1f3f2e28 c130 44a0 a079 6cee6a68134b.jpeg

1. Bölüm: Kitapçı

  • 18 Mart 2025 17:38:01
  • 0
  • 8
  • 0


1.Bölüm 

Kitapçı


 

Ellerini kitaplığın tozlu raflarında gezdirirken tıknaz bir adam yanına yaklaştı. Boğuk sesiyle, “Yardımcı olabileceğim bir şey var mı, beyefendi?” diye sordu. Arat şapkasını çıkarıp koyu kumral saçlarında elini gezdirdi, adama dönüp baktı. Yaşlı adamın yüzünde tanıdık bir gülümseme belirdi.

Ah sen miydin? Şapkan varken tanıyamadım, delikanlı. Ne arıyorsun bakalım, yardımcı olayım.

Arat, “Teşekkürler Jefferds, ama sanırım aradığımı buldum,” dedi; raftan soluk mürdüm renkli, kalınca bir kitabı çekerken.

Yaşlı İtalyan, her zamanki samimiyetsiz gülümsemesiyle karşılık verdi: “O zaman kasadan yardımcı olalım, Arat Bey.” 

Jefferds önde, Arat arkada; labirenti andıran rafların arasından geçerek kapıya yöneldiler. Kasaya vardıklarında, tezgâhın arkasında daha önce görmediği turuncu kıvırcık saçlı bir kız vardı. Arat, elindeki kitabı mermer tezgâha bırakırken gözleri yaka kartındaki isme takıldı. Kız, kitapların barkodunu teker teker okuturken Arat nazik bir tonla konuştu:

Teşekkürler, Helin.” 

Adını duyunca utanan genç kız, kızaran yanaklarına elini götürerek ağzının içinde mırıldandı: “Ne de—” Ancak Jefferds araya girip konuşmasına fırsat vermeden homurdandı:

Helin’in buradaki ilk haftası. Pek becerikli sayılmaz. Onu hâlâ kovmadığım için bana şükretmeli.” 

Kızın yüzündeki gülümseme bir anda silindi; yerini çekingen bir sessizlik aldı. Jefferds’ın sert sözleri, yalnızca Helin’in değil, Arat’ın da canını sıkmıştı. Dişlerini gıcırdattı. 

Yaşlı adam ise küçümseyen bir ifadeyle devam etti: “Ne yaparsın, iş için başka başvuran olmayınca onunla idare etmeye çalışıyorum.” Bozuk aksanıyla Arat’a bakarak ekledi: “Kitapçıyı kafeye çevirdiğimizden bu yana işler oldukça yoğunlaştı. Üniversite sağolsun, dükkân öğrenci gruplarıyla dolup taşıyor. İki kişi nasıl yetişeceğiz, bilemiyorum.” Ellerini iki yana açıp başını eğdi. 

Ağır adımlarla tezgahın arkasına ilerlerken bir anda Helin’e döndü: “Sen de öğrenciydin, değil mi? Yunuslarla ilgili ilginç deneyler anlatıp duruyordun. Neydi bölümün… balıkçılık mıydı?” Suratına yerleştirdiği alaycı gülümsemeyle önündeki uzun tabureye oturdu.

Helin elindeki barkod okuyucuyu bırakıp arkasını döndü. “Bölümüm Moleküler Biyoloji, Bay Jefferds.” İfadesinden alınmış olduğu belliydi. Fakat gözleri, adamın sert bakışlarıyla buluşunca sesi giderek kısıldı: “Deneyleri, deniz memelilerinin davranışlarını anlamak için yapıyoruz. Balıkçılıkla bir ilgisi yok…” Cümlenin sonunda sesi artık duyulmuyordu. Burnundan kayan gözlüklerini düzeltip bakışlarını yere sabitledi.

Jefferds’ın suratı asıldı. Kendisine karşılık verilmesinden hiç hoşlanmazdı. Tam söylenmek üzereydi ki Arat araya girdi: 

Çok güzel bir bölüm okuyorsun Helin. Deneyler de ilgimi çekti. Bir ara ayrıntılı dinlemek isterim.

Helin kafasını kaldırıp Arat’a baktığında yüzüne tatlı bir gülümseme yerleşti. Önüne dönüp kitapları kahverengi karton bir çantaya yerleştirirken, Jefferds söylenerek taburesinden kalktı ve rafları düzenlemeye geri döndü. 

Arat elini Helin’e uzatarak konuştu: 

Bu arada tanıştığımıza memnun oldum. Ben Arat.” 

Helin utanarak genç adamın elini sıktı. Arat, tezgâh üzerinden kitapları alırken ekledi: “Şu an biraz acelem var ama tekrar geldiğimde sohbetimize kaldığımız yerden devam ederiz. Ne dersin?

Genç kız kafasını sallarken Arat da cevaptan memnun bir gülümsemeyle çıkışa yöneldi. Dışarı çıktığında yağmur çoktan bastırmıştı. Kitapları paltosunun altına alarak, pas tutmuş kırmızı Chevrolet kamyonetine doğru koşmaya başladı.

Koltuğa yerleştiğinde, ıslak paltosunu omuzlarından sıyırıp arka koltuğa—av malzemelerinin yanına—fırlattı. Kalın kapaklı kitabı kucağına aldığında, üzerindeki toz tabakasını silmeye yeltendi. Havaya karışan zerrecikler ve eski kâğıt kokusu genzini yaktı. Camı açmaya çalışırken küfrediyordu. 

İçeri giren yağmur damlaları, kapaktaki soluk mürdüm rengini belirginleştiriyor; silik altın varaklı yazıyı daha okunaklı hâle getiriyordu. Ellerini kitabın sararmış sayfalarında gezdirirken içini tuhaf bir tatmin hissi kapladı. 

Yıllar önce değersiz görüp elden çıkardığı kitaplardan biriydi. Bunca zaman sonra, değerli günlük yazılarından oluşan bu kitabı yeniden elinde tutmak ona garip bir huzur veriyordu. Fakat tatsız anılar zihninde çınlamaya başladığında, düşünceler denizinde boğulmadan önce kitabı yan koltuğa bıraktı. Emniyet kemerine uzanıp derin bir iç çektikten sonra aracı çalıştırdı. 

Gürleyen motor sesi, yağmur damlalarının ritmiyle dans ederken, eve doğru yola koyuldu.

Orman yolunu geçip toprak araziye vardığında yağmur durmuş, bulutların arasından süzülen zayıf güneş ışığı ahşap kulübeye düşüyordu. Aracı önüne park edip paltosunu ve kitapları alarak nemli zeminde ilerledi. Cebinden çıkardığı anahtarları karıştırıp doğru olanı yuvaya taktığında, menteşeleri pas tutmuş ağır kapı aralanarak açıldı. 

Çamurlu ayakkabılarına aldırmadan hole girdi. Paltosunu gelişigüzel askıya astı, anahtarla birlikte cebinde buruşmuş birkaç tur broşürünü de şifonyerin üzerine bıraktıktan sonra, odanın sonundaki dar merdivenlere yöneldi. 

Ahşap basamaklar, her adımında farklı bir melodiyle gıcırdayarak onu tek odacıktan oluşan bodrum kata—eski eşyalar topluluğuna— götürüyordu.

Elini sallayarak içerideki ağır havayı dağıtmaya çalıştı. Tepedeki isli pencereden süzülen ışık hüzmesi, havada uçuşan binlerce toz zerresini görünür kılıyordu. Çalışma masasının üzerinden uzanıp pencereyi güçlükle yarıya kadar araladığında, içeri dolan bahar meltemiyle tozlar dans ederek dağılmaya başladı.

Bodrum fazla büyük değildi. Pencere altına yerleştirilmiş sedir masa neredeyse tüm alanı kaplıyordu. Çaprazında duran haki koltuk ise duvara yaslanmış, odanın soğuk görünümünü biraz olsun kırarak mekâna kişilik katıyordu.

Merdiven boşluğunun altında, gözden ırak bir köşeye yerleştirilmiş su dolu dev bir fanus vardı. Üzeri koyu lacivert bir kumaşla örtülmüş, önüne yığılan kolilerle birlikte gizlenmişti. Dikkatli bakılmadıkça fark edilmesi neredeyse imkânsızdı

Arat, kucağındaki kitapları dağınık masanın üzerine bıraktı. Ardından sigara yanıklarıyla kaplı koltuğa uzandı. Kollarını göğsünde kavuşturup içeri dolan kuş seslerini dinledi. Kulübenin yanındaki ağacın dalına konmuş kuşlar, sanki şarkılarıyla baharın gelişini kutluyorlardı.

Havaların ve suyun ısınmasıyla birlikte kasvetli kış geride kalıyor, denizdeki dalgalar duruluyordu. Birkaç güne kalmaz, limanda bekleyen tadilattaki tekneler de suya indirilir, turizm sezonu resmen açılırdı. Arat da dahil birçok balıkçı kış boyunca çalışmaya devam etse de, Nisan’da ısınan suyla birlikte turist tekneleri ancak bu dönemde seferlere başlardı.

Derin bir nefes alıp gözlerini yumdu. Uzun süredir teknesine adım atmamıştı. Araştırmalarına ara verip günlüğün izini sürmeye başlamıştı. Elden çıkardığı kitaplar arasında onu bulamayınca her şeyi yarıda bırakmayı düşünmüş; ama bugün, en beklenmedik anda, o kitap karşısına çıkmıştı.

Ellerini saçlarında gezdirip gözlerini ovuşturdu. Uykusuz geçen geceler… belki de artık geride kalacaktı. Eskiden, başını yastığa koyar koymaz sonsuz ihtimalleri düşünür, zihninin içinde kaybolurdu. Şimdiyse, onu bu selden çıkaracak bir köprüsü, değerli bir kaynağı vardı artık.

Doğrulup masaya uzandı. Mürdüm kapaklı kitabı kavradığında, parmak uçları kapağın köşesindeki yıpranmış dokuyu hissetti. Sayfaları araladığında, mürekkeple yazılmış isme gözleri takıldı.

Köşeye işlenmiş süslü harflere uzun süre baktı. Gözlerinde bir dalgınlık belirivermişti. Eskiden olsa ona hiçbir şey ifade etmeyecek bu isim, şimdi hem kalbini sızlatıyor hem de zihnini kurcalıyordu. Bir zamanların masalı, artık hayatının gerçeği; yegâne amacı olmuştu.

Gözleri buğulandı. Yetimhaneden ayrıldığı zamanı hatırladı. Her şeyi yoluna koyup geçmişi geride bırakabileceğini düşündüğü bir dönemdi. Ama basit bir mektupla hayalleri yıkılmış, geçmişin kirli pençeleri geleceğini ve bildiği dünyayı acımasızca elinden almıştı.

Tek arkadaşının içki şişeleri olduğu o karanlık dönemde, eğer Yaşlı Adam elinden tutmasaydı… belki de çoktan bir alkoliğe dönüşmüştü. 

Ona çok şey borçluyum,” diye geçirdi içinden.

Geçmişi zihninde canlandıkça huzursuz bir sıkıntı kapladı içini. Kaşları çatıldı. Bir anda öfkeyle elindeki kitabı masaya fırlattı. Sayfalar sertçe açılarak yayıldı.

Fırlatma etkisiyle, pencerenin altında asılı duran eğik mantar panoya iğnelenmiş takvim havada süzülerek yere düştü.

Düşen yaprağı eline aldığında hızla ayağa kalktı. Arka cebine uzanacağı sırada, üst kattan tanıdık bir melodi kulağına çalındı.

Paltosunun cebinde unuttuğu telefon aralıksız çalıyordu. Merdivenleri hızla tırmanmaya başladı. Ahşap basamaklar, aceleyle atılan her adımda çatırdayarak karşılık veriyordu.

Islak paltonun ceplerini karıştırıp sağ iç cebinden telefonu çıkardı.

Alo, ben de tam seni arayacaktım.

Eliyle alnına vurdu.

Ha siktir, biliyorum. E… benim için onları biraz oyalayabilir misin?

Holde bir ileri bir geri yürürken konuşmaya devam etti:

En fazla on beş dakika… Hatta on dakikaya kesin oradayım. Çıkıyorum şimdi.

Bir yandan şifonyerdeki anahtarları kaptı, diğer yandan maun vestiyerden yaka kartını aldı. Telefonu kapatıp paltonun düğmelerini hızla ilikledi ve kapıyı açıp dışarı fırladı.

Birkaç denemede kamyoneti çalıştırmayı başardı. Motorun gürültüsü, ormanı kaplayan sessizliği yırtarak ağaçlar arasında yankılandı.

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

    Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız