası, hocası, abisi, dostu, belki de Fransa’daki hayatının her şeyi olan Joshua Wilhelm vardı. Elinde bir silah, gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuş. Titriyordu tüm vücudu Wilhelm’in. Acıklı bir sesle bağırdı:
“Sıkar mı insan hiç yüreğine? Bana sık dediler, ben sıkamam, yapamam…”
Ağlamaya başladı Wilhelm. Freidel de ağlıyordu.
“Öldür baba, vur beni, konuştuğumuz gibi, ne olur” dedi. Sonra Wilhelm:
“Evlat, hayatta her şeyin bir bedeli var. Beni benden aldı bu insanlar. Ben de engel olamadım buna. Oysaki sen, sen öyle miydin? Seni alamadılar, sen direndin aslanlar gibi. Şimdi söyle bana, yaşamak senin mi, yoksa benim mi hakkım?”
Freidel “Baba, hayır, yapma!” diye bağırdı. Wilhelm silahı kendine doğru yöneltti. Tetiği eline getirdi. Freidel tekrar “Baba, yalvarırım yapma!” diye bağırdı. Fakat artık çok geçti…
Wilhelm tetiği çekti ve kendini göğsünden vurdu. Freidel hemen Wilhelm’in yanına koştu. İkisi de hâlâ ağlıyordu. Wilhelm dönüp son sözlerini söyledi:
“Freidel’im, oğlum benim, en ağır yük de nedir bilir misin?”
Freidel hıçkırıklarla sordu: “Nedir baba?”
“Vicdan yüküdür evlat, vicdan yükü. Benim vicdanım kaldırmadı seni öldürmeyi. Sen kadar mücadele etseydim ben de belki bazı şeyler çok farklı olurdu. Ama ben yapamadım. Yaşamak, mücadeleden kaçanın değil, sonuna kadar mücadele edenin hakkıdır. Elveda benim aslan oğlum.”
Freidel babasını kollarında kaybetmişti. Bundan sonrası yoktu onun için. Mücadelesi uğruna nelerini kaybetmişti… Tüm bu kayıplarının arasına bir de babası gibi gördüğü Wilhelm eklenmişti…
Her mücadelenin bir bedeli vardı. Freidel de tüm bedelleri fazlasıyla ödemişti…