0c81c1a7 63ea 4203 a40e acfc462b9681.jpeg

Giriş: Efsanenin Başlangıcı

  • 18 Mart 2025 17:19:39
  • 0
  • 20
  • 1


Derin Deniz


1.Kısım

Başlangıç


Giriş

Efsane

Bir hikaye anlatılır denizciler arasında. Rüzgarın uğultusuna karışan bir masal, dalgaların dilden dile fısıldadığı bir sır… İnsanlar, denizin derinliklerinde yaşayan tuhaf varlıklardan söz edermiş. Şarkılarıyla balıkçıları büyüledikleri, güzellikleriyle göz kamaştırdıkları anlatılırmış.

Kimileri,onların korsan gemilerini soğuk sulara gömdüğünü söylerken kimileri de peri kızları kadar saf ve berrak olduklarına inanırmış.

İnsanlar bu hikayeleri unutsa da deniz unutmaz. Bugün size, insanların unuttuğu ama denizin kulağıma fısıldadığı bir efsaneyi anlatacağım…

Çok eski zamanlarda, Chaos (yaratılış tanrısı), Pontos (okyanus tanrısı), Tartarus (yeraltı tanrısı) ve Eros’un (varoluş tanrısı) hüküm sürdüğü dört tanrılı dönemde bir adam yaşarmış. Bu adamın doğuştan sakat bir kızı varmış.

Kızın çarpık uzuvları, eğri omurgası ve şekilsiz yüzü halka korku saçtığı gibi, onu ‘Şeytanın Çocuğu’ diye anmalarına, anneyi de cadılıkla suçlamalarına sebep olmuş. Ne zaman dışarı adım atsalar taş yağmuruna tutulurlarmış. Halkın korkusu ve öfkesi günden güne artarken, adamın gidecek tek kapısı kalmamış.

Çaresiz adam, günlerini kasabanın meydanında Pontos’a adanmış görkemli bronz heykelin önünde geçirir, tanrılardan bir lütuf bekler dururmuş. Ne duaları kabul edilmiş ne de adadığı adaklar kızın kaderini değiştirmiş. Yıllar geçmiş, halkın nefreti de tanrıların sessizliği de sürüp gitmiş.

Zamanla adamın duaları siteme, sitemleri öfkeye dönüşmüş. Bir gün, sabrı tükenmiş. Çıkmış evinden başlamış öfkeyle yürümeye. Fırtına bulutlarının toplandığı meydana varmış. Bronz heykelin önüne geçen adam başlamış avazı çıktığı kadar bağırmaya:

Ey Tanrılar! Pontos! Kaç zamandır sana sesleniyorum! Kızımı çarpık bir bedene mahkum ettin, yetmedi, adaklar sundum, yalvardım, hepsini karşılıksız bıraktın.

Bu mu tanrıların adaleti? Zavallı kullarına bir kere bile dönüp bakmayan, acılarımızı umursamayan, kendinden başka hiçbir şeye değer vermeyen bencil bir tanrısın sen! Yoksa kaderimi değiştiremeyecek kadar aciz misin?

Bir yalandan ibaret değilse eğer varlığın, şimdi çık ortaya ve kanıtla etrafımda toplanan bu insanlara ve bana kudretini! Çık ortaya, göster kendini! Tek yaptığı göklerde saklanmak olan bir tanrıya inanmamızı bekleme!

Adamın sözleri göklere ulaştığında meydanı saran kara bulutlar denizi kapladı. Homurdanan dalgalar arasından bir figür belirirken, halk panikle sağa sola kaçıştı. Dalgalar, giderek öfkelenen bir el gibi kıyıyı döverken, göklerden yankılanan bir ses duyuldu:

İnsanoğlu! Küstahlığın Tanrıların kulağına ulaştı. Haddini aşarak Tanrılar’ın gazabını üzerine çektin. Gücümüzü sorgulamak senin gibi bir varlığın ne haddine?

Şimdi beni işit ve kaderine razı ol! Kızına yeryüzünde eşi benzeri görülmemiş bir güzellik bahşedeceğim; tanrıçaları kıskandıracak, bülbülleri utandıran bir ses vereceğim; dinleyenleri büyüleyecek. Fakat her lütfun bir bedeli vardır. Soyundan gelen tüm kız çocuklarını denize teslim edeceksin. Bundan böyle onlar denizin kızları olacak, senin gibi küstah yaratıklardan uzakta yaşayacaklar.

Ayın en parlak olduğu gece kızını kıyıma getir. Eğer buyruğuma karşı gelecek olursan soyunun sonunu bizzat kendi ellerimle getireceğim. Tanrıların hükmü budur!

Tanrı konuştu ve sular duruldu, fırtına bulutları dağıldı. Halk, duydukları buyruğun bir lütuf değil, bir lanet olduğunu anlamıştı. Kimse tek kelime etmedi, ama gözlerindeki korku her şeyi anlatıyordu.

Adam ise sessizce evine döndü. İçeri adımını attığında nefesi kesildi; Tanrıların sözü tutulmuştu. Kızının biçimsiz bedeninden eser kalmamış, yerine diyardan diyara konuşulacak bir güzellik gelmişti.

Bu mucize kısa sürede tüm krallıklara yayıldı. Kapılarının önüne meraklı kalabalıklar birikti. Krallar ve şahlar ulaklarını gönderdi, sandıklar dolusu altın ve mücevher sundu. Peri kızıyla evlenme umuduyla… 

Adam ise gözlerini bu servetten alamıyordu. Tanrıya olan sözü aklına geliyor, ne yapacağını bilemiyordu. Tereddüt ediyor, ama içindeki açgözlülük her geçen gün büyüyordu.

Ay bir tam döngüsünü tamamladığında, adam nihayet kararını verdi. Kızını da yanına alarak geceyi aydınlatan dolunayın ışığında yamaçtaki kaleye doğru yürüdü. Uçurumun kenarına geldiğinde durdu ve göğe bakarak seslendi:

Sana sesleniyorum Pontos! Buyruğunu yerine getirdim. Dolunay geldi çattı, kıyına geldim ve kızımı da getirdim. Fakat onun güzelliğini duyan krallar servetlerini ayaklarıma serdi. Önümde böylesine bir hazine varken, onu sana nasıl vereyim?

Bana bir lütuf bahşettiğini söyledin, ama şimdi onu geri istiyorsun. Bir Tanrı, bir insanı eli boş bırakır mı? Kızı istiyorsan bunun bir bedeli olmalı!

Yoksa ne sana ne bana yar olur! Kendi ellerimle kaderini belirler, onu ne denizlere ne de tahtlara bırakırım!

Birden, çarşaf gibi uzanan deniz yarıldı. Dalgalar yamacın ucundan kabarıp yükseldi, köpüren suların arasından bir figür belirdi. Ve deniz, kudretli bir sesle cevap verdi:

İnsanoğlu! Açgözlülüğünün sınır tanımıyor. Sözlerinle Tanrılara meydan okudun, şimdi gazabımı tadacaksın!

Madem daha fazlasını istiyorsun, öyle olsun! Sana eşi benzeri görülmemiş bir hazine vereceğim. Ama bunun bir bedeli var! Kızını kendi ellerinle uçurumdan atacak, onu derin denizlere göndereceksin. Yapabilir misin?

Ve unutma, buyruğumu çiğnedin! Tanrılara şart koştun, kudretimizi küçümsedin. Bunun bedelini de bir lanetle ödeyeceksin! Açgözlü insanlara bir ders olsun diye soyundan geleceklerin kaderlerini sözlerimle mühürlüyorum. Kız çocuklarına karşılık sana bir de oğul vereceğim ki gazabım sonsuza dek sürsün. Kızların senin gibi küstahların sonunu getirirken, oğulların da bu laneti nesiller boyu taşıyacak.

Tanrıların hükmü budur! Şimdi kızını bana getir!

Tanrının sözleri bittiğinde adam kızına doğru yürüdü. Gözlerinde karanlık, yüzünde açlığın getirdiği bir zafer ifadesi vardı. Ellerini kızının omuzlarına koydu, sanki onu koruyacakmış gibi. Fısıldadı:

Teşekkürler beni sefil hayatımdan kurtardığın için.

Sonra hiç tereddüt etmeden kızını uçurumdan itti. Çığlıkları, yükselen dalgaların sesiyle boğuldu.

Adam arkasına bile bakmadan eve döndü. Ödülünü almak için. İçeri adım attığında gözlerine inanamadı. Her yer altınla doluydu, parlayan mücevherler, sıralanmış altın külçeleri, yerleri kaplayan gümüş sikkeler…

Adam ellerini hazineye daldırdı, kahkahalar attı. Tanrılar sözlerini tutmuştu. Artık sefaletin, açlığın, düşkünlüğün zincirlerinden kurtulmuştu. Kral olacaktı.

Ama bu haber sadece ona ulaşmadı. Altınların varlığını öğrenen kasaba halkı, aç bir kurt sürüsü gibi evine akın etti. Adamın çığlıklarına aldırmadan hazineyi yağmaladılar. Gözünü bürüyen hırs, şimdi herkesin gözünde parlıyordu.

Sonunda, yağma yetmedi. İçeride paylaşacak bir şey kalmayınca evi de ateşe verdiler. Alevler, adamın bir zamanlar gözlerini kamaştıran altınları şimdi eritiyor, onları küle çeviriyordu. O, son nefesine kadar altınlarını kurtarmaya çalıştı. Ama açgözlülüğüyle birlikte evin içinde yandı, kendi cehenneminde kayboldu.

O sırada karısı geride durup bu çılgınlığı izledi. Kocasının gözünü bürüyen hırsın onu nasıl tükettiğini gördü. Son bir kez eve, yanan altınlara ve geçmişine baktı… sonra dönüp arkasını gitti. Onu ve doğmamış çocuğunu bekleyen bilinmez diyarlara doğru…

O günden sonra ne kadın ne de çocuğu gören oldu.

Böylece efsane dilden dile dolaştı. Gerçek midir bilinmez ama derler ki, eğer bir deniz kızıyla karşılaşırsanız sizi derin sulara çağıran sadece onların şarkıları değil, içinizdeki açgözlülüğünüzdür.

Önceki Bölüm
Sonraki Bölüm

    Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız